RSS Feed for This Post

Cem Toker ile söyleşi

20080701_derin_dusunce_org_cem_toker2.jpg Sunuş: Liberalizm tarifi gereği ideolojik bir kalıba sığamayacak bir felsefe. Ne var ki ülkemizde hemen her kesimin ağzında bir hakaret gibi kullanılıyor. Uğruna mücadele verilmiş hatta ölünmüş ideolojileri terk eden, demokrasiyi ve bireysel özgürlüğü savunan eski solcular, eski ülkücüler, eski Kemalistler ve eski İslâmcılar “liberal” damgası yiyorlar. Belki de “dönek” diye suçlamanın entelektüel bir şekli bu…

20080701_derin_dusunce_org_ldp_amblemi.jpgLDP (Liberal Demokrat Parti) başkanı Cem Toker ile bir söyleşi yaptık geçen hafta. Kemalizm, eşcinsellik, Heybeliada Ruhban Okulu, Atilla Yayla’nın yargılanması ve daha birçok konuda görüşlerini paylaştı bizimle. Söyleşimizi internet üzerinden gerçekleştirdik. Değerli zamanını bize ayırdığı için kendisine teşekkür ediyoruz. Türkiye’de her şeyden önce çok sesliliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde Cem Toker‘in fikirlerini ilgi ile okuyacağınızı umuyoruz.

NOT: Kendisine ve partili arkadaşlarına sorularınızı buradan yöneltebilirsiniz. Tartışmaya katılmaları için onlara da davetiye göndereceğiz.MY

Liberalizm sizce ne anlama geliyor? Neden Türkiye’de bu kadar olumsuz bir imajı var?

C.T:  Liberalizm bir hürriyet felsefesidir. Herkesin seçtiği yaşam biçimini bir başkasına zarar vermeden sürdürmesini garanti altına alan ve devletin görevlerini de bu hak ve özgürlükleri korumakla sınırlayan bir siyasi felsefedir. Türkiye’de günümüze kadar hiçbir siyasi parti liberalizmi bu şekilde tanımlayıp, içine sindirerek politikalar üretmemiştir. Özal’ın ANAP’ı, Çiller’in DYP’si ve bugün AKP kendilerini daima muhafazakâr partiler olarak tanımlamışlar, ekonomik politikalarında ise liberal olarak adlandırdıkları, ama liberalizm ile uzaktan yakından alakası olmayan “devlet gözetiminde yağmalama kapitalizmini” liberal politikalar olarak tanımlamışlardır.

Liberallik ile demokratlık arasında bir seçim yapmak zorunda kalsanız ne yapardınız?

C.T: Demokrasi dışında liberalizm yaşayabilir mi? Daima önce liberalliği, yani özgürlüğümü garanti altına alan sistemi seçerdim. Evet demokrasi dışında da liberallik yaşanır. Liberaller için bizleri yönetenlerin ne kadar demokratik bir sistemle seçildiklerinden önce, o seçilenlerin hürriyetlerimizi ne kadar savundukları ve yaşattıkları önemlidir. Öyle krallıklar vardır ki, vatandaşlarına liberal bir sistem sunup hak ve özgürlüklerini garanti altına almışlardır ve öylesine demokrasiler vardır ki temel hak ve özgürlükleri hiçe sayarlar. Unutulmamalıdır ki, kendisine her demokratik cumhuriyet diyen sistem ikisi de değildir. Kuzey Kore’nin resmi ismi Demokratik Kore Halk Cumhuriyeti’dir.   

LDP iktidara gelse ilk değiştireceğiniz 3 şey nedir?

C.T:  a) Her yasa insan hak ve özgürlük alanını biraz daha daralttığı için 100’lerce gereksiz yasayı yürürlükten kaldırmak ve “devlet özel sektörün faaliyet gösterdiği alanlarda özel sektörle rekabete giremez” yasasını çıkartmak b) Tam bağımsız ve tarafsız bir yargıya doğru ilk adımı atmak için Adalet Bakanı ve Müsteşarını Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan çıkartmak c) Devletin vatandaşına sahtekâr gözüyle bakmadığını kanıtlamak için “beyan sistemi” ni yürürlüğe koyarak, nüfus sureti, ikametgah, diploma fotokopisi, savcılık sabıka kaydı gibi işkencelere son vermek. Öte yandan beyan sisteminde yalan beyana verilen cezaları çok daha ağırlaştırmak.   

LDP iktidara gelse hükümetin iyi yaptığı ve kesinlikle muhafaza edeceğiniz 3 şey ne olacaktır? 

C.T: Uzun uzun düşündüm ama 3 şey bulamadım. Liberal demokrasi en sıradan insanda bile başkalarında bulunmayan üstün bir nitelik olduğuna inanan bir düşüncedir. AKP teşkilatının geçmiş hükümetlerin ihmal ettiği her kesimden her vatandaşa erişebilme ve insan yerine koyma politikasını LDP olarak “sadaka ekonomisi” uygulamadan sürdürülmesini sağlardım.   

Heybeliada Ruhban Okulu ve Kıyafet Kısıtlamaları gibi konulardaki bakışınızı dile getirmişsiniz sitenizde. Kürtçe yasağını da dâhil edebileceğimiz bu ” yasaklar paketi” aslında bir tür ideal vatandaş oluşturma çabasını yansıtmıyor mu sizce? Bu bağlamda kıyafet yasakları uygulayan Iran ve Suudi Arabistan’a benzediğimiz söylenebilir mi?

C.T: Liberal Demokrat Parti’nin tam 14 senedir sloganı “biz devleti yönetmeye talibiz, insanların kalbini ve beynini değil” dir. Devleti yönetenlerin tek görevleri vatandaşın temel hak ve özgürlüklerini teminat altına almaktır. Vatandaş ne yer, ne içer, ne giyer, hangi dilden konuşur, neye inanır, neye tapar gibi konularla uğraşmak devletin görevi değildir. Bunlara karışmak hiçbir siyasinin haddine değildir. Maalesef, geçmiş hükümetler de, son 6 yıldır AKP hükümeti de “bir tane doğru vardır, o da bizim bildiğimizdir” zihniyetiyle siyaset yapmışlardır.

Bireysel özgürlüklerden yana duran LDP gibi bir partinin ulus-devlet kavramına bakışı nedir? “Devletin milleti ve ordusu ile bölünmez bütünlüğü” ifadesi içinde birey hâlâ bir şey ifade ediyor mu?

C.T: Bölünmez bütünlük 40’lı yıllardan kalma sloganlarla sağlanmaz. Türkiye farklı halklardan oluşan tek bir millettir. Devleti yönetenlerin görevi, sloganlarla bu topraklara bağlılık yaratmak değil, zenginlikle, refahla, huzurla, güvence altına alınmış hak ve hürriyetlerle herkesi bu vatanın ayrılmaz, ayrılmak istemeyeceği, bir parçası olmasını sağlamaktır.

12 Eylül darbesi sizce gerekli miydi? Bugün Kenan Evren’in yargılanması söz konusu olsa tavrınız ne olur?

C.T: Bu konuda farklı görüşler var. Benimki de onlardan fazla farklı olmayacaktır. Ancak Kenan Evren darbe yaptığından çok sıkıyönetim döneminde ortalık daha da kızışıp darbe haklı gösterilsin, halk tarafından kabul görsün diye görevini ihmalden yargılanmalıdır. Böyle bir girişime memnuniyetle destek veririm.  

Kemalizm’e bakışınız nedir? Geçmişte kalmış bir ideoloji mi yoksa Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşıyacak fikrî bir altyapı mı?

C.T:  Kemalizm diye bir ideoloji yoktur. Mustafa Kemal’in ideolojisi yoktu. Hedefi vardı. Bilim, ilim ve irfanla çağdaş uygarlık düzeyinin yakalanması. Mustafa Kemal o hedefi göstermiştir. O hedefe nasıl varılacağını değil. Kemalizm, Türk halkının Atatürk’e duyduğu sevgi ve saygıyı siyasi çıkarlarına alet etmek isteyenlerin icadıdır. Aynen dini ve milli duyguları siyasete alet eden siyasiler gibi.

Atilla Yayla’nın yargılanması sırasında ve sonrasında parti olarak tavrınız ne oldu?

C.T:  Söz konusu dava Türkiye’yi diğer sayısız düşünce, fikir ve düşünceyi ifade davaları gibi küçük düşüren bir davadır. Sn. Yayla’nın yargılanmasını ve mahkûmiyetini elbette eleştirdik. Ülkemize ve diğer değerlere hakareti önlemeye yönelik 301 ve benzeri yasaların kendileri ülkemize hakarettir. Büyük devletlerin bu tür yasalara ihtiyaçları olmaz. Türkiye dünyanın 17. en büyük ekonomisi, 4. veya 5. en büyük ordusudur. Bu tür yasalara değil, hoşgörülü bir topluma ve yöneticilere ihtiyacı vardır.  

Eşcinsellik konusundaki duruşunuz nedir?  

Türkiye’de bu konuda değiştirmek istedikleriniz nelerdir? Yukarıda da ifade ettiğim gibi, bireylerin yaşam tarzları siyaseti ve siyasetçiyi ilgilendiren bir konu değildir. Devlet ve yasalar her vatandaşına ayrıcalık yapmadan yaklaşmaya mecburdur.

Bugün Avrupa birliği “evet” demiş olsa Türkiye’nin girmesini ister misiniz? Neden?

C.T: Bu varsayımlı bir soru. Önümüzdeki 10 sene ne AB ne de Türkiye bu birlikteliğe hazır değildir. Her iki tarafta yerine getirilmesi zor taahhütlerde bulunmuşlardır. Ancak, orta veya uzun dönemde AB diye bir oluşum varlığını sürdürmeye devam ederse, Türkiye bu medeniyet projesinin mutlaka bir parçası olmalıdır.

Yargıtay’ın bildirisi konusunda sizin ve partili arkadaşlarınızın görüşleri nelerdir?  

C.T: Yargının uyarı yapma diye bir görevi yoktur. Siyah beyaz kadar nettir. Yasalara aykırı bir durum varsa yargı devreye girer görevini yapar, yoksa sesini çıkarmaz. Söz konusu açılan kapatma davası ise, yargı da kuvvetler ayrımı ve denetleme dengeleme mekanizmaları çerçevesinde mekanizmanın bir parçasıdır. Demokrasiyi kuranlar, yasama ve yürütmeyi kontrol eden zihniyetin gücünü temel ilke ve değerleri yok sayarak pervasızca kullanmasını önlemek için yargı erkini bağımsız ve tarafsız ve dengeleyici bir erk olarak oluşturmaya çalışmışlardır. Yargı her zaman herkesi memnun edecek kararlar vermeyebilir. Bu kararlar gelip geçicidir. Ama esas olan demokratik kurumların varlıklarını sağlıklı bir şekilde sürdürmeleridir.  

1930 senesinde Mimar Sinan’ın mezarı açılarak kafatası ölçüldü. 1924 yılında ise istiklâl mahkemeleri birçok insanı şapka kanununa muhalefetten idam etti. Aralarında bir de ibretlik kadın vardı. Her ikisi de Atatürk’ün sağlığında gelişen bu olaylara nasıl bakıyorsunuz?  

C.T: Acıyla gülümseyerek bakıyorum. Ama her olayı döneminin şartları çerçevesinde değerlendirmek gerekli diye düşünüyorum. Unutmayalım ki, o dönemde Avrupa’da, Uzak Doğu’da, Asya’da totaliter rejimlerin ağırlığı hüküm sürüyordu. Gönül isterdi ki Türkiye bunların dışında kalabilsin. İngiltere, Fransa, Amerika gibi demokrasiden taviz vermeyen ülkeleri kendisine örnek almış olsun. Ama maalesef o dönem bizi de etkiledi.   

LDP’de parti içi demokrasi nasıl işliyor? Gençlerin partinizde yükselme şansı nedir?  

Haziran 2005’te Genel Başkanlığı devraldığımdan beri, ben ve yönetimim, partinin temel politikalarından sapılmadıkça ve yönetimde demokratik kurallar ihlal edilmedikçe, hiçbir il veya ilçe kongresine müdahale edilmemiştir ve edilmeyecektir. İl yönetimlerimize seçim dönemlerinde adaylar belirlenirken ilk sıraların Genel Merkez yetkisinde olduğu, ancak daha sonraki sıralamaların demokratik kurallar çerçevesinde illerdeki üyelerce belirleneceği garantisi verilmiştir. 2005-2008 yılları arasındaki dönemimde Türkiye’nin en genç siyasi parti Genel Başkan Yardımcısı, bir üniversite öğrencisi, LDP Başkanlık Divanında görev yapmıştır. Mart 2008 Olağan Kongremiz 30 yaş ve civarı 3 arkadaşımız Genel Başkan Yardımcısı sıfatlarıyla Başkanlık Divanına seçilmişlerdir. LDP programında seçilme yaşını yerel yönetimler için 18’e, genel seçimlerde ise 21’e çekilmesini savunan Türkiye’nin tek siyasi partisidir.   

Derin düşünce okurlarıyla paylaşmak istediğiniz duygu ve düşünceleriniz nelerdir?  

C.T: 85 senelik Cumhuriyet tarihimizde halkımız liberal demokrasi ile tanışamadı. Her şeyi devletten beklemeye alıştırıldı. Vergi verdi hesap sormayı öğrenemedi. Tanrının verdiği temel hak ve hürriyetleri siyasilerce verilen bir lütuf zannetti. Oysa bu temel hak ve hürriyetlerine sahip çıkıp kullanan halklar kalkındı, zenginleşti, refaha erişti. 20 sene önce muz çikolata vererek sınırlarından geçtiğimiz ülkeler şimdi Avrupa Birliği’nin tam üyeleri oldular. Kişi başına düşen milli gelirleri bizim çok üstümüze çıktı. Türk milleti bu şekilde yaşamaya mahkûm değil. Ülkemiz 50 senedir “kalkınmakta” olan bir ülke. Yani tüm coğrafi ve stratejik avantajlarına rağmen hala kalkınamamış bir ülke. Bu kader değil sadece kötü yönetim. Diğer tüm zihniyette siyasete ülkeyi yönetme görevi veren Türk milletinin, liberal demokrasiye de bir fırsat tanımasının zamanı çoktan gelip geçmiştir diye düşünüyorum.

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:Cüneyt Tarih: Tem 1, 2008 | Reply

    Genelinde güzel bir söylesi de…

    1930 senesinde Mimar Sinan’ın mezarı açılarak kafatası ölçüldü. 1924 yılında ise istiklâl mahkemeleri birçok insanı şapka kanununa muhalefetten idam etti. Aralarında bir de ibretlik kadın vardı. Her ikisi de Atatürk’ün sağlığında gelişen bu olaylara nasıl bakıyorsunuz?

    Elinizi vicdaniniza koyun söyleyin: Bu sorunun, bu sekilde (Atatürk’ün sagliginda…) sorulmasinin ne mânâsi var? Atatürk’ün dönemini kendisini putlastirarak bir “asr-i saadet” olarak görmek kadar “Atatürk dönemin de bu da oldu, su da oldu” diye vurgulamanin da sacma ve Atatürk’ü ve dönemini âdilce degerlendirme acisindan “kontraproduktif” oldugunu düsünüyorum.

    Cem Bey de önce “günün sartlarina bakmak gerek” demis, sonra bu özrü söyledikten sonra “Ingiltere-Fransa-Amerika, demokrasi vs.” diye zirvalamis. El insaf. 1920’lerde, 30’larda bu ülkelerin dünyanin her yerinde ne koloniler pesinde ne kiyimlar yaptiklari vs.vs.

    Sorun 1930!! senesinde Mimar Sinan’in kafatasinin ölcülmesi degil, sorun 1924’te sapka kanununa muhalefetten bir kadinin asilmasi degil, sorun bu düsünce tarzinin, yani kafatasi ölcmeci yaklasimin ve benzerlerinin 2008 senesinde hâlâ ülkemizde var olmasidir.

    Dolayisiyla sizin “1920-30! senesinde bakin Atatürk döneminde neler neler olmus” diye cimbizla cekip de büyük bir nokta yakalamis gibi sunmanizin bir anlami, getirisi yok. Tam tersine “Atatürk döneminde böyleymis, simdi de böyle olmali” diyen câhil cühelâ laikcilerin eline malzeme vermis bile olabilirsiniz.

  3. Yazan:Deveye Hendek Atlatıcı Tarih: Tem 1, 2008 | Reply

    Sorun 1930!! senesinde Mimar Sinan’in kafatasinin ölcülmesi degil, sorun 1924′te sapka kanununa muhalefetten bir kadinin asilmasi degil, sorun bu düsünce tarzinin, yani kafatasi ölcmeci yaklasimin ve benzerlerinin 2008 senesinde hâlâ ülkemizde var olmasidir.

    Asıl sorun, bu aptal cümleyi kuranın 2008’de hala bu zihniyette insanların olmasının en büyük sebebinin kemalizmin asr-ı saadeti olarak bilinen zamanın resmi tarih tezleriyle çarpıtılarak kitlelere anlatılmasından kaynaklandığının farkında olmamasındadır.

    Asıl sorun geçmişin herşeyiyle tukaka edilerek 1923’de yeni bir medeniyet projesi doğmuş gibi lanse edimesi, bu dönemi eleştirmenin, bu dönemin en önemli aktörü M.Kemal’i bırakın eleştirmeyi “sevMemenin” bile tepki çektiği, eleştirel yaklaşımı olmayan, tarihsel birikimi yetersiz, bilgiye yönelik yaklaşımı çarpık nesillerin yetişme dinamiğinin ne olduğunun bilinmemesidir.

    Ya da “bunu bile düşünemeyecek kadar (yukarıdaki yorum sahibi gibi) milyonların endoktrine edilmesidir” demek daha doğru.

    İdeolojik bağnazlıklarla dört duvar arasında kalmış yığınlar yetiştiren eğitim sistemi 2008 de hala o döneme ait tarihi çarpık bir biçimde anlatmaktadır. Sorun budur. Bunu kısa vadede değiştirmek de mümkün değildir. Çünkü o dönem dokunulmazdır, eleştirilemezdir. Dönemin sahipleri de bunu özenle inşa etmişlerdir. Cahil cühela laiklerin yaklaşımı ile alıntı sahibinin arasında özde fark yoktur, ton farkı vardır.

    O dönem herşeyiyle eleştirilecek, tarih algımız doğru bir biçimde yerine oturacak, Osmanlı Modernleşmesinin devamı niteliğinde olan (hatta parlamenter sistem açısından kesinti de denebilir) Tek parti dönemi ve dinamikleri tartışılıp konuşulacak, yanlışlıklar açığa çıkartılacak ki bugün şikayet ettiğimiz zihniyeti besleyen kökenler doğru biçimde irdelenebilsin. Bu eşşek kadar olmuş adamların buralarda tabuları tartışmasıyla değil taa okul sıralarından başlayacak, yama olmayacak. Avrupa bugunku yerine eleştirel akıl sayesinde geldi. Avrupa’nın tarihi elestiri tarihidir. “Efendim şuna dokunmayın buna dokunmayın, öyle eleştirmeyin, burasından bakın, şurasından tutun” vs. Böyle birşey yok. Bu ülkede İslam da dahil herşey eleştiriliyor tartışılıyor tek bir şey eleştirilemiyor. Cevabı Atilla Yayla’nın başına gelenlerden biliyorsunuz.

    Bu gidişle burnumuz b.ktan kurtulmaz demeyeceğim, Allah’tan bilginin paylaşım imkanı çok arttı ve etrafta bolca Molla Kasım var.

  4. Yazan:Cüneyt Tarih: Tem 1, 2008 | Reply

    Asıl sorun, bu aptal cümleyi kuranın 2008′de hala bu zihniyette insanların olmasının en büyük sebebinin kemalizmin asr-ı saadeti olarak bilinen zamanın resmi tarih tezleriyle çarpıtılarak kitlelere anlatılmasından kaynaklandığının farkında olmamasındadır.

    Lafim Atatürk dönemini adam gibi elestirenlere degil, Atatürk dönemini tarihsel baglamindan cekip cimbizla ayiklayanlara. Cok bir tarafiniza batti herhalde ki bu kadar sinirlendiniz. Dogru, yerinde ve mantikli elestiri (bkz. Sevan Nisanyan ile söylesi) ne kadar gerekliyse, yersiz, söylesideki dam üstünde saksagan soru gibi sig elestiri de o kadar zararli.

    Ayni seyi söylüyoruz, elestirel yaklasim konusunda söylediklerinize de tamamen katiliyorum, Türkiye’de bugün 80 yil öncesinin düsünce kafasini hâlâ dogru kabul etmenin zararini vurguluyoruz, mastürbasyon yapacagim diye millete dangalakca laf sokmanin lüzumu yok.

    Internet cikti kekemeler hatip oldu, issizlere mesgale dogdu. Bilgisayar alan kendini bir sey saniyor memlekette…

  5. Yazan:Deveye Hendek Atlatıcı Tarih: Tem 1, 2008 | Reply

    Lafim Atatürk dönemini adam gibi elestirenlere degil, Atatürk dönemini tarihsel baglamindan cekip cimbizla ayiklayanlara.

    Nasıl oluyormuş “adam gibi eleştiri?” Bırakın bu etraftan dolaşma ayaklarını, şapka giymedi diye asılan “kadın”ın neresinin “tarihsel bağlamını” dikkate alacağız? Böyle salakça bir yaklaşım olur mu? Güneş dil teorisi gibi Batılıların -daha o dönemden itibaren- k.cıyla güldüğü tezlerin koca üniversitelerde tartışıldığı bir dönemin hangi “tarihsel bağlamından” sözediyorsunuz da o bağlamdan kopartılmasın?

    Tek parti döneminin tarihsel bağlamı tek bir yönden önemlidir: Ekonomi politikası. Ekonomideki küresel değişimin etkisi yoğun olmuştur, ki İzmir İktisat Kongresinde oldukça liberal görüşlere sahip olan cumhuriyetin kurucuları, sonrasında konjonktürün etkisi ile devletçiliğe dönmüşlerdir. (İngiltere de bu konjonktürden çok etkilenmişti. Hayek liberalizmi savunan ünlü Kölelik Yolu kitabını o dönemlerde yazar.) Demokrasi konusundaki ‘gerileme’ de tarihsel bağlamlı değildir, Almanya ve İtalya “örnek alınmak” zorunda değildi, ABD ve İngiltere de vardı “muasır medeniyetler” listesinde. Neden Almanya, İtalya sorusu ittihatçıların genetik kodları ile alakalıdır ve irdelenmesi şarttır.

    Diğer gardrop devrimi uygulamalarının dikkate alınacak tarihsel bağlamı falan yoktur. Ulus devlet kurma süreci bir nebze tarihsel bağlam açısından önem arzedebilir ama o bile muadilleri ile karşılaştırıldığında özgünlük içerir. Zaten o yüzden elimizde patlamış durumda.

    80 yıl öncesinin düşüncesini eleştirirken, 80 yıl önceki yapılan bazı uygulamaları “tarihsel bağlam” hokkabazlığı ile halı altına süpürmeye kalkmak bizzat o eleştirilen düşüncenin neşet ettiği kaynağı beslemektir. Buradan bakınca kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi gibi görünüyorsunuz, komik ama acı bir görüntü.

    Birşey yazmış olmak için yazarsanız birisi de gelir lafı sokar. Hapırıp köpürmek yok.

  6. Yazan:suzannur Tarih: Tem 2, 2008 | Reply

    Eğer ülkemizin liberal partisi buysa almayalım kalsın!
    Hiçbir şeye dokunamayan, etliye sütlüye karışmayan laf ebeliği.
    Hele ki parti seçimlerinde, İl yönetimlerimize seçim dönemlerinde adaylar belirlenirken “ilk sıraların Genel Merkez yetkisinde olduğu”, ancak daha sonraki sıralamaların demokratik kurallar çerçevesinde illerdeki üyelerce belirleneceği garantisi verilmiştir, cümlesi. Bunun diğer partilerden ne farkı var? Nerede gerçek demokratik uygulama?
    Ve ülkedeki aksaklıkların nasıl, hangi açılımlarla giderileceği nerede yazıyor? Bana farklı ne sunuyor?Sistemi eleştirmeyen ve aşmayan bir parti isteseydik yeni bir partiye ihtiyaç duymazdık, elimizdekiler yetip de artıyor bize.
    Farklı bir ses duymayı isteyerek okumuştum, hiçbir şey yok. Atilla Yayla bile tek başına liberal düşünce için daha çok ses çıkarmıştır.
    Ben okuduğum paragraflarda “Ama Türkiye’nin şartları…”bilinçaltını okuyorum ve sorun da zaten bu zihniyet. Türkiye’nin şartlarıymış! Türkiye de demokratik olabilir ve olmalı,bunu engelleyen hiçbir şeye izin verilemez özellikle de Türkiye’nin şartlarını önümüze sürerek bu zihniyeti yıkmak isteyenleri en baştan engelleyenlere. Hatalarıyla yüzleşemeyen ve onlara illa da bir savunma mekanizmasıyla haklı göstermeye çalışan zihniyet. Ölümleri önemsizleştiren ve insan hayatına değer vermeyen bakış açısı. Ölüp giden biz olmayınca sorun olmuyor demek ki bu ülkede, illa da başkalarının canı. Hem konjektürde öyle gerekli kılıyormuş.
    Net tavır koysanıza. Biz de liberal-demokrat bir çizgide olduğunuza inanalım. Demek ki siyaset böyle bir şey!

  7. Yazan:snowqueen Tarih: Tem 2, 2008 | Reply

    II. Mahmut, fes, ceket ve pantolon giyme mecburiyeti getirdiğinde
    “gavur icadı fesi istemeyiz” diye karşı koyanların kulakları çınlasın o halde 🙂
    siz devam edin, öyle aklıma geldi.

  8. Yazan:snowqueen Tarih: Tem 2, 2008 | Reply

    Bir liberalin bugünkü yazısı:
    Cüneyt Ülsever

    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/9329162.asp?yazarid=3&gid=61&sz=31685


    Bir taraf ülkeyi: a) içe kapamaya, b) AB hedefinden uzaklaştırmaya, c) demokrasiden koparmaya, d) milletten kurtarmaya, e) özgürlüklerden esirgemeye çalışıyor.

    Diğer taraf da a) ülkeyi muhafazakarlaştırmaya, b) demokrasiyi yalnız kendine yontmaya, c) sadece kendinden olanlara kadro vermeye, d) din ve vicdan özgürlüğünden Alevileri muaf tutmaya, e) tabanı Milli Görüş’e teslim ederek seçim kazanmaya, f) sureti haktan AB’den yana görünmeye, g) devlet bankası parası ile medya satın almaya, h) her türlü imkanda malı götürmeye çalışıyor.

    Beni en çok bizi sadece ikisinden birisini seçme mecburiyeti varmış, başka çare yokmuş gibi davranmaya zorlayanlar kızdırıyor.

    Kapatma davasında, Anayasa değişliğinin mahkemede oylanması sırasında yargıya ana avrat girişenlerin, dün Ergenekon davasında şok gözaltılar olunca “yargı bağımsızdır!” demeleri bana yüzsüzlüğün hangi seviyelere ulaşabileceğini gösteriyor.

    Öte yanda diğerlerinin artık sosyalist enternasyonele bile gidecek yüzünün kalmaması yine bana sadece yüzsüzler arasında seçim yapma mecburiyeti varmış gibi bir duygu veriyor ki, işte bu duygudan nefret ediyorum.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Kas 14, 2011: Yıldız Ramazanoğlu ile sohbet : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin