RSS Feed for This Post

Türban demokratısın! Hayır değilim!

20080504_turban-demokrati.jpg AKP’ye dönük “Türban demokratı” suçlamaları yükseliyor. AKP yanlıları ve karşıtları adeta aynı kalıptan çıkmış değer yargılarıyla,  aynı şekilde akıl yürütüyorlar. Tayip Erdoğan’ı bir kurtarıcı, reformcu, demokrasi kahramanı gibi görenlerin yanında karşıtları da onun söylemindeki ve eylemlerindeki tutarsızlıkları işaret edip yükleniyorlar.

“…Hani özgürlüklerden yanaydın? İşçilere reva gördüğün bu zulüm ne? Başörtüsü için gösterdiğin çabayı neden 301 konusunda göstermiyorsun? Demek ki sen Türban demokratısın. Kendine kadar demokratsın. Değişmedin…”

Kapatma davası ve 1 Mayıs olayları ile Türkiye’nin içine girdiği şu dönemde her şeyden çok liberalizm denen şeyi anlamaya (veya yeniden anlamaya) ihtiyaç var sanırım.

Liberal bir parantez

Bu konu ile ilgili çeviriler, makaleler yayınlama niyetimizi açıkladığımda liberal bir dostum “aman dikkat et, her türlü hakarete maruz kalacaksın, Türkiye’de liberaller hiç sevilmez” demişti. Hakaretler o kadar umurumda değildi, sadece yanlış anlaşılmaktan korkarım.

Liberalizm kategorisi altında bir dizi yazı yayınladık. Ne yazık ki liberalizm kavramı hâlâ liberal ekonomi ve kapitalizm ile aynı şey sanılıyor ülkemizde. Yani çoğunluk liberalizmden nefret ediyor veya korkuyor ama çok az insan ne olduğunu biliyor aslında.

Tam olarak neden bahsedildiğini öğrenmek isteyenlere özellikle Pascal Salin‘in yazılarını önerebiliriz. Ama kısaca liberalizmin temel ilkesinin her hangi bir toplumsal sorunu çözerken ağırlığı merkezî bir otoriteden değil bireysel özgürlükten yana koymak olduğunu söyleyebiliriz.

AKP karşıtları ve yanlıları aynı saftalar

Son zamanlarda muhafazakâr AKP’nin kafası biraz karıştı; tabi bu arada neyi muhafaza ettiği de. İster modernlik yanlısı Kemalistler söz konusu olsun isterse muhafazakâr kesim, hemen herkes değişimin hükümetten gelmesini bekliyor.

301’in Türklükle alâkası olmadığını, sadece “kafaya göre traş” yapabilmeleri için savcılara sınırsız yetki veren bir tür engizisyon yasası olduğunu yazmıştık. Türkiye’de yaşayan insanlar bu durumdan YETERİNCE rahatsız olmadığı sürece AKP’nin bunu kökünden halletmesi zor. Bütün güzelliklerinin yanında Türkiye ırkçılık gibi insanlık belâsının pusuda beklediği bir ülke. Cenaze törenlerinde bile futbol maçı gibi Türk bayrakları sallamaktan, milliyetçi sloganlar atmaktan utanmayan insanların bulunduğu bir ülkeden bahsediyoruz aynı zamanda. Kürtçenin yasaklanabildiği, insanlara işkence yapmanın “hoş görülebildiği” bir coğrafyadan.

Hıristiyan vakıfların mallarının gasp edilmesi sıradan bir Türk vatandaşını ne kadar rahatsız ediyor? Bir sinagogun çatısını tamir etmek için belediyelerin bin dereden su getirmesi ne CHPlilerin ne de AKPlilerin umurunda oldu. Bir çok Ermeni Türk mahkemelerinde “ecnebi” muamelesi gördü. Türkiye’nin en çok satan gazetelerinden biri olan Zaman tutmuş “Ermeniler DİSK yönetimine geçmiş olsuna gitti” diye haber yapmış. Sanki Ermeni ve/veya sendikalı olmak bir suçmuş gibi. Diğer çok satan gazetelerin, özellikle de Hürriyet ve Milliyet’in ırkçılığını anlatmaya sayfalar yetmez.

Irkçılığın böylesine kök saldığı bir ülkede sırf başbakan istiyor diye özgürlükçü politika yapılamaz. Bırakın oy kaybetmeyi, çalışma arkadaşları peşinden gitmez. Gitseler bile uygulayıcılara, yargıya, polise söz dinletemezler. Nitekim Dink cinayeti, Susurluk ve Şemdinli soruşturmaları ve daha niceleri bunun ispatı niteliğinde.

İşçi hakları ve Türkiye’nin değer/fikir altyapısı

Tuzla tersanesindeki ölümlere veya 1 Mayıstaki olaylara da aynı pencereden bakacak olursak kendimize şu soruyu sormak gerek: işçi hakları kavramı ne temsil ediyor Türk seçmeni için? Meşhur “sınıf bilinci” ne zaman oluştu ki kim savunacak? Meydanlarda halay çeken, fabrikalarda grev gözcülüğü yapanları kasdetmiyorum. Fikrî altyapı olarak Türkiye’de işçi kimliği var mı ki işçi hakları diye bir şey olsun ve AKP bunu savunsun? Müslüman veya Türk kimliği çok daha ön planda bu ülkede. Buna paralel olarak da bölgesel aidiyet. Ama “bunlar umurumda değil, ben her şeyden önce işçiyim arkadaş” diyen “enternasyonal” vizyonda bir fikrî altyapı yok. Olsaydı en azından buna hitap eden bir siyasî parti olurdu, biz de bilirdik!

Düşünceler sitesinde güzel bir eleştiri yayınlandı Yol Ayrımı başlığı ile. Gerek bu yazıya gelen yorumlar gerekse bizim sitede yapılan 1 Mayıs konusundaki tartışmalar hep aynı soruna işaret ediyor:

AKP’li olsun olmasın hemen herkes TEPEDEN İNME ideal bir çözüm bekleyişi içinde: Adeta 2ci bir Atatürk arayışı!

“Kardeşim bizi öyle kamu hukukuyla, 1800lerin ulus devlet tarihi ile filan yormayın. Parası (/oyu) neyse verelim, evropa usulü pilav üstü bir demokrasi getirin. Yanında bir de hoşaf olursa gel keyfim gel.”

“Her millet layık olduğu biçimde yönetilir” (SAV) ile işaret edilen gerçeği tekrar tekrar test ediyoruz ama gene de yetmiyor. AKP istese bile Türk milletine layık olduğundan daha iyi bir yönetim sağlayamaz. Bu “doğa boşluk sevmez” gibi bir prensip. Eşyanın tabiatı diyelim biraz ahkâm kesmek için.

İster “İslâmî” olsun isterse “modernist” devlet eliyle ideal bir toplum kurma çabası modası geçmiş, bozukluğu ispat edilmiş bir yaklaşım. Liberaller buna konstrüktivizm diyorlar. Yani belli bir şartnameye göre bir toplum inşa etmek. Ya Kemalistler gibi zorla modernleştirmek ya da toplumdaki değişim isteğine rağmen ZORLA gelenekleri, dinî uygulamaları “MUHAFAZA” etmek. Her ikisi de aynı kapıya çıkıyor: Dayatmacılık. Konstrüktivizm konusuna liberal bakışı Pascal Salin bir makalesinde çok güzel anlatmıştı. Uzun ama okumaya değer.

AKP’ye sık sık yöneltilen eleştirilerden biri de “laiklik konusunda hassas olan” kesimlere yeterli derecede garanti veremedikleri. Bu garantinin de devletten/hükümetten değil dindar Müslümanların yaşam ve tutumlarından geleceğini düşünüyorum. Liberal bir demokrasi kurulabilirse dindar Müslümanlar da dahil herkesin daha huzurlu yaşayacağı kanaatindeyim. Ama AKP bunu Türk milletine rağmen yapamaz, ancak Türk milleti sayesinde yapabilir.

Bu konuda hislerime tercüman olmuş olan Mustafa Akyol’un satırlarıyla bitiriyorum yazımı:

“[…] Örneğin komünist rejimler bireylerin mallarına ve mülklerine el koyar, onları istemedikleri işlere koşar, dahası fikir ve inançlarından dolayı cezalandırır. Dinci diktatörlükler ise, kendi din anlayışlarını bireylere zorla dayatır. Mesela Suudi Arabistan’da namaz vakti geldiğinde insanları zorla camiye gönderen “din polisleri” vardır. Yani Suudi vatandaşlarının “ibadet etmeme özgürlüğü” yoktur, aynen “başını bağlamama” özgürlüğünden mahrum bırakılan İran kadınları gibi.

Bu dinci diktatörlükler “dine hizmet ettikleri” iddiasındadır. Oysa uyguladıkları baskı, dinin ve özellikle de İslam’ın özünde var olan “gönüllülük” ilkesini ayaklar altına almaktadır. Camiye gidip namaz kılmanız, ancak bunu gönüllü olarak yapıyorsanız bir anlam ifade eder. Polis zoruyla elde edilen şey ise dindarlık değil, ikiyüzlülüktür. Ve bu yüzden modern çağda İslam’ın en iyi yaşanacağı siyasi düzen, belirli bir din yorumunu dayatacak bir “İslami rejim” değil, tüm bireylere özgürlük sağlayacak liberal demokrasidir.[…]”

Makalenin tamamı için

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 20 Yorum

  2. Yazan:arif Tarih: May 4, 2008 | Reply

    Mehmet bey, böylesi ayak kayması yaşanan günlerde, hataların yaşanması kaçınılmaz. Dünya tarihinde siyasi eşdeğeri, örneği olmayan bir durum yaşıyoruz. Hükümet eden iktidar partisi, üstelik yakın bir zamanda milletin çoğunluk tercihi olarak, ülkeyi yönetirken, hakkında kapanma davası açılıyor. AB yöneticilerinin yaşadığı şaşkınlığı görüyorsunuz sanırım. Bu durumda bir zorluğu yaşayan, bir lidere hatalarını söylemek-velevki bunlar doğru bile olsa-sağlıklı bir tutum olmaz. Liberal-demokrat herkes ilk etapta bu davanın demokratik ve meşru olmadığını söylemelidir. Bu yapıldıda doğrusu. İkinci adım, zaten zor durumda olan demokratik yönetimi, sarsacak saldırgan ve art niyetli tutumlardan uzak durulmalıdır. Disk ve Kesk tamda tersine ortamı gerdiler ve demokrasiyi felç gayretine girdiler. Çok şükürki, Başbakan tam bir bırakmışlıkla teslim olmak yerine, karmaşa ve katliam hazırlıklarına müsamaha gösterilmesine izin vermedi. Kapanmanın sonucuna kadar, ülkesini seven ve demokrasiye bağlı herkesin tansiyonu düşürmesi ve hükümete destek olması gerekir. Kapanma olacaksa-bunun ağır maliyeti hesaplanmalı-ondan sonra siyaset yolunu çizmelidir. Bugünden hazırlık yapılmasıda gerekir, ancak bunun sırtlanca bir paylaşım ve mal kapma telaşında olmaması gerekir. Sabır ve teenni ile beklemliyiz. Hükümet sendikacılarla görüştü ve onlarda iyi niyet ışığı görmedi. Polis ve Mit istihbaratınında kendisini bilgilendirdiği anlaşılıyor. Bence ikinci bir Taksim felaketi, zor ve sıkıntılıda da olsa, Başbakanın basireti sayesinde atlatılmıştır diyebiliriz. Ancak 1 mayıs tatil ilan edilebilirmiydi. Zaten işyerleri açılamıyor ve zarar ziyan gani. Birde bu sendikacıların Yeni sol arayışı malum. Bunun Baykal’ı Erdoğan’dan daha çok vuracağı kesin. Bu nedenle CHPve MHP anlaşıp AKP yide zorlayarak bir anayasa değişikliğini hayata geçirebilirler mi? Çare tükenmez retoriği malum

  3. Yazan:ALPEREN Tarih: May 4, 2008 | Reply

    ANAYASA VE LAİKLİK TARTIŞMALARI
    ALPEREN GÜRBÜZER Kıblemizi Batıya çevirmek isteyen müstemleke ocağının başını Mustafa Reşit, Ali Paşa ve Fuat Paşalar oluşturur. Avrupalılara teminat adına Batıcılık güdülüyordu. Avrupalılar da, “ıslahat, ıslahat…” diye başımızda bağırıyorlardı. Zaten kimse de Batılılara; ” İç işlerimize karışamazsınız” diyemiyordu.
    Derken sonunda müstemleke ocağı diye tanımladığımız bu güruh Meclis-i Mebusanın gerçekleşmesine vesile oldular, ama kurulan Meclis-i Mebusan milletimizin kendi evlatlarını azınlığa düşürüp, ortaya ülkeler haritasını andıran bir tablo çıkarıverdiler. Netice itibarıyla kurulan Meclis-i Mebusanımız devletimizi şu meşhur 1877–1878 Türk-Rus savaşı denilen 93 Harbine itmişte. Öyle ki elinden yetkileri alınan Ulu Hakan Abdülhamit Han, bu savaşa girmemek için çaba sarf ettiyse de çabaları sonuçsuz kalır. Ulu Hakan’ın tahtan alaşağı edilince Devlet-i Aliye’nin lüzumu da azaldı, nitekim de kısa zaman da (10 yıl içinde) koca imparatorluk çöküşün eşiğine geliverdi. Çağ açıp çağ kapayan cihanşümul devletimiz yavaş yavaş erimeye yüz tutar böylece.
    Gülhane Hattı Hümayunu (Tanzimat), I. Kanuni Esasi (Mithat Paşa reçetesi), II. Meşrutiyet, İttihat Terakki vs. denemeleri başlıca batılılaşmanın ilk sacayaklarıdır. O gün bugün hala batı’nın kapısını çalıyor, her seferinde yeni reçetelerle ülkemize döndüğümüzde “inkılâp, inkılâp…” diye sevindirik oluyoruz, ama boşuna. Çünkü geldiğimiz noktaya baktığımızda pekte bu konuda mesafe kat etmiş sayılmayız. Demir perde ülkeleri bile bağımsızlıklarını elde ettikten sonra Avrupa Biriliğine üye olmayı başardılar, biz ise hala bekleme salonundayız.
    Ne batı bizi tam anlayabildi, ne de biz batı’yı anlayabildik. Tazimatla başlayan yüzey üstü batı sevdası, İttihat Terakki ile komiteciliğe dönüşerek günümüze kadar değişik rollere bürünmüş bir halde hükmünü sürdürmeye devam ediyor. Yani Tanzimat’tan beri adeta batıyı tavaf ediyor, her dönüşümüzde batılılaşmaya çabalıyoruz, fakat bir türlü nihai hedefe ulaşamıyoruz. Üstelik çağdaşlaşma adı altında maskaralaşma macerası yaşıyoruz habire. Oysa Tanzimat metnine lüzum yoktu. Zaten, fermanda bulunan maddeler zaten o günün şartlarında yürürlükte olan şeriatta mevcut yasalardı. Demek ki fermandan ziyade bir kılıf sanki. Tuhaf bir batılılaşma serüvenimiz söz konusu. İnsanımızın artık içi boş bu macerada telef olmaya tahammülü kalmadığı gibi, tepeden yönlendirmeler, dayatmacı uygulamalar yüzünden bitap düşüp kötü yönetilmekten dolayı kendine bıkkınlık ve gına gelir hale geldi. Şimdilerde insanımıza tabandan tavana yapılanma sürecini başlatacak oluşumlar daha çok cazip geliyor, eskilere eskimiş gözüyle bakılıyor çünkü. Zira kitleler sivil ve milli bir anayasanın yanı sıra yönetimde katılımcılığın ağırlıkta olmasını istiyor.
    12 Eylül Anayasası desen evlere şenlik, o da bir öncekiler rahmet okutturacak tarzda gündemimize girer. Anayasanın bir kısım maddeleri batıdan aktarılmış kanunlarla cilalanmış ama, bir o kadarda batı değerlerinden uzak yasakçı, aynı zamanda tanımı yapılmamış “laiklik hükümleri ile donatılmış adeta. Demek ki Batıyı da anlayamamışız. Hâsılı Tanzimat’tan bugüne kadar gayret gösterilen batılılaşma sevdası da tam bir fiyaskoymuş meğer. Aslında meselenin temelinde katı devletçilik ve katı laikçilik anlayışı yatmaktadır, gerçek anlamda laikliği bir takım zinde güçler insanımıza çok görüyorlar maalesef. Jakoben laikçilerden de başka şey beklenemezdi ki zaten. Üretememe, kendine güvenememe duygusu, batı normlarını anlamada yetersiz hale getiriyor hepimizi. Her kopya edilen reçeteler, “aslı”nı tutmadığı gibi, üstelik yüzümüze gözümüze de bulaştırmakta da pek mahiriz. Batıcılarımız, efendilerinden daha hızlı batıcılık güttükleri halde yasakçı zihniyetten bir türlü kurtulamıyorlar. Her on yılda bir askeri darbelerle yapılan anayasa değişikliklerin ardından aradan bir süre geçtikten sonra, sanki bu mevcut anayasayı kendileri yapmamış gibi kendi elleri ile inşa ettikleri düzenden kendileri şikâyet eder hale geliyorlar. Zihinlerde berraklık oluşturulmadığı müddetçe, ne laiklik, ne demokrasi, ne hürriyet, ne de diğer kavramlar bir anlam içermeyecektir. Evvela, yasakçı zihniyetten kurtulmamız, aynı zamanda her türlü fikirlere bakışımızı önyargılı hükümlerden kurtarmamız gerekiyor. Aksi takdirde en güzel kavramlar dahi başımızda demoklasın kılıcı misali hepimizi tehdit eder hale gelecektir. Ne Batıya kapalı ne de doğuya kapalı bir yolu tasvip etmiyoruz. Batıcılarımız da, doğucularımız da her şeyden önce düşünce özgürlüğünden yana tavır takınmalı ve fikirlere karşı saygıda birleşmeleri gerekiyor. Anayasamızı, net ve açık hükümlerle insanımızın hizmetine sunacak tarzda tanzim edilmeli ki bir an evvel yasak duvarlar yıkılıp, toplumsal barış sağlanabilsin. Tarifi yapılan kavramlar yürürlüğe girerse göreceksiniz öcü gibi algılanan birçok kavramlar baskıcı olmaktan çıkıp, olmaya cihanda bir devlet bir sıhhat olacak her bir kanun. Batıda laiklik, anayasalarında inanç hürriyetini zedelemeyecek tarzda yer almıştır. Bizde ise, laiklik ile ilgili tartışmalarda göze çarpan en mühim nokta, bu kavramın anayasa ve kanunlarımızda net bir tanımı yapılmadığı gerçeğidir. Oysaki Avrupa’da açık ve seçik düzenlemelerin mevcudiyeti, bu tür kavramlar etrafında gürültü meydana getirmesine imkân vermeyecek niteliktedir. İngiltere’de yazılı bir anayasa olmamasına rağmen Magna Carta anayasa gibi kabul görmekte, üstelik İngiliz Krallığı Evrensel Anglikan Kilisesi’nin manevi koruması altındadır. Meclisten çıkan kararlar başpapazın imzasıyla yürürlüğe giriyor. Taç giyme, Cantenburg Başpapazı’nın eliyle, kral ve kraliçelere kilisede bir törenle gerçekleştiriliyor. Aynı zamanda İngiltere’de öğrenim gören çocuklar her sabah dini ayine katılmakla beraber, zorunlu din eğitimine de tabii tutuluyorlar. Krallıkla idare edilen Belçika, Hollanda, Lüksembourg, İsveç, Norveç ve Danimarka’da da İngiltere’ye benzer uygulamalar mevcut olduğu gibi, din ve devlet ilişkileri iç içedir de. Hakeza sınır komşumuz olan Yunanistan Anayasası’nın 3. Maddesi devletin İstanbul’daki Fener Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olduğunu açıkça beyan eder. Yeminleri de kendi kutsal kitapları üzerine yapılıyor böylece.. “Kadiri Mutlak Allah’ın izniyle” ifadesi İsviçre Federal Anayasası’nın başlangıcını oluşturur. Ayrıca bu ülkenin kanunlarının 49 ve 50. Maddeleri din ve vicdan hürriyetini teminat altına aldığı gibi, herkesin serbestçe ibadet etme özgürlüğünü de karara bağlamışlar. ABD, dolarlarının üzerinde; “Biz Allah’a inanıyoruz” yazmakta sakınca görmediği gibi, Anayasaları, “Allah’ın kendisine bahşettiği” ifadeleriyle başlıyor ve ilave olarak; “Biz şu gerçeklerin açık olduğuna inanıyoruz, bütün insanlar eşit yaratılmış olup yaratan tarafından onlara mümkün olmayan bazı haklar verilmiştir” gibi sözler yer alır. Süper devlet olarak tanımlanan ABD’de her türlü din faaliyetlere hiçbir engel müeyyidesi uygulama şansı yok mesabesindedir. 1949 Alman Anayasasında; “Allah ve insanlar karşısındaki sorumluluğun bilincinde olan Alman halkı” şeklinde başlayan ifadeler Germen ırkının adeta besmelesi gibidir. Almanya’da din içerikli veya din ismiyle parti kurmak serbest olduğu gibi dini faaliyet göstermek özgürlüğü de mevcut. Nitekim anayasasının 4. Maddesi gereği din ve vicdan hürriyeti savunulmakla kalmamış uygulanmasına da müsaade edilir. Bunların yanı sıra dini eğitim mecburiyetide getirilmiştir. 1947 İtalyan Anayasası, devlet ile Katolik kilisesinin hukuki statüleri, birbirlerinin hukukuna saygılı bir şekilde birbirinden bağımsız olarak tanzim edilmiştir. Batıda sadece Fransa,1958 Anayasasıyla laikliği Cumhuriyetin temel niteliği olarak ele alan tek ülkedir Fransa’da bundan dolayı laik din anlayışı çerçevesinde hareket eden dini faaliyetler kabul görür. Bu anlayışın gereği olarak da dini mevzular ve faaliyetler tümüyle cemaatlere bırakılmıştır. Türkiye’deki laiklik anlayışı Fransa’dakine daha çok yakın. Sosyalist devletlere örnek olarak da Çin örneğini verecek olursak, bu ülkenin Anayasası’nın 46. Maddesi, vatandaşlara bir dine inanmama hürriyetinin yanı sıra tanrı tanımazlığı yayma özgürlüğünü de öngörür. Zaten komünizm ve onun türevi sosyalist akımlardan başka bir şey beklenemezdi ki, onlara da o yakışır Bahsi geçen örnekler iyi analiz edildiğinde şu hükme varabiliriz. Fransa hariç, batıdaki hemen hemen her ülkede din hukukun temellerinden sayılmış, hatta ülke anayasalarında güvence altına alınmış bile. Üstelik Avrupa’da laiklik anlayışı din ve vicdan hürriyetini baltalanmayacak tarzda düzenlendiği görülüyor. Türkiye’de ise her fırsatta batı, batı, batı…diye sayıkladığı halde, batıdakine benzer net bir laiklik tanımının Anayasada yer almadığı açıkça ortadadır. Batı anayasalarından esinlenerek Anayasa tanzim etmemize rağmen, kendimize özgü bir laiklik icat etmişiz.Ülkemizde, laiklik kavramı etrafında fırtınaların estirilmesi, net bir tanımın yapılmamasından kaynaklandığı muhakkak.. Laiklik, ilke olmaktan ziyade, bir ideoloji olarak algılanıyor bu ülkede. Bir dayatmayla Türk insanının ruhu esir alınmaya çalışılıyor. Adeta bir din gibi lanse ediliyor. Daha çok Fransa endeksli laikçilik güdülüyor. Fransa’da gerçekleşen 1789’dan sonraki ulus devlet anlayışının bir yansıma diyebileceğimiz “öteki din” gibi sunuluyor laiklik. Din ile bilimi çatışmaya tabi tutmak sendromu diyebileceğimiz bu olayı neticede dinin yerine bir şeyi getirme çabaları olarak görüyoruz. Hâlbuki dinin sosyal fonksiyonları ile bilimin fonksiyonları farklıdır. Kavramları ideolojik maskeye dönüştürdüğümüzde laik ve anti laik kampların oluşması kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor, hatta işi kavgaya kadar götürülebilmekte. Zaten ideolojilerin ruhunda kavga vardır. Değil laiklik kavramı din gibi mukaddes kavramın bile politize edilmesini tehlikeli buluyoruz. Bediüzzaman, geçirdiği tecrübe birikiminden sonra dinin politize edilmesiyle politikanın meleği şeytan, şeytanı melek ilan edildiğinin hükmüne varmış. Tıpkı birilerinin bugün laiklik yerine laikçilik yapıyor olması ve bunu ideolojik bayrağı haline getirerek etrafa korku salmalarında olduğu gibi. Problemin kaynağında, mezkûr kavramların anayasada tarif edilmem
    esi hastalığı var. Hala tarifsizlikte ısrar eden şahısların husumeti ile oyalanıyoruz. Cari laiklik anlayışı bireye tercih yerine dayatmayı öngörüyor. Oysa dini dışlamayan, demokratikleşmiş bir laiklik geliştirilebilirdi. Müspet manada bir laiklik ilkesi oturtmak, dini kültürün gelişmesi için bile gereklidir.
    Her platformda imam hatip okullarını gündeme getirip, bu okulları anti-laik ilan eden zihniyet yarınlarımızı kararttıklarının farkında değiller galiba.. Bu okulları bizatihi İsmet Paşanın açtığını unutmuş gözüküyorlar, sıkılmasalar Paşaya da ateş püskürecekler. Atatürk’ü her seferinde referans alanlar, her ne hikmetse Onun en Elmalı Hamdi Yazır’ın tefsirinin yayınlanmasının bizatihi teşvikçisi olduğunu görmezlikten gelirler. Elbette ki bizde inkâr etmiyoruz. Atatürk tekke ve zaviyeleri hatta türbeleri dahi kapatmış, ama Suphi Tanrıöver bu konuda Atatürk’e diyor ki: “- Efendim kapatıyorsunuz da milli kültürümüze hizmet etmiş mümtaz şahsiyetlerin de türbeleri var. Onları hiç olmazsa açalım”
    Bu durum karşısında Atatürk: “- Ben öldükten sonra onları da siz açın” diyor.
    Referanslarımızı 1930’lu yılların şartlarından günümüze taşırken biraz insaflı olmakta fayda var. Her devrin kendi içinde belli sosyolojik şartları söz konusu çünkü. Demokratikleşme yolunda genelden özele değil, özelden genele bir yol takip etmeliyiz. Cumhuriyeti değerlendirirken, o müthiş Osmanlı mirasını da göz ardı etmemeli. Selçuklu ayrı, Göktürk ayrı, Osmanlı ayrı, Cumhuriyet ayrı diye mütalaada bulunmak yanlış. Hepsi birbirinin devamı devletlerimizdir. Mutlaka uzlaşma noktaları bulmalı ve tarih bize bu tecrübeyi veriyor zaten Tarihle barıştığımızda önümüzdeki engellerin kendiliğinden tek tek kalkacağını görebiliriz pekâlâ. Cumhuriyet her ne surette olursa olsun ideolojik kalıptaki tek parti diktatörlüğünden, kendi iradesi ile çok partili hayata geçebilmiştir. Sonuçta Cumhuriyeti kuranlar da meşrutiyet neslidir. İşte bu nesil o kültürün birikimi ile sancılıda olsa azıcık demokrasiye geçişi sağlayabilmişlerdir. En azından kendilerine diktatör denilmesinden rahatsızlık duymuşlar, bu uğurda hareket geçmişlerde, yani onlar Saddam ve Kaddafi varı yol izlemediler asla.
    Devamlılık ve değişim kaçınılmaz, her milletin başına gelen alın yazısı. Değişim engellerle karşılaşsa da sonunda kazanan değişim ve devamlılık kazanıyor. Elbette ilk Cumhuriyetin kodladığı altı ok’un Anayasaya konulmasını tasvip etmiyoruz, ama halkla ilişkiler anlayışı değişim serüveninde zamanla değişebiliyor, altı ok zamana yenildi bile. Halkı tepeden selamlayanlar sonunda halka başvurmak mecburiyetinde kalabiliyorlar. Altı okun içinde demokrasi kavramının olmaması düşündürücüdür elbette ki.
    Bediüzzaman’ın, “Ben dindar Cumhuriyetçiyim” sözünden almamız gereken nice dersler olsa gerektir. Zira anlamamız gereken şey dinimizin Cumhuriyeti reddetmediği gerçeğidir. O halde Cumhuriyet de dini reddetmemeli. İşte demokratik zihniyetten kastımız bu.

  4. Yazan:Cüneyt Tarih: May 5, 2008 | Reply

    Mehmet Bey,

    Cok seyi tahmin ederdim de, bu sayfada AKP’nin yap(a)madiklarini müdafaa icin “toplum buna hazir degil” seklinde bir bahâne ile karsilasacagimi düsünmezdim. Yapmayin Allah askina!

    Olay AKP’nin Türk milletine lâyik oldugu tür bir yönetim saglamayi isteyip istememesi degil, denesin, elinden gelmesin amennâ. Fakat AKP son dönemlerde artik sizin bir baska yorumda belirttigimiz “demokrat olma ihtimâli” bonusunu yeyip bitiriyor.

    Bugün Radikal’de Yildirim Türker sahâne yorumlamis:

    Şimdi kalemlerini çatlamış ar damarlarına bandırarak I Mayıs vahşeti konusunda hükümetlerini korumaya çalışan yazılar döktüren liberal yazarlar, açıkça DİSK’i suçluyor. Oysa olası provokasyonlar konusunda o kadar da uyarılmış. Ama gelin görün ki ‘Ergenekon’a alet olmayı bir kere akıllarına koymuş, işçiler.
    AKP, 1 Mayıs sınavında, seçtiği yolu net bir biçimde ortaya koymuştur.
    Demokrasi ülküsünün hangi kıyılarında eşindiğini, kapatılma davası konusunda nasıl bir çizgi izleyeceğini dünya âleme ilan etmiştir.
    AKP, göstermelik 301 değişikliğinin yanına ‘Devlete karşı gelinmez’ şiarını yırtınan bakanları, pala bıyıklı emniyet müdürü ve korkunç valisiyle unutulmaz bir fotograf yerleştirmiş bulunuyor.
    Biz daha iyi ezeriz, daha iyi bastırırız, daha iyi döveriz. Biz, bu devlete en yakışanız. Bizi Müslümanız diye küçümsemeyin. Sizden daha milliyetçi, sizden daha Türk’üz, diye nedamet getiriyor hükümetimiz.
    Ama zaten hiçbir zaman derdi demokrasiyle değildi.
    Mağduriyetinden şanlı bir zalim olarak mezun olmuş, karşımızda sırıtıyor.

    Tepki yaratan AKP’nin eksik ya da zayif demokratligi degil, ben size söyleyeyim. Bende ve benim gibi Türkiye’nin gelecegine umutla bakmak isteyen, “ne seriat-ne darbe” diyebilenlerde en büyük hayal kirikligi, iste o belirttiginiz “AKP’nin demokrat olma ihtimâli”nin bosa cikiyor oldugunu görmekten kaynaklaniyor.

    Belki de haklisiniz, ne de olsa kurdugunuz denklem “böyle milletten anca böyle hükümet cikar” demek, belki biz bastan bosuna ümitlendik, Türkiye’yi biraz daha demokratik, biraz daha medenî yapacak bir parti olabilir AKP diyerek.

  5. Yazan:MY Tarih: May 5, 2008 | Reply

    @Cüneyt Bey,

    Asagidaki sözlerinize katiliyorum, bence meselenin kilit noktalarindan biri bu:

    “Fakat AKP son dönemlerde artik sizin bir baska yorumda belirttigimiz “demokrat olma ihtimâli” bonusunu yeyip bitiriyor.”

    Toplumun hazir olup olmamasina gelince, bu konuda sizin hosunuza gidecek bir sey söyleyeyim: Bence demokrasi evlilik gibi bir sey, hazir olunmaz, evlenilir, alisilir!

    Eger sagcisi, solcusu herkes AKP’yi bir araç gibi görse mesele kalmayacak. Adamlarin süper demokratik bir TC kurma projeleri yok, Iran Islam Cumhuriyeti gibi bir projeleri olmadigi gibi.

    “Halkin karnini biraz daha iyi doyurabilirsek uzun zaman iktidarda kalabiliriz” seklinde özetlenebilecek bir projeleri var. Bence iyi de uyguladilar 2002’den beri.

    Bunu en iyi okuyabilenler liberaller. Oportünist bir sekilde AKP’yi bir koç basi olarak kullaniyorlar. Arkasina bu kadar büyük bir halk kitlesini almadan OLIGARSI-ERGENEKON duvarini yikamayacaklarini iyi biliyorlar.

    Uzun vadede (10 yil) Türkiye’ye AKP’den çok daha demokratik, daha az irkçi (Bkz. Halaçoglu), daha az militarist bir parti lazim. Kisa vadede bundan iyisi yok, alternatif CHP+MHP gibi bir sey ki Nasyonal Sosyalist veya BAAS da denebilir bu yeni evlilige!

    Eger DISK gibi zaman zaman sahneye çikan aktörler kaka pis mahalle çocugu gibi kapris yapacaklarina AKP’nin elini güçlendirecek sekilde “uysal” davransalar masa altindan çok daha fazla avantaj toplarlar isçiler için.

    Ama EGOLARINI tatmin için mansetlerde kalmak istediler. Isçilere dönüp, “bakin, biz sizin hakkinizi savunuyoz ama AKP fasist çikti” muhabbeti yapiyorlar.

    1 MAYIS’ta dünyanin en güzel Taksim mitingini yapsalardi isçi ne kazanacakti? Baska bir meydanda yapsalardi isçi ne kazanacakti? Hiç yapmasalardi isçi ne kaybedecekti?

    Cüneyt Bey, AKP’nin hatalari sizin gözlerinizden sendikalarin köhneligini, anti-demokratikligini ve yöneticilerinin simarikligini gizlememeli.

  6. Yazan:TT Tarih: May 5, 2008 | Reply

    Mehmet Bey Zaman’ın haberi diye verdiğiniz link Derya Sazak’ın bir yazısının haberleştirilmiş hali…

    Dolayısıyla üslup dahil her şey Milliyet yazarına ait sadece zaman haberi iktibas ederken benim gibi mişli geçmiş zamanda kullanmış…: )

    “DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’yi dün 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arıyor. ‘Geçmiş olsun’ dedikten sonra, sağduyulu tutumları nedeniyle kutlayıp, ‘1 Mayıs’ların gelecekte özgürce kutlanacağına’ olan inancını belirtiyor.
    TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın telefonu Çelebi’yi etkiliyor. Yalçındağ, çalışanların 1 Mayıs bayramını kutlayarak, ‘İstanbul’daki görüntüler, uygar bir ülkede görmek istediğimiz manzara değil’ diyor. Bu arada CHP lideri Deniz Baykal’dan bir ‘geçmiş olsun’ telefonu gelmeyişi Çelebi’yi üzmüş. Şişli’deki Ermeni vatandaşların dün sabah DİSK Genel Merkezi’ne gelerek, ‘geçmiş olsun’ dileklerini iletmeleri ise fazlasıyla mutlu etmiş sendikacıları. ”
    DERYA SAZAK

    İki yazının da linki bakın bakalım haberin özü itibariyle iktibaslar dahil (Baykal aramadı lafzı dışında)fark görebilecekmisiniz:

    http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=523585&AuthorID=68&ver=38

    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=684743

  7. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 5, 2008 | Reply

    Sayin TT,

    ZAMAN biraz sabikali (sünnetsiz DTPli olayi) bu konuda,
    sorumlu bir gazeteci yanlis anlasilabilecek seyleri filtre etmesini de bilmeli bence

    http://www.derindusunce.org/2008/01/16/zaman-gazetesi-irkci-mi-oluyor/

  8. Yazan:TT Tarih: May 5, 2008 | Reply

    ZAMAN biraz sabikali (sünnetsiz DTPli olayi) bu konuda,
    sorumlu bir gazeteci yanlis anlasilabilecek seyleri filtre etmesini de bilmeli bence

    Orhan Pamuk’un “bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” dediği gibi
    Zaman gazetesi içinde “bir haber yazdılar hayatları karardı” filan demek lazım gelecek.

    Zaman yada Aksiyon’un bu konulardaki tavrını değerlendirmek için milyonlarca haber,yorum arasından arasından bir yada birkaç tanesi üzerinden biraz sabıkalı demenize karşılık bende biraz insaf diyorum Mehmet Bey…:)

    Doğru diyorsunuz haberi yapanlar dikkatli olsunlar ama olaylar hakkında duruşu,ilkeleri belli olan insanlar kendilerinde olmayan hasletlerle itham edilebileceklerini bilseler bile bu iç denetimi her zaman sağlayamayabilirler.Yukarıdaki örnekteki gibi istisnai olarak yanlış yorumlanmaya müsait haberler çıkabilir…

  9. Yazan:MY Tarih: May 5, 2008 | Reply

    “Zaman yada Aksiyon’un bu konulardaki tavrını değerlendirmek için milyonlarca haber,yorum arasından arasından bir yada birkaç tanesi üzerinden biraz sabıkalı demenize karşılık bende biraz insaf diyorum Mehmet Bey…:)” (TT)

    Dogru diyorsunuz, insaf. ZAMAN irkçi mi oluyor adli yazinin altinda yaptigimiz tartismalarda da dedigim gibi bu gazeteyi seviyorum.

    Ekrem Dumanli’da öyle büyük bir potansiyel var ki bu gazete NewYork Times ayarinda bir yere gelebilir. Benim süper Türkiye hayalimin gerçeklesebilmesi için de böyle süper medyalara ihtiyaç var.

    iki yol var ZAMAN’in önünde:
    1) Okyanus gibiyim, biraz pislik beni kirletmez,
    2) Elmas gibiyim, en ufak bir gayrisafilik içimde yer bulamaz!

    Veda hutbesinde Peygamberimizin uyardigi gibi bizi bekleyen en büyük felaketlerden biri IRKÇILIK belasidir. Adina ister sububiyet deyin, ister kavimcilik isterseniz milliyetçilik… bu bizim vebamiz. Ingilizi, Amerikalisi da bunu biliyor ve kullaniyor.

    Mehmet Akif’ten Bediüzzaman’a kadar herkes bu konuda Müslümanlari uyarmis. Hâlâ memleketimizde Kürd’ü Türk’e düsüren bu bela degil mi?

    Zaman gazetesinde çalisanlar KURTLU HiLAL yazisinda dedigimiz gibi bir karar vermeliler bence: YA EZAN YA KURT ULUMASI. Bunun ortasi yok. Kur’an da bunu diyor, Peygamber de.

    Yani “Müslümaniz ama yagmurlu günlerde domuz yemekte çok sakinca görmüyoruz, adi P ile baslayan günlerde zina yapilabilir” demek ne kadar affedilebilirse ZAMAN’daki arkadaslarin da hafiften hafiften, ucundan ucundan kavimcilik yapmasi o kadar affedilebilir.

    Bakin Yeni Safak veya diger gazetelerden bahsetmiyorum. Çünkü iyi yazarlara ragmen onlarda ZAMAN’daki potansiyel yok.

    Çitayi yükseltmeliler, artik TARAF da var. Yanliz degiller. Memleket hizmet bekliyor.

    ALLAH yollarini açik etsin.

  10. Yazan:suzannur Tarih: May 5, 2008 | Reply

    Sanırım bunun çözümü, okur yorumları bölümünde bunları dile getirmek ve gazeteye olumlu eleştiride bulunmak. Hassasiyet noktasında en üst noktalarda olduğuna inandığım ve entelektüel çeşitliliğiyle doyurucu olan Zaman’ın elbette “Elmas gibiyim, en ufak bir gayrisafilik içimde yer bulamaz!” anlayışında olması gerekiyor. Günde en az üç-dört gazete takip ediyorum ve bu çizgide bir gazete olması ilk tercih edilen gazete olmasını sağlayacaktır diye düşünüyorum.

  11. Yazan:snowqueen Tarih: May 5, 2008 | Reply

    Zaman Gazetesini evrip cevirip bakıyorum, nerden tutsam elde kalıyor.
    Ermeni düşmanlığı var, hükümeti savınmayı bir “sorumluk”olarak algılama var, cinsiyetçilik var, Milliyetçilik, militarizm ne ararsan var.
    ve inanılmaz derecede haber çarpıtıyor.

  12. Yazan:Cüneyt Tarih: May 6, 2008 | Reply

    Zaman gazetesi de digerleri gibi bir gazete. Müdavimleri tarafindan “bir habere bakip karar veriyorsunuz” dense de olay sadece bir habere bakilarak verilen yargilar degil. Sünnetsiz DTPli, Ali Nesin hakkinda türban konusundaki görüslerinden sonra 180° dönülerek yapilan haberler, “Ermeniler Disk’i ziyaret etti” haberleri, hepsi ayni yolun yolcusu. Tipik bir Türkiye bahânesi olan “münferit olaydir” yaklasimini birakin bence…

    Birincisi biraz bu son Hüseyin Üzmez olayindaki yaklasim gecerli. Yani adina “kartel medya” deyin, ne derseniz deyin, onlarin ne oldugu malum. Fakat Zaman’in farkli olma iddiasi var. Bu iddiaya ragmen ortaya onlardan farki olmayan haberler cikarinca etkisi daha büyük oluyor. Ayni “demokrat olma ihtimâli sevilen AKP”‘nin standart Türkiye partisi olmasinin yarattigi hayal kirikligi gibi düsünün.

    Ekrem Dumanli’da öyle büyük bir potansiyel var ki bu gazete NewYork Times ayarinda bir yere gelebilir. Benim süper Türkiye hayalimin gerçeklesebilmesi için de böyle süper medyalara ihtiyaç var.

    O biraz zor. “Anglo-Sakson medya gelenegi” cok farkli bir olgu. Türkiye’de Zaman dahil öyle bir olgu, öyle bir birikim yok. Dumanli da gazeteci degil. Zaman’in her seyden önce “(ideolojik) mücâhit” yaklasimini terketmesi gerek o yönde adim atabilmesi icin. Ben acikcasi bu konuda oldukca karamsarim.

    Zaman gazetesinin entellektüel kalitesi bilhassa bâzi yazarlari nedeniyle standartin üstünde, orasi dogru. Fakat bir New York Times olmak Zaman’in (ya da Taraf’in, ya da herhangi bir Türk gazetesinin) ulasabilecegi bir mertebe degil bence.

  13. Yazan:MY Tarih: May 6, 2008 | Reply

    @SnowQueen,

    Bir gazeteyi sevmek elbette digerlerini çok daha asagida görmek anlamina gelmez. TARAF çok iyi bir çikis yapti, faydali bir rekabet olabilirse aralarinda ne âlâ.

    TARAF’in yazarlari bir Anadolu turu yaptilar sanirim. Operasyonu bilmiyorum tam olarak ama akillica. Halktan uzak ISTANBULLU AHKAMCI imajini silmak gerek.

    Basini elestiriyoruz ama onlarsiz da olmuyor. iyilesmesi gerek herkesin.

    ZAMAN’i seviyorum derken söyle yazilari kasdediyorum(Herkül Milas’tan):

    “Ama neden oluyor bunlar? Yöneticiler neden uzlaşamıyor, gerektiğinde bir geri adım atamıyor? Bir eleştiriyi duymazlıktan gelemiyor? ‘Pişkinlikle’ bir karikatürü görmezlikten gelemiyor? Otoriter baba misali neden sonra pişman olacağı davranışı yapıveriyor? ‘Pervasız’ bir söz ediveriyor, ‘alttan alacağına’. Neden yasanın (iktidar olmanın ve güçlü olmanın) sağladığı hakkı ille de sonuna kadar kullanmak istiyor? Ve tabii bunu yalnız iktidar yapmıyor, muhalefet de, sendikalar da, yargı da, mahallede sıradan kimseler de yapıyor. Sanırım bu tür davranışlar kişileri aşan, toplumu kapsayan bir anlayışın sonucudur. Toplumdaki yaygın ve egemen değerlerle ilgili olmalı.

    Başka ülkelerdeki insan ilişkileriyle kıyasladığımda, bana en çarpıcı gelen, Türkiye’de toplumsal değerlerdeki farklı hiyerarşik sıralamadır. ‘Ayıp’ kavramı öylesine önemli ki insanlar hiçbir ödünde bulunmak istemiyor. Zaten uzlaşma da ‘ödün’ sayılıyor. Geri adım atmak ‘erkekliğimize yediremediğimiz’ bir davranıştır. Zordan kaçmak ‘pısmak’tır. Baskı altında görüş değiştirmek ise ölümden beter! Ayıp kavramı yüzünden kan davasında onlarca ölüm yaşanır. ‘Böyle bir ayıpla’ yaşamak istemeyenler öylesine çok ki. Kızımızın ayıbı öldürülmesinden fecidir. Bir olayı görmezlik gelmek ‘korkaklık’ sayılıyor. Olgunlukla geçiştirmeye de ‘pişkinlik’ diyerek ‘olgunluğu’ çok ayıp bir davranışa dönüştürüyoruz. Bükemediğin eli öpmek ise pragmatik yararlı bir taktik gibi değil, köle gibi boyun eğmek olarak algılanıyor. Başbakan Yardımcısı Şahin’in ‘Devlet meydan okutmaz’ sözü anlamlı. Israrı ‘meydan okumak’ sayıyor, ve tabii artık meydan okumaya boyun eğmek de olanaksız oluyor – ‘ölürüm de boyun eğmem’, demek mahallede işin şanındandır. “
    Tamami için: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=685742

  14. Yazan:TT Tarih: May 6, 2008 | Reply

    Cüneyt Bey:Sünnetsiz DTPli Ali Nesin hakkinda türban konusundaki görüslerinden sonra 180° dönülerek yapilan haberler, “Ermeniler Disk’i ziyaret etti” haberleri, hepsi ayni yolun yolcusu

    -“Sünnetsiz DTP’linin kurban derisi toplaması” haberi burada çokça tartışıldı.Haber “zıtlık” içeriyordu.Haberin başlığını yanlış bulduysanız nasıl bir başlık atılmasını önerirdiniz?…

    DTPli Ali Nesin hakkinda türban konusundaki görüslerinden sonra 180° dönülerek yapilan haberler,

    -Sizce Ali Nesin’in reşit insanlara uygulanan başörtüsü yasağı konusundaki görüşleri görmezdenmi gelinmeliydi?
    Yoksa birilerinin her zaman yanlış olanı yapmaya, yanlışı söylemeye yada her olayda mutlaka öteki tarafta tutulmaya mahkum olduğunu düşündüğünüz için zaman’ın haberi size 180° dönüş gibi gelmiş olmasın?

    “Ermeniler Disk’i ziyaret etti” haberleri, hepsi ayni yolun yolcusu
    Bahsettiğiniz haberde Milliyet’ten DERYA SAZAK’a ait ve Zaman’ bu haberi birebir alıntı formatında haberleştirme yapmış sadece.Bu konudaki muhatabınız da Milliyet gazetesi yada Derya Sazak olmalıydı…

  15. Yazan:Cüneyt Tarih: May 6, 2008 | Reply

    Bahsettigim iste bu “mücâhit müdafaasi” anlayisi iste:

    ”Sünnetsiz DTP’linin kurban derisi toplaması” haberi burada çokça tartışıldı.Haber “zıtlık” içeriyordu.Haberin başlığını yanlış bulduysanız nasıl bir başlık atılmasını önerirdiniz?…

    Tezat iceriyormus, breh breh. Nasil bir baslik? Söz konusu kisinin sünnetli ya da sünnetli olmadiginin vurgulanmadigi bir baslik.

    Sizce Ali Nesin’in reşit insanlara uygulanan başörtüsü yasağı konusundaki görüşleri görmezdenmi gelinmeliydi?
    Yoksa birilerinin her zaman yanlış olanı yapmaya, yanlışı söylemeye yada her olayda mutlaka öteki tarafta tutulmaya mahkum olduğunu düşündüğünüz için zaman’ın haberi size 180° dönüş gibi gelmiş olmasın?

    Valla ondan 1 ay önce “Nesin Vakfi Alman misyoner ajanlari calistiriyor” demeye getirilen sacma sapan igrenc bir haberin akabinde “yasasin Ali Nesin” türünden bir haber cikarma ilkeli gazetecilik falan degil. Bunu daha önce de bir yerde sizinle tartismis olmayalim? Bu nedir? Bu “bizdensen hakkinda iyi haber yapariz” gazeteciligidir.

    Bahsettiğiniz haberde Milliyet’ten DERYA SAZAK’a ait ve Zaman’ bu haberi birebir alıntı formatında haberleştirme yapmış sadece.Bu konudaki muhatabınız da Milliyet gazetesi yada Derya Sazak olmalıydı…

    Milliyet’in ne mal bir gazete oldugunu biliyoruz. Zaman da Milliyet ile ayni trende mi olmak zorunda? Öyleyse sorun yok.

    Birakin Allah askina su “bizim mahallenin cocugu, savunalim” yaklasimini, elestiri iyi bir seydir. Ben de Zaman okuyorum merak etmeyin. Begendigim bir sürü yazari var.

  16. Yazan:TT Tarih: May 7, 2008 | Reply

    Bahsettigim iste bu “mücâhit müdafaasi” anlayisi iste:
    Bende size, “kendisi gibi düşünmeyenleri yaftalanlardan” diyebilirmiyim?..
    (yaftalama hastalığı sizden bana geçti)…:)

    Tezat iceriyormus, breh breh. Nasil bir baslik?
    “Sünnetsizlik” ile “kurban” yada başka bir “ibadet” arasında sizin için bir tezat yoksa bir problemde yok tabiii!!..

    Söz konusu kisinin sünnetli ya da sünnetli olmadiginin vurgulanmadigi bir baslik.
    Tezat yoksa habere de gerek yok başlığına da…
    …..
    neylersiniz benimkisi mücahit kafası işte özgür düşünemeyen inanmadığı şeyleri körükörüne savunan kafa..:)

    Milliyet’in ne mal bir gazete oldugunu biliyoruz. Zaman da Milliyet ile ayni trende mi olmak zorunda? Öyleyse sorun yok.

    Galiba haber vermekle onaylamak arasındaki farkı farketmiyorsunuz cüneyt bey…

    Birakin Allah askina su “bizim mahallenin cocugu, savunalim” yaklasimini, elestiri iyi bir seydir.
    Eleştiri iyi bir şeydir tabiiki ben bana göre haksız eleştirileri de eleştririm…
    Her halukarda mahalleyi savunalım anlayışım hiç bir zaman olmadı ancak algınız öyleyse bilemem…Olabilir
    Ayrıca ben herkesi rahatlıkla eleştiririm.
    Bazıları kendilerinin ne kadar objektif olduğunu göstermek,yaranmak yada Zamancı,Fethullahçı,AKP’li görünmemek kaygısıyla farklı davranabilirler…Bu şekilde görüldüklerinde yazdıklarının değerinin azalacağını düşünebilirler…Benim zaman mücahiti ve müdafaii gibi görünmek türünden bir kaygım yok…Öyle bir durum olsa zaten bu blogda o kadar “müdafii” gibi görünen yazı yazmazdım…Ben fikri namusa taraftarım…Görmezden gelemem..Herkes gibi burada kendime göre olaylar,insanlar,kurumlar hakkında bir şeyler yazyor eleştiriler getiriyorum..Birileri hoşnut olsun, objektif desinler..bak AKP’yi de zaman’ıda eleştiriyor…yada tersinden söylersem bu Fethullahcı zamancı AKP’li düşünecekler diye düşündüğümü yazmamak edemem…

    Ben de Zaman okuyorum merak etmeyin. Begendigim bir sürü yazari var.

    Olabilir ama bu sizin yazdıklarınızı eleştirmemi engellemez değil mi?…: )))

  17. Yazan:TT Tarih: May 7, 2008 | Reply

    cüneyt:Valla ondan 1 ay önce “Nesin Vakfi Alman misyoner ajanlari calistiriyor” demeye getirilen sacma sapan igrenc bir haberin akabinde “yasasin Ali Nesin” türünden bir haber cikarma ilkeli gazetecilik falan degil. Bunu daha önce de bir yerde sizinle tartismis olmayalim? Bu nedir? Bu “bizdensen hakkinda iyi haber yapariz” gazeteciligidir.
    Cevaplandırmayı unuttuğum bir kısım kalmış…

    Ali Nesin’in faaliyetleriyle ilgili Zaman’Da bir çok haber çıktı.Bildiğim kadarıyla bu haberler herhangi bir “tekzip” de almadı…

    Bizdensen hakkında iyi haber yaparız şekilinde şantajcı bir gazetecilik hem Zaman’a hemde Ali Nesin’e bir hakaret değil mi Cüneyt Bey?…

    Taraflardan biri şantajcı diğeri de ona boyun eğen aşağılık bir aydın…

    Hadi önyargılısınız diye Zaman’ı boşverin diyeyim ama en azından Ali Nesin’in yerinde siz olsaydınız ve size böyle bir itham yapılsaydı ne hissederdiniz?..

    Bence bakış açınızı değiştirmenizde fayda var cüneyt bey……hem Zaman’a hemde Ali Nesin’e karşı…

  18. Yazan:Cüneyt Tarih: May 8, 2008 | Reply

    TT Bey (ya da Hanim),

    Rahmetli Ahmet Kabakli’nin güzel bir lafi vardi, “ahmaklarla tartismayin, sizi de ahmak sanirlar” diye. Burada, bu düstur dogrultusunda yorumlarina karsilik vermekten imtinâ ettigim okuyucular var. Bundan sonra sizin de yorumlariniza karsilik vermeyecegim. Bu son yazisim.

    “Sünnetsizlik” ile “kurban” yada başka bir “ibadet” arasında sizin için bir tezat yoksa bir problemde yok tabiii!!..

    Beyefendi, ben baslikta tezat yok demedim. Ya kafaniz calismiyor, ya kötü niyetle demek istedigimi anlamiyorsunuz. Bir haber basliginda “sünnetsiz” lafini kullanmanin Türkiye’de ne anlama geldigini bilmiyorsaniz, bana da diyecek bir sey kalmiyor. Kimsenin sünnetli mi sünnetsiz mi oldugu kimseyi ilgilendirmez. “Kurban derisi” ile tezat yapacagim diye “sünnetsiz” basligi atmak gibi köylü kurnazligina gazetecilik demezler.

    Galiba haber vermekle onaylamak arasındaki farkı farketmiyorsunuz cüneyt bey…

    Haberin linki bu: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=684743

    Sizce bunu Zaman “Milliyet haber veriyor” diye mi veriyor, yoksa bazi mesajlar vermek istediginden mi? Ben bu haberi sizden cok farkli okuyorum. Genelde Dogan grubu gazeteleri ile bol bol takisacak nokta bulan Zaman gazetesinin (su anda bile anasayfasinda Süleyman Uludag ve Hürriyet hakkinda bir haber var) Disk’e Sezer’in telefonu ve Ermenilerin ziyareti söz konusu olunca gösterdigi haber alintilama acarligina siz ne diyorsunuz bilmiyorum, ben gene en hafif tabirle köylü kurnazligi diyorum.

    Ali Nesin’in faaliyetleriyle ilgili Zaman’da bir çok haber çıktı.Bildiğim kadarıyla bu haberler herhangi bir “tekzip” de almadı…

    Allah askina gidin isinize. Ali Nesin Vakfi’nin ne yaptigi/oldugu ortada. Zaman’in ne oldugu. Tekzip etmedigine göre sizin icin Ali Nesin Alman ajani ha? Vay anasini sayin seyirciler. Türkiye’de yasiyoruz beyefendi. Kime neyi tekzip ediyorsunuz? Camur atarsiniz casus bunlar diye hayatlari kayar. Adami sokak ortasinda vururlar, sonra gecip polisle poz verirler. Su haberi ciddiye alip, cikip bir de “tekzip gelmedi” diyebiliyorsunuz ya, ne diyeyim artik.

    Dedim ya, “ahmaklarla tartismayin, sizi de ahmak sanirlar” diye. Ne hâliniz varsa görün.

  19. Yazan:TT Tarih: May 9, 2008 | Reply

    cüneyt:
    Dedim ya, “ahmaklarla tartismayin, sizi de ahmak sanirlar” diye. Ne hâliniz varsa görün.

    Ya kafaniz calismiyor, ya kötü niyetle demek istedigimi anlamiyorsunuz.

    Bundan sonra sizin de yorumlariniza karsilik vermeyecegim. Bu son yazisim.

    Merak etme psikopatlarla benim hiç işim olmaz…

  20. Yazan:ahmet terzi Tarih: Haz 7, 2008 | Reply

    of arkadaşlar ya zamanıdamı demokrat yaptınız 6 yıllık akp iktidarını eleştiren oğlunun binbir dolabı çıkan unakıtanı bile bir kez bile eleştirmeyen gazetenin neresi demokrat kartel medyası chp lidir diyorsunuz bakın okuyun telekulak olyından sonra deniz istifa sav istifa et diye kaç defa yazdılar zaman da starda yeni şafak ta akp nin hatalı olduğunda eleştiren istifa et diyen bir akp yanlısı gazetede bir haber gösterin bana türkiyede unakıtan istifa edince halkın %90 ının sevineceğine eminim ama kimse bu konuya bakmıyor yazmıyor yazamıyor.adama seçim için eskişehirspora sergeni transfer ediyor paranın kaynağını bile açıklama zahmeti yapmıyor kimin parası ile kime futbolcu alıyorsun bunu bile başarılı politik hareket olarak yazdılar.

  21. Yazan:umut Tarih: Ağu 25, 2009 | Reply

    Birazcik vicdani kalmis olanlara…

    TÜRBAN DİLEKÇESİNİ İMZALAYAN VE SAVUNAN AYDINLARA…
    Ahmet Nesin

    Türkiye’de garip bir siyasi dil oluştu. Ülkenin lümpen bir başbakanı var, onun konuşma tarzına baktığımızda “sapına kadar şeriatçı” birisi çıkıyor karşımıza… Kimi ateist yazarlar var, onların son yıllardaki siyasi yaklaşımları da “Allaha şükür ateist” şeklinde gidiyor… Hangi konuya el atarsanız atın altından bu ikili grubun akıl almaz dayanışması çıkıyor… Türban konusu mu “1400 yıl önce demokrasi yok muydu yani, one minute annadın mı?” diyen başbakana, aydınımsılar da “Kur’an ekmek çarpsın demokrasiyi savunuyoruz, yoksa bizim dinle işimiz olmaz…” diyorlar…
    Daha neler neler gelecek başınıza, bu da bişey mi, alt tarafı bir okul yıkmışlar… Zafer Mutlu’nun yaptırdığı okulu kaçak diye yıktırmışlar… Bu neyin mantığı olabilir diye düşündüm, ancak ve ancak türbanlı kafanın mantığı olabilir diye düşündüm… Aylarca türban mantığının demokrasi olmadığını, bu adamların türbanlı kızları okutmak için değil, başı açık kızların önünü kesmek için kullandıklarını yazdım durdum. Haklı çıkmak için drin araştırmalar yaptırmaya gerek yok, okutulmayan iki kadın örneği var önümüzde, biri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün karısı, diğeri de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karısı… Kendi karılarını okutmayan en önemli iki yetkili Türkiye’de türbanlı kızların okuması için demokrasi savaşımı verdiler yıllardır…
    Ortalık birbirine girdi, basın savaş alanına döndü, türbana karşı çıkan herkese dinsiz dediler yada demokrasi düşmanı ilan ettiler. Dünyanın yazısını yazdım, türban izninden sonra olabilecekleri yazdım, hiçbiri tınmadı bile… Yazdım, ama gerçekten benim de aklıma gelmemişti okul yıkabilecekleri… Bu kadar gayrı medeni olabileceklerini gerçekten ben bile hesaplayamamıştım… Koskocaman bir “Yuhhhhhhhhhh…” diyorum o yüzden kendime.
    Sırada hangi okullar var acaba, daha ne yapabilirler medeniyetsizlik adına. Onlar yapabilirler de, siz nereye kadar katlanacaksınız bu ilkelliğe? Yoksa demokrasi adına bu ilkelliği savunmaya devam mı edeceksiniz?
    Türban için imza atan aydınlar, söyleyecek bişeyleriniz var mı acaba? Çoğunuz üniversitelerde hocaydınız, profesör, doçent, asistan, öğretim görevlisi neyimdiniz, ne diyorsunuz bu son eğitim açılımına? O okula kaydolan çocukları aranızda para toplayıp başka okullara mı göndereceksiniz yoksa yada yeni bir dilekçe hazırlığınız mı var, duyamadım, sesiniz gelmiyor…
    Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden 15 bin kız öğrenci soruşturulmaya başlanmış, Ergenekon savcısının emriyle… Ne dediniz, darbe mi önlenecekmiş, haklısınız, darbeciler arasında Mehmet Haberal’ın hastaları da var, hatta biri de 1 yaşında, bence tam darbe yapma yaşı…
    Fazla uzun yazmayacağım sizlere, sadece gerçekten merak ediyorum, siz türban için imza atan öğretmenler ve aydınlar (Size öyle diyorlar, benim suçum değil!) bu iki olay için ne gibi yorumlarda bulunacaksınız? O imzadan dolayı pişman olanınız var mı acaba içinizde?
    Türkiye çok iyi yönetiliyor, “Sapına kadar şeriatçı ve allaha şükür ateistlerin yönetimi…” Size bol bol okul yıkmalar, nasıl öğretmenlik yapmaya devam edecekseniz artık…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin