RSS Feed for This Post

Umre hatıraları-1

umreMirac’dan Umre’ye

O mirac kandiline kadar umre, umurumda değildi doğrusu. Daha yaşım gençti. Hem durumum da hiç müsait değildi. Patronum din sözü geçtiğinde alerjik reaksiyon gösteren bir insandı. İnancın ne kadar boş olduğunu, dindarların ne kadar cahil olduklarını, aslolanın akıl ve bilim olduğunu, zaten elli yıl içinde din diye bir şeyin kalmayacağını kendinden çok emin bir şekilde anlatıyordu. Ondan umreye gitmek için nasıl izin isteyebilirdim ki? Ayrıca borçlarım vardı. Hem kendimi ruhen hazır hissetmiyordum. Hele halimi bir düzelteyim, işimi değiştireyim, borçları ödeyeyim, çocuk biraz büyüsün, Alp er tunga ölsün, ıssız acun kalsın, sonra bakarız diyordum.

Mirac kandilinde farklı bir şey oldu. Bu kandilde her kandilde yaptığım evde televizyon seyredip ekstra iki rekat namaz kılıp yatmak ritüelimi bozup bir kandil programına katıldım. Kürsüdeki hocaefendinin sözleri derinlere kadar işliyordu, sanki doğrudan bana konuşuyordu:

“Ne zaman nefsini bırakıp Allah’a kul olacaksın, planlarını ne zamana kadar erteleyip duracaksın? Kıyametin kopmasını mı bekliyorsun karar verip azmetmek için? İyi dinle… kıyamet yaklaştı. Kıyametin en büyük alameti nedir biliyor musun? Efendimizin bu dünyaya teşrifidir. O Ahir zaman Nebisidir, hatem-ül Enbiyadır. Kıyamet alametleri onunla zahir olmuştur. O’nun teşrifiyle Sava gölü kurudu, Kisra’nın sarayı yıkıldı, Mecusilerin ateşi söndü. Neyi bekliyorsun? Böyle farklı bir şey olacak, mucizevi bir şey… gökten saf saf melekler inecek, lahuti bir ses sana seslenecek: ‘haydi vaktin geldi ey seçilmiş insan! Ertelediğin planları uygulama vakti geldi!’ mi diyecek?”.  Son cümlesinde gülmeme engel olamadım. Kendi halime gülüyordum. Sohbetten sonra hocaefendinin yanına gittim, nasihat etti. Bana bir kitapçık armağan etti. Kitapçığın ismine bakınca bulmacanın eksik parçası tam yerine oturdu. “Nurlu Medine Hatıraları” Derviş Ahmed Peşkari.

O anda kararımı vermiştim. Artık hayatımda bir şeyleri değiştirmek için beklemeyecektim. Bir adım atacaktım. Bütün kuruntularımı, endişelerimi Allah’a havale ettim. Eve döndüğümde kararımı eşimle de paylaştım. Çok heyecanlanmıştı. İçi içine sığmıyordu. Tabiatım hep olumsuzlukları söyleyip ümitsizliğe kapılmaktır. Sağolsun hep teselli edip Allah büyüktür, bir yolunu açar deyip destek oldu. Alelacele araştırmaya koyulduk. Umre şirketleri, ücretleri nedir, nasıl daha ucuza getirebiliriz, nasıl izin alacağım, kızımı ne yapacağız, pasaportu nasıl uzatacağız, şirketten belge gerekecek mi, şirkete bildirmem gerekecek mi… Hasbünallahi ve ni’mel vekil.

UMRE ŞİRKETLERİ

Çok acayip umre şirketlerine rastladık. Bir şirket “tam takvaya uygun” umre yaptırmayı vaad ediyordu mesela. Herhalde rekabet artınca farklılık ortaya koymak adına böyle atraksiyonlara girişiyorlar. Umrenin şartları, vacipleri, mekruhları, sünnetleri belli. “Daha takvalı” iddiası otobüs şirketlerindeki “Öz Hakiki Seyahat” tarzı tanımlamalara benziyordu. İstediğimiz umre çok lüks olmamalıydı. Zaten Kabe’nin hemen yanıbaşında kibri temsil eden Kabe manzaralı, süper lüks oteller hiç bize uygun değildi. Ucuzluk adına da ser-sefil bir halde, bizleri ibadetten alıkoyacak sıkıntılarla uğraştıracak turlar da istemiyorduk. Annem bu turlardan birine gitmiş, bulaşık yıkamaktan namaza gidemez olmuştu. Umreye gittiği adamların, “Safa-Merve arasını yürümenize gerek yok, zihninizden geçirin yeter diyen”, ülkücü marşlarla zikreden tuhaf bir tarikata ait olduğunu öğrendiğinde her şey çok geçti. Bu yüzden tur şirketini seçerken çok dikkat ettik ve birçok kişiden fikir aldık.

Önce kredi kartına taksit yaptıralım diye düşündük. Sonra, böyle bir yolculuğa bankayı, faizi karıştırmamaya karar verdik. Biraz avans, biraz borç halledecektik. Allah yardım etti, tur şirketi de yardımcı oldu finans problemimiz Allah’ın inayetiyle halloldu.

Yanıma hayatı boyunca tek bir lokma haram yemediğine şahit olduğum rahmetli kayınpederimin ihramını ve biri beyaz, diğeri Tunus işi sarı iki elbisesini aldım. Pantolon-gömlek giyinmek yerine Efendimiz gibi tek parça giysilerden giyinmeyi tercih ettim.

İş yerinden iznimi aldım, ne onlar sordu, ne ben söyledim. Her ne pahasına olursa olsun yalan söylemek istemiyordum. Allah yardım etti, muhafaza olundum.

Bütün hazırlıklarımız tamamdı. Gitmeden iki gün önce çok acayip bir rüya gördüm. Rüyada gördüğüm kişi, mirac kandilinde gördüğüm aynı hocaefendiydi. Heyecanla kendisini ziyaret edip helallik diledim. Elini öpüp, duasını aldım… Çok sonra kader bu hocaefendi ile yollarımızı tekrar birleştirecekti…

Uçağımız sabaha karşı hareket edecekti. Aynı gece şirketin ‘katılması zorunlu’ içkili bir toplantısına katılmak durumundaydım. Üç dört saat sonra umreye gidecektim. Şimdi ise boğazda içkili bir eğlencenin ortasındaydım. Başıma ağrılar girdi. İyi hissetmediğimi söyleyip oradan ayrılıp hızla eve döndüm. Bavullarımız hazırdı. Beş-altı yaşlarındaki kızımı dedesi ve babannesi ile birlikte bırakmıştık. İlk defa ayrı kalacaktık. Dokuz günlük bir programdı. Beş gün Medine’de, dört gün Mekke’de olacaktık.

UMRE’DEN ÖNCE ALINAN KARARLAR

Gitmeden önce kendi kendime bazı kararlar almıştım. Öncelikle gitmeden birkaç kitap okuyacaktım. Nurlu Medine Hatıraları dışında Nabi’nin Tuhfet’ül Harameyn’inin şerhinin bir kısmını, İbn Battuta’nın Seyahatname’sinin ilgili bölümünü, Talha Uğurluer’in Mekke ve Medine kitabını, Senai Demirci’nin Umre ve Hac günlüğünü, ilmihalden umreyle ilgili fıkhi konuları, duaları okudum. Hatta bir kısmını yanıma da aldım ama gidince anladım ki, kutsal mekanlar okuyup öğrenme yeri değil. Orada artık önceden talim ettiklerini tatbik etmek gerekiyor. Okumaya ne vakit bulabiliyorsun, ne de canın istiyor.

Kendi kendime verdiğim ikinci karar ise yanıma fotoğraf makinesi almamaktı. Çünkü oraya turist gibi, sağı solu fotoğraflamak için değil yaşamak için gidecektim. Fotoğraf çekmekten o anın hazzını, coşkusunu, demini yaşayamamaktan korkuyordum. Eşim benden habersiz makineyi yanımıza almış. Fakat çok şükür ne Medine’de, ne Mekke’de otel lobisi ve odamızda çektiğimiz hatıra birkaç poz dışında kullanmadık. Meşgul olmadık. Tabi döndüğünüzde ziyaretinize gelen insanlar fotoğraf görmek istiyorlar. Ama zaten artık canlı yayında Kabe’yi ve Ravza-i Mutahhara’yı izleyebiliyorsunuz. Yani maksat fotoğraflamaksa her açıdan görüntüsü mevcut. Resim görmek isteyenlere Kabe kanalını açabilirsiniz.

Bir diğer kararım ise oraya gittiğimde sadece ibadetle meşgul olup, alışveriş gibi şeylerden kaçınmaktı. Tabi yanınızda eşinizle gidiyorsanız bundan ne kadar kaçınabileceğinizi tahmin edebilirsiniz. Oralara gittiğiniz zaman tartışma kanalları daha bir açılıyor. Zira şeytanın büyüğü de oralarda, en büyük tezgahlarını da Müslümanların en yoğun olarak bulunduğu oralarda açıyor bilesiniz.

Havaalanındaydık. Suudi havayollarına ait bir uçakla uçacaktık. Uçakta, bir bineğe binildiğinde okunması sünnet olan “sübhanellezi sahharalena haza…” duası anonsu yapılınca mutlu olmuştuk.   Uçakta hemen önümüzde oturan aile ile aynı turdaydık. Yedi-sekiz yaşlarında iki kızlarıyla birlikte gelmişlerdi. Kızların o feracelerle görüntüsü çok şekerdi. Müslüman olmak, Müslümanlarla kardeş olmak ne kadar güzel diye düşündüm.

MEDİNE’YE VARIŞ

Gönenli Mehmed Efendi latife edermiş: “Yürüyerek hacca, umreye gelen hacıları melekler yollarda bekler, geldiklerinde kucaklar, bağırlarına basarlarmış. Otobüslerle gelen hacılarla ise musafaha ederlermiş. Uçakla gelenlere gelince… onlara da böyle el sallarlarmış…” der tebessüm edermiş.  Gülerek pencereden el sallayan melekleri hayal ederek bakıyorum. Daha önce hiç görmediğim farklı bir coğrafya. Çöl kumları, volkanik dağlar, hurma bahçeleri, deve çiftlikleri… Uçağımız Medine havaalanına iniyor.

Dilimizde salavatlar, dualar uçaktan çıkıyoruz. Kapıdan adımımızı atmamızla fön makinesine girmiş gibi bir sıcaklık vuruyor yüzümüze. ‘Herhalde uçak motorunun sıcaklığı…’ diye düşünüyorum. Uçak merdivenlerinden inince sıcaklık devam ediyor. Demek ki çöl sıcağı böyle bir şey diyorum.

O ilk adımdaki duygular karışık. Hayret ki, kimsede gözyaşı yok. Herkes gülüyor, bir telaş içinde. İlk defa gelen sadece biz varız belli ki. Oraya çöküp hüngür hüngür ağlamak istiyorum, adım atacak halim yok, yerlere basmaya dahi utanıyorum  ama erkekliğe dokundurmak yok. Kendimi tutuyorum.

Domuz gribinin yaygın olduğu bir zamandı ve kimse umreye rağbet etmemişti. Havaalanında bizi doktorlar karşılıyor. Hasta olmadığımıza, aşı yaptırdığımıza dair bir belge imzalatıyorlar. Sonra herkesi aşıya alıyorlar. Medine’ye veba ve deccalin giremeyeceğine dair hadis-i şerifi hatırlıyorum. Aşı olmak istemiyorum. Küçük bir mücadeleden sonra doktor bizi serbest bırakıyor. Herkesin ağzında bir örtü. Biz ise Sadık-ul Va’dil Emin (S)’in sözüyle rahatız. Çok sonra domuz gribinin ne kadar abartıldığı da, aşısının zararları da ortaya çıkıyor. Şükrediyoruz.

Gelecek bölüm: Nebi’nin Huzurunda

 

… E-kitap okumak için…

 

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtıNiteliksiz AdamJames Joyce‘nin Ulysses veMarcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, aşkın bir İnsantasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Hürriyetinin yani mes’uliyetinin şuuruyla yaşayan…  sadece İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i yi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin