RSS Feed for This Post

Onun adı asker, canı neler ister?

 image4.jpgimage5.jpg

Mehmet Yılmaz

Türkiye’de konuşmadıklarımız ve  “The Village” filmi

Ülkemizde çok beğenilen Altıncı His adlı filmin senaryosunu ve yönetmenliğini üstlenmiş olan M. Night Shyamalan 2004 yılında bir başka yapıta imzasını attı:  The Village – Köy adlı bu film ilk bakışta sıradan bir gerilim filmine benzese de birçok izleyici ustaca gizlenmiş ikinci senaryoyu görmekte zorluk çekmedi.

İlk bakışta 1800’lerde bir köyde geçtiği düşünülen filmde köylüler “konuşmadıklarımız” diye adlandırdıkları bir düşmandan çok korkuyorlar. Bu korku onları köylerini çevreleyen ormanın dışına çıkmaktan alıkoyuyor. Bu “dış düşman” sebebiyle köyde her hangi bir yenilik yapmak isteyen herkes yaşlılar meclisinden izin almak zorunda. Meraklı olmak, geçmişi sorgulamak da hoş karşılanmıyor burada.

Bu kasvetli atmosfer, korku ile disiplin altına alınmış bir gençlik, söndürülen meraklar ve bastırılan tutkular totaliter rejimlerin halkı nasıl korkuyla bir arada tuttuğunu hatırlatıyor ister istemez.

ortacag_satosu_pt.jpg

Ancak ortak korkuyu, ortak tehlikeleri kullanarak halk kitlelerini yönlendirmek, onların hangi konuda ne düşünmesi gerektiğine merkezî bir otorite adına karar vermek halen çok kullanılan bir yöntem. Meselâ ABD’de 26 Ekim 2001’de Bush tarafından kongreye alelacele imzalatılan Patriot Act adalet bakanlığınca alkışlarla karşılansa da Noam Chomsky gibi aydınlardan sert tepkiler aldı.  

Ya tehlike gerçek değilse?

Elbette ortak bir tehlike karşısında bir milletin birleşmesi doğal ve gerekli. Ama ya tehlike gerçek değilse? Filmdeki şirin köyün etrafı gözetleme kuleleri ile çevrili. Köyün gençleri de bu kulelerde sırayla nöbet tutuyorlar. Nöbet tutarken de sarı renkli bir tür üniforma giyiyorlar. Bu üniformayı giyen genç birden kendisini dana önemli hissediyor ve diğerlerine daha otoriter davranmaya başlıyor.

Ancak filmin sonlarına doğru anlaşılıyor ki “konuşmadıklarımız” denen canavarlar aslında sırayla kılık değiştiren yaşlılardan oluşuyormuş. Yaşlıların bunu yapma sebebi ise gençleri dış dünyanın kötülüklerinden, kumardan, içki ve fuhuştan korumakmış. Tabi bu köy bazındaki “toplum mühendisliği” denemesi aslında topluma pahalıya patlıyor: 21inci yüzyılda yaşamalarına rağmen antibiyotik kullanamayan çocuklar sıradan bir iltihaplanmadan dolayı ölüyorlar. Zaten film de bu yüzden ölen bir çocuğun cenazesi ile başlıyor.

Türkiye’de konuşamadıklarımız

1977–1980 yılları arasında Türkiye sağ – sol diye iki gruba ayrılmış, çıkan çatışmalarda resmî rakamlara göre 30 bin insan hayatını kaybetmişti. 12 eylül darbesini yapanlar bu kavganın sebebinin dış düşmanlar olduğunu söylediler: Suriye, Iran, Sovyet Rusya, Avrupa ülkeleri…

12 Eylül darbesiyle:

  • 650.000 kişi göz altına alındı
  • 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
  • Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
  • 7 bin kişi için idam cezası istendi.
  • 517 kişiye idam cezası verildi.
  • Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı).
  • İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.
  • 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
  • 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
  • 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
  • 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
  • 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
  • 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
  • 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
  • 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
  • 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
  • 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
  • 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
  • Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • 31 gazeteci cezaevine girdi.
  • 300 gazeteci saldırıya uğradı.
  • 3 gazeteci silahla öldürüldü.
  • Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
  • 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
  • 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
  • Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
  • 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 14 kişi açlık grevinde öldü.
  • 16 kişi kaçarken vuruldu.
  • 95 kişi çatışmada öldü.
  • 73 kişiye doğal ölüm raporu verildi.
  • 43 kişinin intihar ettiği bildirildi.
  • auschwitz_pt.jpg

      

    Tıpkı The Village filmindeki yaşlılar meclisi gibi devlet de bizim iyiliğimizi istiyor, hatta bizi bizden bile korumak istiyor. Bir tehlike karşısında yeterince korkmaz isek bizi korkutma görevini de üstlenebiliyor:

    Psikolojik Harekât’ın önemli isimlerinden emekli Kurmay Albay Tahir Tamer Kumkale 12 Eylül döneminde anarşi ve terör olaylarının içinde özel yetiştirilmiş kişilerin olduğunu, bazı genç subayların bizzat anarşi ve terör olaylarının içinde militan gibi devlete karşı saldırıları yönettiğini ve bunun da mahkeme tutanakları ile belirlendiğini söylüyor. (Zaman’dan Emre Soncan’in Kumkale ile yaptığı röportaj)

    Eğitim zayiatı

    12 Eylül sonrası sağlanan “huzur ve güven ortamı” nedense yeni bir gerginliği doğurdu: Bu defa Kürt – Türk çatışması başladı ve yeniden 40 bine yakın insanımız hayatını kaybetti. Güvenliğimizi sağlamakla görevli ordu mensupları ise bizi aydınlattılar: Korgeneral Altay Tokat Aktüel Dergisi’nde Semin Gümüşel’in sorularını yanıtlarken

     “Benim zamanımda ben de bir-iki kritik noktaya bomba attırdım. Benim meselem mesaj vermekti. Batıdan gelen memurlar, hâkimler işin ciddiyetini anlamıyor. İşi basite almaya çalıştılar, rastgele dolaşıyorlar. Oraya buraya gidiyorlar. Hizaya gelsinler diye evlerine yakın iki yere attırdım. Ondan sonra anladılar ki dikkatli olmalılar. Bir musibet bin nasihatten iyidir. Öylece onları eğittim ben. Bunu hemen bomba atmak yasak diye yorumlayamazsın. O kişilerin belki hayatını kurtardım. Onlara da söylemedim.”

    helikopter.jpg

    Demek ki devlet halkını eğitmek için, uyarmak için onu korkutabiliyor. Tetikte olmamız için, mesaj vermek için yaşadığımız yerlere bomba bile attırabiliyor. Böyle ordu mensuplarınca üstlenilmeyen patlamaların da bir kısmı mesaj amaçlı olabilir mi? Uğur Mumcu, Bahriye Üçok birer eğitim zayiatı mı acaba?

    Türkiye’de yeni bölünme denemeleri yapıldı: Kemalist-Şeriatçı, Alevî-Sünnî… Acaba “şeriatçı/İslâmcı/dinci” etiketiyle yapılan saldırıların hangileri eğitim amaçlı? Türk ordusunun gerçekte olduğundan daha faydalı, gerekli ve vazgeçilmez görünmesini sağlayacak, Türk milletini topyekûn “eğitecek” yeni bir iç savaş planı yürürlükte olabilir mi?

    Faşizmin ayak sesleri

    Devlet çıkıp ta “ben sizin iyiliğiniz için özgürlüğünüzü kısıtladım” deyince faşist lider Mussolini’nin sözlerini hatırlamamak mümkün değil : “Her şey devletin içindedir, onun dışında veya ona karşı olan hiçbir şey yoktur.” Devleti kutsal kılan devlete tapınmayı isteyen bu yaklaşım faşizmin özü belki de. Aslında devlete/orduya tapmanın da temelinde silaha, güce ve otoriteye tapınma var. Silahın, gücün ve otoritenin yüceltilmesi, buna bağlı olarak da şiddetin bir yöntem (en iyi yöntem, tek çözüm) olarak kabul görmesi faşizmin en temel fikirlerinden.

    Birlik ve beraberliğin çok gerekli olduğu şu günlerde…

    Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide Ülkü Ocakları’nda yöneticilik yapmış olan, 12 Eylül’de MHP davasından hapis yatan Gazi Üniversitesi öğretim üyesi siyaset bilimci Prof. Mümtaz Türköne şöyle diyor : “Askerler hep ‘Cumhuriyet tarihinin en tehlikeli dönemecinden geçiyoruz’ derler. Genelkurmay Başkanı daha yeni Amerika’da söyledi. Bu söz, kalıp halinde her yıl, her ay tekrarlanır bu ülkede“.

    Elbette bu gidişin halka daha iyi tezlerle “satılması” veya dayatılması gerekiyor. Bir “birlik ve beraberliğin çok gerekli olduğu şu günlerde” kişisel özgürlükler ve demokrasiden bahsetmenin Atilla Yayla olayında olduğu gibi vatan hainliğine eş tutulması rastlantı değil.

    Çünkü kişisel özgürlükler, etnik ve dinî kimliklere haliyle farka saygıyı getiriyor beraberinde. Demokrasinin çekirdeğini ise otoritenin eleştirilmesi, icabında değiştirilmesi oluşturuyor.
    Bireylerin “kutsal devlet” adına homojen, tekdüze bir “millet” içinde eritilmeleri ise ancak “ortak” iç ve dış düşman efsaneleri ile mümkün.

    12 Eylül ve 27 Mayıs gibi tarihler 1980’den sonra doğan birçok Türk genci için neredeyse Niğbolu savası gibi tarihten bir yaprak. Oysa bugün yaşları 40’ın üzerinde olan milyonlarca insanın çok iyi hatırladığı gibi korunmak uğruna bugünlerimizin ipotek altına alındığı günler söz konusu…

    Destekleyici videolar

    muhtiralar neden gece gelir? http://youtube.com/watch?v=pzqszUAx2Y0
     
    kitlesel karsi koyma refleksi http://youtube.com/watch?v=m8guZ07gdw0
     
    kemalizm : yanlis giden neydi http://youtube.com/watch?v=Mu-eSm_MY2A 

    İlgili konularda nitelikli yazı ve yorum okumak için:

    http://www.dusunceler.org/2007/03/07/evet-tehlikenin-farkindayiz/
    http://www.dusunceler.org/2007/02/28/10-yilinda-28-subat/
    http://www.dusunceler.org/2007/01/09/27-mayis-ve-menderesin-drami/
    http://www.izlenimler.net/2007/03/03/kenan-pasa/
    http://www.mustafaakyol.org/archives/2007/03/korkut_ve_yoenet_stratejisi_1.php
    http://www.mustafaakyol.org/archives/2006/11/en_guvenilir_kuruma_guveneme.php

    machinegun.jpg

    Güncelleme : 06/05/07 : 12 Eylül darbesinin neticeleri

    … Bu makale ilginizi çektiyse…

    Türk Solu 

    Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün.  Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Kitapta ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

    Tarih şaşırmaktır

    Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

     

    Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

     

    Kendi ülkesini işgal eden ordu

    Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

     Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

    Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

    Buradan indirebilirsiniz.

     Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

    Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

    Trackback URL

    1. 35 Yorum

    2. Yazan:ridvan Tarih: Nis 26, 2007 | Reply

       

      Çok teşekkür ederiz, ne kadar güzel bir konu ve yazıydı bu, ellerinize, zihninize sağlık.
      Biliyorsunuz bizin link imiz her zaman evimiz oldu.
      Dün gece annem odama geldi, hemşerim olacakmış Cumhur Başkanı diyerek, sonra da kendimizce tartıştık biraz, bir ara ihtilal yapmaz mı asker o zaman dedi, evet 60 yaşındaki annemin kalbinin tecrübesiydi bu galiba, ben hemen cevapladım, olmaz olamaz bu kez, her kes ayağa kalkar, bu zamanda yapılması rezalet olur, konuştuk 12 eylül deki sağ solu ve kaybedilen insanımızı, bu kez böyle bir şey yaparlarsa bende ayağa kalkarım dedim. Yazdığınız gibi korkutmuşlar bizi hep, gazetelerde anketler görürdük halkın güvendiği kurum ne imiş, %90 asker olurdu bunun cevabı, ben anketin sonucunun sosyolojik değerlendirmesi yapamam ama sadece korktuğumuzu biliyorum, sevgi zaten önemli değilmiş. Belki hatırlarsınız kızlarımı, kızlarımın her ilde abileri var polis,onların çocuklarıyla oynarlardı. 16 yaşındaki kızım babasıyla en az 16 kere gitmiştir tanımadığı karokollara çay içmeye, kapıda nöbet tutan nöbetçiye “Selamıaleyküm” der gülerek “Aleykümselam” cevabını alırdınız, bizden biri gibi, o anketlerde daha aşağı sıralardadır polis, ama bizle iç içe olmalarına rağmen şaşırıyorum hep. Evet biz korkuyoruz askerimizden, bende askerlik yaptım ama askerlik demek benimki değil, şu omuzları yıldızlı olanlarmış galiba, evet okuduk Orhan Pamukoğlu nun kitabını ağlayarak, ama o zaman kimdi bu korkutanlar, bizi sevdirmekten çok korkutan?
      Allah sonumuzu hayır etsin,

      Yorum yapan arkadaşlarımı da sabırsızlıkla bekliyeceğim.
      Allah’a emanet olun, kolay gelsin

    3. Yazan:JaneDo Tarih: Nis 26, 2007 | Reply

       

      Yazınız için teşekkürler. Fikrinize, kaleminize sağlık. Okurken öyle kaptırmışım ki devamı gelecek derken bitiverdi.

      “Çünkü kişisel özgürlükler, etnik ve dinî kimliklere haliyle farka saygıyı getiriyor beraberinde. Demokrasinin çekirdeğini ise otoritenin eleştirilmesi, icabında değiştirilmesi oluşturuyor.
      Bireylerin “kutsal devlet” adına homojen, tekdüze bir “millet” içinde eritilmeleri ise ancak “ortak” iç ve dış düşman efsaneleri ile mümkün.”
      noktasına kadar katılıyorum.

      Ne çok korkulacak tehlikelerimiz var… Şu günlerde yaşadıklarımız ne kadar da manidar değil mi?

    4. Yazan:Ç-Z Tarih: Nis 26, 2007 | Reply

      Güvenlik bariyeri olarak bilinçli bir şekilde yaratılan korku, köyü çevreleyen “yasaklanmış”orman alanı ile özdeşleştirilmişti. Bilinmezlikten gücünü alan doğal korku duvarı.
      Köylülerin,ormanın ardında yükselen,keşfedilmesiyle birlikte hemen varlığı sorgulanacak, aşılabilir duvarlara ulaşmasını engellemek için yaratılan korku.

      Yalan,gerçekten daha büyük olmalı ki onu ardında saklayabilsin!

      Söndürülmüş değil sadece yönlendirilmiş merak,tutku ve cesaret,köyün 5 kişilik kurucusu yeni gelen nesilleri kendileri gibi olmaya meraklı,istekli ve tutkulu kılmak için yönlendirip taltif ediyorlardı.Doğru seçim olduğuna inanarak var ettikleri bu düzeni korumak ilk amaçları olsa bile devamını sağlamak da kaygılarıydı ilelebet yaşayamayacaklarını bildiklerinden gerçekleri bilmeden arkalarından gelecek gönüllü inanmış nesiller yetiştirmek zorundaydılar.

      Filmin bir sahnesinde hatırlarsanız çocuklar bir çeşit cesaret sınama oyunu oynuyorlardı bilinmeze, korktukları şeyin saklı olduğuna inandıkları karanlık ormana sırtlarını dönüp en uzun süre içlerinde büyüyen korkuya karşı direnebilme yarışı.

      Ve bu köyün” tek delisi”(korku öğretilemediği için hapis edilerek zapt edilebilen) korkulanın kılığına bürünebilmişti.
      Bu filmin yarattığı etkiyi bana Guguk Kuşu isimli film de yapmıştı.Toplum mühendisliği ürünü kabul edilebilecek benzer uyuşturulmuş insanların(delilerin) içinde uyuşturulmayı red eden “tek akıllı” düzeni sorgulamıştı.

      Her şey korku ile elde edilemez.Akılların ve gönüllerin çelinmesi,sorgusuz sualsiz sevdalandırılması gerekir ki koşulsuz itaatkarlar, arada çıkması muhtemel deli yada akıllılara engel olsun.

      Güzel bir yazı olmuş elinize,zihninize sağlık.

    5. Yazan:M. İkbal TUNA Tarih: Nis 26, 2007 | Reply

      elinize sağlık,
      Yapılan tüm kanlı eylemlerin, idamların insanlık için yapıldığını söyleyen bir olay da karizmatik liderlerlerin öncülüğünde gerçekleşen Fransız İhtilalidir.

      Fransız İhtilalinin baş mimarlarından olan Robespierre yaptığı insanlık dışı katliamlarından sonra şnarı söylemişti ” Az öldürürsen hainsin!”

      Robespierre insanlığı ne kadar düşündüğünü ise şu sözleriyle ifade etmiştir: “Biz öyle bir düzen istiyoruz ki, orada bütün aşağılık ve zalim tutkular kanunlarla(kendi yazdığı) zincire vurulsun. iyi ve cömert duygular uyandırılsın, üstünlükler eşitlikten doğsun.”

      Ne kadar masum sözler değil mi ama devamında ise : “Eserimizi kanımızla damgalayarak, hiç olmazsa evrensel mutlluğn doğşunu görebilmek istiyoruz. Ya cumhuriyetin içerideki ve dışarıdaki düşmanlarını boğacağız veya cumhuriyetle birlikte yok olup gideceğiz. Bu durumda politikamızın ilk kaidesi halkı akıl yoluyla düşmanlarıda terör yoluyla yönetmek olmalıdır.”

      Düşmana karşı uygulanacak terör nedense hep kendi vatandaşlarına karşı uygulanmıştır. Bu tip örnekleri çoğaltmakla beraber Nazi almanyası ve 1917 Ekim devriminde görebiliriz. Devlet ve rejim için hatta halk için halka karşı terör.

      muhabbetle…

    6. Yazan:haso Tarih: Nis 26, 2007 | Reply

      güzel analiz elinize sağlık

    7. Yazan:Mehmet Tarih: Nis 27, 2007 | Reply

      Sevgili Dostlar,

      Degerli yorumlariniz için tesekkür ederim. Bu konudaki en büyük temennim bu konularin Fransiz ihtilalinde oldugu gibi tarihte kalmasi.

      Düsünün bir, 2020’de Türk gençleri bu tür yazilara bakip gözlerine inanamiyor, “Nee? Ordumuz siyasete müdahele mi ediyormus? Ne alaka yahu?” diyorlar.

      Bakalim biz görebilecek miyiz ogünleri?

      Muhabbetle

    8. Yazan:Volkan Serin Tarih: Nis 28, 2007 | Reply

       

      siz hiç “spoiler” diye bir şey duydunuz mu?

      Ben o filmi izlememiştim ve izlemeyi planlıyordum, sizse cart diye sonunu söyleyivermişsiniz.

    9. Yazan:Mehmet Tarih: Nis 29, 2007 | Reply

      Selamlar Volkan Bey,

      Film 2004 yapimi, bundan sonra daha hizli davranin 🙂 derim.

      Muhabbetle

    10. Yazan:Bahar Pınar Tarih: Nis 30, 2007 | Reply

      Gercekten guzel bir cozumleme olmus , elinize saglik. Ben de Sayın JaneDo gibi yaziya kendimi kaptirmisim, bitmesine hem sasirdim hem uzuldum, biraz daha yazmış olsaydi diye aklimdan gecirdim. 🙂 Kucuk bir koyde olanlari resmederek koskoca bir ulke gercegini, aslında o zihniyetin kendini nasıl var ettigini, kendini nasıl anlamlı kıldıgını anlatmışsınız. Askerler kendi hareketlerine bu sekilde anlamli kiliyorlar da onu destekleyenlere ne demeli? Askerin mudahalesini ic rahatlamasi ile karsilayanlar, ulke halkini henuz yetiskin, hatta genc bile bulmadiklarini, hareket ve kararlarinin arada bir dogrultulmasi gerektigini soylemis oluyorlar aslinda. Gerci bu acik acik da soyleniyor: “Halka ragmen halk icin.” Dediginiz gibi halkin iyiligini halktan daha cok dusunuyorlar. Sadece askerler degil, askerin yaptiklarini alkislayanlar da. Bu davranislarini hem kendilerine olan guvensizlikleriyle hem de kendilerini büyük, üstün görmeleri ile aciklayabiliriz zannederim. Askerin uyarisi ile gonul rahatligi yasayanlar, gunun birinde kendi kararlari da askerler tarafından yargilandiginda ne dusunecekler, nasıl davranacaklar acaba?

      Cok guzel bir yazi idi, tekrar teşekkürler .

      Saygılarimla,

    11. Yazan:Mehmet Tarih: May 1, 2007 | Reply

      TEHLiKENiN FARKINDA MISINIZ?

      12 Eylül darbesiyle basa geçen Orgeneral Kenan Evren Pasa Hazretleri RABITA adinda Suudi Arabistan kökenli bir vakfin Türk imamlarina maas ödemesine izin vermisti.

      Laiklik tartismalarinda “TARAF” olan TSK acaba ne tarafta? Bilmiyorum Sayin Büyükanit’in da Suudi arkadaslari var mi? Veya meydanlarda Kur’an okumak ister mi Kenan Pasa gibi?

      Tutuklanmis ve yargilanmayi bekleyen insanlar yillarca EVET YILLARCA hapis yattilar. Suçsuz olduklari anlasilip serbest birakildiklarinda PARDON bile denmedi onlara.

      12 Eylül 1980’de yönetime el koyan TSK sayesinde ülkemiz zaman tünelinde 100 yil geri gitmisti. DARBE ÖZLEMi ile yanip tutusan arkadaslara asagida yazanlari okumalarini salik veririm.

      Baskin Oran’in 1990’da basilan kitabi da bir darbe ile kimlerin basa geçebilecegini göstermesi bakimindan okunmaya deger : http://www.tulumba.com/storeItem.asp?ic=zBK975619IH072

      Sözlük formatindaki bir internet sitesinde buldugum anilar, olaylar arasindan bizzat yasadiklarimi, okuduklarimi, TV’de gördüklerimi seçtim :

      http://www.haydisohbet.com/sozluk/kenan_evren.html

      cem yilmaz’in gösterisini yarisinda terk ettigi icin söylentilere neden olan hede. kimi “askerlik esprilerinden rahatsiz oldu” diyor, kimi de “antik tiyatronun taş zemininde üşüdü”… en fantastik olani da kizindan geldi. şöyle demiş hanim kizimiz:”babam her gece 23.00’te yatar. o yüzden erken ayrildi. başka manalar aramamak gerekir.”

      80 öncesi dönemi “terör vardı kenan evren geldi terörü bitirdi” şeklindeki ilkokul kompozisyonu formatında anlayanların şüphesiz seveceği bir insandır. … süleyman demirel’in hayatı boyunca ettiği en anlamlı laf: 11 eylül günü durmayan terör 13 eylül günü nasıl durdu? evet sülyman demirel’in sorusu budur. öyle ya 11 eylül’de ülke aylardır sıkıyönetimle idare ediliyordu, ordunun yapmak isteyip de yapamadığı bir operasyon yoktu, fatsa’yı bile dümdüz etmişti. bunun yanıtı açıktır, kenan evren ve şurekası türkiye’deki koşulların olgunlaşması, darbenin sevinçle karşılanması için terör olaylarını artmasını, kanın akmasını seyretmeye karar vermişlerdir, üstelik bunlar yorum filan da değil kenan evren’in anılarından açıklamalarından orta çıkan fiili durumdur. sevdiğiniz kenan evren budur. son olarak şunu hatırlatmak isterim. bugün gözaltı süresi kaç saattir bir etrafınıza sorun. 12 eylül döneminde bu süre 90 gündü. (bkz: diyarbakır cezaevi)

      Kenan Evren 17 yasindaki bir genci asabilmek için mahkeme karariyla yasini büyütmüstü.

      yahu konuşan türkiye,geveze türkiye oldu bre.deyip türkiyenin bi dönemdeki demokratikleşme sürecini bu anlamlı cümle ile betimlemiştir kendileri.

      şu açıklamasını buraya aktarmak isterim, kenan evren’in nasıl biri olduğu daha iyi anlaşılsın diye. halk bilsin, daha bir sevsin, bassın göğsüne diye. aha:”şuna inanınız ki her şeyin fazlası zararlıdır. fazla fakirlik nasıl zararlıysa fazla zenginlik de insanların rahat ve huzurunu kaçırır. (..) fazla yemek, fazla içki, fazla sigara, fazla eğlence, fazla sıcak, fazla soğuk velhasıl haddinden fazla olan güzel şeyler dahi zararlıdır. hatta fazla uzun boylu, fazla kısa boylu da zararlıdır. yani her şeyin azı da zararlıdır, çoğu da zararlıdır. o halde kararını bulmak zorundayız. işte bu kararı sizler bulacaksınız. eğer rahat etmek istiyorsak, eğer huzur istiyorsak, eğer 12 eylül’den önceki dönemi yaşamak istemiyorsak, bu kararı bulmak zorundayız. onun içindir ki baraj sistemini koyduk. yapılacak seçimlerde yüzde 10 barajını aşamayan partiler milletvekili çıkaramayacaktır..” (14 ağustos 1983)bu kısa alıntıda faşizmin tarifini buluruz aslında. toplumun en cahil kesimine seslenmek, en basmakalıp düşünceleri devlet politikası haline getirmektir faşizm. ve her zaman toplumda onay arar ve bulur. özellikle buhran dönemlerinde. bu yüzden buhranı derinleştirmeye çalışır, o buhrandan beslenecektir çünkü. ayrıca kenan evren’in toplum tasarımı da vardır bu sözlerde. uzun ya da kısa boylu insanların olmadığı, fazla sigara içilmediği, fazla eğlenilmeyen bir toplum. tornadan çıkmış gibi insanlar yani.

      1983 yılı (1984 müydü yoksa?) futbol sezonunda, “başkentin birinci ligde takımı olmaması düşünülemez” talimatıyla ankaragücü takımının ikinci ligden birinci lige çıkarlımasını sağlamış insan; gibi.

      muğla’daki bir su arıtma tesisini gezerken ikram edilen çayı arıtma suyundan hazırlanmıştır gerekçesiyle reddeden kişi

      gittiği resim sergisinde edebe aykırı figürler gördüğü bir tablonun kaldırılmasını emreden şahsiyet.

      asmayalim da besleyelim mi olayinin mucidi muhteşem şahis.

      1980 askeri darbesinden sonra ara rejim doneminde, kapattigi partilere gerekce olarak “biz partilere izin verdik, onlar da gidip siyasetle ugrastilar efendim” diyerek gulduren, guldurdugu kadar da dusunduren; evrimin her zaman ileriye dogru degil, geriye dogru da olabilecegini kanitlayan emekli orgeneral, ihtilalci, cumhurbaskani.

      ilkokul ucuncu siniftayim. sahil kenarinda uc saat boyunca kenan evren gelecek bizde ona el sallayacagiz diye bekletilmistik. uc saat sonunda elimde kalan ve sonrasinda hatirladigim, bir adet kenan evren’e ait bize el salladigi kolu ve hocasina soyledigi halde..birazdan gelir, gelince gideriz lafiyla kandirilip daha sonra da dayanamayip altima kacirmamdi.o gun bugundur yildizimiz hic barismadi.

      12 eylül döneminde antalya belediyesi duvarındaki ‘prometheus’ resmindeki bıyıklı bir erkek figürünü stalin’e benzetip sildiren evlere şenlik ressam…

      zamanında marmarisden sonra datçada da ev almıştır.amma velakin erol büyükburçun datçadaki nikah töreninde halk tarafından yuhalanınca kendisini datça da bir daha kimse görmemiştir.

      onlarca insanin gence yasta idam edilmesini saglayan ve turkiye nin en kara donemlerinden birini yaratan paşa

      iktidar hirsinin insana ne gibi hatalar yaptirabileceginin kanli canli ornegi. hatalarindan ders alinasi sahsiyet.

      şöyle bir özelliği vardı. diyelim darbe sonrası karanlık dönemde bir gazetede -mesela cumhuriyet – küçük bir eleştiri çıkardı. kenan evren bir yurt gezisinde çıkar “bizim için şöyle şöyle diyorlar” deyip en fazla 100 bin kişinin bildiği bir haberi tüm türkiye’nin öğrenmesini sağlardı. muhalifler de “vay demek böyle bir durum var” diye gelişmelerden haberdar olurlardı. bu özelliğiyle o dönemde muhalif haberlerin yayılmasına bizzat katkısı olmuştur

      darbenin sabahı, amerikalı bazı devlet/şirket büyüklerinin, bizim çocuklar darbe yaptı şeklinde tepki verdikleri darbenin oyuncularından biri.

      17 yaşındaki erdal eren’i hatırlar mı acaba.. hani darağacına yolladığı onlarca gençten biri.. hani bir jandarmayı öldürmek iddiasıyla yargılanıp suçu hiçbir zaman isbat edilemeyen erdal eren’i.. hani 17 yaşında olduğu halde kemik yapısının 18 yaşındaki bir insanın kemik yapısında olduğu gerekçesiyle idama yollanan erdal eren’i.. kendisi bu kutlu hizmerinden dolayı daima saygın bir yer muhafaza edecektir belleklerimizde..ilhan erdost’u hatırlar mı acaba.. hani mamak askeri cezaevi’nde jandarma dipçikleriyle dövüle dövüle öldürülen ilhan erdost’u.. hani şu kitap yayımlamaktan başka hiçbir suçu olmayan ilhan erdost’u.. memleketi böyle bir anarşikten kurtarması, en önemli vatani hizmetlerindendi bence..diyarbakır cezaevi’ni hatırlar mı acaba.. hani şu mahkumlara dışkı yedirilen diyarbakır cezaevi’ni.. hani şu Allahın günü işkence haberlerinin geldiği diyarbakır cezaevi’ni.. hani şu ölüm oruçlarında insanların eriyip gittiği diyarbakır cezaevi’ni.. bu da en güzide icraatlarından biridir.. her memlekete bir auschwitz lazım netekim.. 500 binden fazla insanın fişlendiği kayıtları saklar mı acaba.. ara sıra bakıp “hey gidi gidi.. bir zamanlar neymişiz be..” diyor mudur acaba.. bakıp bakıp gurulanıyor mudur, ne kadar çok insanın hayatıyla oynadığıyla.. hani her an bir polis kontrolü, her an bir karakola düşme korkusuyla yaşayan insanların kayıtlarını..hele hele o çağdaş hukukun temellerini oluşturan, hukuk fakültelerinde ders olarak okutulası demeçleri.. modern hukuk devletinin günümüzde oynaması gereken role işaret eden “asmayalım da besleyelim mi..” vecizesinde hayat bulan o hümanizm, o insan sevgisi, o hukuk parıltısı.. ‘suçların şahsiliği ilkesi’ gibi çağdışı bir hukuk saçmalığını rafa kaldırıp çağdaş uygarlığın hukuk algılayışı seviyesindeki “içimizden biri öldürülecek olursa (çağdaş demokrasinin bir başka olmazsa olmazı milli güvenlik konsey’inin üyeleri kasteder burada üstad) suikasti gerçekleştiren örgütün bütün üyelerini öldürürüz..” vecizesinde hayat bulan o fevkalade teori.. hukuk anlayışımıza da az şey katmadı netekim..resme merak sarmış şimdi.. sayesinde hiçbir zaman resim yapamayacaklar olanlar onun için ne ifade ediyor acaba.. hani idam edilen, işkencelerde sakat kalan, parmakları kırılanlar.. memlekete o kadar ressam da çok gelir idi netekim..sen işkencenin resmini yapabilir misin kenan..?ek : enternasyonal türevleri için(bkz: adolf hitler)(bkz: benito mussolini)(bkz: agusto pinochet)(bkz: salazar)(bkz: noriega)(bkz: franco)

    12. Yazan:MADA Tarih: May 5, 2007 | Reply

      Ne güzelde anlatmışsınız , yorumlayanlar ne kadar da iyi süzmüş – sindirmiş olanları ve olacakları ; geriye kalan tek şey bu satranç karşılaşmasının 2 değil de 4 hamle sonrasını gçrebilmek ve bunu olabildiğince sesli dile getirmek olsa gerek …

    13. Yazan:önemli değil Tarih: May 10, 2007 | Reply

      güzel anlatımlar, güzel yorumlar.fakat darbecilere davetiye gönderenlerden hiç kimse bahs etmiyor.CHPnin nezamanki etkinliği azaldıysa ve durumu her gün daha kötüye gitmeğe başladıysa,Atatürk ve Cumhuriyeti öne sürerek tellallığa başlar. gazeteler ” Askeri göreve çağırıyorz” gibi başlıklar atar.neyse boş ver canım sıkılmağa başladı bile. işin özü her ne zaman ihtilal yapıldı veya muhtıra verildi ise sossyal demokrat diye geçinen,sosyal demokratlığın yüz karası CHP gerekli zemini hazırlamıştır.Allah belasını versin.vermiş zaten.dikkat edin hiç birisininsuatında meymenet varmı?

    14. Yazan:snowqueen Tarih: May 11, 2007 | Reply

      atladiginiz bir noktayi hatirlatmak isterim.
      her olayin iki yüzü vardir.

      1 – village filminin kurgusu sadece ‘totaliter’ rejimlerle sinirlandirmak eksik.
      pekala o village’i bir ‘din’ olarakta alabiliriz. bkz. cehennem.
      insanlar ‘güvenli’ bölge isterler. Bütün ideolojiler bir ‘village’tir diger yandan.
      Ormanin ötesi günah olur bazen bunun için ne düsünüyorsunuz misal?

      filmde köyün ileri gelenleri bir ‘ütopya’ köyü olusturur, iyi niyetli bir olusumdur aslinda, bütün fikirler iyi niyetle ortaya cikar insanlarin ellerinde kirlenir.

      ayni filmi rusyada da gördük, kilisenin yerini devlet aldi, devlet törenleri bir nevi dini törene dönüstü. idollestirme her yerde ama buna savas acanlarinda
      kendi idolleriyle yasamasi nuh degil peygamber demek istiyorum demek
      kusura bakmayin da. asagida mustafa akyol’un linkini görmesem samimi bile bulabilirdim. bulamadim.

      2 – filmin sonunda bahsetmemissiniz. bu son, bir gerilim filminin sonu degildir
      bundan neden bahsedilmemis anlayamadim.
      mutlu son bile diyebiliriz hatta. yaniliyor muyum?
      burasi havada kalmis sanki.

      bir kez daha tekrarlamak isterim:

      Her olayin iki yüzü vardir.
      hic bir davranis, fikir ne tamamen siyah ne de beyazdir.

    15. Yazan:Mehmet Tarih: May 11, 2007 | Reply

      Hosgeldiniz Snowqueen,

      Asagidaki alternatif karsilastirmayi yapmissiniz :

      1 – village filminin kurgusu sadece ‘totaliter’ rejimlerle sinirlandirmak eksik.
      pekala o village’i bir ‘din’ olarakta alabiliriz. bkz. cehennem.
      insanlar ‘güvenli’ bölge isterler. Bütün ideolojiler bir ‘village’tir diger yandan.
      Ormanin ötesi günah olur bazen bunun için ne düsünüyorsunuz misal?

      Dogrudur, daha soyut bir seviyede laik totaliter rejimlerin insanlara verdikleri “garanti ve huzur” ile dini totaliter rejimlerinki arasinda ne fark var?

      Orta çag avrupasi veya bugünkü Iran (tipki komünist rusya gibi) çok basit bir DIS DÜNYA algisini vatandaslarina dayatiyor : Disarida öcüler var (Eski Saddam, ABD, Israil, ..) içeridekilerin hepsi masum, dinimizi/ideolojimizi tatbik etmek yeterli.

      Devlet törenlerinin dinlestigi Rusya’dan verdiginiz örnek isabetli. Tabi bizim fanatik kemalistlerimizden de bahsedeebilirdiniz. Mesela e-Muhtira sirasinda “TEHDIT” olarak söylenen seylerden biri 23 Nisan’da Meclis’in açilisinin degil Hz Muhammed’in Dogum gününün kutlanmasiydi. Özetle kemalizm dininin mensuplari Islam’in ikame edilmesine tahammül edememislerdi.

      Dostlukla

    16. Yazan:snowqueen Tarih: May 12, 2007 | Reply

      orada problemin(ne kadar problem oldugu tartisilir elbette) 23 nisan’da meclisin acilisinin degil, muhammedin dogum gününün kutlanmasindan çok ortaya cikan görüntü oldugunu saniyorum. Görüntü bazi kesimlerde ‘korku’ uyandircak sekilde bir kurgulamadan olusmus, baslari örtülmüs ‘küçük’ kiz cocuklari ve fanatizm soslu karanlik bir salon.
      Muhammed’in dogum günü elbette kutlanir burada yanlis bir sey olamaz ama bu ulusal bir bayramla karsi karsi getirilmeye calisilirsa ordaki kötü niyettenden(neyse artik) olumlu bir sonuç cikacagini sanmiyorum.

      ‘Kemalizm dininin mensuplari’ dediginiz kesimin büyük cogunlugu müslümandir. İslam’in ikame edilmesine tahammül edememe gibi bir durumlari olamaz. Durum, kemalizmin ‘modernist’ yapisi neticesi ile ‘evladim burası yeri degil, herseyin bir yeri var’ diyen kati ve dedigi dedik, neredeyse asik yüzlü bir ögretmen tavriyla aciklanabilir.

    17. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 12, 2007 | Reply

      Sayin SnowQueen,

      ‘Kemalizm dininin mensuplari’ dediginiz kesimin büyük cogunlugu müslümandir. “

      Demissiniz. Bence 2 çesit kemalist vardir :

      1) Bir Osmanli pashasi olan Mustafa Kemal’e vatani kurtardigi için vefa duyan ama onun kusurlarini da gören,
      2) Anitkabir’i Kabe ile karsilastiran, “bizi sen yarattin” tarzinda sloganlarla onu tanrilastiran, daglarin gölgesinde onun silüetini arayan, “Atam izindeyiz” diyerek bir ölüye konusan, yilin belli zamanlarinda heykellerin önünde toplanarak çesitli ritüeller yapan…

      Bu ikinci grup Yaradan’a inansa da iki tanrili bir dine Islâm denemeyecegi açiktir.

      Saygilarimla

    18. Yazan:snowqueen Tarih: May 13, 2007 | Reply

      sevgili mehmet yilmaz,
      Mustafa kemal kurtulus savasina bir ‘osmanli’ pasasi olarak degil, istifa etmis bir asker olarak katilmistir ve bu bir halk hareketidir. Osmanli gibi ihtisamli
      bir uygarliga sahip cikarken Atatürk’ü de sadece osmanli geleneginin bir parcasi
      olarak degerlendirmek ve öyle kabullenmek yanlistir.

      Tarihi olaylari ve kahramanliklari ‘görsel’ bir anlatimla günlük hayata sokmak
      insanlik tarihi kadar eskidir. Hatta bir papa resim sanati için ‘okuma yazma
      bilmeyenlerin incili’ demistir örnegin. Buradaki problem heykel ve bütün görsel malzemelerin ‘IKONA’lasmasidir buda kacinilmaz aslinda. İslamiyet ‘tasvir’ anlayisini yasaklamistir aslinda ilerici bir harekettir bu ama kutsal imgeler bu seferde heykel veya resim(veya neyse artik) yoluyla degil ‘arap tipografisi'(yazisi) olarak müslümanlarin hayatina girmistir.

      İkinci grubtakilerin dininin gercekte ‘islam’ olup olmadiga dair bir yargiyi biz veremeyiz. Bu dayatmaya girer. ‘bize oy vermeyenler patates dinindendir’
      diyenlerde bu kalipli ve kendilerine göre olan din kaliplarini ciziyorlardi.

      islamiyete gelirsek bir cok yatir, evliya mezari da ayni sekilde kullanilmaktadir ve cesitli cemaat liderleri tanrilastirilmistir(mesela amerikada olan) ama bu cemaat mensuplarina ‘müslüman’ demeyi tercih ediyorsunuz.

      saygilarimla.

    19. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 14, 2007 | Reply

      Sayin SnowQueen,

      MKA bir osmanli vatandasi olarak dogmus, osmanli okullarinda okumus, ordusunda da egitilmistir. Kurtulus savasinda ona yardimci olan diger önemli kisiler de (Kazim karabekir, ..) ayni sekilde osmanlinin elitinden gelirler. Yani ortada bir halk hareketi yok. Ittihadçilarin da dahil oldugu 1800’lerden baslayan bir süreç var. Ne yazik ki MKA’nin ciddi hatalarindan biri (diger ittihatçilarla beraber) zor kullanarak, “halka ragmen halk için” bir devrim yapmak istemesidir.

      Asker kökenli hemen herkesin yaptigi bu yanlisi bugün de bizim ordumuz e-muhtirasiyla yapmistir.

      Görsel Egitim konusu 🙂 da tartisilir. MKA’nin sagliginda dikilmis pek çok heykel vardir ki bu bana diktatörleri hatirlatiyor. Ayrica bir halki EGITMEK fikri bence yanlis, halkin hizmetindeki bir lider önce HALK NE ISTIYOR diye düsünmeliydi.

      Elbette Türk halki düsman isgalinden kurtulmak istiyordu. Ama melon sapka, tango, türkçe ezan, basörtüsü yasagi gibi saçmaliklari istemedi hiç bir zaman. MKA bunlari halka dayatti. çünkü MKA bati, özellikle de fransiz hayraniydi.

      PATATES DINI konusuna kizmakta haklisiniz, Necmettin Erbakan 1993’ten önceki bir seçimde “müslümanlar bize oy verecek” diyerek büyük bir kabalik gösterdi. Tipki Necdet Sezer’in LAIKLIK ADAM OLMAKTIR derken yaptigi gibi.

      Siyasetçiler halki bölen degil birlestiren söylemler gelistirmeliler ve MKA’nin ilkelerine karsi bile olsa demokrasiden yana durmalilar.

      Islam da ne yazik ki siyasete alet edilebiliyor, serzenisinizde haklilik var. Ama bütün cemmatleri ayni kefeye koymak yanlis.

      Bunun yaninda abuk subuk kanunlar yüzünden dinin gereklerini yerine getiremeyen bir müslümanin bu durumu düzeltmek için siyasete girmesi, dindar kimselerden yardim almasi bence DININ SIYASETE alet edilmesi degildir.

      Samimi LAIKLIK demokrasinin bir parçasidir. Olmazsa olmazidir. Yobaz laiklere, fanatik atatürkçülere karsi mücadele etmek demokrasiye ancak hizmet edecektir.

      Sevhi ve selamla

    20. Yazan:snowqueen Tarih: May 14, 2007 | Reply

      sayin mehmet yilmaz

      tasvir ve ikonalarla egitilme konusunu(görsel mesaj) icinden geldigim sanat ve sanat tarihi geleneginden kaynaklanarak aslinda tarafsiz bakmaya calisarak verdim. ‘ideal’ olani degil ‘olani’ yazdim.
      Bir heykele nereden baktiginiza göre degisir sonuçlar. Yukaridan mi asagidan mi sagdan mi soldan mi?

      gene objektif olursak bugün bile milyonlarca insan mustafa kemal ismini
      söyleyerek sokaklarda yürüyebiliyorsa neyin nasil dayatma oldugu tartisilir
      veya dayatmanin ne oldugu. Bahsettiginiz ‘jakobence’ tavir yanlis degildir
      ama ne kadar ‘dogru’dur bilemiyorum. sözgelimi ingiliz kadinlari ‘suffragette’ler oy hakki icin mücadele verip ölüm oruclari baslattilarsa ve türk kadinina bu neredeyse ‘gümüs tepsi’de sunulduysa bu bir kazanimdir.

      basörtüsü yasagina gelirsek burada önemli payi kadin bedeni üzerinden siyaset yapan aterkil zihniyetin bu konuda günah cikartmalarini öncelikle
      istiyorum ve elbette bu yasagin karsisindayim.

      hertürlü fanatizm yikicidir ve yobazlik sadece dinle degil herhangi
      fikre saplanma sonucudur haklisiniz.

      saygilar

    21. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 14, 2007 | Reply

      Sayin SnowQueen (Hanim ?)

      Cumhuriyet mitinflerinde toplanan insanlarin samimi olduklarini düsünüyorum. Ancak onlari kullanan Dogu Perinçek, Tuncay Özkan gibi kimseler için ayni seyi söyleyemem. Mesela Perinçek gençligimden çok iyi bildigim 2000’E DOGRU adli PKK ve DEVSOL yanlisi bir dergi çikariyordu. Isin komikligine bakin ki ailesinde çok sayida general, orgeneral, emniyet müdürü ve MIT mensubu var ayni Perinçek’in.

      Ayni Perinçek AYDINLIK adli bir dergide önce yillarca Incil’in reklamini yaptiktan sonra son dört yildir “MISYONERLIK TEHLIKESI” diye milleti korkuttu durdu.

      Bilmiyorum Tehlike’nin farkinda misiniz? 🙂

      Neyse, yüzbinlerin (pardon) milyonlarin keyfini bozmayalim 🙂

      Bir çok konuda fikirlerimizin ayri olmasina ragmen sizinle medenice tartisabilmek bir zevk. Türkiye’mizin herseyden önce buna ihtiyaci var sanirim.

      Saygilarimla

    22. Yazan:Pinar Tarih: Tem 16, 2007 | Reply

      Ahmet Altan Diyor ki :

      Bu ne şimdi?
      İnsan sürekli olarak yaşadığı ülkeden şikayet eder mi?

      Ne bıktırıcı bir şey bu…

      Ama her geçen gün bir başka rezaletle karşılaşıyoruz.

      Yahu, ne demek bir çete sanığına “üstün hizmet madalyası” vermek?

      Veren de bir general.

      Üstelik şu anda görevde.

      “Sanığın” işlediği iddia edilen suçlar ise öyle az buz şeyler değil.

      Danıştay baskınından Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanmasına kadar birçok “provokasyonu” gerçekleştiren bir örgütün yöneticilerinden olmakla suçlanıyor.

      Amacı, bu toplumun dengesini ve güvenliğini yok etmek olan bir örgütten söz ediyoruz.

      Bir ordunun generali, böyle bir sanığa neden madalya verir?

      Bu “madalyanın” anlamı ne?

      “Üstün hizmet” ne demek?

      Kime hizmet etmiş?

      Bu ülkenin halkına hizmet etmediği çok açık.

      Öyle çok soru işaretiyle karşı karşıyayız ki…

      Madalyayı veren general bunu kendi inisyatifiyle mi yaptı?

      Yoksa madalyayı veren generale üstlerimi emir verdi?

      Son zamanlarda her türlü tuhaf olayın altından bizim ordu çıkmaya başladı.

      Amerika’da Türkiye’yi karıştıracak senaryoların konuşulduğu bir toplantı yapılıyor.

      Katılanların arasında bizim generaller.

      Anayasa Mahkemesi’nin başkanını öldürmekten, Beyoğlu’nda elli kişinin ölümüne yol açacak bombalamalardan söz ediyorlar.

      PKK’nın reislerinin teslim edilmesinin iyi olmayacağını söylüyorlar.

      Şemdinli’de görevli astsubaylar dükkan bombalayıp adam öldürüyorlar.

      Genelkurmay’ın internet sitesinde yasalara aykırı biçimde muhtıra yayınlayıp toplumu da, siyaseti de, devleti de çığrından çıkartıyorlar.

      Ne oluyor?

      Ne istiyor ordu?

      Yasalarla ve hukukla böylesine zıtlaşan bir ordu olabilir mi?

      Biliyorsunuz ülkenin her yanından içinde “emekli subayların” olduğu çeteler fışkırıyor.

      Şimdi emekli de olsalar bir zamanlar askerdi bu adamlar.

      Teröre, çeteye, suça bu kadar rahat bulaşacak bu adamları nasıl ve kim yetiştirdi?

      Kim örgütledi?

      Neden örgütledi?

      Ve, şimdi neden bu adamlara madalya veriyorlar?

      Eğer bu çeteler amaçlarına ulaşsalardı, Türkiye şu anda kanlı bir terör bataklığının içinde debeleniyor olacaktı.

      Cinayetlerle, bombalamalarla, ölümlerle sarsılacaktık.

      Bizim ordu bütün bu olaylardan sonra “orduyu yıpratmayalım” diye açıklamalar yapıyor.

      Bu rezaletleri eleştirenleri “ordu düşmanı” ilan ediyor.

      Bence de “orduyu yıpratmayalım.”

      Ama ordu, “kendinize çeki düzen verin” diyenler tarafından yıpratılmaz.

      Orduyu yıpratmak isteyen biri, “hukuk çizgisinin içinde durun” der mi hiç?

      Hukuka saygı göstermek, orduyu yıpratmaz…

      Bir ordu, “çete sanıklarına” madalya vererek yıpranır.

      Bırakın, saygıdeğer, suçtan uzak, hukuk çizgisinde, güvenilir bir ordumuz olsun.

      Mayınların patlamasını önleyin, askere gönderdiğimiz çocuklarımızı iyi koruyun, ardı ardına gelerek insanlarımızı ağlatan şehit cenazelerinin sayısını azaltacak yöntemler bulun, sınırlarımızı savunun, teknolojinizi geliştirin.

      Çetelerden uzak durun.

      Siyasete karışmaktan vazgeçin.

      Bakın, bu ülkenin çok ciddi sorunları var, eğitimi var, sağlığı var, tarımı var; izin verin de onlarla uğraşalım.

      Çetecilere madalya vermek de nereden çıktı Allah aşkına.

      Niye yapıyorsunuz bunları?

    23. Yazan:Önder Eren Tarih: Eyl 18, 2007 | Reply

      Baskıcı rejimin ‘korku silahı’

      Dünyada demokratik düzen yanlılarının yanında demokratik düzene karşı olan düşünceler her dönemde olduğu gibi günümüzde de taraftar buluyor. Anti-demokratik düşünce biçimleri mesela Mark Spitzs’in bir kitabının adı ve konusudur.

      Spitzs, burada 20. yüzyılda da varlığını sürdüren anti-demokratik düşünce biçimlerini inceler. Bir insanın demokratik düşünceden yana olmak suretiyle çoğunluğa katılması tabiidir; buna karşı düşünce sahibi olması da olağan karşılanmalıdır. Nitekim dünyanın her yerinde çok ünlü hukukçular da faşist ya da komünist olabilmişlerdir. Mesela Hitler’in yandaşı olduğu için 2. Dünya Savaşı sonrasındaki başta Nürnberg olmak üzere savaş suçluları mahkemelerinde yargılanan ve mahkum edilen dünyaca tanınmış hukukçuların adlarına da rastlamak mümkündür. Türk hukukçuları arasında da özgürlükçü demokrasiden yana olanların yanında Batılı özgürlükçü demokrasiye karşı olduğu, mesela Marksist düzenden yana olduğu bilinen isimler olmuştur. Ünlü anayasa hukuku hocalarından bazıları genel olarak Türk halkına güvensizlik, bu sebeple de Batılı özgürlükçü demokrasiye karşıtlık sergileyebilmişlerdir. Yapılacak anayasanın felsefesini ve doktrinini belirleme durumunda olan, kuşkusuz halkın çoğunluğunu temsil eden siyasetçi kadrosudur. Siyasetçi kadro şayet Türkiye’de özgürlükçü demokratik bir anayasa yapma kararında ise anayasanın teknik yönünü düzenleyecek anayasa hukuku uzmanlarını da Batılı, özgürlükçü demokrasiden yana olan Türk halkının demokratik olgunluğuna güvenen uzmanlar, anayasa hukuku profesörleri arasından seçmelidir.

      Halkı tanımayan, Bumin’in kendisi…

      Başörtüsüne karşı çıkışı ile gündeme oturan Sayın M. Bumin’i, yalnız Anayasa Mahkemesi hakimi olarak sürdürdüğü içtihat itibarıyla değil, bunun yanında yıllar öncesinden basına yansıyan kendine özgü müdahaleleri ile de mesela 2000’den önce Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma yönünde anayasa değişikliğine karşı Parlamento’ya ültimatom verebilen ve bunu basına açıklayan bir düşüncenin sahibi olarak hatırlamak mümkün. Sayın Bumin, bu defa da açıkça üniversitede türbanın yasaklanmasının sürdürülmesi beyanıyla Türkiye halkının henüz demokrasiye ehil ve layık olmadığı yönündeki kanaatini ortaya koymaktadır. Bana göre Türkiye halkı, dünyada demokrasiye en ziyade ehil ve layık olan halklarla eşit düzeyde demokrasiye, Batılı özgürlükçü demokrasiye ehil ve layıktır. Türkiye’nin demokratik gelişim tarihi de demokrasi karşıtları tarafından gereği gibi anlaşılamamaktadır. Osmanlı tarihi sürekli Anadolu halkının bugün bürokratik oligarşi denilen kapıkulu sınıfına karşı özgürlük ve hak talebi tarihidir de. Bunu II. Beyazıd’a karşı Sultan Cem muhalefetinden Celali isyanlarına ve daha sonrasına götürebiliriz. Batılı manada ilk demokratik yönetim şekli de 1830’larda mahalle ve köylerin halk tarafından seçilen muhtarlarca yönetimine ilişkin düzenleme ile başlamıştır. Türkiye halkı 1830’lardan, 170 yıl öncesinden itibaren yönetenleri kendi oyuyla belirleme tecrübesini yaşamaya başlamıştır. 1864’ten itibaren de bugün il özel idareleri dediğimiz yerel yönetim ünitelerinin, 1869’dan itibaren de bugünkü şekli ile belediyelerin yönetimi, halkın oyuyla belirlenmeye başlanmıştır. Bu suretle 1830’lu yıllardan 1869’a uzanan süreçte halkımız muhtarlık, il özel idareleri ve belediyeler düzeyinde demokratik seçim ve yönetim tecrübesini edinen halklar arasına katılmıştır.

      Demokrasi karşıtları yine devrede

      Bunu 1876’da Belçika’dan aktardığı genel olarak kabul edilen Kanuni Esasi uyarınca yapılan Meclisi Mebusan izlemiştir. Bu suretle padişah gücünün, dolayısıyla icra gücünün halk oyuyla sınırlandırıldığı tecrübenin yaşanmasına başlanmıştır. Bu tarihler Batı’yla da kıyaslandığında oldukça erken sayılabilecek tarihlerdir. 1908’de başlayan II. Meşrutiyet ise bütün unsurlarıyla çok partili demokratik monarşi dönemidir. Herkes II. Meşrutiyet’te Ahrar, İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf ve diğer pek çok partiden bahseder. Yapılan seçimlerin hikâyeleri anlatılır. Ama her nedense hiç kimse bu düzenin bugünkü İngiltere’de, İsveç’te, Hollanda’da, Danimarka’da olduğu gibi anayasal çok partili demokratik düzen olduğunu telaffuz etmez. Bu, çok garip bir durumdur. Türkiye, 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması ile 1945’e kadar süren tek partili rejimi yaşamıştır. 1945’te çok partili düzene ikinci kez tekrar geçilmiştir. Her nedense Türkiye’de demokrasiden bahsedenler 1830’larda başlayan yönetimin halk tarafından belirlenmesi tarihini, hele hele 1908’de gerçekleştirilen çok partili demokratik monarşi gerçeğini hatırlamaz. Veya bunun unutulmasını, gizlenmesini tercih eder. Ve Batılı çok partili demokrasinin 1945’te başladığını söylerler. Bu, Türkiye gerçeğine aykırıdır. Esasen bugünkü anladığımız manada partileşme de Avrupa’da 19. yüzyılın ikinci yarısında yerleşmiştir. Bu itibarla 1908’de Türkiye’de çok partili demokratik monarşinin gerçekleşmesi Avrupa’ya göre gecikmiş bir gerçekleşme değildir. Sayın Bumin, Türkiye’nin 170 yıllık son safhadaki demokratik gelişim tarihini hatırlamamaktadır. 180 yıllık kıyafet değişimi süreci içinde Türkiye halkı hiçbir dönemde Müslüman olsun olmasın toplumun diğer kesimlerinin kılığına, kıyafetine müdahale alışkanlığında olamamıştır. Müslüman Türk halkının geleneğinde şu ya da bu nedenle başkalarına kıyafet dayatması yoktur. Benim memleketimde oruç tutana tutmayana, şu veya bu şekilde kıyafeti tercih edene Müslüman Türk halkı da Alman halkı, Fransa halkı gibi tolerans gösterir. Ancak halkın hassas olduğu konu, farklı tavır içinde olanların halkın göreneğine, geleneğine, dinine, inancına saygısızlık göstermesidir. Gösterilen saygısızlığa tepki dinî kökenli değil, sosyolojik olarak olağan sayılacak tepki türüdür. Sayın Bumin, benim tanıdığım Samsun’dan Ağrı’ya, oradan Ankara’ya Marmara Bölgesi’ne Toroslar’a köy köy, kasaba kasaba tanıdığım Türk halkını tanımamaktadır.

      Kılık kıyafet özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin ana unsurlarındandır. Üniversitelerdeki türban yasağı açıkça temel hak ve özgürlüklere aykırıdır. Sayın Bumin, daha önceki muhtelif beyanlarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türbanla ilgili kararlarını da gerçek mahiyetinden farklı olarak yorumlamıştır. Şayet özgürlüklerin yaratacağı mahzurları tasavvur etmek suretiyle özgürlükleri kısıtlama yoluna gidersek, özgürlükçü demokrasiye varmak mümkün değildir. Sayın Bumin’in düşüncesinden aşırı vesayetçi, halkın yetenek ve ehliyetine güvenmeyen bir baskı rejimi taraftarlığı neticesi çıkmaktadır. Sayın Bumin’e katılmıyorum. Üniversitede türban yasağı kalkarsa Türkiye’de önemli bir ihlal alanına çözüm bulunmuş olunacaktır. Bundan herhangi bir sakınca da doğmayacaktır. ‘Türkiye’yi bilmiyorlar, tanımıyorlar’ dediği Türkiye’nin modern, özgürlükçü ve demokratik anayasa taslağını hazırlayan hocalara karşı da büyük bir haksızlık yapmaktadır. Ergun Özbudun, Türkiye’de saygın bir anayasa profesörüdür. Kendim şahit olduğum için biliyorum. Milletlerarası hukukçular komisyonunda benim temas ettiğim dönemlerde adı bilinen ve itibar edilen tek Türk hukukçusu idi. Özbudun ve ekibi, çağdaş siyaset ilmi çağdaş anayasa hukuku literatürünü tercümeleri ile Türkçeye kazandıran ekiptir. Öyle bir ekip bir araya gelmiş ki; mesela 1982 Anayasası’nı yapanların Ergun Özbudun ekibi gibi çağdaşlığı Türkçeye tercüme etme geçmişleri yoktur. Türkiye’de Özbudun ekibi dışında aynı ölçüde çağdaş siyaset ilmi ve anayasa hukuku literatürünü Türkçeye çevirmiş bir başka beş kişi daha bulmak mümkün değildir.

      Türkiye’de ne yazık ki çağdaş, sivil, demokratik bir anayasaya karşı bir karşıtlar cephesi oluşmuş durumdadır. Bu cephe her türlü vasıtayı, konuyu kullanmak suretiyle çağdaş özgürlükçü Türkiye’yi medeni dünyanın tam bir unsuru haline getirecek olan anayasaya karşılar. Bunun için haksız yere Atatürk’ü de kullanıyorlar. Atatürk’ü tahrif etmek suretiyle ki; Atatürk’ün nihai hedefi, medeni dünya ile uyumlu medeni dünyada yer alan liberal demokratik bir Türkiye idi. Atatürk kesinlikle militarizme, her türlü totaliter ve despotik yönetim biçimine karşıydı. O sebeple 1961 ve 82 anayasalarından daha özgürlükçü olan 24 Anayasası’nı yapmıştı. Ve Avrupa’dan Osmanlı’nın başlattığı Avrupa hukukunu aktarma sürecine İsviçre medeni kanunu, İtalyan ceza kanunu, İsviçre borçlar kanunu gibi en liberal modelleri seçmek suretiyle devam etmişti. Özgürlükçü, antimilitarist yeni anayasa yapımını engellemeye çalışanlar, Atatürk’ün nihai hedefine, dolayısıyla gerçek Atatürkçülüğe de karşı bir tutum içindedirler. Atatürk’ü tahrif etmek suretiyle kendilerine paravan yapma gayretini sürdürüyorlar…

    24. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Eyl 25, 2007 | Reply

      ORDU’YA TAPANLARA DUYURULUR

      Emekli Albay’dan şok itiraflar: Şemdinli’de çılgınlık yaptık

      Sarızeybek, son kitabı ‘İhaneti Gördüm’de Şemdinli’de görev yaparken halkı korkutmak için sık sık çatışma havası oluşturduklarını yazdı.

      Sabah gazetesinin haberine göre Şemdinli’nin üzerinde 120 mm.’lik havan aydınlatma mermisini ilçe merkezi üzerine atma kararı verdiği açıklayan Sarızeybek, önceden belirlenmiş hedeflere de makineli tüfeklerle ateş açtıklarını ifade etti.

      Kitabında yaptıklarını “terörle mücadele adına bazı çılgınlıklarımız” diye nitelendiren Sarızeybek, yaşanan bu olayı şöyle anlattı:

      “Planım şuydu: İki üç gecede bir, 120 mm’lik havan aydınlatma mermisini ilçe merkezi üzerine atacaktım. Sonra, önceden belirlenmiş hedeflerin üzerine makineli tüfekle ateş açacak, sonra da roketleri ateşleyip, şehir üzerinde tam bir çatışma havası yaratacaktık. Ertesi sabah halkı, şehir meydanında toplayıp, muhtemel bir çatışmada şehrin ve halkın ne denli zarar görebileceğini, bu nedenle teröristlerin şehre girmesine izin vermemeleri gerektiğini anlatacaktık. Dediğimiz gibi de yaptık. Haftada en az bir kez bu uygulama Şemdinli’de yapılır oldu, hem de uzunca bir süre. Belki delilik diyeceksiniz ama sonuç aldık ve halkın zarar görmesini engelledik, gerisi önemli değil.”

      ‘Sakallı timler kurup PKK kıyafetleriyle yollara çıkardık’

      Emekli albay Erdal Sarızeybek, askerlerden “sakallı” timler kurduklarını ve PKK kıyafetleri giydirerek yollara çıkardıklarını da anlattı. Sarızeybek kitabında bu konuyu, “Ülke yanıyordu, gün geçmiyordu ki eylem olmasın. Bir ara çaresiz hale düştüğümüzü itiraf edebilirim. Neler yapmadık ki, askerlerden sakallı timler kurduk, bu timlere PKK kıyafeti giydirdik, yol güzergahlarına geceden çıkarıp emniyet almaya çalıştık. Bir konvoy emniyeti için, yüzlerce askeri geceden yürütüp kritik yerlerde emniyet almaya çalıştık” şeklinde gündeme getirdi.

      JİTEM’in kurucularından ve 1993 yılında faili meçhul biçimde öldürülen emekli binbaşı Cem Ersever ile ilgili de bazı bilgiler veren Sarızeybek, Ersever’in “çok konuştuğu” için öldürüldüğünü ima etti.

      Özellikle jandarma genel karargahında Ersever’in çok konuşmasından rahatsızlık duyulduğunu öne süren Sarızeybek, konuyla ilgili kitabında şunlara yer verdi:

      CEM ERSEVER ÖLDÜRÜLDÜ

      “Cem Ersever’in teşhislerinin ne denli doğru olduğunu biliyorum, zira tanığı benim. Ama ne oldu, Cem Ersever doğruları söyledi de ne oldu? Hiç. Öldürüldü. 93’lerde söylemişti Cem Ersever ama dinleyen olmamıştı. Şikayeti de buydu zaten. ‘Bizi dinlemiyorlar’ diyordu öldürülmeden önce. Yöneticiler ise onun için, ‘çok konuşuyor’ diyorlardı, onu dinlemeden ve de anlamadan. Anladığımız şu ki, onu susturdular. Kim? Konuştuğu zaman zarar görecek insanlar. Katil ya da katiller sizce kim olabilir? Terörü ranta çevirenler.”

      http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=592941

    25. Yazan:Su Perisi Tarih: Eki 4, 2007 | Reply

      ‘Hem vatan sağolsun, hem parası iyi’

      En çok Öldürülmek Üzere Olan bilir gerçeği. Ölümün ne kadar yakınına geldiğini, Öldürülmesine Ramak Kalan hisseder.
      Hrant Dink’in öldürülmeden önce; tüm hayatı mücadeleler içinde geçmiş olmasına karşın, Acı Patlıcan kıvamına çoktan ‘erişmiş’ olmasına rağmen İKİ şeyden çok çok ürktüğünü, sona yaklaştığına dair işaret olarak gördüğünü biliyoruz.
      1) Veli Küçük’ün mahkemesini ‘şereflendirmesi’! JİTEM Kurucusu (olduğu tahmin edilen) Veli Küçük, bu defasında yalnızca adamlarını yollamak yerine, bizzat kendisi DE teşrif ediyor Dink’in mahkemesine.
      Bu ‘gelişme’ üzerine son derece tedirgin olan Hrant Dink, kardeşi Orhan Dink’e “Dava tehlikeli olmaya başladı. Hedef gösteriliyorum” diyor.
      Veli Küçük, Mehmet Ağar’la birlikte ta Susurluk’tan başlayarak Türkiye’nin en önemli hayaletlerinden biri. Öylesine majör 2 TABU ki bu isimler; ne oluyorsa oluyor bunlar sorgulanamıyor, dokunulamıyor, bu iki ismin başrolünde olduğu hiçbir temsilin örgüsü çözülemiyor.
      2) Dink, İstanbul Vali Yardımcısı Erol Güngör’den Sabiha Gökçen’le alakalı
      Agos’ta çıkan haberler üzerine bir davet alıyor.
      Elleri kolları poşetlerle dolu, yaptıkları haberleri kanıtlayan belgelerle Valiliğe giden Dink’i tuhaf bir sürpriz bekliyor: Biri kadın diğeri erkek 2 MİT mensubu! Bu kişiler tarafından (uyarılmaktan ziyade) nerdeyse azarlanıyor ve son yazısında “Böyle yazmaya devam ederse serserilerden gelecek bir kurşunun kendisini bulacağını ve bunu engellemenin
      mümkün olamayacağının hatırlatıldığını” yazıyor.
      Burada son derece ilginç ve Dink’i korkutan bir modelde MİT ismi (ve cismi) devreye giriyor.
      İlk duruşmada Mahkeme, Dink’i İstanbul Valiliği’nde UYARAN 2 MİT mensubunun kimliğini istemişti. Valilikten gelen yazıda İstihbarat görevlilerinin kim oldukları açıklanmıyor ve Dink’in ‘tehdit edilmediği’, ‘korunmak amacıyla uyarıldığı’ belirtiliyor.
      Şimdi biz Hrant Dink’in ÖLDÜRÜLDÜĞÜ gerçeğinden hareketle tüm olanı biteni sorguladığımıza göre; Dink’in korkularının hiç de YERSİZ/MESNETSİZ/ABARTILI olduğunu iddia edemeyiz- Öyle değil mi?
      Dink öldürüldü. Öldürülmeden önce en çok iki şeyden ürktü/tedirgin oldu:
      1) Veli Küçük’ün mahkemesinde belirmesi.
      2) Vali Yardımcısı Erol Güngör’ün makamında 2 MİT mensubu tarafından kendisine gözdağı verilmesi.
      Dokunulamazların Efendisi Veli Küçük’e dair hiçbir soruşturma/kovuşturma
      emaresi yok. Hiçbir dosyadan (Susurluk’tan başlayarak) üstelik!
      Nasıl İstanbul Emniyet Müdürü C. Cerrah hakkında (sorumluluk kapsama alanı dışında tutularak) hiçbir işlem yapılmadıysa bu ana dek,
      Vali Yardımcısı Erol Güngör’le ilgili de öyle. İsimleri kamuoyuna lütfedilmeyen, Dink’in alenen tehdit olarak algıladığı ‘uyarıları’ yapan MİT mensupları da öyle: Sorumlu sayılmıyorlar. Önüm arkam sağım solum SOBE!
      SOBE yerine MİT kelimesini koyalım şimdi ve Hrant Dink Cinayeti’nde 3 harflik bu sihirli formülle karşılaştığımız yerlere bakalım:
      MİT Müsteşarı Emre Taner’in ‘Ulus devlet tehlikede’ sözlerinin hemen akabinde öldürülüyor Dink. Tesadüf deyip geçelim, pek tabii ki.
      Yasin Hayal, Erhan Tuncel’in kendisini ‘London Palas’ta 40-45 yaşlarında Akçaabatlı olduğunu söyleyen bir MİT mensubuyla tanıştırdığını
      iddia ediyor. “Yargıtay’daki McDonald’s davasının dosya numarasını istedi ve yardım edebileceğini ifade etti.”
      Bunlar, Yasin Hayal’in sözleri. MİT ise bu iddiaları yalanlıyor ve Yasin Hayal’in verdiği isimden yola çıkarak “İhsan ya da İsmail Kasap isimli bir personelimiz bulunmamaktadır” açıklamasını yapıyor.
      Pek tabiidir ki, Erhan Tuncel vasıtasıyla Yasin Hayal’le tanışan ‘kişinin’ (özellikle MİT mensubu ise) gerçek ismini kullanmaması ve kendini diyelim ‘İhsan ya da İsmail Kasap’ olarak tanıtması çok daha mantıklı olurdu. Öyle değil mi?
      Erhan Tuncel’in bir akrabasının MİT mensubu olduğu biliniyor.
      Dink’in avukatları ise Trabzon’da Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in sık sık görüştüğü emekli bir MİT mensubuna ulaşıyor ve “Bu ilişkinin boyutunun belirlenmesi için mahkemeye başvuracaklarını” belirtiyorlar. (Avukat Bahri Belen’in açıklaması.)
      Pazartesi günü görülen (ya da daha doğru bir ifadeyle: görülemeyen) son mahkemede, sanıklardan Tuncay Uzundal “Bu cinayetin arkasında karanlık güçler var. Ama MİT mi, jandarma mı, polis mi bilmiyorum” şeklinde bir
      ifade kullanıyor.
      Erhan Tuncel’in tam 5025 kez, Yasin Hayal’in ise 1225 kez telefonları dinleniyor.
      Ve kayıtlardan birinde Erhan Tuncel sevgilisine maaşından dolayı MİT’e girmek istediğini anlatıyor. Kelimesi kelimesine (bu güzel ifadeyi aslıyla nakledelim) şöyle diyor: “MİT’e başvurayım mı aşkım? Hem vatan sağolsun, hem parası iyi.”
      Erhan Tuncel’in bu cümlesi, işin özünü langadanak önümüze koyuyor.
      Bu Çocuklar (Empati Çocuklarımız) hem Devlet Babaları’na hizmet etme
      aşkıyla yanıp tutuşuyorlar, hem de para pul/şan şöhret/mevki makam peşindeler.
      Temelde birer HİÇler, hiçlikteler, feci halde birer kimlik peşindeler. Bir şey olma’nın, bir halta yaramanın, ayrıca da yollarını bulmanın yani para pul kazanmanın peşindeler.
      Dink Cinayeti’nde: jandarma istihbaratıyla, polisiyle, polis istihbaratıyla, valiliğiyle, MİT’iyle devletimizin bütün birimlerinin Ankara-İstanbul-Trabzon Üçgeni’nde devletlerine/milletlerine hizmet ettiklerine inanan bu gafil, cahil, hain ve oportünist çocukların Dink’i öldürebilmesi için, EN AZINDAN CİDDİ BİR İHMALKÂRLIK İŞBİRLİĞİ İÇİNDE OLDUKLARINI GÖRÜYORUZ.
      Erhan Tuncel’in verdiği bilgilerin 17 KEZ rapor halinde Ankara’ya gönderildiğini hesaba katarsak, Devletimizin TÜM BİRİMLERİYLE bu cinayette Sınırsız Sorumsuz bir modelde, ne denli önemli bir rol oynadığını kabul edebiliriz.
      Ya da başımızı kuma gömüp inkâr edebiliriz. Yakın ve uzak tarihimiz boyunca yaptığımız üzre. Tercih tamamen bizlerin.
      Bir kez daha. Tercih, bizlerde.

      Perihan Mağden

    26. Yazan:SEVGİ Tarih: Eki 17, 2007 | Reply

      BEN BU SİTEDE BİR BAŞKA ŞEY ARIYORDUM AMA BAŞLIK İLGİMİ ÇEKTİ

    27. Yazan:SEVGİ Tarih: Eki 17, 2007 | Reply

      BENCE GÜZEL Bİ YAZI ÇOK DOĞRU HERŞEY MÜKEMMBELL

    28. Yazan:SEVGİ Tarih: Eki 17, 2007 | Reply

      ÇOK GÜZEL Ya tuuttum bu siteyi ah dostlar ah askerlerimiz gün geçtikçe ölüyor

    29. Yazan:melda Tarih: Eki 21, 2007 | Reply

      güzel olmuş ama ben pek okuyamadım çünkü çok uzun belirli bir süreden sonra insan sıkılıooo ama güzel olmuşş yanlız arama yeri yok olsa ii olurduu bişi aramak istediğimizde kolayca arardık

    30. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Oca 30, 2008 | Reply

      Ergenekon operasyonunda tutuklanan zanlılar ‘halkı isyana teşvik için terör örgütü kurmak’ suçundan yargılanacaklar. Uzun süreden beri Türkiye’de darbe ortamı yaratmak için hazırlıklar ve eylemler yaptıkları iddia ediliyor. Tutuklananlarda gizli belgeler, silahlar ve askerî malzemeler bulunuyor.
      İçlerinde değişik mesleklerden insanlar olmakla birlikte Ergenekon çetesinin çekirdeğini askerler oluşturuyor. Ama bu askerler ’emekli’: Tuğgeneral Veli Küçük, Albay Fikri Karadağlı, Yüzbaşı Muzaffer Tekin vs… Asker kökenli bu isimlerin gerçekten ’emekli’ oldukları konusunda kuşkularım var. Bunlar basbayağı ‘faal’ler. JİTEM’i kendisinin kurduğunu söyleyen Veli Küçük’ün evinde ‘resmî’ evraklar, gizli belgeler çıkıyor. Ev değil sanki ‘resmî’ bir kurumun dokümantasyon merkezi… Kamuoyunda ‘yüzbaşı’ olarak bilinen birisi çete içinde ‘albay’ olarak niteleniyor, muvazzaflığı devam ediyormuş gibi.

      Dolayısıyla merak ediyorum; Ergenekon çetesi ‘özel’ bir teşebbüs mü, yoksa ‘resmî’ bir yapı mı? JİTEM, Kontrgerilla ve Özel Harp Dairesi gibi yıllardır konuşulmakla birlikte tam olarak da çözülemeyen, ancak varlığı da inkar edilemeyen ‘devlet içinde’ oluşturulmuş gizli bir örgütün uzantısı mı?

      Benim kanaatim, bunun ‘resmî’ bir yapılanma olduğudur. Adına ne derseniz deyin, Soğuk Savaş döneminde ‘komünizm tehlikesi’ne karşı inşa edilen bir örgütün sonradan ‘Türkiye koşulları’na uyarlanmış bir versiyonu ile karşı karşıyayız. Sovyetlerin yıkılıp işlevinin ortadan kalkmasının ardından kendini ‘Kürt sorunu’ etrafında ifade eden, son dönemde de AK Parti’nin AB ve küreselleşme siyaseti karşısında ‘ulusalcılık’ biçiminde yeniden tanımlayan bir güç, örgüt ve zihniyet var.

      Soğuk Savaş kalıntılarını temizlemede daha ne kadar geç kalacağız? Umarım ele geçen bu çete ve ekibi üzerinden Soğuk Savaş’tan kalma bu karanlık örgüt dağıtılır. Ancak hükümet kararlılık göstermeden bu mümkün değil. AK Parti 22 Temmuz sonrası haklı olarak yüksek bir özgüvene kavuştu. Bu özgüvenle halkın neredeyse yarısından oy almış bir iktidara karşı hukuk dışı güç kullanmaya kimsenin kalkışamayacağı düşüncesinde olabilirler… Ancak yakın tarihi hatırlamakta fayda var. 1960 darbesiyle iktidardan düşürülen ve başbakanı asılan Demokrat Parti son seçimde (1957) % 48 oy almıştı. 12 Mart 1971 Muhtırası ile görevden uzaklaştıran Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nin 1969 seçimlerinde aldığı oy da % 47 idi. Ne 27 Mayısçılar ne de 12 Martçılar halkın neredeyse yarısının oyunu almış olan bu partilere karşı darbe yapmakta tereddüt gösterdiler.

      Dolayısıyla hükümet partisinin, ‘Temmuz seçimlerinin ardından kimse bize dokunamaz’ aymazlığına düşmemesi gerekir. Aksine belki de asıl bu yüzden, son seçimlerde % 47 oy aldığı için ve yerel seçimlere doğru hâlâ rakipsiz ve alternatifsiz bir güç olduğu için hukuk dışı girişimlerin muhatabı olabilecektir AK Parti.

      Ergenekon çetesinin izinde neden sonuna kadar gidilmesi gerektiğini anlamak için 1960 darbesinin önünü açan ‘9 subaylar olayı’nı hatırlamakta fayda var. Binbaşı Samet Kuşçu’nun Aralık 1957’de ordu içinde darbe hazırlıkları yapıldığı bilgisini hükümete iletmesiyle toplam 9 subay tutuklandı ve askerî mahkeme tarafından yargılandı. Yargılamanın ardından gerçekten cuntanın içinde olan subaylar askerî mahkeme tarafından serbest bırakılırken mahkum edilen tek kişi, cuntayı ihbar eden Samet Kuşçu oldu. İki yıl hapis cezası aldı ve ordudan uzaklaştırıldı. 1957’de tutuklanıp serbest bırakılanların bir kısmı 27 Mayıs sonrası darbenin Milli Birlik Komitesi üyeleri olarak karşımıza çıktı. Cuntayı yargılayan mahkemenin başkanı Tümgeneral Cemal Tural’dı; darbenin generali değil bir askeri olmaya razı olduğunu söyleyen kişi. Darbe sonrasında 1. Ordu Komutanı oldu, 1966’da da Genelkurmay Başkanı. 1957’de darbecileri yargılarken darbeciydi, hep de darbeci kaldı. Zavallı Samet Kuşçu, darbeyi darbecilere ihbar etti ve darbeciler tarafından darbe yapılmadan cezalandırıldı!..

      Hukuku hukuka katledenlere emanet etmediğimizi nereden bileceğiz?

      (ihsan dagi)

    31. Yazan:onur Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

      çok güzel okurken hemen bitti
      teşekkür ederim

    32. Yazan:Sabri Çörekçi Tarih: Nis 25, 2008 | Reply

      elinize sağlık insanın kafasının içinde ” hakikaten böyle” diye bi ışık yakan bi yazı. ama iRobot filmi sanırım daha uygun giderdi :).
      bir de eklemek istediğim bir mesele, youtube yasaklamaları… gençleri başkalarının yaptığı türkleri kötüleyen yayınlardan korumak için sitelerin kapanması… o kadar yanlış birşey ki, bizim bunları site yöneticilerine şikayet edip kapattırma şansımız varken, kendi yolumuza kendimiz taş koyuyoruz…bana çok gülünç geliyor…

    33. Yazan:Abdullah Aktoprak Tarih: Haz 11, 2008 | Reply

      Üstad, Hasan Cihat Örter Konseri
      14 haziran saat 20.00 altunizade kültür merkezi konserime davetlisiniz….

      Bağlarbaşı, capitol arkası, giriş serbest.

      Sevgilerimle

    34. Yazan:Yesim Tarih: Tem 3, 2008 | Reply

      Mehmet Bey ne kadar hakliymissiniz, bu yaziyi yazdiginiz zaman bayagi kizmistim size. Güya bizi koruyacak su askerlerin sefil haline bakin, oturmus ulkemizi isgal etmek icin plan yapiyorlar kendi askerlerimiz. cok aci bir turk icin. hele benim gibi subay cocugu iseniz 🙁

    35. Yazan:Volkan Alabaz Tarih: Eyl 10, 2008 | Reply

      @Mehmet Bey;

      Demişsiniz ki:“Nee? Ordumuz siyasete müdahele mi ediyormus? Ne alaka yahu?” diyorlar. Elbette müdahale edecek hatta yeri gelecek sakalları kesecek başörtülerini çıkartacak. Hükümeti indirecek. Bölücülere Avrupa’ya bizi satmaya çalışanlara işkence yapacak. Yoksa bu ülkenin başına gelenler yüzünden ve benim Atatürk’e vermiş olduğum sözleri tutamadığım yüzünden ben bırakın çocuklarımızı torunarımın bile yüzüne bakamam. Bu Ülkede rahat at oynatılmayacak ve oynatamayacaksınız. Asker üstünden prim yapmayı bırakın. Asker lafını herkes ağzına alıp kullanamaz özel ve saygın bir kurumdur çünkü bu Ülkede ve olmayada devam edecektir.

    36. Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Şub 7, 2009 | Reply

      Golf oynamak ister tabi. Has müslüman Türk zorunlu savas görevini yaparken bizim ön bas Kemalist Harbiyeli rejim korucu bekciligi yapan tayfanin cocuklari Askerlikten kacarmis. Isa dan sonra kurulmus bir ordunun böyle mensublari tabii kabul edilemez. Ey Sözde vatani koruyan tayfa bu olaya sen nedersin?? Unutma Atatürk zamaninda askerlikten kacanlari ne yapti??? Tahranda linc ablam ama bunu Harbiyeli anlamaz.

    1. 18 Trackback(s)

    2. May 29, 2007: Derin Düşünce » Metamorfoz
    3. Eyl 13, 2007: Rengârenk eylül fotoğrafları : Derin Düşünce
    4. Ara 26, 2007: Ulus devlet - Bölüm I: Ulus mu devlete aittir yoksa devlet mi ulusa? : Derin Düşünce
    5. Şub 26, 2008: Amerikan bombasına Türkçe yazı : Derin Düşünce
    6. May 14, 2008: Türkiye faşist olur mu? : Derin Düşünce
    7. Haz 3, 2008: Türk-Kürt milliyetçileri ve İslâm : Derin Düşünce
    8. Tem 1, 2008: Nerede bu Ergenekon? : Derin Düşünce
    9. Tem 8, 2008: Bu Ergenekon Nereden Çıktı? : Derin Düşünce
    10. Tem 16, 2008: Şu kaplaşmadan kurtulalım mı? : Derin Düşünce
    11. Tem 17, 2008: Şu kamplaşmadan kurtulalım mı? : Derin Düşünce
    12. Eki 22, 2008: Anayasa Mahkemesi kapatılsın! : Derin Düşünce
    13. Ara 12, 2008: En çok “sevilen” yazılar… : Derin Düşünce
    14. Oca 20, 2009: Müslümanın afyonu: Yahudi nefreti - Bölüm I : Derin Düşünce
    15. Eki 22, 2009: Dinlerarası diyalog : Diyanetizm ve İslâm : Derin Düşünce
    16. Kas 4, 2009: Biz de Genel Kurmay’ı fişledik : Derin Düşünce
    17. Oca 12, 2010: En çok okunan ve tartışılan 50 yazı : Derin Düşünce
    18. Eki 12, 2010: Liberaller neden başarısız? : Derin Düşünce
    19. Eki 1, 2012: Türk Ordusu özelleştirilebilir mi? : Derin Düşünce

    ÖNEMLİ

    --------------------------------------------------------------------

    Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

    Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

    Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

    Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

    Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

    Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

    Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

    --------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin