Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Açık Toplum ve Düşmanları / Karl Popper »

capulcular

Nefsanî kavgalar ülkelerin birliğini bozar. Platon, «Timokrasiden oligarşiye nasıl geçildiğini betimleyelim» der. «Körler bile bu geçişi görebilmelidir. Bu ana-kuruluşu yıkan hazinedir. Onlar (timokratlar), gösteriş yapacak, para harcayacak yerler bulmakla işe başlarlar ve bu amaçla yasaları eğip bükerler, sonunda kendileri de, karıları da yasaları saymaz olur, yarışarak birbirlerini geçmeye çalışırlar.» Bu yoldan ilk sınıf çatışması ortaya çıkar: Erdemle para, ya da derebeylik sadeliğinin eskiden beri yerleşmiş yollarıyla yeni zenginlik yolları arasındaki çatışma. Zenginler, «belirli bir gelir ölçüsüne ulaşamayanları, kamusal görev alma yeteneğinden yoksun kılan» bir yasa koydurunca, oligarşiye geçiş tamamlanmış olur. «Bu değişiklik, tehdit ve şantaj yetmezse, silah gücüyle kabul ettirilir» «Oligarşinin kurulmasıyla, oligarklar ve yoksul sınıflar arasında patlaması olası bir iç savaş durumuna girilir. Bu iç savaş, demokrasiyi doğurur: «Yoksullar düşmanlarını yenerek zenginlerin bazılarını öldürüp, bazılarını da yurt dışına sürünce ve vatandaşlık haklarıyla kamu görevlerini, eşitlik uyarınca aralarında paylaşınca, demokrasi kurulur.» Read the rest

Güzelin Metafiziği / Arthur Schopenhauer »

Güzelin Metafiziği - Arthur Schopenhauer-5

Güzelin Algılanışı Neden Bizi Mutlu Eder? Güzel metafiziğinin gerçek meselesi şu soruyla gayet basit bir şekilde ifade edilebilir: Bir obje irademizle herhangi bir ilgi/ilişki içinde olmaksızın bizi nasıl tatmin edebilir ve ondan nasıl haz duyabiliriz? Nitekim herkes bir şeyin verdiği haz ve tatminin gerçekte ancak irademizle, ya da alışkın olduğumuz bir anlatımla ifade edecek olursak hedeflerimizle ilişkisinden kaynaklanabileceğini hisseder, dolayısıyla (irademizi harekete geçirip) bizi heyecanlandırmayan haz bir çelişki gibi görünür. Ancak güzel bu vasfıyla, kişisel hedeflerimizle ve dolayısıyla irademizle herhangi bir ilişki içinde olmaksızın gayet açık biçimde bize keyif ve haz verir.

Bu muammaya benim önerdiğim çözüm şuydu: Güzelde biz her zaman canlı ve cansız doğanın temel ve asli biçimlerini, dolayısıyla Platon’un idealarını kavrarız ve bu kavrayışın içinde onun koşulu olarak Read the rest

Modern Kültürde Çatışma / Georg Simmel »

Modern Kültürde Çatışma Georg Simmel-Oliver-Henggeler 

« … 18. asrın insanları, devlette ve inançta, ahlâkta ve iktisatta tarihsel olarak gelişmiş bütün bağlardan kurtulma çağrısında bulunmuştur: Kökeninde iyi ve bütün insanlarda ortak olan insan doğası, dizginsizce gelişsin diye. 19. yüzyılsa, daha çok özgürlüğün yanı sıra, insanın ve işinin uzmanlaştırmasını gerektirmiştir: Bu uzmanlaşma, her bireyi diğerleriyle karşılaştırılamaz hale getirip vazgeçilmez kılacak, ama aynı zamanda onun başkalarının etkinliklerine daha bağımlı olmasına neden olacaktır … »

… Modernite üzerine kitap okumak için…  Read the rest

Antikite’den Postmodernite’ye / Yusuf Kaplan »

abandoned cars ile ilgili görsel sonucu“… Modernlik, bir tür makineye dönüşen Kilise Hıristiyanlığı’nın Tanrı’nın mahiyeti sorununu çözememesi ve antik Yunan’daki insanı tanrılaştıran ‘İnsan-Tanrı’ figürünün yerine, Tanrı’yı insanlaştıran ‘Tanrı-İnsan’ figürünü yerleştirmesi, insanın özgür iradesini yok sayması nedeniyle insanın yaşadığı ontolojik güvensizlik duygusunu epistemolojik güvenlik alanlarını genişleterek insanın her şey üzerinde hâkimiyet kurmasına yol açan süreci tetiklemiş; papaz figürünün yerine önce ‘tüccar’ figürü, daha sonra da ‘mühendis’ figürü yerleşmiş, bütün bunların sonucunda modernlik bu kez sembolik olarak değil bilfiil makine’ye dönüşmüş, insanın da, Tanrı’nın da, doğanın da karikatürleşmesine, insanın da, doğanın da, dünyanın da geleceğinin tehlikeye girmesine yol açan, çatışmanın, büyük dünya savaşlarının, küresel bir kaosun ve katastrofun yaşanmasına zemin hazırlamıştır …” (Düşünen Siyaset Dergisi, 2005)

… Modernite üzerine okumak için… Read the rest

Postmodernliğin Durumu / David Harvey »

Orijinal görseli göster

“… Gelenekler ve inançlar dünyanın faniliğini anlatırken insan fiillerini dinsel perspektifte değerlendirmiş, onları sevap ve günah diye nitelemiş. Modern dünya görüşü ise; bu dünya hayatını bir mânâya haiz olduğunu anlatmak için adına dikotomileri ihdas etmiş ve bu yolla kendi çağını bütün zamanların merkezi gibi görmüş ve göstermiş. Bu dikotomilere bakıldığında modernnizmin müsbet değerleri olarak şunları görüyoruz: Evrensel gerçeklik ve mantık, rasyonel, akıl egemen, bilimsel doğrular, determinist düşünme… Kısacası pozitivizm.  Modernitenin vitrine koyduğu bu “iyi” kavramların karşısında genellikle inançları, gelenekleri dinsel ve kültürel olan duyguları buluruz. Bunlar: Ahlâk, vicdan, adalet, paylaşma ve merhamet gibi bilimsel çerçeveye girmeyen, insanların maneviyatına dair şeylerdir. Modernizmin sosyolojik manzarası pozitivisttir. Modernizm, cemiyete bir hayvan ya da robot gibi bakan pozitivizmin yüzünden ileriye doğru olan herşeyi “gelişme” kabul eder. Bunu hedefler ve bu konuda yardımcı olacak bilimsel, teknolojik, ticarî rasyonel temeller dışında hiçbir değer kabul etmez. Bu soyut manevî değerleri terk etmek ve yerine makinelerin hızı, malların fiyatı, insanların maaşı gibi maddî değerleri koymaktır. Bir diğer deyişle insanı hesaba katmayan katıksız bir nesneleştirici-bilimperestliktir. Modernlik herşeyin standartlaşması, birbirine benzemesidir …”

… Modernite üzerine kitap okumak için… Read the rest

Modernleşme projesi ve paradokslar / Willem van Reijen, Hans van der Loo »

Modernleşme projesi ve paradokslar  Willem van Reijen, Hans van der Loo“… Modern cemiyetleri araştıranlara yani sosyolog ya da filozoflara bakarsak üzerine yoğunlaştıkları mevhumlar birbirinden çok farklı olabilir. Fakat gerçekte her biri “modern toplum” dediğimiz şeyi bir parçasından yakalamayı başarmış. Modern toplumun ayırt edici özelliklerinin neler olduğu, büyük ölçüde her düşünürün modernleşme sürecine hangi açıdan yaklaştığına bağlı. Meselâ Émile Durkheim, gittikçe artan işbölümünü vurgularken; Georg Simmel, bilhassa artan bireyselleştirme temayülüne dikkat çekiyor. Max Weber gittikçe ilerleyen akılcılaşma üzerine vurgu yaparken Karl Marx teknolojik ve ekonomik değişimlerin, altyapı-üstyapı gibi kavramların üzerine odaklanmış …”

… Modernite üzerine kitap okumak için…

sen-insansin 70 kitap indirin70 kitap indirin Modernitenin Felsefî Söylemi / Jürgen HabermasSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

freud-kapak 70 kitap indirin70 kitap indirin Modernitenin Felsefî Söylemi / Jürgen HabermasGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Güzelin Metafiziği / Arthur Schopenhauer »

Güzelin Metafiziği Arthur Schopenhauer-4Dünyanın ve hayatın dolayımsız kavranışında biz şeyleri genellikle ilişkileri itibariyle ve dolayısıyla mutlak değil izafi öz ve varoluşlarına göre düşünüp değerlendiririz. Sözgelimi evleri, gemileri, makineleri ve benzeri şeyleri amaçlarına ve bunlara uygunluklarına göre; insanları eğer varsa bizimle ilişkilerine, sonra birbirleriyle ilişkilerine göre, ister şimdiki fiilleri itibariyle isterse konumlarına ve mesleklerine, belki bunlara uygunluklarına vb. göre görüp değerlendiririz. İlişkilerle ilgili böyle bir değerlendirmeyi az veya çok zincirin en uzak halkalarına kadar takip edebiliriz. Bu şekilde söz konusu değerlendirmenin doğruluğu artar, kapsamı genişler, ama niteliği ve doğası bakımından aynı kalır. Bu şeylerin ilişkileri / bağıntıları bakımından, hatta bunlar aracılığıyla, dolayısıyla yeter sebep ilkesine göre düşünülüp değerlendirilmesidir.

Çoğu durumda ve kural olarak herkes bu düşünme ve değerlendirme yöntemine teslim olur; hatta öyle zannediyorum insanların çoğunun elinden başkası gelmez. Ama istisnaen olur da sezgisel kavrayış yeteneğimizin gücünün geçici olarak arttığını tecrübe edersek derhal şeyleri farklı bir gözle görürüz, çünkü artık onları ilişkilerine/bağıntılarına göre değil, kendileri itibariyle ve kendi başlarına neyseler o olarak görürüz; ve ardından izafi varoluşlarına ilave olarak ansızın mutlak varoluşlarını da kavrarız. Birden her münferit şey türünü temsil eder hale gelir; dolayısıyla şimdi her varlığın külli yanını kavrarız. Bu şekilde bildiğimiz şeylerin idealandır; fakat şimdi bunlardan salt ilişkiler aracılığıyla bilinenden daha yüksek bir bilgelik konuşur. Biz de ilişkilerin/bağıntıların dışına çıktık ve böylece saf bilme öznesi haline geldik. Read the rest

Söz Bir Yelpazedir / Senail Özkan »

Söz Bir Yelpazedir- Senail Özkan‘Hiçbir şey söylemeyen birisi, o anda sükût etmeğe muktedir olmadığını da göstermiş olur. Sadece hakiki konuşmada gerçek sükût mümkündür, diyor Heidegger ve ekliyor: Sükût edebilmesi için varlığın, söyleyeceklerinin olması lazım gelir. Yani söz önemini sükûtun derinliğinden alır, çünkü sükût ‘iç’in arındırılması’, içimizdeki kargaşanın giderilmesi demektir.’

**

‘Kierkegaard der ki, ‘ Sadece önemli bir ölçüde sükût edebilen esaslı şekilde konuşabilir.’

**

‘Diyor ki Pascal: ‘İnsanların bütün mutsuzluğu yalnız bir şeyden kaynaklanmaktadır: Sessiz ve huzur içinde bir odada oturma yeteneğini kaybetmelerinden.’’

**

‘Heidegger, varlığın anlamı zamandır, der. Bize göre zaman ve mekan varlığın mânâsı değil, idrakimizin iki enstrümanıdır.

… İşte bütün ümitlerin tükendiği noktada Mevlânâ bu kuşatmayı ‘aşk’ ile yarıyor. Onun indinde insan varlığına ve hayata hükmeden temel exsistansiyal haller korku, kaygı ve ölüm değil, bilakis ‘aşk’tır; aslî vatana, Allah’a duyulan şiddetli hasrettir. Aşk; ruhun en pak, en saf, en derin özüne dokunmaktır.’

