Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Ilımlı İslam-Kapitalizm: Mantık Evliliği »

islam-capitalizmModern dönem ekonomi ilişkilerinin soğuk, donuk ve bireyci yüzü kapitalizm ile İslam’ı karşı karşıya getirmiştir. İslam’ın öngördüğü zekât ve sosyal adaletle şekillenen toplumsal ekonomik düzen, laissez faire-laissez passer düsturu ile uyuşmaz vaziyettedir. Her konuda olduğu gibi burada da görev ılımlı İslam’a düşmektedir.

Hür teşebbüsün önündeki tüm engellerin kaldırılması fikri İslam dinince kabul görmez. Çünkü bu durumda muhtaçlar, sosyal dezavantajlı gruplar, çocuklar, yaşlılar gibi birçok toplum kesimi mağdur edilecek ve toplumdaki barış düzeni bozulacaktır. Adalet-i mahza ve adalet-i izafiye böylesi mağduriyetlere cevaz vermeyecektir. Bu noktada ılımlı İslam adalet-i izafiyeye mahsus ehven-i şer düsturunu değiştirme amacındadır. Bu noktada adalet-i mahza kabil-i tetkik ise adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür düsturu göz ardı edilmektedir. Hür teşebbüsün engelsiz ve kar odaklı yaptığı ticaret ılımlı İslam tarafından ehven-i şer kategorisine sokulurken oluşan ekonomik hacmin topluma yarar getireceği, herkesi memnun edecek bir ekonomik sistem oluşmayacağı, aksaklıklar yaşansa dahi genelin menfaatinin gözetileceği söylenir. Dinin ticarete engel teşkil etmediği vaz edilirken bu ticaretin vahşi ve ürpertici yönü göz önünden kaçırılır.

Kitlelerin tüketimine endeksli kapitalist anlayış İslam’ın öne sürdüğü israf anlayışıyla da açıkça çatışma halindedir. İslam yetinmeyi, ihtiyaca göre almayı öngörürken sebepsiz tüketimi, lüksü ve israfı yasak eder. Kapitalizm bize tüketmek için yaşamayı vaat ederken bunun önündeki engeller ılımlı İslam yoluyla bertaraf edilir. Zekât vermeden zenginleşme zekâtın fakirliği ve miskinliği teşvik edeceği bahanesiyle hoş görülür. İnananların da daha iyi şartlarda yaşaması gerektiği, bunun için tüketmenin mahzuru olmadığı toplumsal nefse fısıldanır. Ilımlı İslam yoluyla yüceltilmeye çalışılan kapitalizm bizatihi Kureyş efendilerinin müesses nizamıdır. Amaç müesses nizamı moderniteyle yeniden üretip modern köleler çağını başlatmaktır. Burası aynı zamanda ekonomik dönüşümü dinle tahkim edip yeni bir dizaynın modernitenin getirdiği kurallara göre arkaik yöntemlerin modern yapılarla gölgelenerek kesintisiz devam ettirilmesi noktasıdır. Read the rest

Akıl Tutulması / Max Horkheimer »

Akil-Tutulmasi-Max-Horkheimer-1aRasyonalist felsefe sistemlerine bağlanan insanların sayısı dine inananlarınki kadar büyük olmasa da, gerçekliğin anlamını ve kaçınılmazlığını saptama ve herkes için bağlayıcı doğruları ortaya koyma çabası olarak bu felsefeler de oldukça geniş bir yandaş kesimi toplamıştı. Rasyonalizmin kurucularına göre lumen naturale’nin, yani doğal kavrayışın ya da akıl ışığının yaratılışa nüfuz etme gücü öyle büyüktü ki, bize insan hayatını hem dış dünyadaki hem de insanın kendi içindeki doğayla uyumlandırma imkânını veriyordu. Rasyonalistler, Tanrı’ya sahip çıkıyor, ama günlük hayatı belirleyen bir tanrısal irade kavramına karşı çıkıyorlardı; insanın kuramsal bilgi ve pratik kararlar açısından herhangi bir lumen supranaturale’ye (Lat. Tabiat üstü ışık) ihtiyacı yoktu. Geleneksel dini doğrudan karşısına alan, duyumcu epistemolojiler değil, rasyonalistlerin spekülatif evren tasarımlarıydı (yani, Telesio değil Giordano Bruno’ydu, Locke değil Spinoza’ydı), çünkü metafızikçilerin entelektüel kurguları, Tanrı, yaratılış ve hayatın anlamı doktrinleriyle deneyimcilerin kuramlarından çok daha yoğun biçimde ilgiliydi.

Rasyonalist felsefe ve siyaset sistemlerinde Hıristiyan ahlakı laikleştirilmişti. Bireysel ve toplumsal faaliyetlerin yöneldiği amaçlar, insan aklında bazı doğuştan ideaların ya da doğruluğu apaçık görülerin (sezgilerin) bulunduğu varsayımından hareketle elde ediliyor ve böylece nesnel doğru kavramına bağlanıyordu; ancak, bu doğru, düşünce sürecinin kendi imkân ve sınırlarının dışında kalan herhangi bir dogmanın güvencesi altında değildi artık. Ne kilise ne de yükselen felsefi sistemler, bilgeliği, ahlakı, dini ve siyaseti birbirinden ayırıyordu. Ama bütün insan inançlarının ortak bir Hıristiyan ontolojisine dayanan bu temelli birliği giderek çatırdamaya başladı ve Montaigne gibi öncü burjuva ideologlarında belirgin olan ama sonradan rasyonalist metafizik tarafından geçici olarak geri plana itilen göreci (rölativist) eğilimler bütün kültürel faaliyetlerde egemen oldu. Read the rest

Ilımlı İslam versus İslam: Ebu Cehil öldü mü? »

Ilımlı İslamToplumsal zihin tutulmaları, çürüme ve yozlaşmaların mutat hale gelmesi beşeriyet tarihinin yüzyıllardır kökleşmiş sorunudur. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kölelerin ruhuyla beraber satın alındığı, kan davalarının had safhaya çıktığı, toplumsal kast sisteminin keskin ayrımlarla belirlendiği cahiliye dönemi de bu zihin tutulmasının önemli bir tarihsel evresidir. İslam bu zihin tutulması döneminde ortaya çıkarak, öne sürdüğü yeni düşüncelerle cahiliye sistemini kökten sarsmıştır.

Her din hattı zatında bir nizam tasavvurudur. Dinlerin amacı öncelikle nefis diye tabir edilen öz benliği düzenledikten sonra toplumsal benliği de düzenlemektir. Lakin dinin ortaya koyduğu nizam tasavvuru tarihsel bir dilemma olarak genelde yine dinlerin içinden çıkan fraksiyonlar tarafından değiştirilmiş veyahut ortadan kaldırılmıştır. İsevi inancın dünyaya yönelik tasavvurunun ilk tahrifi Katolik mezhebi tarafından yapılırken bu tasavvurun geri dönülemeyecek şekilde tahrifi de Protestan mezhebi tarafından yapılmıştır. Katoliklik ve Protestanlığın bu tahriflerinden daha önce Hıristiyanlığın manevi olarak tahrifi ve içinin boşaltılması da bizatihi ruhban sınıfı eliyle Read the rest

Tarihsel Kapitalizm / Immanuel Wallerstein »

Tarihsel-Kapitalizm-Immanuel-Wallerstein_0111Genellikle erkekler kadınlardan farklı (ve erişkinler, çocuklarla yaşlılardan farklı) işler yapmış olabilirse de, tarihsel kapitalizmde erişkin ücretli erkek “ekmek parası kazanan” olarak, erişkin ev işçisi kadın ise “ev kadını” olarak sınıflandırılmıştır. Böylelikle, kendisi de kapitalist sistemin ürünü olan ulusal istatistikler derlenmeye başlandığında, tüm ekmek parası kazananlar iktisadi olarak etkin işgücünden sayılmış, ama hiçbir ev kadını böyle sayılmamıştır. Cinsiyetçilik böyle kurumlaşmıştır. Emeğin temeldeki bu farklılaştırıcı değerlendirilmesinin ardından, gayet mantıklı olarak, yasal ya da benzeri cins ayrım ya da ayrımcılık mekanizmaları gelmiştir.

Burada, uzatılmış çocukluk/ergenlik kavramı ile hastalığa ya da zayıflığa bağlı olmayan “emeklilik” kavramının da, tarihsel kapitalizmin doğmakta olan hane yapılarının özgül doğal sonuçları olduğunu kaydedebiliriz. Bu kavramlar sıkça, çalışmaktan bağışık tutulma yönündeki “ilerici” önlemler olarak anlaşılmıştır. Oysa çalışmanın çalışmama olarak yeniden tanımlanması diye anlaşılmaları daha yerinde olur. Çocukların uygulamalı eğitim etkinliklerine ve emekli erişkinlerin çeşitli görevlerine bir tür “eğlenme” etiketi yapıştırılması ve böylece emek olarak katkılarının, “asıl” çalışmanın “ağırlığı”ndan kurtulmalarına uygun bir karşılık denerek değerden düşürülmesi yoluyla, yaralamaya bir de hakaret eklenmiştir. Read the rest

Politik Kadercilik Açısından Arabesk »

siyaset-arabeskToplum yapıları sosyal teoriyle uğraşan herkesi heyecanlandıran bir şekilde tezahür eder. Onun dönüştürülmesi, değiştirilmesi, belli tabii yasalara bağlı olup olmadığının bilinmesi gibi hususlar hep aynı kaynaktan türemiştir: Tahakküm anlayışı. Tahakkümden anlaşılması gereken salt iki insandan birisinin yekdiğeri üzerinde oluşturduğu baskı ve zoraki durum değildir. İnsanın doğaya karşı tutunduğu baskıcı tavır, kölelik, algı operasyonları, zihin yanılsamalarının ortaya çıkarılması gibi tutumlar tahakkümün ana omurgasını oluşturur. Murray Bookchin bu tahakkümün her türlü hiyerarşinin temeli olduğunu vurgularken tartışılması gereken şeyin modernleşme, devlet ve toplum değil hiyerarşiler ve tahakküm olduğunu savunur.

Toplumların kati surette dönüştürülebileceği inancı Aydınlanma ve Fransız devriminin getirdiği bir fikirdir. Rönesans ve reformdan beslenen Aydınlanma, bu iki akımın da tahayyül edemeyeceği tarzda akılcı bir surette temayüz ederken büyük kelimelerle evrensel bir dönüşüm başlatma iddiasındaydı. Jakobenlerin Fransa’yı aydınlanmanın tarihsel laboratuvarı haline getirmesi ve akabinde ortaya çıkan ve Robespierre’in de giyotine kurban edilmesiyle zirveye çıkan Terör uygulamaları dönüşümün bu denli suhuletle olamayacağını gösterdi. Aydınlanmanın iddiası toplumun belli yasalara tabi olduğu, bu yasaların akılla kavranacağı ve aklın yasaları kavrayarak toplumu keskin bir şekilde dönüştüreceği şeklindeydi. Muhafazakar düşüncenin bize kattığı en önemli şey ise akla verilen bu Tanrılık vazifesine karşın doğanın, şeylerin ve toplumun karmaşık olduğunu ve salt akılla kavranamayacağını söyleyerek bu kavramlara da sosyal teoride yer açması oldu. Toplumun belli yasalara tabi olduğu ve bu yasaların değişmezliği fikri ise bizi kadercilik kavramına sürükler. İnsanın gelişen olaylar karşısında edilgen olduğu, olacak olan şeyin önüne geçilemeyeceği, cüz-i iradenin olmadığı iddiaları kaderciliğin sabitelerindendir. Gerçekten kaderin dışına çıkmak, kaderi değiştirmek ve cüz-i irade kullanmak imkân dışı mıdır?

suleyman-demirel-siyaset-arabeskKadere teslim olmak, kabullenmek ile kadercilik arasında ince bir nüans vardır. Yapılan işlerin neticesinde ortaya çıkan sonuca razı olmak kabullenmişlik iken yapılan işte irade olmadığını söylemek kaderciliktir. Kadere razı olmakta eylem iradeye tabi iken kadercilikte eylem ve irade bağlantısı zaman-mekan noktasında ortadan kaldırılmıştır. Politik manada kadercilik ise Marksizmde ortaya çıkar. Marx’ın eli kesilen Hintli işçiler konusunda yapılan eylemin devrime giden tarihsel bir süreç olduğunu ifade etmesi, kapitalizmin tekamül etmesinin de tarihsel gereklilik olduğunu ifade etmesi politik kaderciliğin bizatihi kendisidir. Kadercilik de sonucu aşma düşüncesi yoktur. Bu noktada politik kadercilik en aşkın manasını demokraside ve kapitalizm ile bulur. Tarihin sonu bizatihi politik kaderciliğin zirvesidir.

Demokrasi düşüncesinin aşılamazlığı, kökten değiştirilemezliği politik kaderciliktir. Eğer bir durumu değiştirme hakkımız yoksa ve rıza zorunluluk temelinde teşekkül ediyorsa bu durum kaderciliktir. Türk toplumunda politik kaderciliğin ilk izleri 2. Mahmut ve Frankofon Mustafa Reşit Paşa’da gözükür. Bu konuya değinmeden net bir ayrımı ortaya koymak gerekir. Toplumun bir sisteme razı olmak zorunda bırakılması fikri ne kadar kaderciyse toplumun bir yasaya tabi olduğu ve o yasanın kavranıp değiştirilebileceği fikri de o denli kadercidir. İlk yaklaşım kaderciliğin belirleyiciliğine kader ve yasaları koyarken ikinci yaklaşım politik Tanrılık iddiasındadır. Read the rest

Milletlerin Zenginliği / Adam Smith »

adam-slith-milletlerin-zenginligi-4En kötü giden mevsimlerde ellerindeki kendilerine her zaman yetmiş, yalnız ihracata pek yetmemiştir. Demek, emeğin para olarak ödenen bedeli, anayurdun herhangi bir yerindekinden yüksekse, emeğin gerçek bedelinin, yani bunun işçiye ilettiği yaşam için gerekli ve elverişli maddeler üzerindeki gerçek egemenliğin, büsbütün yüksek olması gerekir. Kuzey Amerika, henüz İngiltere kadar zengin olmamakla birlikte çok daha gelişkindir; yeni zenginlikler edinebilme yolunda çok daha büyük bir hızla ilerlemektedir. Bir ülkede refahın  en kesin belirtisi, o ülkede ahali sayısının artmasıdır. Büyük Britanya ile öteki Avrupa ülkelerinin çoğunda, nüfusun beş yüz yıl geçmeden iki katına çıkamayacağı sanılmaktadır. Kuzey Amerika’daki İngiliz sömürgelerinde, ahali sayısının yirmi veya yirmi beş yılda katmerleştiği görülmüştür. Hem, şimdiki zamanda bu artış, aslında içeri biteviye yeni nüfus girmesinden değil, insanların pek çoğalmasından ileri gelmiştir. Orada, yaşını başını almış kimseler, kendi soylarından çoğu kez 50 den 100 e kadar, bazen çok daha fazla, döl döş görürlermiş. Emek orada öylesine iyi mükâfat görüyor ki, çok çocuklu bir aile, ana babalar için bir yük olacak yerde, bir varlık ve refah kaynağı olmaktadır. Kuzey Amerika’da ailece ocağından ayrılacak duruma gelmeden, her çocuğun emeğinin; ana babaya yılda 100 lira salt kazanç getireceği hesap edilmektedir.

Avrupa’da ikinci bir koca bulma ihtimali pek az olan, orta ya da aşağı halk tabakası içinden dört beş çocuklu bir genç dulun, orada, çokluk, aranıp da bulunamayacak bir kelepir gibi peşinden koşulmaktadır. Evlenmeyi körükleyen nedenlerden en büyüğü çocukların değeridir. Onun için, Kuzey Amerika’da genel olarak pek genç yaşta evlenildiğine şaşmamalıyız. Bu gibi erken evlenmelerden ileri gelen büyük nüfus artışına karşın, Kuzey Amerika’da boyuna adam yetersizliğinden sızlanırlar. İşçilere karşı olan talep, işçileri geçindirmek için olan ödenekler, anlaşılan çalıştırmak üzere bulabildikleri işçilerden çabuk artmaktadır. Read the rest

Türkiye Sosyal Medyadaki Tehditleri Hafife Alıyor… »

  • Gerek çapulcu olaylarında gerekse hakaret, teröre destek vb durumlarda sosyal medyanın önemi ortaya çıktı.
  • Ama Twitter, FaceBook, YouTube gibi şirketler ABD, FR ve UK gibi ülkelere itaat ederken Türkiye’ye kafa tutuyor.
  • Sosyal Medya şirketleri klasik medya ve ulus-devlet karşısında bazı özgürlüklerin önünü açtılar ama kendileri kartelleşti ve hukuka engel oluyorlar.
  • Yeni Şafak’ın ve AK Parti’ye destek olan ekiplerin engellenmesi ama PKK ve DAEŞ gibi örgütlerin yayınlarının devam etmesi çok ilginç.
  • Porno ve çocuk pornosu yayan, uyuşturucu satan, tehdit eden, şantaj yapan, ırkçı, intihara teşvik edici yayınların serbestçe yapılması ama İsrail’i eleştirenlerin engellenmesi de çok acayip.
  • Özellikle YouTube ve DailyMotion sitelerinde İsrail’i eleştiren videoların yayına girdikten birkaç saat sonra silinmesi ilginç.
  • Diğer yandan sosyal medya sistemleri teknik açıdan son derecede basit. Twitter, FaceBook, YouTube gibi binlerce site olmalıydı.
  • Twitter, FaceBook, YouTube gibi tekellerin oluşması makul değil. Doğa, kadın, siyaset, moda ve Türk, Alman vs kümeler olmalıydı.
  • Sosyal medyadaki kartelleşme normal değil. Ne pazarlama, ne yazılım tekniği ne de sosyolojik açıdan normal değil.
  • Sosyal medyanın sadece Kuzey Atlantik Çetesi’ne boyun eğmesi, Türkiye, Brezilya vb ülkelere kafa tutması da normal değil.
  • Teknik/işlevsel bakımdan Twitter, FaceBook, YouTube gibi sistemler çok basittir. Bilgisayar prog. / Müh. Okuyan 2ci sınıf talebeler yapabilir.

Read the rest

Bozkır Kurdu / Hermann Hesse »

Bozkirkurdu-Hermann-Hesse-24Yani Bozkırkurdu’nun biri kurt, biri insan, iki kişiliği vardı; bu, yazgısıydı onun. Söz konusu yazgı bir olağanüstülüğü içermez belki, eşine seyrek rastlanan bir yazgı değildir. Anlatıldığına göre daha önce de pek çok insan görülmüştür ki, kendilerinde köpekten, tilkiden, balıktan ya da yılandan pek çok özellik barındırmış, ama bu onların yaşamlarında özel birtakım güçlüklerle karşılaşmalarına yol açmamıştır.

Yani böyle insanlarda insan ve tilki, insan ve balık yan yana varlığını sürdürmüş, biri ötekini incitmemiş, hatta birbirleriyle dayanışma içinde bulunmuştur ve başkalarının gıptayla baktığı bazı başarılı kişileri mutluluğa kavuşturan, içlerindeki insandan çok tilki ya da maymun olmuştur. Nihayet herkesin bildiği bir şeydir bu. Oysa Harry’de durum değişikti, onda insanla kurt yan yana yaşamadığı gibi, birbirlerine hiç yardım elini uzatmamış, birbirlerinin canına kastederek biri ötekisinin karşısına dikilmiş, birinin yaşamasından ötekisi sadece zarar görmüştür. Aynı kan ve aynı ruhu paylaşan iki varlık birbirinin can düşmanıysa, böyle bir yaşamın tadı yoktur. Ne yapalım, herkesin yazgısı kendine göredir, hiçbir yazgı da kolay katlanılır gibi değildir. Read the rest

Gurbet Aforizmaları »

  • Türkiye’de yaşayan insanların bir çoğu yurtdışındakilere özenir. Gurbetçiler ise neredeyse bavullar hazır, hep dönmeyi isterler ama dönemezler.
  • Türkiye’de pek bilinmez, Avrupalıların ütopyası da Amerika’dır. Her şeyin daha güzel olacağı, fırsatlar ülkesi, American Dream…
  • Fakat gerçekle yüzleşince işler bozulur. Ne Fransa, ne de Almanya düşlerdeki gibi değildir. Amerika’ya da gitsen yağmur ıslatır, diş ağrısı uyutmaz.
  • Gurbet insana çakılan bir çividir. Sökülse bile izi kalır. Bkz. Konuşmak, dinlemek, duymak
  • Sokrates’e birisi için “seyahat onu hiç değiştirmedi” demişler. O da: “Normal, nefsini de beraber götürmüştür” demiş. Gurbet gerçek değildir.
  • Köyüne dönen gurbetçiyi bekleyen de koskoca bir düş kırıklığıdır. Zira o köyünü değil çocukluğun kaygısız günlerini aramaktadır.
  • Ama yaşlanmıştır bizim gurbetçi. Beli tutmaz, parası yetmez, çocukluk arkadaşları evlenmiş, eski otlaklara TOKİ konmuştur.
  • Gidemediğimiz için idealleştirdiğimiz diyarlarda nefsimizden kurtulmuş bir hayatı, aslî vatanımızı yani ALLAH’ı özleriz aslında. (Bkz. Ölürsem beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar!) Mevlânâ Hz’nin Mesnevî’sinde buyurduğu gibi:

“Dinle bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor, Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek kadın herkes ağlayıp inledi. Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki iştiyak derdini açayım, Aslından uzak düşen kişi yine vuslat zamanını arar”

Read the rest

Akıl Tutulması / Max Horkheimer »

Akil-Tutulmasi-Max-Horkheimer-087Zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için direnirken, acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir. Bu şarkısı söylenmemiş kahramanlar, başkalarının toplumsal süreç içinde bilinçsiz olarak hedef olduğu terörist imhaya bilinçli olarak hedef kılmışlardır kendi varlıklarını. Toplama kamplarının adsız kurbanları, doğmaya çabalayan insanlığın simgeleridir. Bu insanların kendi sesleri zorbalığın darbeleriyle susturulmuş da olsa, felsefenin görevi, onların yaptıklarını işitilebilecek sözlere dönüştürmektir.

[…]

Devleşmiş sınai güçler çağı, sürekli ve kalıcı görünen mülkiyet ilişkilerinin doğurduğu istikrarlı bir geçmiş ve gelecek perspektifini yok ederek bireyin de tasfiyesine yönelmiştir. Bireyin sallantılı durumunun en iyi göstergesi belki de kişisel tasarruflarının güvencesizliğidir. Para birimleri altına bağlıyken ve altın da sınırlar arasında serbestçe gidip gelirken, paranın değeri ancak belli sınırlar içinde oynardı. Bugünkü koşullarda, enflasyon, yani küçük tasarrufların satın alma gücünün büyük ölçüde azalma ya da toptan yok olma tehlikesi beklemektedir bireyleri. Altın sahipliği, burjuva iktidarının simgesiydi. Altın, burjuvayı bir bakıma aristokratın halefi yapıyordu. Onunla kendi güvenliğini sağlayabiliyor ve kendi ölümünden sonra arkada bıraktıklarının ekonomik sistem tarafından tümüyle Read the rest