RSS Feed for This Post

Damarlarındaki Kan Asilse Sorun Yok!

Bülent Arınç bir çaylarını içip, hal hatır sormak için Manisa Celal Bayar Üniversitesine uğramak istiyor ve bir öğrenci ile Rektör arasında ilgi çekici bir dialog geçiyor. Öğrenci, cumhuriyeti koruyup kollamakla görevli olduğunu söyleyince, rektör de “bu emri kimden aldığını” soruyor. Öğrenci kendinden emin bir şekilde cevap veriyor: Atatürk’ten aldım!

Sahneyi kes burada, gönder jeneriği, aksın arka fonda “onuncu yıl marşı”, düzenle Silivri’de bir kısa metraj film yarışması, en kötü ihtimal mansiyon garanti. Dialogdan çıkardığım bir başka sonuç da, Üniversiteye girişlerde yapılan seviye tespit sınavının kalitesinin epey düştüğü. Öyle ya, Cumhuriyete karşı taarruz ve tasallutundan endişe edilen kişi Meclis Başkanlığı yapmış bir zat. Koskoca memleket bir araya gelmiş, seçim yapmış, Cumhuriyeti türlü tasalluttan korumak için bir Meclis kurmuş ve başına da Bülent Arınç’ı getirmiş, beyimiz de eski Meclis Başkanına yumurta atarak Cumhuriyeti koruyacak.

Böyle adama kızılmaz, olsa olsa merhamet edilir. Çünkü bu kafa yapısındaki insanlar, muarızları tarafından kızma eşiklerini çoktan geçtiler. Şu anda sürmek oldukları saltanat muhatapları tarafından merhamet olunmak, bir adım sonrası muhatap alınmamak, devam ettikleri takdirde ellerine bir teneke ve bir sopa verilip, mahallenin delisi karakteriyle tuluat tarihimizi yeniden canlandırmalarını beklemek.

O öğrenci arkadaşım tüm bu eleştirileri şahsına münhasır almasın. Ben evrensel bir düşünce sisteminden bahsediyorum. Sözgelimi, Selçuk’taki Meryem Ana kilisesinin Vaizine, Tahsin Ağa caminin bir cemaati yumurta atsa onu da ayıplarlar. Ama Onun bir şansı var o da şu, onun sağında solunda aklı başında insanlar var. Nasıl ki Hrant Dink öldürüldüğünde Cemaat sokaklarda nümayiş yapmadı, yüzü kızardıysa böyle bir utanç vesilesine yine kimse yol vermezdi.

İş geliyor 1939’da Başbakanlık yapan Refik saydam’ın o meşhur sözüne dayanıyor: “A’dan Z’ye herşeyimiz yanlıştır”. En büyük yanlış da bu Ülkenin bitmek tükenmek bilmeyen bir “Halaskar/ Kurtarıcı” sendromudur. Çapsızlıklarının baştan kabulünün şehadetnamesi mahiyetinde olan “ordu Göreve” ya da “genç Mustafa Kemaller görev başına” pankartlarını hatırlarsınız o miting günlerinden. Daha bir şair tıynetli olanları da “sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin” diye geziyordu meydan meydan. Osmanlı Döneminden bu yana irili ufaklı 110 darbe teşebbüsüne maruz kalmış olan benim yalnız ve güzel Ülkemin ne kara bahtı varmış ki kurtar kurtar kurtulmuyor.

Eski Meclis Başkanını Cumhuriyetin düşmanı olmakla itham eden öğrenci arkadaşımın fikri ağa babaları olan “halaskaran zabitan/ kurtarıcı subaylar” bile bu memlekette saltanat sürmüş vakti zamanında. Tabi o zamanki jargon “laiklik elden gidiyor” fevaranı değildi. İnkiraz ve pençe-i izmihlal diskurlarıyla yola çıkan bu baba yiğitler ittihatçıları devirdiler devirmesine de Bulgarlar da Edirne’ye dayanmışlardı.

Benim bir tespitim var ki yanlış olabilir. Hoş, tespitimin doğruluğunu sınama fırsatını yediğim küfürlerin kesifliğinden kestirebiliyorum ama yine de söyleyeceğim: Mustafa Kemal’den bir halaskar/ kurtarıcı çıkarma fikri gütmek, Kemalistleri bugünün dünyasında acınası bir tembelliğe itmiştir. Çünkü bu Ülkenin geçirdiği netameli yıllarda muhtaç oldukları kudreti asil kanlarında değil, her daim zamanın halaskar zabitan tayfasında bulmuşlardır. O halaskar zabitan ki 1960, 1980, 28 Şubat, 27 Nisan’da her zaman hazır ve nazır olarak bu tembel tayfaya bitmek bilmez saltanatlarını sürmesi için fırsat vermiştir.

Kemalistlerin içinden çıkamadığı noktaysa şu: Halaskar Zabitan’a ve Kemalizm’e rağmen temayüllerimiz dün ve bugün olduğu gibi halkın beğenisiyle örtüşmezse ne yapacağız? Bunun cevabını aramak yerine göklerden bir halaskar bekledikleri müddetçe karınlarından konuşmaya devam ederler o kadar. Çünkü benim anladığım kadarıyla Mustafa Kemal, gününün şartlarına uygun olarak “adalet” ve “hürriyet” fikirleri üzerine diskurlar geliştirmiş, bu minval üzere Namık Kemal’i hatmetmiş, aforizmalarını dillendirmiştir o kadar. Atatürk’de çağdaşları gibi düşünmüştür yani: Monarşi eşittir gericilik. Kemalistlerin bugünkü sorunu olan “ne yaparız da halkın desteğini arkamıza alırız?” fikri , bugünleri tahmin edemediğinden olmalı ki pek de kafasını kurcalamamış.

Yani, yüzyıl sonraki takipçilerinin sağda solda salya sümük ağlayıp, muarızlarına yumurta fırlatmaktan öte bir numaralarının olamayacağını rüyasında görse inanmazdı. Bu yüzden de o öğrenci arkadaşımın dillendirebileceği bir diskuru, çağı anlamış ve gereklerini yerine getirmeye hazır bir fikri elinde yok. Ondan beklenen bizatihi kendinin bir halaskar olabilmesi, göklerden imdat istemesi değil. “Ben halaskar/kurtarıcı oluyorum, takılın peşime!” diyen adam da muhatabına yumurta atmaz. Oturur, kıraat eder, araştırır, öğrenir. Aksi halde o adamdan değil Başbakan, cacık olmayacağını herkes bilir.

Mevcut serkeşliğini devam ettirmesi durumunda ne olur peki? Doğru Kızılay’a! Yok, yok meydana değil, onun modası geçti. Kızılay Kan Merkezine! Damarlarda gezen kan asil ya, yeter de artar bile…

 
.

… E-kitap okumak için…


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:ahmet sönmez Tarih: Mar 10, 2011 | Reply

    sayın yazar fazla toptancısın…
    özellikle darbeleri kemalistler ister kemalistlerin istediğini de ordu yapar demeye getirmişsin. Ama bu derin bir eleştiri olmamış…Görmek istediğini yazmış gerçeklerin bır kısmını ıskalamışsın…1)12 Eylül 1980 darbesi 24 Ocak 1980 kararlarının yani piyasa ekonomisine geçiş kararlarının uygulanmasını sağlamıştır. 2) 12 Eylül 1980 darbesi piyasa ekonomisiyle ya da kapitalizmle barışık olmayan sol düşünceyi tasfiye darbesidir. Sol düşünce ve sol düşünceyi savunanlar tasfiye edilmiştir. Hatırlatırım 1402 liklerin çoğu sol görüşlü öğretim üyesidir. Üniversitelerden uzaklaştırılmıştır. Sonra bir ksımı geri dönmeyi başarmıştır. 3) 1980 darbesinden sonra laiklik ilkesine aykırı olan zorunlu din dersleri konulmuştur. 4) Bir yazar sanırım Nadir Nadi Ben Atatürkçü Değilim diye bir kitap yazmıştı. Amacı da darbeciler Atatürkçüyse ben Atatürkçü değilim demeye getirmiştir. 5) Her darbenin amacı da farklıdır yapılma aracı da farklıdır. Tüm darbelerin destekçisi olarak bir ideolojiyi hedef almak pek gerçekçi olmamış…Biraz daha analiz kokan, derinlikli yazılar yazarsan öncelikli kendini geliştirmiş bizi de aydınlatmış olursun…Saygılar…

  3. Yazan:seyfettin Tarih: Ağu 31, 2011 | Reply

    SEVGİLİ YAZARIM,YAZMIIŞ OLDUĞUNUZ TÜM YAZILARINIZIN ARKASINDAYIM.HELE,HELE MİLLİYETÇİLİKLE İLGİLİ YAZMIŞ OLDUĞUNUZ YAZILAR BENİ ÇOK AYDINLATTI.İŞTE BAZI KAFATASÇILARIN BU YAZILARI OKUDUKTAN SONRA ÇOK İYİ DÜŞÜNMELİ.BU DÜŞÜNCEDEKİ ARKADAŞLARIMIZ ÖNCE DİNLERİNİ ÖĞRENMELİ GEREKİR ANCAK O ZAMAN HERŞEYİN FARKINA VARIRLAR İNŞALLAH.ALLAH HEPİMİZİ ISLAH ETSİN.

  4. Yazan:abdürrezzak Tarih: Eyl 19, 2011 | Reply

    sayın yazar,
    sen ne biçim daha doğrusu xxxx bir xxxxx olur, ne xxxxx uğruna savaşıp, xxxxx musun… ayrıca ne kadar xxxxxxx ediyorsun… yani sen gerçekten xxxx xxxxx xxxxxx xxxx da fazla, sen xxxxx…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin