Ghada Shbeir – رحلة على أنغام الناي »
By Dursun Kackar on Eyl 13, 2013 in İnsan Müzikleri | 0 Comments
By Dursun Kackar on Eyl 13, 2013 in İnsan Müzikleri | 0 Comments
By my on Eyl 13, 2013 in Çirkinlik, mimari, Soyut Sanat (Kaynak), Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır | 6 Comments
TOKİ çok çirkin binalar yapıyor ama gözlerimizi acıtan bu çarpık stili(?) onlar icad etmedi. Cumhuriyet’in ilânından bu yana, 80 yıldır inşa edilen binaların hepsi birbirine benziyor: Okullar, fakülteler, gar binaları, oteller, bankalar, konser salonu, spor salonu, belediye sarayı ve hükümet konakları… Tektip, cezaevi ya da depo, fabrika vs gibiler, her bir kat yanyana kopyalanmış pencerelerden oluşuyor. Bina ise üstüste kopyalanmış katlardan. Pencereler ve katlar gibi binalar bile birbirinin yerine ikame edilebilir. Dışarıdan bakarak amacını, işlevini anlamak mümkün değil.
Sanki 80 yıldır Türkiye’deki bütün binaları aynı zevksiz mimar çiziyor. Oysa bu topraklar güzel binalarla dolu. Eski Yunan tapınakları, su kemerleri, köprüler, Ermeni, Rum ve Bizans kiliseleri, Selçuklu mimarisi, Osmanlı mimarisi… Neden cumhuriyet sonrası böyle bir kısırlık içine girdi Türkiye?
Yakında bu konuyu sorgulayan bir makale gireceğiz yayına. Aşağıdaki resimleri “Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır” serisi için bir ön hazırlık olarak sunuyoruz. Resimleri büyük görmek için albümün sonundaki YAZININ DEVAMI’na tıklayabilirsiniz.
Resimleri tam boy görmek için Read the rest
By my on Eyl 12, 2013 in Gezi Parkı terbiye edilebilir mi?, Ölüm | 1 Comment
Bazen bize söylenen bir şeye inanırız. Sonra ispat edilir. O zaman kesin olarak biliriz. Ama Ölüm bilgisi yani öleceğimiz bilmek farklıdır bunlardan. Bizden önce doğan herkes ölmüştür. Peygamberler, padişahlar, güzeller ve çirkinler, zenginler ve fakirler…. Bir tane bile istisna yoktur. Biz de biliriz öleceğimizi. Ama inanmayız. Bu sebeple bilgimiz bir işe yamaz, ilim amele yansımaz. Hiç ölmeyecekmiş gibi, hiç hesap vermeyecekmiş gibi günah işlemeye devam ederiz.
Damdan düşerek ölen Ahmet Atakan ölmeden önce ALLAH’a ve Efendimiz Hz. Muhammed S.A.V’e hakaret etmiş. İhtimal son sözleriydi bunlar. Bu görüntülerde ne kadar da gürbüz görünüyor. Sağlıklı, çevik bir vücud. Polisin üzerine yürüyor, elinde bir taş. Arkadaşları zor tutuyor Ahmet’i. İçlerinden biri ileri fırlayıp polislere taş atıyor sonra kaçıp saklanıyor. Ahmet küfür ve tehditleri sıralıyor polislere bakarak. ALLAH’a küfrederek polisleri tahrik etmek istiyor herhalde. Keşke o anda biri kulağına eğilip “oğlum, böyle konuşma, ölüm her an gelebilir, tevbe edecek vaktin olmaz” deseydi. Dinlerdi belki Ahmet. Belki pişman olurdu. Ama artık çok geç:
“… Çöpten bulduğum bu kitap sayesinde bilmek ve inanmak kelimelerinin mânâları üzerine yeniden düşünme fırsatı buldum: Günlük dilde inanmak zayıf bir bilgi. Bir üst derecesi bilmek. “Sana inanıyorum, kontrol etmeme gerek yok… Ne? Benzine zam mı geldi? İnanmıyorum! – Öyleyse gazeteye bak!” . İnanmak insanın aklını birine eMaNet etmesidir, ama bunun için eMiN bir bilgi kaynağı lâzımdır. Emniyet yoksa deney ve gözlemle, ampirik olarak, ispat etmek gerekir: “Su 100°C’de kaynar, inanmıyorsan kaynat suyu, termometre ile ölçüver”. Ama insan kendi ölümüne inanamıyor. (Bkz. Tolstoy’da ölüm düşüncesi) Gerçekten ölecek miyim? Herkes ölmüş. Ya ben?
– İnsanlar ölümlüdür,
– Sokrat insandır.
– Demek ki Sokrat ölümlüdür.
– Ama bu Sokrat için söylenmiş. Sokrat bilir mi annemin sütlaçının tadını? Dibi yanmış tencerenin nasıl koktuğunu? Benim gibi Boğaz’da çay içti mi O? Ya Bebek’te yediğim sarımsaklı köfteleri? Galatasaray’ın şampiyon olduğu sene sokaklarda bağırdı mı benim gibi Sokrat?
Kendi hayat hikâyemizin başrol oyuncusu olan “Ben” figüranların ölmesine şaşırmıyor. İnsanlar ölür. Herkes ölür. Ama “Ben” herkes değil ki! Özel biri o!
Hayattaki hiç bir şey ölüm kadar kesin olmadığı halde inanmak neden bu kadar güç? Herkesin bildiği fakat inanmadığı bir şey ölüm. Normal bilgilerin aksinebenim ölümüm kesin bir bilgiyse bile bu yaşamsal bilgilerden değil. Zannediyorum bizzat tecrübe ettiğimiz “Ruh’un ölümsüzlüğü” dünyevî mânâda bitmez tükenmez bir süreye tekabül etmiyor. Ruh’un ölümsüzlüğü Ruh’un zaman-dışı oluşuna işaret ediyor. Zaman dışı derken… Dünyevî zamanların dışında ama muhtemelen ilâhî bir zaman tarafından iHaTa edilen birMuHiT içinde… (Bkz. Derin Zaman Kitabı) Ölüm’ü akletmek “Zaman dışı” olma halini de tecrübe etme imkânı veriyor. Empirik olmayan, sayılmayan, ölçülmeyen ve bu dünyadan olmayan Ölüm bize hem bu dünya hem de Ahiret üzerine bilgi veren bir kitap gibi. Ne mutlu Ölüm Kitabını okuyabilenlere! … “ (Ölüm‘ün Evi / Dominique Lecompte)
… Bu konuda okumak için…
Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.
“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.
By my on Eyl 12, 2013 in Kemalizmin Zararları | 2 Comments
…Kemalcilik ve Atatürkizm üzerine e-kitap…
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz.
Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.
“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış
By Dursun Kackar on Eyl 11, 2013 in #DirenGezi’nin Faydaları, Kemalizmin Zararları | 0 Comments
… Çapulcular üzerine okumak için…
Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?
4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.
Dünyada da tuhaf şeyler oldu:
“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:
Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.
By my on Eyl 11, 2013 in atatürkçülük, CHP, Kemalizm, mimari, Soyut Sanat (Kaynak) | 0 Comments
Mimar Giovanni Muzio’nun 41 Numaralı Projesi
“Projede dış mimari itibariyle en eski abide ve mezar şekillerinden ilham alınmıştır. Altı köşeli plan üzerindeki piramit, taş inşaata çok uygun görülüyorsa da, mimar bu satıhları o kadar çok pencereler ile doldurmuştur ki, ancak betonarme ve zor bir inşaat sistemine muhtaçtır. Bir piramit olan esas kitle ile diğer ayrıntı arasında uyumsuzluk vardır.”
… Bu konuda okumak için…
Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz.
By Aisha Benghazi on Eyl 10, 2013 in İnsan Müzikleri | 0 Comments
By my on Eyl 10, 2013 in Çirkinlik, Güzellik, Kitap Alıntısı, mimari, Soyut Sanat (Kaynak), Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır | 14 Comments
Çünkü halka hizmet için değil onu korkutmak için yapılıyor bu modern camiler. Devletin ya da diktatörün kudretini ilân ediyor. Bizdeki devasa Atatürk heykelleri ve Anıtkabir gibi. (Bkz. Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat) Ya da Komünist Rusya’nın gücünü ilân eden, halka gözdağı veren propaganda amaçlı anıtlar geliyor akla. 10 dakikalık namaz için yarım saat yürümek icab edecek ama onlara dert değil. Zira namaz kılmayan siyasetçilerin ve mimarların camileri uhrevî değil dünyevî. Büyük şirketlerin gücünü temsil eden, zengin ortaklara güven veren gökdelenler gibi kibir ve küstahlıkla uzansın gökyüzüne, bu yeter.
Resimdeki cami, Djamâa El-Djazair 2009-2011 arasında Cezayir’de inşa edilmesi planlanan bir bina idi, akibeti ne oldu bilmiyorum. Projenin maliyeti 3 milyar avro olacaktı, 200 veya 300 metre yüksekliğinde bir minaresi, 120.000 kişinin aynı anda namaz kılabileceği dev bir yapı. Fas’taki 2ci Hasan camisinden daha yüksek, daha pahalı. Çin, Tunus ve Fransız firmaları ihalenin değişik bölümleri için yarış halindeydi pastadan pay kapmak için.
Fakir bir halkın zengin devleti Cezayir. Parasızlık yüzünden doktora gidemeyen çok vatandaşı var. “Sadece” kanserden her yıl 20 bin insan ölüyor Cezayir’de. Cezayir’in, Fasın ya da Türkiye’nin çirkin camileri aslında bir kaç asırlık bir bozulmanın görünen kısmı değil mi?
İslâm ülkelerinde aydınlar, mimarlar ve siyasetçiler çirkinleştiler. Çirkinleşen camiler aslında güzel ahlâk ile güzel sanatın bağlarının koptuğunu yüzümüze tokat gibi çarpıyor sanki. Bir mimar olan Turgut Cansever’den dinleyelim:
“… İnsana maddî kudretini büyük ölçüde arttırma imkânı bağışlayan makineler insanı tabiat ve varoluşa karşı savaşan birisi durumuna dönüştürmekte. Öte yandan teknolojik gelişme bu savaşçının zaferini sembolize etmektedir. Bu savaşçının mimarisi çok daha ezici, çok daha gizemli ve makinemsi olan zaferi, bütün mevcudat tabakalarında “herşeyi kendi yerine koymayı” amaçlayan İslâm mimarisinden açıkça farklıdır. […] İçinde bulunduğumuz yüzyılda İslâm ülkeleri kültürel ve dini kimliklerini reddetmelerinin sonucu olarak kendi tarihi mimarlık miraslarını Batılı yayınlar ve araştırmalardan öğrenmek ve bunlar vasıtasıyla geçmişlerini değerlendirmek gibi garip bir durumla karşı karşıya kalmışlardır …”
(İslam’da Şehir ve Mimari)
Dünyadan modern cami örnekleri
By İbrahim Becer on Eyl 9, 2013 in Gezi Parkı terbiye edilebilir mi?, Kemalizmin Zararları, Yobaz Laikler | 3 Comments
“… Bugün bir devrimci sandığınız bu çapulcular sürüsü, gün gelecek sizlerin yüzkaraları, bizlerin de maskaraları olacaklar …”
ODTÜ’deki üç beş faşist tazesinin yaptığı rezilliği görmüşsünüzdür. Yaşımızın biraz da kemale ermesinden sebep olsa gerek, ben görüntüleri ilk izlediğim zaman bir deja-vü yaşadım; gözümün önüne bir an için Merve Kavakçı’ya hitaben ‘atın bu kadını dışarı’ diyen Ecevit’in, titrek sesiyle sadece beni değil demokrasiye inanan herkesi hayal kırıklığına uğratan o silueti geldi. Kadere bakın ki sonraki yıllarda o günlerdeki Ecevit’in Çevresini, ‘başbakanı zehirlemek’ suçlamasıyla mahkeme koridorlarında görmeyi nasip etti Allah bu fakire.
Ne Ecevit’e acıdım ne dokuz kurda bir hurda halini almış partisine ne de o gün onunla beraber olup da halkın tasfiye ettiği siyasi kadrolara. Çünkü ben bilirim ki ‘kurda merhamet kuzuya ancak zulüm getirir’. Bugün, böyle yeni yetme ergen irilerini gördüğüm zaman da kızıyorum ama şaşırmıyorum. ‘Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur’ misali ne gördülerse benzerini yapıyorlar.
‘Fakat hadlerini aşmıyorlar mı’ diye bir soru gelirse sonuna kadar hadlerini aşıyorlar. Gezi Parkı eylemleri başladığında aklı başında olduğuna inandığım, aynı görüşte olmadığımızı bildiğim ama sağduyusuna güvendiğim birçok arkadaşıma Read the rest