Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Vatikanizm Aforizmaları »

  • vatikan-paraHristiyanlığın tarihini bir parça incelemiş olan her insan Vatikanizmin Hz. İsa’ya (as) sadık olmadığını fark eder.
  • Hz. İsa (as) “Hristiyan” kelimesini hiç telaffuz etmedi, hiç domuz yemedi, inananlara boşanmayı ve rahiplere evlenmeyi yasaklamadı.
  • Lisanı Aramice olan Hz. İsa (as) bugünkü İncil’in yazılı olduğu lisanların hiç birini yani ne eski Yunancayı, ne İbraniceyi ne de Latinceyi bilmiyordu.
  • Vatikanizmin kurucusu sayılabilecek olan Pavlus ve Petrus Hz. İsa’nın (as) sözlerini, emirlerini oy kullanmak suretiyle değiştirdiler.
  • “Konsey” denen ve çoğu kez kanlı bıçaklı geçen bu toplantılarda Tanrı’nın emirleri insanların keyfine göre güncellendi.

Read the rest

Matematiksel sonsuz vehmedilir. Âlem-i imkân ise hakikaten sonsuzdur, fehmedilir »

fra-angelico-sainte-conversation-marmi fintiFloransa’dayız, Aziz Marco manastırının koridorlarında. İstanbul’un fethinden birkaç sene evvel ünlü ressam Fra Angelico tarafından 25 ve 26cı hücrelerin arasındaki duvara yapılmış bir resme bakıyoruz: “Madonna delle Ombre”. Figürlerden çok daha önemli bir şey var burada: “Marmi finti” tabir edilen öndeki dört mermer taklidi levha. Marmi finti levhalarla müteâl/aşkın/transandan bir dünyanın penceresini açma çabası  Fra Angelico’nun bir çok eserinde var. Seyirciye “sen buradan bakıyorsun ama gördüğün azizler, melekler vs senin dünyandan değil; müteâl bir âlemin unsurları” diyor adetâ. Fakat bir sıkıntı var:

Gerçekte mermer olmayan bu levhalar tezyin ettikleri sathı yani duvarı daha görünür hale getirdikleri için figürleri ihtiva eden sathın sahte şeffaflığını da adeta ihbar ediyorlar. “Sahte şeffaflık” diyoruz zira rönesansçı perspektif satıhları tezyin eden Ortaçağ resminin aksine bir aldatmaca üzerine kurulu: Resmin yapıldığı zemin sanki bir pencereymiş gibi saydamlaştırılıyor ve matematiksel, homojen bir mekân içine nesneler, insanlar yerleştiriliyor:

“… Nesneler bir perspektife göre resmedildiklerinde tablonun fizikî sathı şeffaflaşır, görünmez hale getirir. […] Bir gerçek değil kavram olan homojen-matematiksel sonsuzluk ise bu tür resimlerde adeta somutlaşır; figürleri ihtiva eden bir oda evvelden varmış gibi tasvir edilir …” (Erwin Panofsky)

Bu şeffaflaştırma aynı zamanda bir sekülerleştirmedir. Zira Rönesans sanatı yalancıdır. Çünkü konusunu kutsal metinlerden alması bir resmi dinî yapmaya yetmez, lisan-ı suretinin de o inancın akaidine uygun olması gerekir. Zira yalan söyleyerek Hakikat’i anlatamazsınız. (Bkz. Senin tanrın çok mu yüksekte? isimli e-kitap) Merkezî perspektifle görünmez hale getirilen, saklanan Varlık’tır; resmin yapıldığı zeminin varlığı. Ne bir vehim ne de bir sembol haline getirilemeyen varlık taklitçi Rönesans ressamı için yok edilmesi gereken Read the rest

Kötülüğün Sıradanlığı / Hannah Arendt »

Kotulugun-Siradanligi-Hannah-Arendt-5aa

Bu meşum ihtimalin hem genel hem de özel sebepleri var. İnsan doğası gereği, bir kere baş gösteren ve insanlık tarihine kaydedilen her fiil, gerçekliği tarihe gömülüp gittikten uzun zaman sonra bile hep ileride gerçekleşebilecek bir ihtimal olarak kalır. Gelmiş geçmiş hiçbir cezanın, suç işlenmesini Önleyecek kadar caydırıcılığı yoktur. Bilakis, cezası ne olursa olsun, belli bir suç bir kere ortaya çıktı mı, tekrar ortaya çıkması, ilk ortaya çıkışının olup olabileceğinden çok daha olasıdır. Sebepleri göz Önünde bulundurulduğunda, Nazilerin işlediği suçların tekrarlanma ihtimali çok daha olasıdır. Modern çağda, nüfus patlaması ile -otomasyon yoluyla, nüfusun büyük bir bölümünü emek açısından bile “lüzumsuz” hale getirecek ve nükleer enerji yoluyla da (yanında Hitler’in gaz tesisatlarının bile şeytan gibi bir çocuğun uyduruk oyuncaklan gibi kalacağı) birtakım araçların kullanımıyla bu iki taraflı tehlikeyle başa çıkmayı mümkün hale getirecek- teknik araçların keşfinin hemen hemen aynı döneme rastlaması bile tüylerimizi diken diken etmeye yeter de artar.

Esasen tam da bu nedenle, emsalsiz olan bir defa ortaya çıktı mı gelecek için bir emsal haline gelebilir; “insanlığa karşı suçlarla” öyle veya böyle ilgili bütün davalar bugün hâlâ bir “ideal” olan standartlara göre yargılanmalıdır. Geleceğin bize gerçekten bir soykırım getirme ihtimali varsa, uluslararası hukukun yardımı veya koruması olmadan, dünya üstündeki hiç kimsenin -özellikle de İsrail’deki veya başka bir yerdeki Yahudilerin- soykırımın devam edip etmediğinden emin olmasına imkân yoktur. Bugüne kadar emsalsiz olanı ele alma işinin başarıya ulaşıp ulaşmaması, sadece ele alma biçiminin uluslararası ceza hukuku yolunda meşru bir emsal olarak ne derece iş gördüğüne bağlıdır. Böyle duruşmalarda hâkimlere yöneltilen bu talep gayet isabetlidir, makul olarak beklenebileceklerden daha fazlasını ister. Read the rest

Enerji Aforizmaları »

  • temiz-enerjiEnerji konuşulurken nükleer, rüzgâr, güneş, petrol birbirine alternatif sanılıyor. Değil. Yeni enerji türleri eskilerin kullanımını azaltmadı.
  • Kömürün yayılması odunu biraz azalttı belki ama petrol ve doğal gaza rağmen kömür hâlâ çok yaygın. Nükleer de petrole ikame olmuyor.
  • İnsanlığın enerji tüketimi öyle hızlı artıyor ki barajlar, nükleer vs ancak yetiyor.
  • ABD ve Çin’de elektriğin %50si kömürden. Kömür kesinlikle modası geçmiş bir enerji değil.
  • Çin veya ABD mali bir RES/GES satın aldığınızda çevreci olmazsınız. Çünkü bunlar da %50 kömürle üretilir. CO2’nin yeri değişmiş olur.
  • RES/GES toplam üretimde çok az yer tutar ama gazeteler en çok bunlardan bahseder. Çünkü gaz lobisi RES/GES istiyor! Neden?
  • RES/GES kullanımı artan ülkeler üretimdeki dalgalanmayı gaz ile tazmin etmek zorunda. Bu ise daha çok gaz ithal etmek demek.
  • Enerji-medya ilişkisinde bir çarpıklık var. En ÖNEMLİ (kömür, petrol, nükleer) şeylerden hiç bahsetmezler ve en ÖNEMSİZ (RES/GES) şeylerden sürekli bahsederler.
  • Kömür çıkarıldığı ülkede kullanılmak şartıyla ucuz bir elektrik kaynağı. Çevreyi kirletmesi önemsenmiyor ama siyasetçiler tersini söylemek zorunda.
  • Küresel Isınmaya en çok sebep olan ülkeler aslında iklim değişikliğinden de en çok faydalanacak olanlar: Rus, ABD, FR, UK, Çin, Japonya… (Bkz. Küresel ısınma aforizmaları)

Read the rest

Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz? »

  • ekonomistler-ekonomiden-anlamazEkonomistleri dinleyip tahmin yapmak dikiz aynasına bakarak araba kullanmaya benzer; siz kaza yaptıktan sonra ekonomist sebeplerini açıklar. (Bkz. Ekonomistler ekonomiden anlasalardı yatırımcı olurlardı)
  • Ekonomist işini iyi yapmaz çünkü onu buna mecbur eden bir güç yoktur. Doktorun hata yapınca hastası ölür, mühendis hata yapınca binası çöker. Ama ekonomist hata yaparsa başkaları para kaybeder. Bu yüzden meslekte ilerlemez. (Bkz. Trichet, Bernanke, Draghi, Greenspan, C.Lagarde gibi ekonomistlerin 2008 krizinden önceki sözleri)
  • Ekonomistler gerçekten ekonomiden anlamaz. Draghi’nin quantitative easing aptallığı Avrupa’yı batıracak. Ama Draghi’ye bir şey olmayacak.
  • Türk ekonomistler de böyledir. TV’de “…piyasa bu sabah sinirli, piyasa Obama’nın son teklifini sevmedi…” diyen gerizekâlılar ekonomisttir meselâ. 4 sene üniversite okumuşmar böyle zırvalamak için.
  • peki neden ekonomistlerin ekonomik tahminleri hep yanlış çıkar? Çünkü insan fıtratını hiçe sayan, pozitivist-mekanik düşünceleri vardır. Kafalarının içindeki dünya bizim gerçek dünyamıza benzemez.

ekonomistler-ekonomiden-anlamaz-5

  • Ekonomistler ekonomiyi fizik-kimya zannederler. Psikoloji, sosyoloji, kanaat, bereket yoktur onlar için. Ama daha da kötüsü ekonomistler mutluluk ile tatmin arasındaki farkı bilmezler. Yedikçe acıkan ve hırslanan insan nefsinin doyma noktasını ararlar.
  • Mutluluk, fayda ve tatmin kavramlarını birbirine karıştırmak ekonomistlerin en büyük hatalarından biridir. (Bkz. Mutluluk / Tatmin / Bonheur /Satisfaction / سعادة)

Read the rest

Akıl Tutulması / Max Horkheimer »

Akil-Tutulmasi-Max-Horkheimer-151Soyut kişisel çıkar ilkesinin, resmi liberal ideolojinin bu temel öğesinin düşünsel emperyalizmi, bu ideolojiyle sanayileşmiş ülkelerin toplumsal koşulları arasındaki büyüyen gediğe işaret ediyordu. Bu kopuş bir kez kamuoyunda kesinleştikten sonra, hiçbir etkin, rasyonel toplumsal birlik ilkesi kalmaz ortada. Önceleri tapınılan ulusal topluluk (Volksgemeinschaft ) düşüncesi, sonunda sadece terörle-ayakta tutulabilir olur. Bu, liberalizmin bir çırpıda faşizme geçme eğilimini ve liberalizmin ideolojik ve siyasal temsilcilerinin de kendi muarızlarıyla uzlaşmaya yatkınlığını açıklamaktadır. Yakın dönemin Avrupa tarihinde örnekleri pek sık bulunabilecek bu eğilimin kaynağı, ekonomik nedenler bir yana, öznelci kişisel çıkar ilkesi ile sözde bu ilkenin ifade ettiği akıl anlayışı arasındaki iç çelişkide aranmalıdır. Başlangıçta, siyasal düzenin nesnel akla dayalı somut ilkelerin bir ifadesi olduğu düşünülüyordu; adalet, eşitlik, mutluluk, mülkiyet düşüncelerinin hepsinin akla uygun olduğu, akıldan doğduğu ileri sürülüyordu.

Sonradan, aklın içeriği keyfi olarak bu içeriğin sadece bir bölümüne, onun ilkelerinin sadece birinin çerçevesine indirgendi; tikel olan, evrensel olanın yerine sahip çıktı. Düşünce alanındaki bu el çabukluğu ve kuvvet gösterisi, siyaset alanında kaba kuvvet iktidarına zemin hazırlar.

Özerkliği kalmayan akıl bir araç haline gelmiştir. Öznel aklın pozitivizm tarafından öne çıkarılan biçimselci cephesinde, nesnel içerikle bağıntısızlığı vurgulanır; pragmatizmin öne çıkardığı araçsal cephesinde ise, kendi dışında belirlenmiş içeriklere teslim oluşu belirginleşir. Akıl bütünüyle toplumsal sürece boyun eğmiştir. Aklın araçsal değeri, doğa ve insan üzerinde egemenlik kurulmasında oynadığı rol, tek ölçüt durumundadır. Kavramlar, birkaç örnekte birden bulunan ortak özelliklerin özeti durumuna düşürülmüştür. Bir benzerliği adlandırmakla kavramlar, nitelikleri ayırt etmek zahmetinden kurtulmuş olur ve böylece bilgi malzemesini örgütlemeye daha iyi hizmet ederler. Read the rest

Bozkır Kurdu / Hermann Hesse »

Bozkirkurdu-Hermann-Hesse-2 -1Islak yolda aylak aylak yürüyordum; zihnimde bu sıradan fikirlerle… şehrin alabildiğine tenha ve eski mahallelerinin birindeydim. Karşıda, yolun öbür yakasındaki karanlıkta gözüme eski, gri bir taş duvar ilişti; her zaman öylesine eski ve umursamaz duruyordu oracıkta, küçük bir kiliseyle eski bir hastane arasında. Gündüzleri pürtüklü yüzünde gözlerimi dinlendirirdim; kentin iç kesimlerinde böyle sessiz, sevimli ve suskun yüzeylere az rastlanır çünkü. Her yarım metrekare başı bir mağaza, bir avukat, bir mucit, bir hekim, bir berber ya da nasır tedavisiyle uğraşan biri karşıdan insanın yüzüne ismini haykırıp durur. Bu kez de duvarı eski dinginliği içinde bulmuştum, yine de duvarda değişen bir şey vardı, orta yerinde sivri kemerli şirin bir kapı gözüme ilişti, şaşırdım; kapı hep orada mıydı, yoksa yeni mi oraya konmuştu, doğrusu bilemedim. Eski, çok eski bir görünüm taşıdığı kuşkusuzdu; belki karanlığa gömülmüş bu küçük ve kapalı ahşap kapı yüzyıllar öncesinde bir manastırın uykulu avlusuna açılıyordu ve manastır artık yerinde durmasa bile kapı bugün de aynı işi görmekteydi. Belki de kapıyı daha önce pek çok kez görmüştüm de dikkat etmemiştim, belki yeni boyandığı için şimdi dikkatimi çekmişti. Öyle ya da böyle, oracıkta dikilip kaldım; dikkatle kapıya bakıyor, ama kalkıp karşıya geçmeyi göze alamıyordum, aradaki yol vıcık vıcık ve ıslaktı; kaldırımda dikiliyor, karşıya bakmakla yetiniyordum. Her şey çoktan koyu bir geceye bürünmüştü; bana öyle geldi ki kapının çevresi bir çelenkle sarılmış ya da renkli bir şeyle örülmüştü. Read the rest

Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî aforizmaları »

  • Medine’de münafıkların ortaya çıkışı, verdikleri zarar ve Efendimiz’in ﷺ tedbirleri bugünkü Türkiye’nin sorunlarına ışık tutuyor.
  • Efendimiz’in ﷺ Medine’ye teşrifinden evvel Evs ve Hazrec kabileleri anlaşıp Abdullah bin Übeyy’i şehrin emiri yapmaya karar vermişlerdi.
  • Türkiye’de sömürge valisi olmak isteyen ama olamayan sahte cemaat liderlerinin, hocacıkların bugünkü tavırları bu münafık başına çok benziyor.
  • Fethullah Gülen gibi Abdullah bin Übeyy’in yanında da münafıklar olduğu gibi akrabalık ve çıkar birliği sebebiyle peşinden gidenler de vardı.
  • Terör meselesinde gülenistlerin tavrı Uhud harbinde Müslümanmış gibi görünüp orduya katılan ama en kritik anda çekilen münafıklara benzer.
  • Duruma göre kâh Müslüman kâh kâfir gibi görünen münafıklar çok tehlikeli bir zümredir.

munafiklar

  • Münafıkların ırkları, zenginlikleri ve eğitim seviyeleri farklı olsa da birbirlerine çok benzerler. Meselâ kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylerler.
  • Münafıklar Efendimiz’den ﷺ bahsederken, ayet ve hadis duyduklarındaki tavırları, Müminlerin acılarına bakışları birdir.
  • Münafıklar Müslümanlar arasına tefrika sokmak için abuk subuk fikirler öne sürerler.

  • Münafıkların tuzakları karşısında Efendimiz’in ﷺ tedbirleri dikkatle incelenmelidir. Nedir bu tedbirler?

Read the rest

Gösterilen hayat neden gerçek hayattan daha önemli? »

guy-deborde-gosteri-toplumu

Gösteri Toplumu / Guy Debord (1967)

Modern üretim şartlarının hâkim olduğu cemiyetlerin tüm hayatı devasa bir gösteri birikimi olarak görünür. Dolaysız biçimde yaşanmış olan her şey yerini bir temsile bırakarak uzaklaşmıştır.

[…]

Gösteri kendini, hem bizzat cemiyet olarak, hem cemiyetin bir parçası olarak ve hem de bir birleştirme aracı olarak sunar. Gösteri, toplumun bir parçası olarak, özellikle, bütün bakış ve bilinçleri bir araya getiren sektördür. Bu sektör ayrı olduğundan, aldatılmış bakışın ve yanlış bilincin yeridir ve gerçekleştirdiği birleşme genelleştirilmiş ayrılığın resmî dilinden başka bir şey değildir.

[…]

Ekonominin fertleri tamamen boyun eğdirmesi ölçüsünde, gösteri de onları kendine tabi kılar. Gösteri, bizzat kendisi için gelişen iktisattan başka bir şey değildir. O, şeylerin üretiminin sadık yansıması ve üreticilerin aslına bağlı olmayan nesneleştirilmesidir.

İktisadın toplumsal yaşam üzerindeki tahakkümünün ilk aşaması, bütün insan gerçekleştirimlerinin tanımlanmasında var olmak’tan sahip olma’ya geçen bariz bir bayağılaşmaya yol açmıştır. Toplumsal yaşamın, iktisadın birikmiş sonuçları tarafından bütünüyle işgal edildiği bugünkü aşama ise sahip olmak’tan gibi göriinmek’e doğru genel bir kaymaya neden olmuştur; öyleki bütün fiilî “sahip olmak”lar dolaysız itibarlarını ve nihai işlevlerini bu “gibi gö- riinmek”ten almak zorundadırlar. Aynı zamanda tüm bireysel gerçeklikler, doğrudan doğruya toplumsal güce bağımlı olan ve onun tarafından biçimlenen toplumsal gerçeklikler haline gelmiştir. Bu durumda, bireysel gerçek, ancak kendisi değilse, ortaya çıkmasına izin verilir. Read the rest

Kötülüğün Sıradanlığı / Hannah Arendt »

Kotulugun-Siradanligi-Hannah-Arendt-5“Yahudilerin öldürülmesiyle hiçbir ilgim yok. Hayatım boyunca ne bir Yahudiyi ne de Yahudi olmayan birini öldürdüm – hayatım boyunca kimseyi öldürmedim. Bir Yahudiyi veya Yahudi olmayan birini öldürme emri vermedim, kesinlikle böyle bir şey yapmadım.” Veya daha sonra açıklamasını biraz daha daraltarak söylediği gibi, “Bir kere bile yapmak zorunda kalmadım” -buna karşılık böyle bir emir alsa, zorunda kalsa, şüphesiz kendi babasını bile öldürecekti. Bu nedenle sadece -Kudüs’teyken “İnsanlık tarihinin en büyük suçlarından biri” ilan ettiği- Yahudi katliamında “yardım ve yataklıkla” suçlanabileceğim tekrar tekrar söyledi (1955′ te Arjantin’de, kendisi gibi kanundan kaçan eski bir SS olan HollandalI gazeteci Sassen’e verdiği ve bir kısmı Hollanda’da çıkan Life’ta ve Almanya’nın Der Stern’  inde yayımlanan röportajda, kısacası şu meşhur Sassen dokümanlarında bunlar zaten vardı). Savunma, Eich-mann’ın teorisine pek aldırış etmedi; ama iddia makamı, Eichmann’ ın en azından bir kere, kendi elleriyle bir insanı (Macaristan’daki Yahudi bir delikanlıyı) öldürdüğünü kanıtlamaya yönelik başarısız bir girişim için epey zaman harcadı. Savcının üstünde daha fazla zaman harcadığı, ve daha başarılı bir biçimde ele aldığı, başka bir şey de Franz Rademacher’in aldığı bir nottu. Almanya Dışişleri Bakanlığındaki Yahudi uzmanı Rademacher’in Eichmann’la telefonda konuşurken Yugoslavya ile ilgili dokümanlardan birinin üzerine karaladığı bu notta şöyle bir cümle vardı: “Eichmann vurun diyor.” Nihayetinde Eichmann’ın, cüzi de olsa bir kanıtı bulunan, tek “ölüm emri” buydu – tabii bu bir ölüm emriyse. Read the rest