RSS Feed for This Post

İslâm sanatında resim yasağı: Bir şehir efsanesi!

Horbat al-Mafcar-mozaikleri

Mozaik : 8ci asırdan kalma Hirbat al-Mafcar sarayı (خربة المفجر) [ar. ing. fr. isp.]

Tezyinî sanat (fr. Ornementation) Keltlerden İskitlere, Çin’den Afrika’ya kadar her coğrafyada vardı. Hem bu halklar hem de Grek kültürünün etkisiyle natüralist/taklidî/teşbihî sanat yapan topluluklar Müslümanlarla temas halindeydi. Tezyin kadar natüralizm de İslâm sanatını kuşatmıştı. Bir kaç örnek vermek gerekirse Pompei duvar resimlerindeki merkezî perspektif, Atina’da anatomi kurallarına göre yapılan heykeller, Anadolu ve Pers sanatındaki natüralist unsurlar ve tabi Hristiyan kiliselerindeki sembolizm sayılabilir.

appendiciteÖzetle Müslüman sanatçı 7ci asırdan günümüze kadar iki akım ile etkileşim içinde oldu: Birincisi soyut, tezyinî sanat ki dinî mânâda tenzih ediciydi; ikincisi ise hem figüratif hem de mekânı, bedenleri ve renkleri taklid eden natüralist sanat ki itikadî mânâda ciheti teşbihe dönüktü. Ancak 17ci asra kadar Müslümanların her yerde, her zaman birinciyi yani mücerred sanatı tercih ettiğini görüyoruz. Tercih kelimesi üzerine israr ediyoruz zira sanat da inanç gibi insan hürriyetinin izhar olduğu bir sahadır. İtikadî tercihlerin estetik tercihlere sirayet etmesinden daha tabi ne olabilir? İslâm Sanatı adlı eserinde Titus Burckhardt’ın söylediği gibi:

“… İslâm sanatında figüratif tasvirden kaçınılması vakarı insanın resmine değil kendisine verir. Oysa resim ve heykel sanatlarının çok geliştiği yerlerde dikkatler insanın somut varlığına çevrilmiş ve asıl insanı insan yapan manevi kişilik ve vakarı gözlerden ırak tutulmuştur. Bazılarının İslâm sanatında durgunluk olarak eleştirdikleri şey de daha çok bu tasvir anlayışının olmamasından kaynaklanmaktadır. Zira değişim ve hareket daha çok insanın kendi kendisine yaptıkları şeylerde görülür. Oysa İslâm sanatı açısından asıl olan ilahi ve evrensel hakikatin sanat formunda yani insanın güzellik duygusuna hitap edecek şekilde yansıtılmasıdır…” 

persian_digestive_systemKimi sanat tarihçileri İslâm’ın figüratif sanatı yasakladığını iddia ediyorlar ama kanaatimizce bu hatalı bir görüş. Zira ne zaman ne de mekân olarak tekdüze / homojen bir İslâm anlayışından ve otoritesinden bahsetmek zor: 7ci asırdan 17ci asıra kadar yani 1000 yıl boyunca bir çok insan halifeliğini ilân etmiş, sahte peygamberler bile çıkmış. Şiilik, Vahabilik gibi dogmatik bölünmeler olmuş. Emeviler, Abbasiler, Selçuklar, Safevîler, Osmanlılar, Memluklar vs bazen kendi aralarında savaşmışlar. Endülüs’ten Horasan’a, Fas’tan Malezya’ya, Tataristan’dan Sudan’a uzanan bir coğrafyada tek bir fetva makamına itaat edilmiş olduğuna inanmak zor. Onlarca lisan, yüzlerce yerel lehçe konuşan milyonlarca Müslümanın sanatla ilgili bu kadar temel bir ilkede eşgüdümle hareket etmiş olması imkânsız. Ayrıca TV, sanat dergisi, müze, internet gibi etkileşim imkânlarının da bulunmadığını hesaba katmak gerekir.

Sözde “figüratif resim yasağı” konusunda dikkate almak gereken bir diğer mesele ise dinî mekânlar dışındaki figüratif resimlerdir. Müslümanların yazdığı tıp, fizik, kimya ve edebiyat kitapları figüratif resimlerle doludur. Tabiat ile ilgili kitaplarda bitki ve hayvan resimleri adeta fotoğraf gibi benzemektedir. Edebiyatta ise resim sadece süslemeye değil hikâyeyi anlatmaya da yarar. Yani resim olmadan kitap anlaşılamayacak şekilde hazırlanmış nice eser var.

Kısacası Müslümanların figüratif resimden ve daha genel olarak natüralist/taklitçi sanattan uzak durması basit bir fetva ile açıklanamaz. Kanaatimce Müslümanlar bu tür tasviri “sanat” bile saymadılar. Yani icab ettiğinde hayvan, bina, vs çiziyorlardı ama bu bir şeyi anlatmak içindi. Manevî değeri olan, insanın Hakikat’e yaklaştıran bir tasvir yapacakları vakit daima mücerred sanatı tercih ettiler. Zira mücerred olmayan tasvirler Müslüman gözler için sadece faydalı renk ve çizgilerden ibaretti; trafik işareti, kroki, salça kutusu etiketi, film afişi vs gibi.

textile-iranien-2Bu konuda sorgulanması gereken son nokta 17ci asırdan itibaren mücerred sanata sırt çevrilmesidir. Siyasî istikrarsızlık, iç savaşlar, işgaller vs ile sanat kurumları, usta-çırak arası ilim aktarımı inkıtaya uğramış olabilir. Bununla birlikte Batıya hayran olan elitlerin etkisiyle Müslüman aydınlar kendi kültürlerine yabancılaşmış olabilirler. Hat ve ebru ustalarının, musikîşinasların yetişmesi için gerekli olan tekke kültürü unutulmuş ve savaş vs sebebiyle bu müesseseler vazifelerini aksatmış olabilirler. Bunların her biri ayrı ayrı sorgulanması gereken sahalardır. Fakat kanaatimizce en güçlü tez Müslümanların Batı karşısında özgüvenlerini yitirmiş olmalarıdır. Sanatta, felsefede Batıyı taklid etmeye başladıktan sonra ise imanlarına da zarar verdiler ve bu durum o asırdan itibaren İslâm sanatına yansıdı. Daha doğrusu İslâm sanatının yerini giderek Müslümanların yaptığı Batı usulü sanat aldı. Bugün dahi bunu sorgulayabilecek Müslüman sanat tarihçilerinin kıtlığı tezimizi güçlendiriyor. Bir başka deyişle Müslümanlar kendi sanatlarına Batının gözleriyle bakar oldular ve onu anlamıyorlar. İslâm Sanatı adlı kitabında Titus Burckhardt’ın söylediği gibi:

 “… yeni sanat tarihi ilmi kendi güzellik anlayış ve ilkelerini daha çok kadim Grek sanatı ve sonrası Batı sanat anlayışından almaktadır. Son zamanlarda bu ilimde meydana gelen değişiklikleri saymazsak, bu ilim bireyi her zaman sanat yapıtının tek menbaı olarak kabul etmiştir. Ve bu disiplinin yaklaşımına göre bir sanat eseri bu bireyselliği yansıttığı oranda başarılı bir sanat eseri olarak kabul edilmektedir. Oysa İslâm’a göre güzellik küllî hakikatin tecelli etmesinden ibarettir. Bu yüzden de yeni sanat tarihi ilminin genellikle İslam sanatı hakkında olumsuz yargılara varması hiç de şaşılacak bir durum değildir …”

Arabic_herbal_medicine_guidebookPeki buna bakarak teşbihî (taklitçi, benzetmeci) bir yaklaşım olan natüralist sanatın inanç ile, akaid ile hiç ilgisi olmadığını söyleyebilir miyiz? Sadece İslâm tarihinde değil Hristiyanlık tarihinde dahi tasvir konusunda mühim olaylara, hatta savaşlara rastlıyoruz. Yine Müslümanların ibadet edilen mekânlarda, özellikle evlerde ve camilerde teşbihî tasvirlerden uzak durduklarını, tenzihî bir yaklaşım olan mücerred sanatı tercih ettiklerini biliyoruz. Bu konuyu da yine Titus Burckhardt’ın sözleriyle açıklığa kavuşturarak bitirelim makalemizi:

 “… Kiliselerde bulunan ikonaksların kırılmasıyla ilgili sorulan bir soruya ki bu tür eylemler İslâm’ın etkisi altında Hıristiyan dünyasına meydana geliyordu, ökümenik konsey şu cevabı vermiştir: “Tanrı mutlak zatı itibariyle hiçbir şekilde resim edilemez. Zira bu anlamda Tanrı’nın tasavvuru mümkün değildir. Ancak ilahi kelam insan suretini kendi asıl sureti şeklinde tezahür ettirip ilahi güzelliğini onda yansıttığı için Hz. İsa’nın (a.s.)suretinin çizilerek insanlara ilahi olanın hatırlatılmasında bir sakınca yoktur.” Şüphesiz bu bakış açısıyla İslâm’ın bakış açısı arasında büyük bir fark bulunmaktadır ama aynı zamanda her ikisi de ortak bir esasa işaret etmektedir. Bu da insan suretinin ilahi güzelliğin tecelli ettiği bir makam ve mekân olarak kabul edilmesidir. Bugüne kadar Hıristiyanlık nokta-ı nazarından sanatla ilgili yapılan en derin açıklama bir Müslüman arif olan Muhyiddin Arabî Hz tarafından yapılmıştır. Bu meşhur ârif Fütuhat-ul Mekkiye adlı eserinde Rum sanatçıların resim sanatını en üst seviyesine ulaştırdıklarını çünkü bunların Hz. İsa’nın (a.s.) kişi olan tabiatını ilahi güzellikleri yansıtan bir şey olarak gördüklerini belirtir. Bu örnekten de anladığımıza göre Müslüman düşünür ve ârifler resim sanatı aracılığıyla ilahi güzelliğin yansıtılabileceğinin farkındaydılar. Ancak bunlar şeriatlarına tâbi olarak din büyüklerinin resimlerinin yapılmasını yasaklayıp hoş görmediler. Yani Müslümanlar ilahi güzellik konusunda teşbihten çok tenzihi tercih ettiler. Zira teşbihî yaklaşımların nihayetinde putperestliğin kaynağı haline geldiklerinin çok iyi farkındaydılar. Kutsal kitapları olan Kuran onlara bu  şuuru kazandırmıştı …” 

 

minyaturb246ckturk

 

 

… E-kitap okumak için…

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i yi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:Pausanias Tarih: Ağu 29, 2014 | Reply

    Öz ve meramı iyi dillendiren bir yazı sevgili üstad. Bu konuda daha önce bir diş doktoru abimle tartışmıştık. Resmin yasak olduğunu savunuyordu bunu da elindeki telefonu kullanarak girdiği internetten ulaşarak bulduğu hadislere dayandırıyordu. Ve bu onun için yeterliydi, belki sanatçı değildi ama inancı gereği(!) ‘resme’ olan bakış açısını sabitlemişti, malesef.

  3. Yazan:my Tarih: Ağu 29, 2014 | Reply

    Eyv. Sağolun, « resim yasağı » ve genel olarak sanat ile ilgili ayet ve hadisleri özellikle koymadım yazıya. « Gölgeli / figüratif resim yapmayın » mealinde hadisler var ama bunlar bir sanat doktrini teşkil etmiyor.
    Sanat « uzmanları » ise sanki BÜTÜN Müslümanlar BÜTÜN ayet ve hadisleri harfiyen biliyor ve itaat ediyormuş gibi konuşuyorlar. Meselâ gıybetin zinadan beter olduğu ve insan eti yemek gibi olduğu mealinde hadisler var. Ama bir çok insan gıybet ediyor. Demek istediğim teorik din bilgisiyle gerçek hayatta insanların yaptığı doğru ve yanlışları açıklamaya çalışmak çok hatalı bir yaklaşım.
    Selam ve dostluk ile

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin