Gördüğüme inanamıyorsam kime güvenebilirim? »
By لاادرى on Eyl 16, 2013 in Akıl, Bilim, bilimcilik, Pozitivizm | 0 Comments
By لاادرى on Eyl 16, 2013 in Akıl, Bilim, bilimcilik, Pozitivizm | 0 Comments
By my on Eyl 16, 2013 in mimari, Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır | 0 Comments
“… Yedi katın temellerini Atan’a,
Dokuz katlı gök kemerinin binasını Kuran’a,
Yani Yaratan’a, yani ALLAH’a hamd,
Peygamber Hz. Muhammed’e S.A.V. Salat-ü selâm olsun. […]
Çünkü bir köprüdür dünya, geçmektedir insanlar,
Ne dilenci kalır burada, ne de mutluluğa ermiş hükümdar.
Bu fani dünya yokoluş seli üstünde bir köprüdür,
Ondan geçerken secde etmeyi bilen özgürdür …”
Mimar Sinan yazmış bu satırları, Tezkiretü’l Bünyan’dan. Kâinat’ın Mimarı’na kul olma şuuruyla, o acziyetin idrakiyle mimarlık yapan bir zâtın samimi sözleri. Bir Müslümanın aldığı dinî terbiyenin dışa vurması. Bugünkü genç mimarlar ise farklı bir terbiyeden geçiyorlar. 80 yıldır ülkemize hakim olan bir Kemalizm var. Mimar Sinan’ın kafatasını ölçmek için mezarını dahi açan bu ırkçıların yetiştireceği mimarlardan ne umabiliriz? (Bkz. Mimar Sinan’ın Kayıp Kafatası!) Gençlerin mimarlıktan evvel kulluk şuurunu idrak ettikleri söylenebilir mi? [1]
Oleg Grabbar İslâm Sanatını Düşünmek adlı kitabında acayip bir şey söylüyor: İslâm’ın ilk üç asrı boyunca bir şehir övüleceği vakit binalar ve meydanlar değil şehrin yetiştirdiği âlimler, salihler, zahidler anlatılırmış. Yani eşya değil İnsan’mış üstün tutulan; kâmil insanların gönlünden yansıyan ilim, irfan, takva ve zühd imiş. Grabbar bu şehirleri isimleriyle anıyor, Tunus’tan Irak’a, Hatta Kuzey Hindistan’a kadar örnekler veriyor.
Bugünkü dünyanın insanları şehirlerden bahsederken binaları üstün tutuluyor. Paris denilince Eiffel Kulesi, Mısır denilince piramitler, İskenderiye deyince çoktan yıkılmış olan o deniz feneri geliyor hatıra. Neden Ataullah İskenderî Hazretleri’ni düşünmüyoruz meselâ? Yıkılan deniz fenerinin aksine Hikem-i Ataiyye (ayrıca 1 ve 2) adlı abidevî eser dimdik ayakta durmuyor mu? Bu harika kitap bir deniz feneri gibi karanlık gecelerimizi aydınlatmıyor mu?
Eşyayı İnsan’dan üstün tutmak “sadece” günah değil aynı zamanda estetik bir hata, mimarî açıdan tam bir felaket. Meseleyi açmak üzere yine tarihten bir misal alalım: Kordoba Camii‘nin bir kısmının yıkılarak gotik bir kilise (Yandaki resim) inşa edilmesi için Kutsal Roma Cermen İmparatoru Vci Karl’dan izin alınmış. Fakat Kilisenin açılışına gelen Vci Karl pişman olmuş: “Bunu yapacağınızı bilseydim müsade etmezdim. Çünkü yaptığınız şey her yerde var. Ama yıktığınız şey hiç bir yerde yok”.
Dikkat ederseniz imparator yıkılan caminin güzelliğini değil tek, özgün, otantik oluşunu övüyor. İmparatorun isyan etme sebebi de yapılanın çirkinliği değil defalarca kopyalanmış bir gotik kilise olması. Çünkü mimarî bir eserin özgün oluşu ile onu kullanan, yaşayan, içine girip çıkan insanların kendilerini hür ve sorumlu hissetmesi arasında bir ilişki Read the rest
By Dursun Kackar on Eyl 15, 2013 in Bilim, bilimcilik, Kâinat, Pozitivizm | 0 Comments
… Bu konuda okumak için…
Maymunist imanla nereye kadar?
Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir.
Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa, Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz?
Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz?
Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…
İşte geçtiğimiz ay bu maskelerin düştüğü, kartların açık oynandığı çok kaliteli iki tartışmaya tanık olduk. İki makale işaret fişeği görevi yaptı. Sağolsun bir çok değerli okurumuz yüzden fazla yorumla konuyu DERİNLEMESİNE tartıştı. Derinlemesine diyoruz çünkü Madde’nin arkasındaki Mânâ bu kez gerçekten masaya yatırıldı. Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri hatta evrimciliğin etimolojik değeri bile konuşuldu.
Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.
(Ayrıca konuyla ilgili okurlarımız Bir pozitivizm eleştirisi isimli kitabımızdan da istifade edebilirler)
Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)
Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.
Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl öncekomşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındakitek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradanindirebilirsiniz.
By admin on Eyl 15, 2013 in Duyuru, Kimlik, Ulus-Devlet | 0 Comments
Nûbihar Dergisi tarafından 21 22 Eylül tarihlerinde Diyarbakır’da “Uluslararası Din, Dil ve Kimlik Sempozyumu” adı altında bir sempozyum gerçekleştirilecek. Sempozyumda Kürt kimliği, kültürü, dili, din ve milliyetçilik, anadil, çok dillilik ve kültürlülük gibi konular konuşulacak. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirecek konferansa dünyanın farklı ülkelerinden akademisyenler, gazeteci ve yazarlar konuşmacı olarak Read the rest
By admin on Eyl 15, 2013 in Kapitalizm, Kemalizm, Sosyalizm | 0 Comments
“… Sanat ve adalet insanın hür tercihlerini ifade ettiği sahalardır. Bu sebeple kemalizmin, kapitalizmin ve sosyalizmin mimarî tarzları arasındaki çarpıcı benzerlik bir rastlantı değil. İnsanı bunaltan tekdüzelikte kurdukları şehirlerin birbirine bu kadar benzemesi de bir rastlantı değil. Zira bu sistemler yönettikleri insanları eşya gibi gören, mal gibi alıp satan sistemler. Bir başka deyişle adalet kaygısı yok, racon var, disiplin var. “Suç” denilen fiiller vicdanları rahatsız ettikleri için değil üretimi, ticareti ve devletin işleyişini rahatsız ettikleri için cezalandırılıyor. Halkın vicdanının kurumsallaşması, adaletle ifade bulması söz konusu değil. Kapitalizm, komünizm ve kemalizmin gözünde tektipleştirilen halkın vicdanı dikkate alınmaz. Çünkü halk, vicdan, akıl ve hak sahibi insanlardan değil istatiksel rakamlardan oluşur. […]
Bu materyalist sistemlerin tasavvurunda toprak, deniz, orman, hayvanlar, bitkiler, güneş ve rüzgâr şükredilmesi gereken nimetler değil sadece birer mülktür. Hal böyle olunca doğal kaynakların insanlar arasında pay edilmesi de bir güç mücadelesinden ibarettir. Kapitalizmde piyasa üzerinden zenginler aslan payını alır, sosyalizm ve kemalizmde ise bürokrasi üzerinden elitler halkı sömürür […]
Özetlersek, kapitalizm, kemalizm ve komünizm aynı kapıya açılıyor. Yani insanlar duvar tuğlası veya makine yedek parçası gibi harcanabilir, ikame edilebilir bir şey haline geliyorlar. Dolayısıyla bu üç ideolojiden birinin hakim olduğu ülkelerde aynı mimarî çirkinliklere rastlıyoruz.”
By admin on Eyl 14, 2013 in Duyuru, Militarizm, Türk faşizmi | 4 Comments
Toplumsal çatışmaların bir nedeni de, katı ideolojik tutumların ve toplumda, kendi ırkının, kendi sınıfının, ya da kendi inancının bir başkasına üstün olduğu bilincinin, özellikle eğitim aracılığıyla kazandırılmaya çalışılmasıdır. Ulus devletçi sistemler eğitim aracılığıyla toplumun tüm kesimlerine tek bir ideolojiyi dayatarak, bireylere “benim dünyamın dışındakiler işe yaramaz” duygusunu aşılamaya çalışmıştır. Diktatörlerin, hâkim ideolojilerini, çocuklara daha küçük yaşlardan itibaren aşılamaya başladıkları ve militarist eğitime ayrı bir önem verdikleri de bilinen bir gerçektir. Örneğin, dönemin Almanya’sında ilköğretim öğrencilerine aşılanması gereken en önemli konunun, Hitler’e bağlılığın ne kadar kutsal bir duygu olduğuydu. Okulda her gün, yaklaşık on dakika, Hitler’in resmi selamlanırdı. İdeolojik ve beden eğitimi içerikli gençlik kamplarında çocuklara,‘Führer’e adanmış kanımın her damlasıyla; ben tüm enerjimi ve gücümü Adolf Hitler’e ve ülkeme adayacağıma yemin ediyorum. Onun için, sahip olduklarımdan hatta hayatımdan bile vazgeçeceğime söz veriyorum ve bunun için Tanrıdan yardım diliyorum.’ diye yemin ettiriliyordu. Duçe lakaplı Mussolini İtalya’sında ise ilköğretimden itibaren faşist ideoloji ile yetiştirilen çocuklara ve gençlere şöyle yemin ettiriliyordu: ‘Tanrının adıyla ben liderimin bütün emirlerini yerine getireceğime, gerekirse bu uğurda kanımın son damlasına kadar mücadele edeceğime yemin ederim, yaşasın faşist devrim…’ imzalamak için TAMAMI
By my on Eyl 14, 2013 in mimari, Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır | 2 Comments
Çirkin insanlar güzel şehirler kuramazlar
İstanbul, Tokyo, Paris, New York… bütün şehirler giderek birbirine benzemeye başladı. Oysa tam tersi olmalıydı. Hele bu asırda! Çünkü Batıda insan hakları -en azından zengin ve beyaz ırktan olan adamın hakları- eskisinden çok daha iyi savunuluyor. Özgürlük değil ama bireysel serbestlik tavan yaptı. (Bkz. Hayvan serbesttir, insan özgürdür)
Peki, krallardan, Stalin ve Hitler’den kurtulmuş bir dünyanın eskisinden çok daha renkli, çok daha zengin olması gerekmez miydi? Geleneklerden, din baskısından, diktatör sansüründen kurtulan sanatçıların özgün eserler vermesi icab etmiyor muydu? Her türlü dış baskı gerilediğine göre yerel kültürlerin öne çıkmasını beklerdik meselâ. Sadece ülkelerin değil şehirlerin hatta mahallelerin kendine has kimlikleriyle yaşayabilmelerini umardık. Böylesi renkli bir dünyada insanların kıyafetleri de rengârenk olmalıydı. İç dünyamızı, hislerimizi, etnik kökenlerimizi, dinî inançlarımızı dışa vuran giysiler ve takılar günlük hayatın tuzu, biberi olabilirdi… Her köşesinde yeni kokular, yeni lezzetler keşfedilen mahallelerde gezmeliydik.
Ama olmadı. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası bize tektipleştirme getirdi. Modern mimarlık dergilerine şöyle bir göz atın. 21ci asır japon mimarîsi ne kadar “japon” sayılabilir meselâ? Sorun kendi kendinize, piyasanın beklentilerine göre mimarlık yapan Türk, Alman ve Çinli mimarlar « sanatçı » mıdır yoksa zanaatçı mı? Nijeryalı bir mimarın tasarladığı eserleri bu yüzden bir Rus mimarınkilerden ayırd etmek kolay değil. Zira Batının ticarî ve teknolojik zaferleri dünya mimarlarını inançsız ve davasız bıraktı. Artık kibirli mimarların bireysel davaları var: Bir sahada ilk olmak, yeni bir teknolojiyi şaşırtıcı ve cüretkâr şekilde kullanarak alkış toplamak ve zengin olmak.
Müslüman gibi yaşamayan Müslüman gibi mimarlık yapabilir mi?
Evet, küresel mimarî tektipleşiyor, ürünleşiyor. Zira modern insanlar genelde Sanat’ın, özelde mimarînin varoluş sebebini yitirmekteler: Maneviyat. Mimarlar ve genel olarak sanatçılar yeniden o metafizik köprüleri kurabilmek içinhepimizden daha dindar insanlar olmalılar. Oysa bir çok ortamda “sanatçı” denilince rezil ve pespaye insanlar geliyor akla. Bırakın inançlı olmayı, herkesten daha fazla para ve şöhret düşkünü insanlar bu “sanatçıların” arasından çıkıyor. Vitrin böyle olunca toplum için sanat bir eğlence derekesine düşüyor ister istemez. Sosyolog Marcel Gauchet’nin Tılsımını Kaybeden Dünya’da dediği gibi:
“… Her ne isim verirsek verelim, 5 duyu ile hissedilen şeylerin ötesine, Mutlak’a, ilâhî olana götürecek protokol yolunun Sanat olduğu bilinmelidir. Bu yönüyle sanat, temsil edilemeyeni temsil etme, görülmeyeni gösterme, anlaşabilir şeyleri duyumsanır hale getirmemizi sağlayan araçlar, simgeler bütünüdür. […] Ama ümitleri sanata bağlamak inanırlığını yitirdi. Artık sanat bizi Mutlak ile temasa geçirmiyor; varlığa ilişkin sezgimizi beslemiyor; gerçeklikten daha gerçek bir Hakikat’i ortaya koymuyor.”
By Katrin Baskiotis on Eyl 14, 2013 in Kitap Alıntısı, Soyut Sanat (Kaynak) | 0 Comments
“… Her ne isim verirsek verelim, 5 duyu ile hissedilen şeylerin ötesine, Mutlak’a, ilâhî olana götürecek protokol yolunun Sanat olduğu bilinmelidir. Bu yönüyle sanat, temsil edilemeyeni temsil etme, görülmeyeni gösterme, anlaşabilir şeyleri duyumsanır hale getirmemizi sağlayan araçlar, simgeler bütünüdür. […] Ama ümitleri sanata bağlamak inanırlığını yitirdi. Artık sanat bizi Mutlak ile temasa geçirmiyor; varlığa ilişkin sezgimizi beslemiyor; gerçeklikten daha gerçek bir Hakikat’i ortaya koymuyor.”
By Jonathan Kucukarabaci on Eyl 13, 2013 in Abdestli Sosyalizm, Türk Solu | 0 Comments
… Abdestli sosyalistleri, Türk Solunu ve sosyalizmi anlamak için…
Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)
Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.
Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.
Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitapkategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.
Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?
Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.