Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Sigmund Freud’un faşizme katkısı(2) »

nazi-freud“… Avrupalılar için Hitler, ‘bizden birisi’ idi. Kendi nefislerinden sudur eden kin, öfke, gadap (Haçlılar, sömürgecilik, emperyalist istila) Hitler’de ete kemiğe bürünmüş, müşahhas hale gelmiş. Bu adamla aralarında bir nevi yakınlık hissediyorlar ama kabul etmiyorlar…” (Tanrı’yı Hatırlamak / Sidi Hasan Abdullah Abdülhamid[1])

Faşizm neden bu kadar düzenlidir hiç düşündünüz mü? İkinci dünya savaşından kalma fotoğaflara bakın. Pantolonu, gömleği buruşuk askerler vardır: Amerikalı, Fransız veya Rus. Ama Almanların üniformaları, hele SS subaylarınınki jilet gibidir. Faşist ordular bir güruha, ne yapacağı belli olmayan bir kuru kalabalığa benzemez. Tersine, düzenlidir. Herkesin görevi bellidir. Tutuklanacak olanlar fişlenmiştir. Kim işkence görecek? Hangi kitaplar yakılacak? Herşey bir düzen, nizam ve intizam içinde yapılır. Törenlerde de en düzgün yürüyen askerler faşist orduların askerleridir. Organize olmuş yani organ-laşmış insanlardır faşistler. Vicdanları yoktur, dişli çarklara benzerler: Gayrı-insanî, otomatik, öngörülebilir, birbiri yerine ikame edilebilen yedek parçalar gibidirler. Faşist insanlar “Varlığım devletime/ırkıma armağan olsun” diyerek insanlıktan, haliyle hürriyetten ve mes’uliyetten vazgeçmişlerdir. Onlar makineleşmişlerdir. Hürriyetten istifa edip determinizme tabi olduklarından hayvanlaşırlar. Sorgusuz, sualsiz ama hep düzenli bir şekilde zulüm ederler. Cesaret değildir onları saldırgan yapan, tersine korkaklıktır. Zira faşistlerde hürriyet (=mes’uliyet) korkusu vardır. Bu yüzden yeni durumların yol açtığı belirsizliklerden nefret ederler; hep bir düzen isterler. Meselâ Sigmund Freud Read the rest

Diyarbakır: Güz Vakti Nevruz Havası »

Takip edenler bilir, iki yıldır her Nevruz’dan sonra buradan Diyarbakır’daki izlenimlerimizi dilimiz döndüğünce paylaşmaya çalışıyoruz. Ancak bu sefer Nevruz olmadan yaşanan bahar havasından bahsetme sırası geldi….

Malumunuz Başbakan Diyarbakır’a geldi ve gelişiyle birlikte birçok tarihi olaya da tanıklık ettik. 37 yıl sonra Şivan Perwer’in gelişi, on yıllar sonra Diyarbakır Belediyesi’ni bir Başbakan’ın ziyareti, Barzani’nin gelişi ve halka hitap etmesi tarih sayfalarında yer edinen gelişmeler…

Peki bu tarihi an Diyarbakır için bir anlam ifade ediyor mu? Çok şey ifade ediyor… Her şeyi bir yana bırakın önceki Nevruz’larda yaşandığı gibi herkesin gözünde bir umut ışığı var…

Şimdi bu “tarihi ziyaret”in yansımalarına değinelim.

Bu ziyaret, her şeyden önce artık “sona erdi” denilen ve herkesin neredeyse gün gün çatışma çıkmasını beklediği bir dönemde halk için çözüm sürecinin daha bitmediğini gösteren bir can suyu anlamına geliyor… Aslında böyle bir ziyaretin de ortaya koyması gereken en önemli netice Read the rest

Casta Diva — Maria Callas »

Buna alet olan sessiz çoğunluk, rahat uyuyor musun? »

Ateizm tembellik ve cahillik değildir »

“… Mukayeseli Din isimli küçük bir derginin editörlüğünü yapan bir dostum vardı. Bir gün komşusu, bahçe duvarından seslenerek, ‘dini konularla ilgilendiğinizi duydum’ demiş ve serbest düşünenlere has bir böbürlenmeyle eklemiş: ‘Bu durumda size ateist olduğumu söylemek isterim.’ Bunun üzerine dostum, adamcağıza nezaketen Plato veya Plotinus’u okuyup okumadığını sormuş. Okumadığını öğrenince, sormaya devam etmiş: ‘Belki de St. Augustine ve Aquinas’yı okudunuz.’ ‘Hayır!’ ‘O halde sizin tercihiniz Pascal olmalı, değil mi?’ ‘O zaman söz biraz daha ileri gidip Upanişatlar’ı okumuş olmalısınız.’ Adam ‘Hiç birisini duymadım’ diye cevap vermiş. ‘Peki, ya Kur’an?’ demiş dostum.’ ‘O da ne? diye sormuş komşusu. Konuşma bir müddet bu şekilde devam ettikten sonra, dostum derin bir iç çekip, ‘Siz ateist değil, cahilsiniz’ demiş …” (Tanrı’yı Hatırlamak / Gai Eaton – Sidi Hasan Abdullah Abdülhamid)

 

… Bu konuda okumak için …

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

 Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı şuurlu insanlar için var; gelecekten, birisinden ya da Tanrı’dan bir cevap bekleyenler için var “yokluk”. Nazi kamplarında can çekişen Yahudilerin söyledikleri sözü hatırlayın:

“Tanrı yoktur, çünkü bize öğretilen Tanrı gerçekten var olsaydı böyle bir vahşete asla müsade etmezdi”

Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da gerçek değil mi? Hatırlayan ya da ümitli olan, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için vardır “Yokluk”.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Tanrı fikrini değil ilâhî referansları reddediyor. Tanrı’nın yokluğuna iman etmiş modern ateistler gibi pozitivizmi savunmuyor. Pozitivizmin, bilim-perestliğin de bir din olduğunun farkında. (Bkz. Modern Bir Put: Bilim adlı kitap)

Gerçek şu ki modernite icad oldu, ateizmin bile kalitesi bozuldu! 21ci asrın ateizmi içine kapanık ve savunma pozisyonunda. Fikir üretemiyor çünkü materyalist, bilimsel bilgiyi putlaştıran, Stephen Hawking gibi pozitivist … Ama hepsinden önemlisi İnsan’dan kopuk… Modern ateizm Tanrı’dan kurtulmak isterken İnsan’ı da kaybetmiş. (Bkz. Şalgam suyu varsa Tanrı’ya lüzum yoktur )

Sartre gibi kaliteli ateistlerin çıkış noktası ise bambaşka. Onlar vicdanın sesini duyma gayretindeler. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyorlar. İnsan hissiyatından yola çıkılarak bir ortak yaşam projesi icad etmenin peşindeler. Bu çizgiye paralel olarak iç dünyamızda hissettiklerimiz ile dış dünyanın adaleti  arasındaki ilişkiyi ele aldığımız bu kitabı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Sartre’ı ilk defa okumak ve anlamak isteyenler için de kolaylaştırıcı bir basamak olabilir. Buradan indirebilirsiniz.

Bijî aşitî û biratî »

Kalbini güzelleştirmeden evin güzel olabilir mi? »

“… Başlıca sorun, çirkine alışmak, baka baka, göre göre çirkini kanıksamak, hadi eski tabirle söyleyeyim: çirkine itiyad kesbetmek. Karşılaştığımızda güzeli tanıyamamak ve(ya) güzeli tanıyamayacak denli çirkinleşmiş bir bakışın sahibi olmak […]

 Hakkın asıl mabedi insanın kalbidir. Tecelligâh-ı hakikî insanın gönlüdür. O mabedi ne kadar tezyin edebiliyorsak, taştan, ahşaptan, demirden mabedleri de ancak o kadar tezyin edebiliyoruz […]

 Tarkovski’den alıntı: Bugünün dünyasında insanlar her şeyin karşılığını almak istiyorlar. Bunun kelimesi kelimesine maddî bir karşılık olması gerekmiyor. Ahlâklı bir davranış gösteren kişi de ahlâklı olarak tanınmak istiyor. Modern insanın bakışaçısı bu! …” (Mimarlık ve Felsefe, Dücane Cündioğlu) 

 

… Bu konuda okumak için…

 


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” 
demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


 

Gözden Kaçmasın: Beş dakikada alternatif tarih »

“… İngilizler ve Fransızlar birinci dünya savaşından sonra Osmanlı coğrafayasını işgal ettikleri zaman; dil, din, tarih, kültür olarak kendileriyle en ufak bağlantısı olmayan milyonlarca insanın yaşadığı bu geniş coğrafyayı ilelebed işgal altında tutamayacaklarını çok iyi biliyorlardı. İşgalden sonra gerek Anadolu’da gerek Arap coğrafyasında çok sert direniş ortaya çıkmıştı. 10 bin km uzaktaki bu kadar geniş coğrafyayı işgal etmenin maliyetinin altından kalkmaları da imkansızdı. Öyleyse işgalci devletlerin beklentisi neydi? …” (DEVAMI: Sekizinci Henri FaceBook)

 

…Kemalcilik ve Atatürkizm üzerine e-kitap…

 

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.  

Kadın hakları ve Kemalizm

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz. 

Kalp çalan gözlerini kapat »

Claudio Monteverdi
‘L’incoronazione di Poppea’

Arnalta:

Adagiati, Poppea,
acquietati, anima mia.
Sarai ben custodita.

Oblivion soave
i dolci sentimenti
in te, figlia, addormenti.

Posatevi, occhi ladri:
aperti,deh,che fate,
se chiusi ancor rubate ?

Poppea, rimanti in pace;
luci care e gradite,
dormite homai, dormite.

*Giovanni Francesco Busenello

Barış için çarpan yüreklerden ALLAH razı olsun »