**

‘Eksistansiyalist filozoflar korku, kaygı, ölüm, hürriyet gibi varoluş halleri üzerinden insanı anlamaya çalışmış, bu alanda akıldan başka enstrüman kullanmamışlardır. Osa Mevlânâ, bu varoluş halleriyle kuşatılmış olan muzdarip insanı görmüş, akıl kadar insanın duygu dünyasının Read the rest

Ben Nesli / Jean M. Twenge »

be-different

Şu senaryoyu zihninizde canlandırın: Altı kişiyle birlikte bir masada oturuyorsunuz. Karşınızdaki tahtaya dört çizgi çekilmiş. Orta uzunluktaki hedef çizgisi, yine orta uzunlukta bir A çizgisi, kısa bir B çizgisi ve uzun bir C çizgisi. Hangi çizgi, hedef çizgisiyle aynı boydadır? Siz A cevabını vermeye hazırlanıyorsunuz; ancak diğer altı kişi sizden önce davranıyor ve C diyor. Ne yaparsınız? Solomon Asch, bu deneyi 1951’de ilk uyguladığında katılımcıların %74’ü, ilk denemede grubun verdiği yanlış cevabı seçti. %28’i de birçok denemede yine aynı cevabı seçti. İnsanlar gruba uymalarının gerektiğini düşünmüş, göze çarpmak
istememişlerdi. Bu çalışma sosyal psikoloji alanında ün kazandı ve derslerde insanların toplumsal doğasına örnek olarak gösterildi. Ancak bazıları, bu düşüncenin, hiç kimsenin farklı gözükmek istemediği 1950’lere ait bir toplumsal anlayışı yansıttığım söyledi. Bunun üzerine araştırmacılar, aynı deneyi 1980’de tekrar uyguladılar ve tamamen farklı sonuçlarla karşılaştılar. Artık kimse, grupla uyum sağlamayı düşünmüyordu. ‘insanlar günümüzde yanlış cevabı vereceklerini bilseler dahi, grupla beraber hareket etmek istemiyorlar. Çalışmayı yürütenler sonunda, Asch’in deneyinin “kendi zamanının çocuğu” olduğuna karar verdi.,

Bu değer Ben Nesli’ne doğumdan itibaren öğretiliyor. Bireyselliği kırk beş dakika boyunca kolay öğrenilen şarkılar ve hikâyeler eşliğinde akıllara kazıyan Free to be You and Me (Sen ve Ben Olma Özgürlüğü), 1970’ler ve 80’lerin en ünlü çocuk televizyon dizilerinden biriydi. Birçok kimse bu dizi filmi hala hatırlar; 1980’lerde Teksas, Irving’deki üçüncü sınıf öğrencilerim bu diziyi her cuma kaçırmadan izlerdi. Dizideki bir şarkı “Büyüdüğümde mutlu olacağım ve ne istersem onu yapacağım” diyordu. Diğer bir skeçte ise, sahiplerinin kıyafet giydirdiği hayvanlar gösteriliyordu. Buradan çıkan sonuç ise şuydu: “Bir kişi, başkalarının söylediklerini umursamadan, ne isterse giyebilmelidir.”

1977’de öğretmenlere verilen el kitabında, Read the rest

Güzelin Metafiziği / Arthur Schopenhauer »

Güzelin Metafiziği Arthur Schopenhauer-2Burada sözcüklerle irtibatlı olan soyut düşünme ve okumanın esasen daha geniş anlamda başka şeylerin bilincine, dolayısıyla zihnin yine de dolaylı olarak, yani kavramlar aracılığıyla kullanımına ait olduğuna dikkat çekiyorum. Me var ki kavramlar akıl melekemizin suni ürünüdürler ve bu bakımdan zaten bir tasarlama/düşünüp taşınma işidirler. Zihnin her türlü soyut kullanımında irade de hükümrandır. Tasarılarıyla zihnin kullanımına yön verir ve ayrıca dikkati yoğunlaştırır; dolayısıyla bu her zaman bir çabayla ilgilidir ve böyle bir çaba iradenin etkinliğini şart koşar. O nedenle estetik tefekküre, yani ideaların bilgisine onun koşulu olarak nasıl ki bilincin tam nesnelliği eşlik ediyorsa, bu tür zihinsel etkinlikle birlikte de bilincin tam nesnelliği gerçekleşmez.

Yukarıda sözü edilene uygun olarak kişinin artık kendisinin değil, fakat sadece kavranılan nesnelerin bilincinde olması, dolayısıyla kendi bilincinin sadece bu nesnelerin nesnel varoluşunun destekleyicisi olarak kalması kavrayışın saf nesnelliğinin—ki bu sayede münferit şey o hüviyetiyle değil fakat türünün ideasıyla bilinir koşuludur. Bu durumu güçleştiren ve dolayısıyla ender hale getiren şey onda deyiş yerinde Read the rest