RSS Feed for This Post

Dikkat Liberalizm! Sevmeyin, Kabuklu yemiş vermeyin! (1)

“Liberalizmin önüne bir sıfat koyma ihtiyacı duyanlar genellikle onu anlamayanlardır.” (P.Salin)

Çeviren: Mehmet Yılmaz

Pascal Salin’in Fransızca özgeçmişi, kitapları ve makaleleri (47 sayfa)

20080326_liberalizm.jpgSunuş: Alexandre Kojève, Georges Bataille, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Karl Marx gibi filozofların eserlerinde rastlıyoruz “Tarihin sonu” kavramına. Son yıllarda ise Francis Fukuyama The End of History and the Last Man adlı makalesinde (ki daha sonra kitap olarak yayınlandı) bütün insanlığın evrensel bir demokrasiye doğru gittiğini ve buna erişildiğinde ideolojik savaşların ve tarihin biteceğini iddia etti. Hegel gibi Fukuyama da bundan sonra tarihin “sadece” batı tarzı demokrasinin dünyanın geri kalan kısmına yayılmasından ibaret olacağını savundu.

İşte ilkini bugün sunduğumuz (iki bölüm halinde yayınlayacağımız) ve Pascal Salin’in Fukuyama’ya cevaben kaleme aldığı makale sosyal demokrasiye yönelik sert eleştirilerden fakat aynı zamanda liberalizm hakkındaki bazı yanlış anlamalara ve önyargılara verdiği yanıtlardan oluşuyor.

Alt başlıklar ise şöyle:

  1. İdeolojik uzlaşma
  2. Konstrüktivizmin belirtileri
    1. Eşitçilik
    2. Demokratik mutlakiyet
    3. Bilimcilik veya bilme yanılgısı
  3. Anti-liberal cephe

Çeviri notları:

Individualizm ve Kollektivizm terimleri

Salin “individualisme” kelimesini bireyselcilik anlamında, kollektivizm (birliktecilik -kamuculuk) kavramının zıddı olarak kullanıyor. Yazar ilke olarak “kamu yararına” bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı çıktığı için bireyselcilik olumlu kollektivizm ise olumsuz hatta pejoratif şekilde kullanılıyor bu metinde. Ancak metin dahilinde bireyselciliği bencillik veya “ben merkezcilik” olarak görmemek, bu hassasiyeti bireysel hakların esas alındığı bir düşünce sisteminin doğal sonu olarak algılamak icab ediyor.

Türkçe’de kabul gördüğünü varsayarak Fransızca’daki individualisme kelimesini bireyselcilik olarak çeviriyoruz. Collectivisme kelimesinin ise sadece Türkçe okunuşunu yazmakla yetineceğiz bu çeviride.

Konstrüktivizm

Bu kelime de Salin’in kaleminde olumsuz hatta pejoratif bir anlama sahip. İdeolojik çerçevelerde oluşturulmuş “ideal toplumları” inşa etme eğilimini simgeliyor. Devrimci konstrüktivistler olduğu gibi muhafazakârlar da Salin’in gözünde liberalizme aykırı duruyorlar. Yazara göre bireylerin yaşamak istedikleri hayata ne bir devrim adına ne de dini, gelenekleri koruma adına karşı çıkılmamalı.

Kökünde inşa etme, bina etme anlamı olan bu kelimeyi de çevirmiyoruz, sadece okunuşunu kullanacağız.

Pragmatizm ve Utilitariyanizm

Bu makale dahilinde pragmatizm ve utilitariyanizm kelimelerinin daha çok oportünizme yakın bir biçimde, nispeten pejoratif anlamda kullanıldığına tanık oluyoruz. Ideolojisinden, ilkelerinden uzaklaşmaya hazır, günlük faydalar uğruna özgürlüklerden fedakarlık etmeye meyilli, fırsatçı. Fakat aynı zamanda “orta yolcu” çözümler arama çabası. Son kararı okuyucuya bırakma gayretiyle bu kelimeleri de orjinal metindeki haliyle kullanacağız.

Bilgilerini derinleştirme isteyen okuyucularımız stratejik ve ahlâkî sorgulamalar için Charles Sanders Peirce, William James, John Dewey, John Stuart Mill, Daniel Dennett gibi düşünürlerin eserlerinden faydalanabilirler.

Teknik notlar

Serbest çeviriden uzak durduk, metnin aslına sadık kaldık. Başlık ve çevirilmesi imkânsız bazı kelime oyunları müstesnadır. Türkçe’de daha anlamlı olabilmesi için nadiren kısalttığımız veya uzattığımız cümleler de oldu.Orjinal metin buradan okunabilir.

Dikkat Liberalizm! Sevmeyin, Kabuklu yemiş vermeyin!

Pascal Salin

Dünyaya liberal ideolojinin hatta tuhaf bir adlandırmayla neoliberalizmin hakim olduğunu duyuyoruz. şu bir gerçek ki hâlâ merkezî bir planlama yaparak ve üretim imkânlarını kamu mülkiyetinde tutarak ekonomik başarılar elde edilebileceğini düşünenlerin sayısı çok azaldı.

Dünyada özelleştirmeler gittikçe yaygınlaşıyor. Ama gerçekten özgürlükçü toplumlarda yaşamak için katedilmesi gereken yol aslında çok uzun. Hâlâ özgürlüklükçülüğe düşman bir zihniyet var.

Özgürlükçüğe yüzeysel ödünler veren ama bunun tam tersi ilkelerden ilham alan bir görüş ve uygulamalar ile karşı karşıyayız aslında. Zira bir toplum için sadece iki vizyon olabilir: Özgürlükçü veya kostrüktivist. Bu iki vizyon kesinlikle bir arada barınamaz. Işte bunun içindir ki şu veya bu şirketin daha çok kâr etmesi için özelleştirilmesi başlı başına bir liberalleşme sayılamaz.

Günümüzün ideolojik mücadelesi Nazizm’e veya Komünizm’e karşı tavır almanın yeterli olduğu o devirlerden daha zor belki de. Çünkü çağımızın fikir mücadeleleri temel ilkeleri ve etkilerini daha iyi anlamayı gerektiriyor. Bunu yapmayan çağdaşlarımız daha rahat bir duruşu seçiyorlar : karşılıklı ödün vermeyi, muğlak tanımları, vasat bir uzlaşmayı ve rastgele işleyen bir pragmatizmi…

Ideolojik uzlaşma

Francis Fukuyama adlı amerikalı bir devlet memurunun yazdığı makale[1] büyük yankılar uyandırmıştı bundan bir kaç yıl önce. Bu yazar şüphesiz insanların duymak istedikleri şeyleri en uygun zamanda yazarak haklı bir ün elde etti. Ne var ki “ekonomik ve politik liberalizmin göz kamaştırıcı zaferi” ve “demokrasinin yaygın kabulü” şeklinde ifade ettiği tezi tartışılır. Kullandığı kelimeler bile alarm verici: Liberalizmin önüne bir takı veya bir sıfat konuyorsa bu genellikle onun yanlış anlaşıldığını ve gerektiği gibi tarif edilmediğini gösterir.

Zamanımızın tek zaferi sosyal demokrasininki yani seçilmiş bir azınlığın bütün güçlere sahip olduğu ve karma ekonomi adına devletlerin hâlâ üretime katıldığı, ağır ve adil olmayan vergiler topladığı bir sistem. Demek ki bireysel özgürlük kavramından çok uzaktayız. Gerçek şu ki bu sosyal demokrasi bir ruh, bir ilham yoksulluğu çekiyor. Her ne kadar ideoloji savaşlarında bir ateşkes temsil etse de bu sosyal demokrasi ideolojilerin bitiş noktası olamaz. Düşünsel olarak bir parça “yavan” olsa da aslında karşı çıkılması gereken bir dünya görüşünden esinlendiği aşikâr: Pragmatizm ve şüphecilik! İşte bunun için ideolojilerin sonu bu nokta olamaz.

Bireyselcilik ve kollektivizm uzlaşma imkânı olmayan, topluma bakışları birbirine taban tabana zıt iki görüştür. Bireyselcilik gözüyle bakıldığında insan akıl ve özgürlük sahibidir. Diğer insanlarla olan ilişkilerini kendi başına düzenleyebilecek durumdadır. Kollektivist bir değerlendirmede ise toplum kendini oluşturan bireylerden ve onların isteklerinden, tercihlerinden bağımsız olarak vardır.

Kollektivizmin en korkunç uygulamaları marxist totaliter rejimlerde olduysa da bugün sosyal demokrasiye en sıkı yapışan gene kollektivistlerdir. Jean-François Kahn tarafından Fukuyama’nın makalesiyle aynı zamanda yayınlanan bir makalenin başlığı bile bunu göstermeye yeterli: “Araç olarak liberalizm, amaç olarak demokrasi” [2]. Sanki bireysel özgürlükler politik bir amacın araçları olabilirmiş gibi!

Bireyselcilik ile kollektivizm arasındaki bu uçurumu görmezlikten gelerek hataya düşüyor Fukuyama. Zira Toplumu kavramada birbirine zıt görüşlerin süregelen çatışmalarını bilmezden geliyor. Bu hataya bir örnek vermek gerekirse şu cümlesi anılabilir: “Belki de insanlığın ideolojik evriminin son noktasındayız. Batı tarzı liberal demokrasinin evrenselleştiği, insanların tasavvur edebileceği en olgun hükümet şekline erişildiği bir çağ”.

Liberalizmi bir tür ekonomik idare şekli veya ekonomik materyalizm olarak değerlendirirken Francis Fukuyama aslında Jean-François Kahn’dan çok uzakta sayılmaz. Bilmediği gerçek şu: Liberteryen düşünürleri okuyarak kolayca görebiliriz ki liberalizm bir metafizikten ve ahlâk anlayışından ilham alır. Bu düşünürlerin arasında ise Murray Rothbard, Frédéric Bastiat, Ayn Rand[3] hatta Friedrich Hayek’i sayabiliriz. Ideolojilerin sonu sandığı şey belki de sadece kendi bilgisizliği.

Daha sonra da altını çizeceğimiz gibi demokrasi sadece yöneticileri belirlemek için bir yöntemdir. Ama bireysel özgürlükleri korumak için yeterli olmaktan çok uzak. Temsilî demokrasinin esas aldığı çoğunluk yönteminin hiç bir bilimsel veya ahlâkî dayanağı yok. Çünkü bir insanın kimliğini yitirmeden bir başka insan tarafından temsil edilmesi imkânsız. Bu tip bir demokrasi anlayışı sadece keyfi bir hükümet belirlemedir. İşte bu yüzden demokrasiler totaliter hale gelebilirler.

Verilmek istenen ideolojik mesajlar net olmayınca “liberal demokrasinin üstünlüğüne inanmak” gibi sözler en umulmadık düş kırıklıklarına yol açabilir. Meselâ komünizmin bitişi Doğu Avrupa ülkelerinde kapitalizmin değil demokrasinin bir zaferi olarak kutlandı. Sanki demokrasi bu ülkelerin sorunlarını çözmeye yetebilirmiş gibi. Bireysel özgürlükler korunmadıkça ve toplumsal yaşam yasal bir düzene oturmadıkça yaşanacak her sorun bu ülkeleri yeni maceralara sürükleyecektir.

Kollektivist ideolojiler insan doğasına ve onun özgürlükten aldığı ilhama aykırı düştükleri için tarih boyunca hep başarısızlığa uğramışlardır. Ama her seferinde yeniden dirilmeye hazırlar.

Batı dünyasının “mucizesi” bireyselciliğin mucizesidir. Bu mucize kendisini yıkmaya yönelik bütün girişimlere karşı savunulmalıdır ve sosyal-demokrasi de bu tehditlere dahildir. Francis Fukuyama “sıkıcı” bir döneme girdiğimizi, tarihin bittiği yerde basit maddî kaygıların ideolojik mücadelelerin ve savaşların yerini alacağını savunuyor.

Ne kadar da yanılıyor! Gerçekte düşünce arenası tam tersine endişe verici bir durumda. Şu anda hâkim olan durum durağan bir kesinlik değil genel kabul gören fikirlerin reddedilmesidir. Pusuda bekleyen can sıkıntısı değil tersine keyfiyet ve şiddet.

Bütün bu zor durum karşısında Francis Fukuyama’nın duruşu tehlikeli aslında: Karşılıklı tavizlerle ve umursamazlıklarla varılmış bu vasat durumdan tatmin olmamızı bekliyor. Oysa bu “denge” son derece kırılgan bir yapıda. Marksizmden veya ırkçı teorilerden ilham alan ideolojilerin suç ortaklığı ortadan kalktı diye totalitarizmi ölmüş kabul edebilir miyiz? Bu gaflet uykusunu kabul edenler güç odaklarının kabaran iştahıyla uyanmak zorunda kalacaklar er veya geç!

Bütün bu belirsizlikler ve entelektüel iflas karşısında gözleri kamaşanlar elbette sosyal demokrasiye tarihin bitişi diyebilirler. Ama sosyal demokrasi asla insanın son gelişme aşamasını temsil edemez. Olsa olsa demagojik bir açık arttırmadan, lobilerden, masa altı oyunlarından ve oluşan bir müsamereden bahsedebiliriz. Sosyal demokrasiyle geldiğimiz nokta rüşvet alış-verişinin ve vasatlığın zaferidir.

Tabi insan toplulukları için ikinci bir yol daha var: Bireysel özgürlüklerin fethi. Belki ancak o zaman tarihin bitişinden bahsedebiliriz. Çünkü böyle bir noktaya erişildiğinde devlet artık insanları kendi fıtratlarına göre yaşamaktan alıkoymayacak demektir.

Ne varki “kamu yararına” bahanesiyle bastırılacak nice bireysel hak ve özgürlük olabilir. Kapalı kapılar ardında yapılacak nice plan ve uygulanacak şiddet bu hedefe varılmasını engelleyecektir çoğu kez. Özetle “tarihin sonu” hemen yarın belirecek bir durum değil.

Birinci bölümün dipnotları

[1] Bu makale Fransızca’ya «La fin de l’histoire ? » adıyla çevrildi ve Commentaire dergisinin ağustos 1989 sayısında yayınlandı. Böyle bir yazının bir Amerikalı tarafından yazılmış olması ideolojik uzlaşma fikrinin Fransızlara özgü olmadığının da bir ispatı.

[2] L’Evénement du Jeudi dergisi 2-8 kasım 1989.

[3] Rus asıllı Amerikan düşünürü, Ayn Rand «l’objectivisme» akımının kurucusudur.

(ikinci bölüm buradan okunabilir)

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

 

 

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:pioneer Tarih: Mar 26, 2008 | Reply

    kojeve ve george bataille marx’tan önce değil sonradır. gerçek sıralama önce hegel, sonra marx, sonra bataille ve en son kojevedir. kojeve zaten bir hegel ve marx yorumcusu olarak bilinir, marx’tan önce ve hegelle birlikte tarihin sonunu ilk gündeme getiren olarak anılması bir anakronizm sadece. Aralarında 200 sene fark olan iki kişidir bunlar. tarijhin silk gündeme getiren de hegel sayılmaz, hegel’in diyalektik kavramını ve nihai sonuç olayını ilk aldığı kişi platondur. hegel platon yorumcusudur, kojeve marx ve hegeli, marx hegeli, hegel platon’u yorumlamıştır yani. öte yandan hegel 1700’lü yıllarda yaşamış birisi ve liberal demokrasiyle hiç bir ilgisi yok. kendisi bir anlamda faşizm teorisyeni bile sayılabilir. Fukuyama’ya da Pascal Salin’in cevap vermesine gerek yok, o cevabı huntington vermişti ve kendisi de zaten oldukça uzun zamandır bu görüşünü takip etmiyor. tarihin sonu konusundaki felsefi geçmişle ilgili söylenen hemen her şey yanlış. 🙂 üzgünüm, dost acı söyler

  3. Yazan:MY Tarih: Mar 26, 2008 | Reply

    Sayin Pioneer,
    Nazik uyariniz için tesekkürler. Metni düzelttim. Ama kronolijk sirada degil düsünürler. Sanirim buna gerek de yok.

    Sübjektif kisimlari ise okurlarin takdirine birakiyorum.

    Dostlukla

  4. Yazan:Cüneyt Tarih: Mar 27, 2008 | Reply

    Fukuyama’ya da Pascal Salin’in cevap vermesine gerek yok, o cevabı huntington vermişti ve kendisi de zaten oldukça uzun zamandır bu görüşünü takip etmiyor.

    Selam,

    Tercüme edilen makâle 1989 yilinda yayinlanmis, yani Fukuyama’nin orjinal makâlesinin The National Interest’te ciktigi yil. “The End of History…” kitap olarak 1992 yilinda cikti.

    Huntington da Fukuyama’ya cevabi yanlis bilmiyorsam Clash of Civilizations ile verdi, onun da ilk yayinlanma tarihi ve yeri 1993’de Foreign Affairs’de.

    Yani Salin Huntington’dan daha atak davranmis 🙂

  1. 9 Trackback(s)

  2. Mar 28, 2008: Dikkat Liberalizm! Sevmeyin, Kabuklu yemiş vermeyin! (2) : Derin Düşünce
  3. Mar 29, 2008: İki çeviri — Düşünceler
  4. May 6, 2008: Türban demokratısın! Hayır değilim! : Derin Düşünce
  5. Haz 27, 2008: Türk solu geçmişini sorguluyor… : Derin Düşünce
  6. Tem 1, 2008: Cem Toker ile söyleşi : Derin Düşünce
  7. Tem 16, 2008: Şu kaplaşmadan kurtulalım mı? : Derin Düşünce
  8. Tem 17, 2008: Şu kamplaşmadan kurtulalım mı? : Derin Düşünce
  9. Tem 23, 2008: Şu kamplaşmadan kurtulalım mı? | SiyarGrup™
  10. Eki 29, 2008: Türban demokratısın! Hayır değilim! « ÇELİŞKİLER

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin