Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Satranç / Stefan Zweig »

  • Bu dünyada bir zamanlar bir Rembrant’ın, bir Beethoven’in, bir Dante’nin, bir Napoleon’un yaşadığı hakkında en ufak bir bilgisi bulunmayan birinin kendini büyük bir insan sayması son derece kolay değil midir?
  • Ancak her ne kadar maddeye bağlı değil gibi görünseler de, düşünceler bile bir dayanağa gereksinim duyarlar, aksi durumda öteye beriye çark etmeye ve anlamsız bir şekilde kendi etraflarında dönmeye başlarlar; düşünceler de hiçliği kaldıramaz.
  • Sözcüklerle anlatılamayacak bu durum dört ay sürdü. Eh, dört ay, yazması kolay: Altı üstü birkaç harf! Söylemesi de kolay: dört ay, iki hece! Çeyrek saniye içinde dudaklar böyle bir sesi çabucak uyduruvermiş: dört ay! Ama boşlukta, zamansızlıkta geçen bir dört ayın ne kadar sürdüğünü hiç kimse ne bir başkasına, ne de kendine anlatamaz, ölçemez, gözünde canlandıramaz; insanın çevresindeki bu hep aynı hiçliğin, bu hep aynı masa, yatak, leğen ve duvar kâğıdının ve hep aynı suskunluğun, insana bakmadan yemeğini içeri iten hep aynı gardiyanın, insanı çıldırtana kadar boşlukta dönüp duran hep aynı düşüncelerin insanı nasıl yiyip bitirdiğini ve yıktığını kimse kimseye anlatamaz.
  • Kendi deneyimlerimden “kralların oyunu”nun gizemli çekiciliğini biliyordum, çünkü satranç insanoğlu tarafından icat edilen oyunlar arasında sadece şansın zorbalığına karşı koyan ve zafer kupalarını sadece zekaya ya da daha çok yeteneğin belirli bir türüne veren tek oyundu.

 

… Yeni kitaplar okumak için…

Rönesans’ın Kara Kitabıronesans-kara-kitap-kapak Ücretsiz kitap indirin84 kitap indirin

Rönesans sanatın yeniden doğuşu değil ölümü oldu… ve daha bir çok şeyin! Rönesans’ın fikir dünyamızda açtığı yaralar bugün dahi kapanmış değil. Maddenin mânâyı tahakküm aldığı, adına “Aydınlanma” dediğimiz karanlık çağların miladı hiç şüphesiz bu dönem. Güzel ahlâk ile güzel sanatın irtibatının kopuşudur Rönesans. Bu kopuş yüzündendir ki insanlık sadece sanatta değil siyaset, bilim, felsefe, iktisatta lâdini dünya görüşünü Hakikat’in yerine koydu. Sonradan bütün dünyaya dayatılacak olan Avrupa sanatı Rönesans’tan itibaren bilimselleşti. Anatomi, optik, matematik kuralları ve özellikle de merkezî perspektif sanatta insanî ifade imkânını sınırladı. Sömürgeciliği, dünya savaşlarını ve insanları homo-economicus zanneden ideolojileri doğuran işte bu zihniyet oldu. İnsanlık asırlardır hapsolduğu Rönesansçı perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır. Rönesans’ın Kara Kitabı bu kurtuluşa katkıda bulunmak amacıyla yazıldı. Başta Pavel Florenski ve Erwin Panofsky olmak üzere George Orwell, Juhani Pallasmaa, Michel Foucault, Ahmed Yüksel Özemre, Zygmunt Bauman, Stanley Kubrick, Cemil Meriç, Henri Lefebvre, Lucien Lévy-Bruhl, Rasim Özdenören, Mircea Eliade, René Guénon gibi sanatçı ve düşünürlerin eserlerinden ve iki değerli araştırmacımızın, Ozan Avcı ile Gönül Eda Özgül’ün makalelerinden istifade edildi. Buradan indirebilirsiniz.

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin84 kitap indirinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

Paris ve Londra’da Beş Parasız / George Orwell »

  • İnsanlar, tüm işlerin mantıklı bir amaca hizmet etmek için yapıldığına gözü kapalı inanıyorlar.
  • Erdem, her şeyden önce parayla sınanır hale geldi.
  • Aç görünmek ölümcüldür. İnsanlarda seni tekmeleme isteği uyandırır.
  • Geliriniz belli bir seviyenin altına düşünce, insanların size vaaz verme ya da sizin adınıza dua etme hakkını bulmaları çok ilginç.
  • Yıldız gösterisi bedava; gözleri kullanmak için paraya gerek yok.
  • Uzun bir süre açlıktan sonra ekmeğin tadının nasıl olduğunu bilir misin?
  • Bu sözün doktora değil de Bozo’ya ait olduğu belliydi. Çok güzel ifadeler kullanıyordu. Zihnini sağlam ve zinde tutmayı başarmıştı, bu yüzden hiçbir şey onu yoksulluğa yenik düşüremezdi. Perişan olabilirdi, üşüyor olabilirdi hatta aç bile kalabilirdi ama okuyabildiği, düşüne bildiği ve meteorları gözlemleyebildiği sürece, dediği gibi, kendi beyninin içinde özgürdü.
  • Şu anda Paris’te günde on on beş saat bulaşık yıkayan üniversite mezunları var.
  • Şöyle bir durup düşününce; büyük, modern bir şehirde binlerce kişinin, uyanık oldukları tüm anları yerin altındaki havasız odacıklarda bulaşık yıkayarak geçirmesi çok tuhaf bir durum. Benim yöneltmek istediğim soru, bu hayatın neden sürdüğü; ne amaca hizmet ettiği ve devam etmesini kimin, neden istediği.
  • Ama düşünmüyorlar çünkü düşünecek vakitleri yok; hayatları onları köleleştirmişti.

 

… Yeni kitaplar okumak için…

Derin Medeniyetderin-medeniyet Ücretsiz kitap indirin84 kitap indirin

Nedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير) Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Lügat 10.0

Ücretsiz kitap indirin84 kitap indirinYeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

  • 10cu sürümdeki yeni kelimeler: Nobel Ekonomi Ödülü, Sıfır tolerans, Işık, Feminizm, Moda, Tüketim, “Şimdi” mefhumu.
  • 9cu sürümdeki yeni kelimeler: Tarihin Sonu, Beyin Göçü, Kölelik, İnsanlık, Maske, Vermek.
  • 8ci sürüme eklenen yeni terimler: Fetih, Estetizasyon, Rönesans, Amerika’nın keşfi, Çelişki, Mecazî aşk, Big Data, Nobel Barış Ödülü, Allah korkusu, İnsan Kaynakları, Gaflet, Batı, Objektif Bilgi.
  • 7ci sürüme eklenen yeni terimler: Uluslararası adalet, Az gelişmiş ülke, Hoşgörü, Kabz, Büyüme, Gerçek sonrası, Realpolitik, Kaos.
  • 6cı sürüme eklenen yeni terimler: Demokrasi, Muhafazakârlık, Kuvvetler ayrılığı, İnovasyon, İlerleme, Erken – Geç.
  • 5ci sürüme eklenen yeni terimler: Hissiyat – Maneviyat, Tanrı Parçacığı, Bâkî, Kelime, Cehalet, Mürşid, Evvel, Büyük Patlama.
  • 4cü sürüme eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.
  • 3cü sürüme eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik? “Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir. İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak Ücretsiz kitap indirin84 kitap indirinAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Okulsuz Toplum / İvan İllich »

  • Eğitimle ilgili dezavantaj okul içerisindeki eğitimle giderilemez. Çünkü asıl problem okul kurumunun ta kendisidir.
  • Okullar kişiyi tüketim toplumuna uygun hale getirir. Bundan dolayı okullaşma ortadan kalkmalıdır. Okul, sonsuz tüketim hastalığının başlangıcıdır.
  • Yaşadığınız topluma ihtiyacınız olduğuna sizi inandırmaya çalışan reklâm ajansına « okul » denir.
  • Yoksul çocuklar aynı okula, aynı yaşta başlasalar bile, orta sınıf çocuklar için mümkün olan eğitim imkânlarının çoğundan mahrumdurlar.
  • Okumayı seven insanlar, bu huyu okulda edindiklerine inanırlar. Araştırılsa, bunun bir vehim olduğu ortaya çıkar.
  • Kişi, bir kez okulun bir ihtiyaç olduğunu kabul ederse, diğer müesseseler için de artık kolay bir av haline gelir.

 

… Bu konuda kitap okumak için…

Kemalist Eğitimin Zararları

Dikkat Kitap: Kemalist Eğitimin Zararları Ücretsiz kitap indirin84 kitap indirin“3 tarafı deniz, 4 tarafı düşmana çevrili cennet vatan” paranoyası neden üretildi? Çağdaş ve laik Türkiye’nin evlâdı, Kavala yahut Halep’te yatan dedesinin mezarına bile pasaportla gidecekti. Eskiden vali gönderilen yerlere şimdi büyük elçi atanıyordu. Churchill’in dediği gibi “iki petrol kuyusunun etrafına sınır çizen” İngiliz, bir gecede ülkeler icad edilmişti. Ama Kemalist millî(!) eğitimin iğdiş ettiği beyinler bunu sorgulamaktan aciz. Körfez ülkeleri, Basra yolunun, İsrail, Doğu Akdeniz’in petrol tıpası olacaktı. Türkiye hem Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyecek hem de Bakü petrolünün Avrupa’ya ulaşıp fiyat kırmasına mani olacaktı. Diğer yandan Lazkiye ve Hayfa’dan dünya piyasalarına erişen Musul ve Kerkük petrolü bir gün pekâlâ Türkiye’den geçip İskenderun’a akabilirdi ve bu da Londra için büyük bir risk unsuruydu.

Kısacası, Britanya için gerçek tehdit güçlü bir ordu veya zengin devletler değil Türklerin uyanıp kim olduklarını hatırlamalarıydı. Şu halde dünya petrollerinin %60’ına çökmüş, Afika ve Asya’yı sömüren İngilizler için yapılacak tek bir şey vardı: Kullanışlı aptallar yetiştirecek bir eğitim sistemi kurmak ve bunu Türklere “millî eğitim” diye yutturmak.

Eğitimle ilgili sorunlarımız nasıl düzelir? Yahut birgün düzelir mi? Elinizdeki bu kitapta Ufuk Coşkun Kemalist eğitimin sorunlarına işaret etmekle kalmıyor, bir yandan çözümler önerirken bir yandan da millî eğitimin ideolojik, tarihi ve kültürel arka planını gözler önüne seriyor. Milat Gazetesi yazarı, bolgepostasi.com Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Coşkun’u televizyondaki tartışma programlarından ve eğitim konulu çalışmalarından tanıyorsunuz. Bizzat eğitim dünyasının sorunlarını içeriden yaşayan Coşkun aynı zamanda “Kürdüm Doğruyum Çalışkanım” ve “Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü” kitaplarının da yazarı. Ufuk Coşkun’un “Kemalist Eğitimin Zararları” adlı kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Ücretsiz kitap indirin84 kitap indirinDevlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Sessiz Propagandalar / Ignacio Ramonet »

Farkındaysanız, kendini “özgür” ilân eden dünyanın medyası, Putin Rusya’sının devlet medyasını aratmıyor. CNN, BBC, Reuters, AFP, ZDF… Aynı anda, aynî kişilere, aynı sloganlarla saldırıyorlar. Evet, öldürülen gazeteci pek görmüyoruz ama işten atılan, başka bir gazete veya televizyonda çalışması engellenen Batılı gazeteci çok. 11 Eylül saldırısından sonra özellikle ABD’de çok yaygındı gazeteci kıyımı. Terörle mücadeleyi bahane edip özgürlükleri kısıtlayan hükümeti, CIA, NSA ve FBI gibi kurumları eleştiren gazetecilere dava üstüne dava açılıyor ve insanlar yıldırılıyordu. Julian Assange’a yapılan eziyet bile Batı’daki fikir hürriyetini ölçmeye yeter aslında. Fakat “demokratik, liberal hukuk devleti” olma iddiasındaki Batılı ulus-devletlerin zahiri baskısının arkasında gizlenen daha tehlikeli bir şey var. Nedir? Gazetecilik mesleğinin yaşamakta olduğu dönüşüm:

“…Gazetecilerin yaptığı işin kalitesi düşmekte ve meslek büyük hızla itibarını yitirmekte. Buna paralel olarak gazetecilerin cemiyet içindeki statüleri de güvenilir olmaktan çıkmakta. Gazetecilik mesleğinde muazzam bir endüstrileşme, bir seri üretim, kısacası taylorizm ile karşı karşıyayız. Günlük gazeteler olsun, radyo ve televizyonlar olsun, yazı işleri birimlerinin nasıl çalıştığına bakın: Ünlü kişilerin başyazılara imza koyduklarını ya da haber sunduklarını gözlüyoruz. Ama bu yıldızlar, aslında arkalarında ayak işi yapan insan düzeyine indirgenmiş yüzlerce gazeteciyi gizliyor…”

Bu sözler, Ignacio Ramonet’nin Medyanın Zorbalığı kitabından. Gerçek şu ki, diğer meslekleri, devlet kurumlarını ve şirketleri eleştirmek için medya var. Ama medya eleştirisi yapmak için medya dışında bir kurum yok. Üstelik bu “eleştiri” yalan haberlerin ihbar edilmesi yahut münferit siyasetçilerle medya çalışanları arasındaki gizli menfaat ilişkilerinin ortaya dökülmesi ile sınırlı. Oysa medyanın varlık olarak ayakta kalmasının sağlayan şartlar da eleştirilmeli. Bu eleştirinin maksadı ise, şu veya bu gazetenin “kötü / yalancı” ilân edilmesi değil, üretim ve iletişim şartlarına odaklanmalı. Read the rest

Gazap Üzümleri, John Steinbeck »

1939 baharı, Gazap Üzümleri’nin yazarı John Steinbeck için korku içinde geçiyordu. Öldürülmekten korktuğu kadar uyuşturucu veya tecavüz iftirasına uğramaktan da endişe ediyordu. Neden? Nisan ayında çıkan romanı yüzünden. Peki ne anlatıyordu bu romanda? Neden insanlar John Steinbeck’i öldürmek istediler? Roman, 1929 ekonomik krizi yüzünden Oklahoma’daki toprağını kaybeden bir ailenin evinden kovulmasıyla başlıyor.

“Yakında havayı da parayla satacaklar.” (Gazap Üzümleri / John Steinbeck)

1929 Ekonomik Bunalımı, Amerika’da başlayıp dünyaya yayılmıştı. Tıpkı 2008 krizinde olduğu gibi, küçük toprak sahipleri, bankalar tarafından aldatılmıştı. Krizin etkileri, kuraklık yüzünden daha da çekilmez bir hal almıştı. Amerikalılar, yoksulluk, zorbalık ve açlık yüzünden evsiz kalmışlardı. 1930’larda 3 milyon insan, yeni bir hayat kurmak için Kaliforniya’ya gitti. Fakat orada diğer Amerikalılardan düşmanlık gördüler. Sömürüldüler, kovuldular, dövüldüler hatta öldürüldüler.

“Uykuyla dinlenemeyecek kadar yorgunum artık.” (Gazap Üzümleri / John Steinbeck)

Amerika bu felaketten ve zulümden habersizdi. İşte John Steinbeck, Gazap Üzümleri romanıyla bu gerçeği herkesin yüzüne çarptı. Zira, gazetelerde yayınlanan istatistikler ile insanların acılarını birleştirmek imkânsızdı. Ama bir ailenin hikâyesinin yazılması, her şeyi değiştirdi. Roman, bunalımdan etkilenen Joad’ların ailesinin mahrem hayatına giriyor. Çiftçilerin de insan olduklarını hatırlatmak… vahşi kapitalizmin insanları ne hale soktuğunu göstermek…

Elbette, böyle bir roman yazmak, “American Dream” mitolojisine sert bir tekme vurmak demek. “Her şeyin mümkün olduğu, herkesin milyoner olabileceği” sahte bir Amerika yerine çocukların açlıktan öldüğü Kaliforniya banliyölerini koymak… Ne ilginçtir ki, 2008’den sonra yine milyonlarca Amerikalının evi, bankalarca çalındı ve yüzbinlerce Amerikalı çocuk, fakirlik sınırının altında yaşamaya başladı. Steinbeck’in romanı bu bağlamda tarihi bir olayı değil insan nefsinin azgınlığını sahneye koyuyor: Çocukları sokağa atma özgürlüğü…

Google’ın, Apple’ın, Silikon Vadisi’nin Kaliforniyası… Bağımsız bir ülke olsaydı birçok Avrupa ülkesini geride bırakarak G7’ye girebilecek olan Kaliforniya’da 2019’da insanların hâlâ açlıktan ölmesi, farelerin arasında, lağım borularında uyuması… ABD’de 550.000 evsiz var. (National Alliance to End Homelessness) 187 şehirde evsiz olmak ve evsizlere yemek vermek suç, hapse bile atılabilirsiniz! (National Law Center on Homelessness and Poverty) 39 milyonluk California’da her beş kişiden biri geçici olarak evsiz kalmış.

Read the rest

Kindle ve ePub formatı denemesi »

Son iki kitabımızı Kindle ve ePub formatında paylaşıyoruz. Okurlarımız deneyip bize fikir bildirirse memnun oluruz. Diğer PDF kitapları da gelen yorumlara göre dönüştüreceğiz.

Fikir Kırıntıları – 6

Kindle: Fikir-kirintilari-6-Kindle

ePub: Fikir-kirintilari-6-EPUB

Petrol Kandan Ağırdır

Kindle: petrol-kandan-agirdir-Kindle

ePub: petrol-kandan-agirdir-ePub

 

 

Doğal gazı savaş sebebi haline getiren sebepler nelerdir? »

Görsellerle birlikte, silsile olarak okumak için bu sayfa.

  • Doğal gaz, diplomasi ve savaş konuşalım: Doğu Akdeniz’de gerginlik sürüyor. Uzmanlar tahlil üzerine tahlil yapıyor. Ama kanaatimizce güzel anlatmadıkları bir şey var: Doğal gazı savaş sebebi haline getiren arka plan.
  • Kıbrıs çevresindeki gazın geleceğini tedarik güvenliği çerçevesinde okumak gerek. Yunanistan ve Güney Kıbrıs gibi iki üye ülkenin gaz zengini olması, Brüksel için bulunmaz bir fırsat. Pastadan Türkiye, İsrail, Mısır gibi ülkelerin pay alması sorun mu? Satacakları yer Avrupa olursa değil.
  • Doğu Akdeniz’deki toplam rezerv için güvenilir bir rakam henüz yok. En ucuz üretim noktaları nerede? Birim maliyet ne olur? Bu noktaların hangileri, boru hattı için uygundur?
  • Doğu Akdeniz’de üretimi engelleyecek bir savaşın çıkması, GazProm’un Avrupa pazarını korur. ABD için de savaş/kriz daha uygun zira ele geçirmek istedikleri Avrupa pazarında Rus gazına ek ikinci bir rakip istemezler.
  • Ama eğer Avrupa’yı kaybedecekleri kesinleşirse, Rusları engellemek için doğu Akdeniz gazının önünü açarlar. Türkiye, Mısır, İsrail gibi potansiyel üreticiler için kriz/savaş en kötü durum. Ama Türkiye’nin bir avantajı var: Kriz sebebiyle kimseye gaz satamasa bile, kendi pazarı çok büyük.
  • 60-80 milyar $ enerji ithal eden Türkiye, güvenliğini sağlayabildiği, kıyılarına yakın bir noktada üretim yapabilirse çok şey değişir. Bütçe dengesinden, elektrik üretimine, başka enerjilere ikame edilebilmesine ve ulaşımda kullanmaya kadar çok fırsat var.
  • Kıbrıs çevresindeki doğal gazın miktarı ve Avrupa’ya taşınmasıyla ilgili belirsizlikler devam ediyor. Biz bu sebeple başka bir çerçeveden, çok ilerlemiş önemli bir enerji projesinin çerçevesinden bakalım. Hangisi?
  • North Stream 2; Türkçe adıyla Kuzey Akımı 2. Aman dikkat: Halen Rusya Federasyonu’ndaki Vyborg’dan, Almanya’daki Greifswald’a uzanan, deniz altına kurulan doğalgaz boru hattı var. Uzunluğu 1.222 km, yıllık 55 milyar m3 kapasiteye sahip.
  • “Nord Stream 2” denen proje, mevcut hatta ek, iki hat döşenmesi ve kapasitenin 2019 sonunda 110 milyar m3’e yani iki katına çıkarılması demek. Fransa, Hollanda ve Polonya’nın yıllık tüketimi kadar! Amerikalılar ve Atlantikçi Avrupalılar bu projeden rahatsız. Neden?

Read the rest

2ci dünya savaşında temelleri atılan küresel sistem: Hitler, dolar ve altın »

  • Nurnberg’te savaş suçlusu olarak yargılanan Hjalmar Schacht, Amerikalılara şöyle dedi: “… Hitler’e yardım eden endüstri patronlarını yakalamak istiyorsanız, kendi ülkenize dönün. Meselâ Hitler’e savaş araçları üreten Opel, General Motors’a ait …”
  • Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin basın sözcüsü ve Adolf Hitler’in özel sekreteri olan Martin Bormann, aynı zamanda partinin ve Hitler’in muhasebecisiydi. 1939’da savaş kesinleşince, Bormann Hitler’e acayip bir teklif yaptı:
  • Önemli miktarda altın, tarafsız ülkelerdeki bankalara yatırılacaktı: İsveç, İsviçre ve Vatikan. Gerekli pazarlıklar yapıldı. Bormann, şartlar ne olursa olsun bu hesapların gizli kalmasını istiyordu. Hitler yeşil ışık yaktı. Ama…
  • Almanya’nın merkez bankası olan Reichsbank’ın başkanı Hjalmar Schacht’ın bundan haberi yoktu. Önemli: Reichsbank, birleşik Prusya’nın teşekkül etmesinden sadece 5 yıl sonra yani 1876’da kuruldu. Devletin organı değildi; özel bir şirkete aitti.
  • Schacht iyi bir ekonomistti. Birinci dünya savaşı yenilgisini takip eden krizde enflasyonla mücadele etti ve Alman markını güçlendirdi. Schacht, savaş endüstrisinin gelişmesine karşı değildi. Bunu caydırıcı bir güç olarak görüyordu. Ama savaşa yani Almanya’nın savaşmasına karşıydı.
  • Hitler’in Alman, Amerikan ve Rus endüstri patronlarıyla yakınlaşmasını sağlayan da Schacht olmuştur. Ama 1939’dan itibaren merkez bankası başkanının Hitler ile arası açılacaktı.
  • Amerikan bankaları, Standard Oil gibi petrol devleri, General Motors gibi endüstri devleri Hitlere muazzam destek oldular. Bu oldukça garip bir şey. Zira Hitler’in etrafındaki ülkelere saldıracağı biliniyordu. Hatta…

Read the rest

Amerika’nın virüsle sivillere saldırdığı gün… »

  • Mikrobu silah olarak kullanmak, savaş kadar eski. Tarihçiler, kuşatılan kalelerin içine çürümüş cesetlerin atıldığını ve salgın hastalık tetiklendiğini yazıyorlar.
  • Biz modern biyolojik silahların öncülerinden bir isimle başlayalım: Shirō Ishii (1892-1959). Japon mikrobiyolog ve 2ci Çin-Japon Savaşı’nda esirler üzerinde deneyler yapan bir psikopat; Japon İmparatorluk Ordusu’nun biyolojik savaş birimi 731’in komutanı.
  • Kyoto İmparatorluk Üniversitesi’nde tıp okumuş. (Yani o zaman bile insan olmadan doktor olunabiliyormuş) 1922’de 1. Ordu Hastanesi ve Tokyo Ordu Tıp Fakültesi’ne atanmış. 1928 yılında Batı’ya iki yıllık keşif seyahatine çıkmış; aynı şeylere meraklı Fransız psikopatlarla tanışmış.
  • Shirō Ishii seyahat dönüşü, biyolojik savaş ve kimyasal savaş gelişmelerinin etkileri üzerine kapsamlı bir rapor yazmış; Batı’nın biyolojik saldırılar yapmaya hazırlandığını söylemiş ve devletten muazzam imkânlar elde etmiş.
  • Bu “uzman” 2ci dünya savaşında ABD askerlerince yakalandı ama deney bilgilerini ABD’ye vermesi şartıyla serbest bırakıldı hatta kendisine dokunulmazlık verildi. ABD, bu bilgileri daha sonra Kore’de kullanacak; onu da birazdan anlatacağız. Peki neydi bu deneylerin mahiyeti?
  • Shirō Ishii, savaş sırasında Japon toplama kamplarında binlerce Rus ve Çinliyi deneylerde kobay olarak kullandı ve öldürdü: Anestezi yapmadan vücuttan organ almak, vücuda bakteri enjekte edip etkilerini gözlemek, kolları dondurup oluşan kangreni incelemek…
  • Tarihe meraklı okurlar, Alman doktor Joseph Mengele’yi hatırlayacaklar. Auschwitz kampında esirler üzerinde benzer deneyler yapan psikopat bilim adamı. Joseph Mengele de tıpkı Shirō Ishii gibi savaştan sonra rahat rahat gezdi. Çoğunlukla gerçek ismini kullanarak!
  • Bir başka benzerlik de 731’ci birimdeki Japonların esirler için “maruta” kelimesini kullanması. “Parça / Tahta parçası” anlamına gelen bu kelime, onları insan olmayan bir şey gibi niteliyordu. Aynı şeyleştirmeyi Almanların esirler için kullandığı “stück” kelimesinde görüyoruz.
  • Çinli ve Rus esirlerin yanında Japon siyasî suçlulular, Amerikalı, Fransız ve İngiliz esirler de vardı. 731 laboratuarlarında çalışanlar maske, eldiven kullanıyorlardı ama hastalanan rütbesiz Japon askerler de yakalanıp kobayların arasına konuyordu.

Read the rest

İngilizlerin Fransa yüzünden 9 gemi kaybettiği savaş »

  • Donmuş topraklar üstünde gezen koyunlar ve penguenler vardı. Sonradan az bir miktar petrol bulundu ama değmezdi… İngilizler Güney Kutbu’na komşu olan bu adalar için Arjantin ile savaştılar. 1000 asker öldü; 2 destroyer, 2 firkateyn olmak üzere 15 gemi battı; 50 helikopter düştü… Neden?
  • Önce savaşın tahlilini yapalım; sonra Türkiye için çıkartılacak derslere dikkat edelim: Exocet füzesi, istihbarat savaşları; yeni teknolojilerin jeopolitik satranç tahtasında ve askerî stratejide yaptığı değişiklikleri görelim…
  • Kısa bir tarih vermek gerekirse… 16cı asrın başında adayı İspanyollar keşfetmiş. Sonra İngilizler ele geçirmiş ve Amiral Falk’ın ismini vermişler. Sonra Fransızlar ele geçirip ismini “Malouines” yapmışlar. Adalar daha İspanyollara satılmış.
  • Arjantin İspanya’dan bağımsızlığını elde edince adaları kendi toprağı saymış ama İngilizler 1833’te iki savaş gemisiyle gelip çatışma olmaksızın adaları ele geçirmişler. Orada yaşayan Arjantinlileri dışarı atıp bir İngiliz kolonisi kurmuşlar.
  • Arjantin uzun süre adaları geri istedi ama İngilizler kabul etmiyordu. 2 Nisan 1982’de Arjantin ordusu Falkland ve Güney Georgia Adalarına 5000 deniz piyadesi çıkardı. Bir hatırlatma, o sırada Arjantin, askerî bir cunta ile yönetiliyordu ve hükümet, Şili’deki Pinochet’den farksızdı.
  • Diktatör Galtieri’nin yönettiği ve “Kirli Savaş” olarak adlandırılan cunta idaresinde, parlamento, sendikalar, siyasi partiler ve yerel yönetimler kapatıldı. Devletin ve halkın düşmanı ilân edilen 10,000’lerce solcu gözaltında “kaybedildi”; işkence ve toplu idamlar yaygınlanlaştı.
  • Cuntayı komünizme karşı bir savunma duvarı olarak gören Ronald Reagan, darbecilere destek oldu. Diktatör Galtieri, 1981 yılı başlarında ABD’ye yaptığı ziyaret sırasında muhtemelen İngilizlere karşı destek sözü almıştı.
  • Galtieri’nin bu tuzağa düşmesi, o günün şartlarında değerlendirilmeli. Zira soğuk savaş devam ediyordu ve ABD, güney Amerika’da komünizme karşı Akbaba Operasyonu adlı geniş çaplı bir harekat yapıyordu. (Bkz. Saddam’ın Kuveyt’e saldırması için hazırlanan tuzak)
  • Evet, Arjantin ordusu Falkland adalarına çıkınca baştan kimse inanmadı. Sonra İngiliz donanmasının bakımsızlığı gündeme geldi. Hemen herkes meselenin diplomatik yollarla çözülmesini bekliyordu.
  • Fakat bu arada garip şeyler oldu: İngiliz istihbaratı Londra’yı defalarca uyarmıştı. Diktatörün ekonomik zorlukları örtmek için kolay bir askerî zafer peşinde olduğundan şüpheleniyordu. Ama Londra tedbir almak yerine orada devriye gezen gemilerini geri çağırdı. Neden?

Read the rest