Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Bozkır Kurdu / Hermann Hesse »

Bozkirkurdu-Hermann-Hesse-444Sessizliğe gömülmüş sokağa çıktım, soğuk rüzgârın uğultusuna karışan ince yağmur serpintileri fenerlerin çevresinde tıp tıp seslerle dolanıyor, cam gibi parıldıyordu. Şimdi nereye gidecektim peki? O anda bir dilek dile deseler, eli yüzü düzgün birkaç müzisyenin Händel ve Mozart’ın iki üç yapıtını çalacağı, Louis Seize tarzı küçük, şirin bir salon dilerdim. Havam buna uygundu. İnsanın içini serinleten soylu müziği, Tanrıların nektarı içtiği gibi höpürdete höpürdete içerdim. Ah şimdi bir dostum olsaydı, rastgele bir tavan arasında kalan, yanı başında kemanıyla mum ışığında düşünüp duran bir dostum! Gece sessizliğinde nasıl gizlice yanma sokulur, döner merdiveni usulcacık tırmanıp nasıl ansızın karşısına çıkardım ve sonra nasıl söyleşiyle, müzikle eşsiz güzellikteki birkaç saati bir bayram havası içinde birlikte geçirirdik! Söz konusu mutluluğu geçmiş yıllarda sık sık yaşamıştım; o günler işte zamanla benden kopup uzaklaşmış, araya sarı soluk yıllar girmişti.

Duraksaya duraksaya dönüş yolunu tuttum, paltomun yakasını kaldırdım, bastonumu ıslak kaldırıma vura vura yürümeye koyuldum. Ne kadar yavaş yürüsem de, yine çok geçmeden benim tavan arasında, benim küçük, yabancı barınağımda olacaktım; bu barınağı sevmiyor, ama onsuz da yapamıyordum, yağmurlu bir kış gecesini sokakta dolaşarak geçirebileceğim günler geride kalmıştı. Tanrı hakkı için bu güzel akşam keyfini yağmurun, gut hastalığının ya da süs çamının bana zehir etmesine izin vermeyecektim; bir oda orkestrası olmasın Read the rest

Dünyamıza Bakış / Albert Einstein »

Dunyamiza-Bakis-Albert-Einstein-44

Din Duygusu ve Araştırma

Bilimin derinlerindeki her bilim adamında kendine has bir dinselliğe rastlarsınız. Ama bu din duygusu, basit insanınkinden apayrıdır. Yani bilim adamı için Tanrı sadece iyilik beklenen ve cezasından korkulan biri değildir. Âlim bütün olup bitenlerin nedensel bilincine varmıştır. Onun gözünde gelecek geçmişten ne daha az zorunludur, ne de daha belirli. Ahlâk onun için Tanrı ile ilgili olduğu kadar insanlarla da ilgilidir. Bilginlerin din duygusu, tabiat yasalarının düzeni karşısında şaşkın bir hayranlıktır. Çünkü tabiatta öylesine yüksek bir akıl kendini göstermektedir ki, insanın en ince düşünceleri ve buluşları, bu aklın yanında sönük bir gölge gibi kalır. Bu acziyet duygusu hayatının ve çabalarının ana yolu olur. Zira bu şuurla bilgin nefsin bencil isteklerinin köleliğinden kurtulmaya başlar. Bu Tanrı şuuru, bütün çağlarda din adamlarının içini dolduran iman hissinin benzeridir.

Tanrı Kavramının Sömürülmesi

Daha iyi bir dünyanın kurulmasına çalışılırken Tanrı kavramından yararlanılması gerektiğine inanmıyorum. Bunun, çağdaş bir aydının davranışları ile bağdaşabileceğini sanmıyorum. Ayrıca, tarih de gösteriyor ki, her topluluk ya Tanrının kendilerinden yana olduğuna inanıyor, ya da böyle olduğuna karşısındakileri inandırmağa çalışıyor. Bu da, sağduyuya dayanan bir anlayış ve davranışı güçleştiren bir durum. Daha ahlâklı ve aydınca bir tutumun gelişmesi yolunda girişilecek sabırlı ve açık sözlü eğitim çalışmaları, kanımca, daha mutlu bir yaşama düzenine giden tek yoldur.

Bilim ve Uygarlık

Yaşadığımız bu ekonomik sıkıntı çağında ulusları ayakta tutan mânevi güçlerin ne olduğu açıkça belirmektedir. Umarız ki, geleceğin tarihçisi, Avrupanın politik ve ekonomik bakımdan birleştiği bir gün, çağdaş olayları yargıladığı zaman, günümüzde bu kıtanın özgürlük ve onurunun Batı devletleri tarafından kurtarılmış olduğunu, bu güç zamanlarda kin, nefret ve zorbalığa kaymadan sıkıntıya karşı koyan Batı Avrupa’nın kişi özgürlüğünü başarıyla savunup, bilgi ve buluşların ilerlemesine yol açtığını görecek ve söyleyecektir. Çünkü kendi varlığına saygısı olan bir insan için hayat bu özgürlük olmadan yaşanmaya değmez. Read the rest

Bilginin Arkeolojisi / Michel Foucault »

Bilginin-Arkeolojisi-Michel-Foucault-4

Süreksizlik kavramı paradoksal bir kavram: çünkü o araştırmanın hem aleti hem de konusudur; çünkü o alanların bireyleştirilmesine, fakat bunun ancak birbirlerine kıyaslanmaları yoluyla gerçekleştirilmesine olanak verir. Çünkü sonuç olarak belki, o sadece tarihçinin söyleminde mevcut bir kavram değil tarihçinin gizli olarak varsaydığı bir kavramdır: Tarihi -ve kendi tarihini- ona nesne olarak sunan bu kopukluktan hareketle değilse eğer, gerçekte, o nereden hareketle konuşabilecekti? Yeni tarihin en temel çizgilerinden birisi, hiç şüphesiz süreksizliğin bu alan değiştirmesidir: engelden pratiğe geçişi; gidermek zorunda olduğu dışarıdan gelen bir alınyazısının değil de, kullanılan işlemsel bir kavramın rolünü artık oynadığı yer olan tarihçinin söyleminin içine geçirilişi; ve bu yolla, kendisi sayesinde tarihsel okuyuşun (arka yüzü, başarısı, gücünün sının) artık olumsuz olmadığı, fakat nesnesini belirleyen ve çözümlemesini geçerli kılan olumlu eleman olduğu işaretlerin tersine çevrilişi. Read the rest

Gelecek Zaman’ın hikâyesidir Vakıf »

Gelecek Zamanın hikâyesidir Vakıf - (Keskul Dergisi)(Keşkül Dergisinde yayınlandı)

 “… Yaşamın bir yılının ne olduğunu mu merak ediyorsun: Bu soruyu yıl sonu sınavında başarısız olmuş bir öğrenciye sor. Yaşamın bir ayı: Bu konuda erken doğum yapmış, bebeğini sağ salim kollarına almak için kuvözden çıkmasını bekleyen bir anneyle konuş. Bir hafta: Ailesine bakmak için bir fabrikada ya da maden ocağında çalışan bir adama sor. Bir gün: Kavuşacakları günden başka bir şey düşünemez olmuş âşıklara sor. Bir saat: Asansörde mahsur kalmış bir klostrofobiğe sor. Bir saniye: Bir araba kazasından kıl payı kurtulmuş bir adamın yüzündeki ifadeye bak. Ve saniyenin milyonda birini olimpiyatlarda uğruna ömrünü verdiği altın madalya yerine gümüş madalya almış atlete sor …” (Keşke Gerçek Olsa / Marc Levy)

Zaman denilen mahlûk ajanda sayfalarındaki kareler gibi yeknesak, homojen, objektif bir şey değildir. Ne ikinci rekât ilk rekâta benzer ne de ikinci ayrılıklar, gurbetler, ameliyatlar, evlilikler birincilerine. Hiç yapmamak başkadır, özür dilemek başka. Çünkü David Foenkinos’un dediği gibi hatıralamr yaşlanmaz; hatırlanan geçmiştir ama hatırlama fiili Şimdi’de vuku bulur. Bu sebeple saatin tik-takları zamanı göstermez. Saatin gösterdiği şey akrebin ve yelkovanın hareketleriyle yaşadığımızı vehmettiğimiz anlar arasındaki tekabüliyettir. Gerçek zaman ise indî ve heterojendir. Bu sebepledir ki Kadir gecesi cuma sabahından farklıdır zira her şeyin bir vakti vardır: Doğmak için bir vakit, namaz için bir vakit, almak için bir vakit, vermek için bir vakit vardır: Yol vermek, hak vermek, cevap, selâm, izin, ders, sadaka vermek, ödünç vermek…  Verme vakti zaman mahlûkunun kuldaki verme niyetiyle buluştuğu kavşaktır. (Bkz. Derin Lügat Maddesi: Zaman / Time / Temps / الوقت)

Muhabbet, Merhamet, Adalet, Ticaret ve Şiddet

CWiSVQeUkAAXY7_İnsan insana neden verir ekmeğini, parasını, vaktini? Onu sevdiği için. Bazen de acıdığından, olmadı mecburiyetten. Vermelerin en çirkini ise menfaatten yahut korkudan vermek. İlk iki his medeniyetin çimentosu. Son ikisi homo-economicus; nefs-i hayvanî çünkü hayvan ve insanda ortak: Timsah da ticaret yapıyor: Dişlerini temizleyen kuşlara dokunmuyor meselâ. Dikkat edin, son 2 asırdır dünyayı tahakküm altında tutan vahşiler de timsah gibi ticaret ve şiddet müptelâsıdır ve bunların dışında bir verme sebebi bilmezler. Bu vahşilerin icadı olan demokrasi, piyasa ve bürokrasi de adaletin altına yani son 2 derekeye düşmüşlerin ütopyasıdır; aşılmaz ufkudur onların. Menfaat çatışmalarını şiddete başvurmadan çözmeyi amaçlayan demokrasi sevgiden değil nefretten doğmadı mı? Bu yüzden demokrasi bir ateşkes rejimi olabildi; barış değil. Zira “Hakk ve hakikat aded-i ârâ ile ölçülmez ve daima ekseriyet tarafında da bulunmaz.” (Şeyh-ül İslâm, merhum Mustafa Sabri Efendi Hz)

Medenî insanlarca kurulmuş nizamlarda ticaret ve şiddet yok sayılmaz ama adalet içindeki meşru sınırları çizilir: Birincisi haram, helâl, israf, cimrilik vb; ikincisi de celâl, hilm, gadap gibi mefhumlarla murakabe ve muhasara altında tutulur. Adalet’in yüksek surları sayesinde şiddet ve ticaretin cemiyeti istilâ etmesine mâni olunur. Zira medeniyetler teknolojiyle, ticaretle, şiddetle değil sevgi ve merhametle inşa edilir. Aksi takdirde Read the rest

Kötülüğün Sıradanlığı / Hannah Arendt »

Kotulugun-Siradanligi-Hannah-Arendt-475Davalı ve fiillerinin doğası kadar duruşmanın kendisinin de akla getirdiği sorular, kuşkusuz Kudüs’te ele alınan meseleleri fersah fersah aşan genel meselelerle ilgilidir. Bu meselelerin bir kısmını, sadece rapor deyip geçemeyeceğimiz Sonsöz bölümünde tartışmaya çalıştım. Birileri çıkıp da meseleyi ele alma biçimimi yetersiz bulduğunu söyleseydi, buna hiç şaşırmazdım; bütün bu gerçeklerin genel anlamıyla ilgili bir tartışmayı memnuniyetle karşılardım, böyle bir tartışma somut olaylara işaret ettiği ölçüde anlamlı olabilirdi. Kitabın başlığıyla ilgili sahici bir tartışma başlayacağını da düşünebilirim; çünkü kötülüğün SIRADANLIĞI derken, sadece gerçeklere sıkı sıkı bağlı bir düzeyi kastediyorum, duruşmada hemen göze çarpan bir fenomene dikkat Kotulugun-Siradanligi-Hannah-Arendt-2çekiyorum. Eichmann ne Iago’ydu ne de Macbeth ve III. Richard gibi bir “cani” olmasıysa neredeyse imkânsızdı.

Terfi etmek için gösterdiği olağanüstü gayreti bir yana bırakırsak, onu harekete geçiren hemen hemen hiçbir şey yoktu. Bu gayret de kendi başına kriminal değildi elbette; bir üstünün yerine geçmek için asla onu öldürmeye kalkmazdı. Eichmann sadece, gündelik dilde söyleyecek olursak, ne yaptığını hiç fark etmemişti.  Zaten aylar boyunca polis sorgusunu yöneten bir Alman Yahudisinin karşısında oturmasını sağlayan da tam da tahayyül yetisinden bu kadar yoksun oluşuydu; bu adama içini dökmüş ve tekrar tekrar SS’te sadece yarbay rütbesine kadar yükseldiğini, terfi etmemesinin kendi hatası olmadığını anlatmıştı. Bütün bunların ne anlama geldiğini ilke düzeyinde gayet iyi biliyordu ve mahkemeye verdiği son ifadede “[Nazi] hükümetinin belirlediği değerlerin yeniden değerlendirilmesinden” bahsetmişti. Aptal biri değildi. Dönemin baş suçlularından biri haline gelmesine olanak sağlayan -aptallıkla kesinlikle Özdeş olmayan bir şeyden- fikirsizlikten başka bir şey değildi.

Hali “sıradan” ve hatta komikse, Eichmann’da şeytani ve uğursuz bir derinlik bulma konusunda en kararlı insan bile sonunda pes ediyorsa, bu durum aleladelikten hâlâ çok uzaktır. Ölümün nefesini ensesinde hisseden, dahası darağacının altında duran bir adamın, hayatı boyunca cenaze merasimlerinde duyduklarından ve bu “yüce sözlerin” kendi ölümünün gerçekliğini tümüyle bulutlandırması gerektiğinden başka bir şey düşünememesi elbette alelade bir şey değildir. Gerçeklikten bu kadar uzak ve bu kadar fikirsiz olmak, belki de insanın bünyesinde bulunan bütün şeytani içgüdülerin vereceği zarardan daha büyük Read the rest

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

“… Faustvari anlayışta herhangi bir haşar, her şeyin sonsuzluğuyla karşılaştırıldığında, hiçliğe özdeştir. Arzularınızın sonsuzluğu, ihtiraslarınızın gerçek nesnelerini ıvır zıvıra dönüştürür. Kötü, dolayısıyla , Tanrı’yı reddedecektir çünkü Aziz Agustine’e göre insan ihtiraslarının doymazlığı Tanrı’da bitecektir. Tanrı’da bulunan doygunluk, sonsuza değin hırçın ve tatminsiz olmak zorunda olan açgözlü bir irade için katlanılmazdır. Geothe’nin Faust’u da çabalamayı, uğraşmayı bıraktığı an Mefistofeles’e teslim olur. Böylece iradenin bitimsizliği Tanrı’nın sonsuzluğunun yerini alacaktır. Bu pek de karlı bir alışveriş değildir. Çünkü William Blake’in sözleriyle söylersek, sonsuzluk zamanın ürünlerine aşıkken, bu manik irade sadece kendini sevebilir. Dünyadan mesafeli bir şekilde nefret eder ve sadece kendisini sonsuzluğa taşımak ister. Böylece de, daha sonra göreceğimiz üzere, Freud’un ölüm güdüsüne yaklaşır. Bu durumda kötülük bir çeşit aşkınlıktır, her ne kadar iyiler onun yozlaşmış bir aşkınlık olduğunu duşünseler de. Belki de dinin hükümranlığının bittiği bir toplumda kalan tek aşkınlıktır kötülük. Artık kimse cennetin melek korolarına aşina değil ama herkes Auschwitz’i biliyor. Belki de Tann’dan geriye kalan tek şey bu kötülük dediğimiz olumsuz izdir, tıpkı büyük bir senfoniden geriye

Read the rest

Milletlerin Zenginliği / Adam Smith »

adam-slith-milletlerin-zenginligi-44Bolluk yıllarında prim, olağanüstü bir ihracat doğurarak, zahire fiyatını o yıllarda haliyle yükselebileceği kertenin kesenkes üstüne çıkarır. Bu yöntemin konulmasındaki açık hedef, zahire fiyatını en bereketli yıllarda bile yukarıda tutarak tarıma gayret vermekti.

Gerçekte fazla kıt yıllarda prim genel olarak kaldırılmıştır. Bununla birlikte, o yılların çoğunun fiyatı üzerinde bile primin biraz etkisi olmuş olmalıdır. Bereketli yıllarda sebep olduğu olağanüstü ihracatla, çokluk, bir yılın bolluğunun, bir öteki yılın darlığını karşılamasına ket vurmuştur. Demek; bolluk yıllarında da darlık yıllarında da tarımın o sıradaki durumuna göre, prim zahire fiyatını tabiatıyla olabileceğinden daha çok yükseltmektedir. Bundan dolayı, bu yüzyılın ilk 64 yılı içinde, geçen yüzyılın son 64 yılı içindekine göre düşük olan fiyat, ekim durumu aynı kalmak şartıyla, bu primin etkisi olmasa daha da düşük olurdu.

Ama prim olmazsa, ekim durumunun aynı olmayacağı söylenebilir. Bu yöntemin ülke tarımı üzerinde ne gibi sonuçlar doğurabileceğini, primleri başlı başına ele aldığım zaman Read the rest

Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley »

Cesur-Yeni-Dunya-Aldous-Huxley3

Önsözden…

Cesur Yeni Dünya nükleer füzyondan hiç bahsetmez. Hiç bahsetmemesi aslında oldukça tuhaftır; çünkü atom enerjisi, kitabın yazılışından önceki yıllarda popüler bir tartışma konusu olmuştu. Eski dostum Robert Nichols bu konu üzerinde başarılı bir oyun bile yazmıştı ve hatırlıyorum da, yirmilerin sonunda yayınlanan bir romanda bu oyundan şöyle bir söz etmiştim. Dediğim gibi, Fordumuz’dan (“Our Lord” : Efendimiz, Tanrımız)  sonraki yedinci yüzyılın füze ve helikopter motorlarının parçalanmış çekirdek enerjisiyle çalışmamaları çok tuhaftır. Bu dikkatsizlik bağışlanası olmayabilir; ama en azından kolayca açıklanabilir. Cesur Yeni Dünya’nın konusu bilimin bu türden gelişmesi değildir; bilimin insanları birey olarak etkilediği yönüyle gelişimidir. Fizik, kimya ve mühendisliğin zaferleri, sözü edilmeden benimsenir. Özgül olarak betimlenmesi gereken bilimsel gelişmeler, biyoloji, fizyoloji ve psikolojide gelecekteki araştırmaların sonuçlarının insanlara uygulanmasıyla ilgili olanlardır. Yaşamın niteliği, sadece yaşam bilimleri sayesinde köklü bir biçimde değiştirilebilir. Madde bilimleri, yaşamı yok edecek ya da yaşamı imkânsız derecede karmaşık ve rahatsız kılacak biçimde uygulanabilirler; ancak, biyolog ve psikologlar tarafından araç olarak kullanılmadıkça, yaşamın doğal biçim ve özelliklerini değiştirmek için kullanılamazlar. Atom enerjisinin açığa çıkarılması insanlık tarihinin büyük bir devrimidir, ancak (kendimizi parçalara ayırıp tarihi noktalamazsak) en son ve en nüfuz edici devrimi değildir. Read the rest

Akıl Tutulması / Max Horkheimer »

Akil-Tutulmasi-Max-Horkheimer-07Bir düşünce ya da sözcüğün bir alet haline gelmesiyle birlikte, onu gerçekten “düşünme” gereği de, yani onu sözlü olarak ifade ederken gerçekleştirilmesi gereken mantıksal edimlere duyulan ihtiyaç da ortadan kalkar. Sık sık ve haklı olarak belirtildiği gibi, bütün neo-pozitivist düşüncelerin modeli olan matematiğin avantajı da bu “düşünsel tasarruftur zaten. Çetrefil mantık işlemleri, matematiksel ve mantıksal simgelerin dayandığı tüm zihinsel edimlerin üstünden atlayarak yerine getirilmektedir.

Böyle bir mekanizasyon, sanayinin gelişmesi için gerçekten zorunludur; ama bu, zihinlerin de başlıca özelliği haline geldiğinde, aklın kendisi de araçsallaşır, bir tür maddeselliğe bürünür ve körleşir, bir fetiş olur, düşünsel olarak yaşanmak yerine öylece kabullenilen bir büyülü varlık haline gelir.

Aklın biçimselleşmesinin sonuçları nedir? Adalet, eşitlik, mutluluk, hoşgörü, geçmiş yüzyıllarda aklın doğasında varolduğu ya da gücünü akıldan aldığı varsayılan bütün bu kavramlar, düşünsel köklerinden kopmuşlardır. Hâlâ birer amaçtırlar, ama onları değerlendirecek ve bir nesnel gerçekliğe bağlayacak rasyonel bir etmen yoktur artık. Saygıdeğer tarihsel belgelerin onayını almış oldukları için belki hâlâ belli bir itibara sahiptirler; hatta bazıları, en büyük ülkelerin anayasalarına da girmiştir. Ama modern anlamıyla aklın onayına sahip değillerdir. Bu ideallerden herhangi birinin doğruya kendi karşıtından daha yakın olduğunu kim söyleyebilir bugün? Zamanımızın ortalama aydınının felsefesine göre bir tek otorite vardır: bilim, yani olguların sınıflandırılması ve olasılıkların hesaplanması. Adalet ve özgürlüğün, kendi başlarına, adaletsizlik ve baskıdan daha iyi olduğu önermesi, bilimsel olarak doğrulanabilecek ve yararlı bir önerme değildir. Böyle bir önerme, kendi içinde, kırmızının maviden daha güzel olduğu ya da yumurtanın sütten daha iyi olduğu önermeleri kadar anlamsız görünmeye başlamıştır. Read the rest

Faiz Lobisi ve Kravatlı Teröristler »

banka

… Liberalizm, demokrasi ve ekonomi üzerine kitap okumak için…

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Büyük Dönüşüm / Karl PolanyiBüyük Dönüşüm / Karl Polanyi Ekonomik Kriz AforizmalarıEkonomik Kriz AforizmalarıHalkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Büyük Dönüşüm / Karl PolanyiBüyük Dönüşüm / Karl Polanyi Ekonomik Kriz AforizmalarıEkonomik Kriz Aforizmaları

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Kara Kitabı

70 kitap indirin70 kitap indirin Avrupa kafasındaki sınırları hiç bir zaman aşamadı ki…Avrupa kafasındaki sınırları hiç bir zaman aşamadı ki… Ekonomik Kriz AforizmalarıEkonomik Kriz AforizmalarıLiberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

70 kitap indirin70 kitap indirin Avrupa kafasındaki sınırları hiç bir zaman aşamadı ki…Avrupa kafasındaki sınırları hiç bir zaman aşamadı ki… Ekonomik Kriz AforizmalarıEkonomik Kriz Aforizmaları1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik“millî”okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik.Buradan indirin.

… Tüketim tutkusu ve kimlik krizleri üzerine kitap okumak için… Read the rest