Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Savaş meydanda değil masada kazanılır… Sohbet kaydı yayında »

osmanli-savas-petrol-strateji

27 mart pazar günü düzenlediğimiz “Savaş meydanda değil masada kazanılır” konulu sohbete teşrif eden ve internet yayınından katılan dostlarımıza bir kez daha teşekkür ediyoruz. Sunum esnasında kullandığımız harita ve belgeleri 88 sayfalık bir PDF formatında paylaştık. Buradan indirebilirsiniz. Daha önce de tavsiye ettiğimiz enerji, çevre, jeopolitik konulu makalelerin tam listesi şöyle:

  1. Yeni başlayanlar için enerji (1)
  2. Yeni başlayanlar için enerji (2)
  3. 2ci Dünya Savaşı petrol yüzünden mi çıktı?
  4. Rüzgâr nükleer enerjinin yerini tutabilir mi?
  5. Arakan’ı boşaltın, gaz ve petrol geçecek
  6. Bağımsız bir Uygur devleti hayali kuranlar yeni katliamlara çanaktutuyorlar
  7. Enerji Savaşları ve TerörKüresel ısınma çok iyi bir şeydir »
  8. Küresel ısınma bitti… İkinci dalga geliyor! »

Bir önceki sohbetimiz enerjinin günümüzdeki yeri, alternatif kaynaklar ve jeopolitik üzerineydi. O sohbet de buradan izlenebilir.

Ekonomik krizler, terör ve darbelerle ilgili tavsiye edilen kitaplar da buradan indirilebilir:

kitaplar Enerji Savaşları ve Terör konulu sohbetin kayıtları yayındaEnerji Savaşları ve Terör konulu sohbetin kayıtları yayında

Bozkır Kurdu / Hermann Hesse »

Bozkirkurdu-Hermann-Hesse-444-5Yarın unutulup alay konusu yapılacak ağır nevrozluların oluşturduğu bir avuç aptal mıydık sadece? Bizim “uygarlık”, bizim us, bizim ruh dediğimiz, bizim güzel ve kutsal diye nitelediğimiz şeyler sadece bir hayal miydi, öleli çok zaman olmuştu da yalnızca biz birkaç soytarı tarafından gerçek ve canlı gözüyle mi bakılıyordu? Belki hiçbir vakit gerçekten var olmamış, yaşanmamıştı bunlar. Biz aptalların uğrunda uğraşıp didindiği şey belki de her zaman hayalden başka bir nitelik taşımamıştı.

Kentin eski semti beni içerisine aldı: Küçük kilise, bir grilik içinde ışıkları sönmüş ve gerçekdışı duruyordu. Sivri kemerli bilmecemsi kapıyla, kapı üstündeki bilmecemsi tabelayla, alaylı alaylı dans edip duran harflerle dün akşamki yaşantı aklıma geldi birden. Nasıldı içerikleri bu harflerin? “Herkes giremez.” Ve: “Yalnızca kaçıklar için.” Büyünün yeniden etkin duruma geçerek ben kaçık insanı buyurup içeri girmeye çağırmasını, küçük kapının beni içeri koyvermesini içten içe dileyerek, araştıran bakışlarla karşı duvara baktım. Arzuladığım şeyi orada bulacaktım belki, belki benim müziğim orada çalınacaktı. Karanlık taş duvar istifini bozmaksızın koyu bir loşluktan bana bakıyordu, kapalı, düşlere gömülmüş. Read the rest

Dünyamıza Bakış / Albert Einstein »

Dunyamiza-Bakis-Albert-Einstein-4Bilim ve Ahlâk

Belki söylediklerim hoşunuza gitmeyecektir. Ama ben hiçbir zaman insanlık için bir kurtuluş yolu olmadığını söylemedim. Yeryüzündeki koşulların düzelmesi salt bilimsel buluşlardan çok insan geleneklerinin ve ülkülerinin gerçekleşmesine bağlıdır. Ahlâklı bir yaşama düzeninin gelişmesi bakımından Konfüçyüs’ün, Buddha’nın, İsa’nın ve Gandhi’nin yaptıkları, bilimin, herhangi bir zamanda yapabileceğinden çok daha önemlidir bence. Sigara içmenin sağlığınız için çok zararlı olduğuna inanırsınız da, tiryaki olmaktan gene de alamazsınız kendinizi, Hayatı zehirleyen pek çok alışkanlıklar için geçerli bir yargı bu üstelik. Doğruya ve gerçeğe yönelmiş her türlü çabaya duyduğum saygı ve hayranlığı ayrıca belirtmem gerekmiyor sanıyorum. Ne var ki, iyilik ve güzellik değerleri eksikliğinin de salt düşünsel bir çabayla giderilebileceğine inanmıyorum. Bu görüşümü anlayacağınızı umarım.

Bilimsel Gerçek Üstüne

  1. «Bilimsel gerçek» sözüne kesin bir anlam vermek kolay değildir. «Gerçek » sözü böylece, kişisel deney için başka, matematik bir önerme için başka, ya da bir tabiat bilimi teorisi için başkadır. «Dinsel» dedikleri gerçeği ise doğru dürüst kavrayamıyorum bile.
  2. Bilimsel araştırma, deneysel düşünce ve bütüncü bir görüşü destekleyerek, kör inançları azaltabilir.

Bununla birlikte, biraz inceye giden her bilimsel çalışmanın temelinde dünyanın akla dayandığı ve kavranabilir olduğu yolunda dinsel duyguya benzer bir inanç vardır şüphesiz.

  1. Bu inanç deneyde kendini gösteren yüce bir aklın derin duygusuyla birleşince benim için Tanrı kavramı olur. Herkesin anlayacağı bir deyimle buna «panteizm » denir. (Spinoza )
  2. Dünyanın mezhep geleneklerine ancak tarih ve psikoloji açısından bakabilirim. Onlarla başkaca hiç bir ilişkim yoktur.

Kişi ve Toplum

Yaşantılarımıza, çabalarımıza bakarsak, neredeyse bütün davranışlarımızın, isteklerimizin, başka insanların varlığıyla bağlı olduğunu görürüz. Bütün tabiatımızın, toplumsal hayvanlara benzediğini anlarız. Başkalarının yetiştirdiğini yiyip, başkalarının diktiğini giyip, başkalarının yaptığı evlerde oturuyoruz. Read the rest

Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley »

Cesur-Yeni-Dunya-Aldous-Huxley2

Önsözden…

Müzmin vicdan azabı, tüm ahlâkçıların hemfikir olduğu gibi, pek de istenmeyen bir duygudur. Eğer kötü bir davranışta bulunduysanız, pişmanlık duyun, elinizden geldiği kadar durumu düzeltin ve bir dahaki sefere daha iyi davranmaya bakın. Ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerinde kara kara düşünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir.

Sanatın da kendi ahlâk anlayışı vardır ve bu ahlâkın kurallarının çoğu bildiğimiz etik kurallarıyla aynı, ya da en azından benzerdir. Örneğin, kötü sanat eserlerimizden duyduğumuz vicdan azabı, kötü davranışlarımızdan dolayı hissettiğimiz vicdan azabı denli istenilmezdir. Kötü olan yanları belirlenmeli, açıklanmalı ve mümkünse gelecekte bunlardan kaçınılmalıdır. Yirmi yıl öncesinin yazınsal kusurlarına uzun uzadıya kafa yorup yanlışları olan bir eseri, ilk yazıldığında yakalayamadığı mükemmelliğe ulaştırmak için yamamaya kalkışmak, orta yaşını, gençliğinde yine kendi olan o farklı kişinin işlediği, miras bıraktığı sanatsal günahları onarmaya çalışarak harcamak -bütün bunlar kesinlikle boşunadır, abesle iştigaldir. İşte bu yüzden, bu yeni Cesur Yeni Dünya eskisiyle aynı. Bir sanat eseri olarak epey bir kusuru var; ancak bunları düzeltmek için kitabı yeniden yazmam gerekir -ve olasıdır ki yeniden yazma sürecinde, daha yaşlı, farklı bir insan olarak, öyküdeki bazı kusurların yanı sıra üstün yanlarını da çıkarıp atmam Read the rest

Akıl Tutulması / Max Horkheimer »

Akil-Tutulmasi-Max-Horkheimer-04Yerinde karar veren insanlar umumiyetle tercihlerini yanlış nedenlerle açıklarlar, çünkü soyutlama yapmaya yatkın kişiler değillerdir… Felsefe, tartışmada onları her zaman yenik düşürür, yine de içgüdü ve sağduyu haklı, felsefe haksızdır. Bu her zaman böyledir, çünkü felsefe gözlem yapmaz ve dar, yetersiz temellerden akıl yürütür.(9) İdealist ilkelerden, düşünmenin kendisinden, aydınlardan ve ütopyacılardan hoşlanmayan yazar, sağduyusuyla, kölelikte hiçbir yanlışlık bulmayan sağduyusuyla övünmektedir.

Rasyonalist metafiziğin temel idealleri ve kavramların kökleri, evrensel insan kavramında, insanlık kavramında yatmaktaydı; bu kavramların biçimselleşmesi, insani içeriklerinden de koparılmış oldukları anlamına gelir. Düşüncenin bu insansızlaştırılmasının uygarlığımızın temellerini nasıl etkilediği, demokrasi ilkesinin ikizi olan çoğunluk ilkesinin çözümlenmesiyle gösterilebilir.

Ortalama insanın gözünde, çoğunluk ilkesi sadece nesnel aklın yerini alan bir ilke değil, ondan daha ileri bir ilkedir de: insanların çıkarlarını en iyi tartacak merci yine insanların kendileri olduğuna göre, bir topluluk için çoğunluğun kararlarının sözde üstün bir aklın sezgileri kadar değerli olduğu ileri sürülmektedir. Ne var ki, bu kadar kabaca ortaya konulan sezgi ve demokratik ilke çelişkisi, hayali bir çelişkidir. “Bir insanın kendi çıkarlarını en iyi bilen kişi olması” ne demektir? Bu bilgiyi nasıl kazanmıştır, bilgisinin doğru olduğunu gösteren kanıtlar var mıdır? “Bir insan… en iyi bilir” önermesinde, tümüyle keyfi olmayan ve bir tür akılla, sadece araçları değil amaçları da belirleyen bir akılla bağlantılı bir etmene örtük bir gönderme vardır. Ama eğer bu etmenin yine çoğunluktan başka birşey olmadığı ortaya çıkarsa, bütün bu sav bir totolojiden ibaret kalır. Read the rest

Kötülüğün Sıradanlığı / Hannah Arendt »

Kotulugun-Siradanligi-Hannah-Arendt-2Meseleye biraz daha yakından bakarsak, hâkimlerin bütün bu duruşmalarda salt korkunç fiiller temelinde gerçekten karar verdiklerini kolaylıkla fark ederiz. Başka bir deyişle, hâkimler sanki serbestçe karar verdiler ve kararlarım az çok ikna edici bir biçimde meşrulaştırmaya çalışmak için aslında standartlara veya yasal emsallere pek dayanmadılar. Bu durum Nürnberg’de zaten aşikârdı -hâkimler bir taraftan, bütün diğer suçları kapsadığı için, “barışa karşı suç”u bugüne kadar uğraştıkları en ciddi suç olarak nitelendirdiler; ama diğer taraftan da sadece -barışı bozma amacıyla komplo kurma suçu kadar ciddi olmadığı düşünülen- şu yeni idari katliam suçuna iştirak eden davalıları gerçekten ölüm cezasına çarptırdılar. Hukuk bilimi gibi tutarlılığı saplantı haline getirmiş bir alandaki bu ve benzeri tutarsızlıkların peşine düşmek aslında cezbedici bir iş olurdu. Ama elbette bu iş burada yapılamaz.

Gelgelelim hâlâ temel bir sorun var: Gelmiş geçmiş en önemli ahlaki meselelerden birine, yani insani muhakemenin doğası ve işlevine dokunduğu için, savaştan sonra yapılan bütün duruşmalarda Read the rest

Tarihsel Kapitalizm / Immanuel Wallerstein »

Tarihsel-Kapitalizm-Immanuel-Wallerstein_2Tarihsel kapitalizmde işçiler gitgide daha çok proleterleşmiştir” önermesi yeni olmadığı gibi, hiçbir şaşırtıcı yanı da yoktur. Proleterleşme sürecinin üreticilere getirdiği yararlar bol bol belgelenmiştir. Şaşırtıcı olan, proleterleşmenin böylesine fazla olması değil, böylesine az olmasıdır. Tarihsel bir toplumsal sistemin en azından dört yüz yıllık varlığı sonunda bugün kapitalist dünya ekonomisinde tam olarak proleterleşmiş işçi miktarının yüzde elli olduğu bile söylenemez. Bu istatistiğin, nasıl hesaplandığına ve kimin hesaplandığına bağlı olarak değiştiğinde kuşku yoktur.

Temelde ücretli işçi olarak resmen çalışabilir durumdaki erişkin erkeklere dayalı, iktisaden etkin işgücü denen işgücüne ilişkin resmi istatistikleri kullanırsak, bugün ücretli işçi yüzdesinin akla uygun yükseklikte bir yüzde olduğunun söylendiğini görürüz (gerçi bu durumda bile, dünya düzeyinde hesaplanan fiili yüzde, çoğu kuramsal önermenin varsaydığından daha düşüktür). Oysa emeğiyle meta zincirleri bünyesinde şu ya da bu biçimde yer alan tüm insanları dikkate alırsak —böylelikle pratikte tüm erişkin kadınları, ayrıca erişkinlik öncesi ve ilk-erişkinlik sonrası yaş gruplarının çok geniş bir bölümünü (yani gençleri ve yaşlıları) hesaba kattığımızda— proleter yüzdesi keskin bir düşüş gösterir. Read the rest

Tefekkür Yahut Düşünmek »

dusunmek-tefekkur

Öztürk Ali Bayram’dan Bayram Ali Öztürk’ün kıymetli mirasına…

Bir nevi eğlence çağından geçiyoruz. Başımızı ne tarafa çevirsek hoşluk, güzellik, ‘sterilelik’, tanımlanmış estetik kıstaslarıyla kundaklanmış ayartıcılar içerisinde kırmızı halıda gibi yürüyoruz. Neredeyse ‘her yer kırmızı halı hepimiz de o yılın en iyi aktörü’-yüz gibi. Neden bu klişe metaphoru kullandım? Sebebini izah edeyim. Sinema sektörü seyretmek fiilini yaygın hale getirmiştir. Sorgulayanı var mı içimizde bilmiyorum. Ben de doğrusu bu yazıya kadar ciddi anlamda soruşturmaya tutmamıştım bahsi geçen fiili. Küçük bir sözlük taramasından sonra vardığım sonuçları paylaşayım: Read the rest

Ehliyet / Liyakat / Merit / Mérite / ليياكات »

liyakat

Ne değildir?

Ceza almadan araba kullanmaya yarayan bir kâğıt parçası değil.

Nedir?

Ehil ve lâyık olmak; fazilet.

Ehlî: Kendisi ile ünsiyet edilen, alışık, yabancı olmayan.

Lâyık: (Liyakat) muvafık, yakışan, münasib, uygun.

EHL : (Ehil) Müteallikat. Usta, mahir, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet sahibi. İşleri ehline vermemizi emreden İslâm’da önemli bir husus. Cemiyette mes’uliyet, mevki, makam ehline verilirse işler düzgün gider; herkes neticeden memnun olur. Tersi yapılır ve İslâm’a aykırı olarak ehliyet yerine eş, dost, adam kayırma, dünyevî çıkarlar ağır basarsa işler ehliyetsizlere verilir. Bu hem dünyaya hem Ahiret’e zarardır.

 

… Kaybolan kelimeler ve mânâlar üzerine okumak için…



70 kitap indirin70 kitap indirin Ulysses / James Joyce Savaş ve Cihad ve Şehadet aforizmaları Atina Anlaşması / Le Corbusier Genç Türkiye İnşa Edilirken / Ernst A. Egli Küresel ısınma aforizmaları Güçler ayrılığı Aforizmaları Kendini Savunan İnsan / Erich Fromm Hudud / Sınır / граница / Frontière / الحدودHudud / Sınır / граница / Frontière / الحدودDerin Lügat 3.0

Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlıkakıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Kendine Ait Bir Oda / Virginia Woolf »

Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf

Kadın hareketinin klasik eserlerinden biri olan Kendine Ait Bir Oda eseri, Virginia Woolf’un 1929 yılında kaleme aldığı ve onaltıncı yüzyıldan bu yana kadının toplum içerisindeki konumunun incelendiği bir kitap.

Kitap içerisinde rastladığımız ilk bulgulardan biri onaltıncı yüzyıl toplumunda kadının varlığına yönelik yapılan yorumlar. Bir kişiliğinin dahi olmadığını savunan düşünürlerin mevcut olduğunu düşünürsek, kadın burada bir anlamda var olma mücadelesi vermekte. Eğer bir erkek eşini dövüyorsa toplum nezdinde utanılacak bir şey yapmıyordur ya da bir baba kızını kendi istediği bir adamla zorla evlendirme girişiminde bulunuyorsa bu o kadar da kötü bir şey değil. Babanın kendi konumu için bildiği ve haklı olduğu bir sebebi kesinlikle var! Genel olarak böyle bir düşüncenin hâkim olduğu bir ortamda kadının ekonomik olarak nasıl bir konumda olduğunu tahmin etmek çok da zor olmasa gerek. Peki toplumda ikinci planda olan kadın neden geçimini kendisi sağlama yeteneğinden yoksun olabilir? Koruma altına alınması gereken bir varlık olarak bakıldığından, bütün haklarının temini ve korunması eşi tarafından sağlandığından,  kadının şu düşünceye sahip olması bunun nedeni olabilir : “Kazandığım her para kocamın eline geçecekse, kocam nasıl isterse öyle harcanacaksa,  para kazanmak çok ilgilendiğim bir konu değil en iyisi bu işi kocama bırakmak.”

Eğitim almaya yönelik kabiliyetinin olmadığı ve hatta beyninin daha dar bir yapıya sahip olduğuna kadar yapılan sığ yorumlara karşılık şunu düşünebiliriz: Bir cinsiyet diğer bir cinsiyet üzerinde neden egemen olmak ister? Virginia Woolf bu soruyu ayna tasavvuru üzerinden şöyle açıklıyor:

“Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler, büyülü bir aynaydı bu ve müthiş bir yansıtma gücü vardı. Böyle bir güç olmasaydı dünya hala bataklık ve balta girmemiş ormanlardan ibaret olurdu. Savaşlarda zafer kazanıldığı duyulmazdı. Hala geyiklerin iskeletleriyle kırık koyun kemiklerini birbirine sürter, çakmaktaşı verip koyun derisi ya da gelişmemiş zevkimizi hangi basit süs eşyası tatmin edecekse onu alırdık… Çar ve Kayzer ne taç giyerler, ne de tahttan inerlerdi. Uygar toplumlarda hangi işe yararlarsa yarasınlar, bütün şiddet ya da kahramanlık eylemlerinde aynalar gereklidir. İşte bu yüzden Napoleon da Mussolini de kadınların erkeklerden aşağı olduğunda bu kadar ısrarcıdırlar, eğer onlar aşağıda olmasalardı kendileri büyüyemezlerdi.”

Kendine Ait Bir Oda - Virginia Woolf-77Yani bir kadın tarafından eleştirilen erkek aynadaki görüntüsünün bozulduğunu hisseder. Bu da beraberinde bir savunma aracı olarak kadına karşı duyulan öfkenin oluşmasına neden olur. Kadının elindeki haklar alınarak, düşünmesi, sorgulaması yasaklanarak, aynadaki suretin bozulmaması sağlanır.

Aslında ayna tasavvuru toplum içerisinde bir yere sahip olma, insanlar tarafından onaylanma isteği duyan her insan için geçerli olan bir kavram. Önemli bir davete katılan insanları dışarıdan izlediğimizi düşünelim. İyi giyimlerinin altında kendilerine müthiş güvenen insanlar olsun bu kişiler. Hepsi bu ortama girdiğinde diğer bütün insanları birer ayna olarak görecektir. Kendisi konumca diğerlerinden ne kadar yüksek olursa, bu ayna o kadar büyük gösterir. Milan Kundera’nın litost kavramıyla açıkladığı bu durumun tam tersinde ise,  kişi bu ayna karşısında, kendisini daha iyi olmayan bir yerde gördüğünde sinirlenecek, gücün bir nevi refakatçisi olan öfke ile bu duruma karşılık verecektir. Burada önemli olan bir ayrıntı aslında karşı tarafın iyi olması dolayısıyla değil kişinin kendini yetersiz görmesi ile ilgili, insanın içinde var olan hırs, kazanma isteği ile açıklanan bir durum. Read the rest