RSS Feed for This Post

Frankenstein ve Marx

  • Frankenstein adlı romanın Karl Marx ile aynı yaşta olduğunu duymuş muydunuz? Her ikisi de 1818 yılında gelmişler dünyaya! Tesadüf? … Asla!
  • Mary Shelley tarafından yazılan Frankenstein romanını Marx 25 yaşında iken okumuş ve çok beğenmiş. Meşhur eseri Kapital’deki “kan emici Kapitalizm” metaforu ihtimal bu kitaba bir atıf. Çoğu insanın fark etmediği bir şeyi gördü Marx Frankenstein’ın sayfalarında… Neydi o?
  • Okuyanlar hatırlayacaktır, Frankenstein bir korku romanından çok felsefî bir romandır aslında. Evet, bilim-kurgu sosludur. Ama özü felsefîdir. Sanırım Marx’ın kitabı sevmesinin sebebi de buydu. İki satırda özetleyecek olursak…
  • Romanın kahramanı tabiat bilimleri ve felsefe ile uğraşan bir öğrencidir, Victor Frankenstein. (”Yaratıcının” adıdır bu, canavarın değil). Victor deneyler sonucunda hayat vermenin sırrını keşfeder ve insanı yeniden yaratmak ister. Bunun için…
  • Mezarlardan topladığı ceset parçalarını birleştirir. Fakat netice beklediği gibi olmaz. “Yaratık” canavarlaşır, başta “yaratıcısı” olmak üzere insanlara zarar verir.

  • Romanın yazarı Shelley, gelecek felaketler konusunda bizi uyarmaktadır adeta. Bilimsel icadların altında ezilirken hâlâ buna “ilerleme” diyebilen 20ci ve 21ci yüzyılın insanlarını yani?
  • Yani henüz “öğrenci / acemi” durumundaki insanlık ateşle oynuyor, Tanrı gibi doğaya, insanlığa hükmetmek istiyor. Akıl ile dengelenmeyen bilimsel zekâ/bilgi kontrolden çıkıyor. Ateşi tutan el önünü aydınlatmayı umarken kendini yakıyor…
  • Marx’ın dehası işte tam burada! Bilimden korkan teknoloji düşmanı solcularının aksine tahlil yolunu seçiyor Karl Marx. Neyin tahlili? Parayı, çalışma hayatını, işçi-patron münasebetlerini, endüstriyelleşmeyi, fabrikaları, makineleri… İnsanların bunlarla kurduğu ilişkiyi:

 “Ölesiye çalışma yalnız terzi atelyelerinde değil, başka binlerce yerde her gün olagelmekte; […] Örnek olarak demirciyi alalım. Ozanların dedikleri doğruysa, demirciden daha canlı, daha keyifli insan bulunmazmış; sabah erkenden kalkar, gün doğmadan kıvılcımlar saçmaya başlar; yemesi, içmesi, uyuması bile başkasına benzemezmiş. Normal çalışsa, gerçekten de, fizik yönünden en iyi durumda olan insanlardan biri sayılırmış. Ama. biz, onun ardına takılıp, kente ya da kasabaya inelim, bu güçlü adam üzerinde işin ezici ağırlığını ve ülkedeki ölüm oranındaki yerini görelim. Marylebone’da demircilerin yıllık ölüm oranı binde 31’dir, ve bu oran ülkede toplam erkek ölüm oranından binde 11 daha yüksektir. İnsan uğraşının neredeyse içgüdüsel bir kolu olan bu meslek, çalışma alanı olarak hiç de kötü bir yanı olmadığı halde, sırf aşırı-çalışma yüzünden, insanı yiyip bitiren bir iş halini alıyor. Her gün şu kadar sayıda çekiç sallayabilir, şu kadar adım atabilir, şu kadar nefes alabilir, şu kadar iş yapabilir, ve diyelim ortalama elli yıl yaşayabilir; ama, şu kadar fazla çekiç sallamaya, nefes almaya, adım atmaya ve yaşamını dörtte-biri kadar fazla harcamaya zorlanır. Bu çabayı gösterir, sonuçta belli zamanda dörtte-biri kadar fazla iş çıkartır, ama 50 yerine de 37 yaşında ölür.” (Kapital, Cilt 1, Üçüncü Kesim. – Sömürüye Yasal Sınırlar Konulmayan İngiliz Sanayi Kolları)

  • Frankenstein adlı romanın 1818′de yazılması kesinlikle bir rastlantı değil. Zira 1800′lü yıllar insanlığın Tabiat’ın kıyısından FAZLACA uzaklaştığı, Marxçı ifade ile kendine YABANCILAŞTIĞI bir dönem oldu.
  • Marx henüz bir yaşında bir bebek iken Savannah adlı geminin buhar gücüyle Atlantik okyanusunu geçmesi ve bunun büyük bir olay haline gelmesi ister istemez Arendt’in İnsanlık Durumu adlı kitabını getiriyor akla. Neden?
  • “…İnsanların dünya hapishanesinden kaçışına doğru atılmış bir adım…”. Amerikalı bir gazeteciye ait bu cümle ile mevzuya giriyor Hannah Arendt. Söz konusu gazetecinin 1957 yılında uzaya bir uydu fırlatılmasından dolayı duyduğu heyecan göründüğü kadar “masum” değil belki de?
  • Bu cümle Arendt’e bir Rus bilginin mezar taşında yazan şu kehaneti düşündürmüş: “insanoğlu sonsuza kadar Dünya’ya çakılı kalmayacaktır”. İnsan uzaya çıkabildiği için dünyadan “kurtuluyor”, beşeriyeti aştığını sanıyor. Aslında teknik sayesinde sekülerleşen bir zihniyet var ortada.
  • Maddî bir maneviyat icad eden modern insan kendi kibiriyle baş başa. 1950′lerin uzay fantezileri yerine Marx’ın doğduğu 1800′lerde okyanuslar aşan buharlı gemiler süşlüyor düşleri… Ve buharlı trenler, buhar gücüyle işleyen tarım makineleri…
  • Bilim ve teknoloji ile kurduğumuz ilişkiyi, modern yaşamın şekillendirdiği yeni toplumu sorgulayan bir kaç kitap tavsiye ederek bu silsileyi sırlayalım:
  1. Derin Marx
  2. Bir pozitivizm eleştirisi
  3. Edward Hopper’ı okumak
  4. Derin Medeniyet
  5. Sen insansın, homo-economicus değilsin!
  6. Modern Bir Put: Bilim
  7. Maymunist imanla nereye kadar?

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin