RSS Feed for This Post

Sınıra Yakın, Cihan Aktaş

“Hodaya nemeguyem destem ra beger! Ömrist girifteyi mebada reha kuni!”[i]

“…sınavsız bir hayatın yaşanmaya değer bir hayat olmadığını söylersem bana yine inanmayacaksınız.”, der Socrates, ünlü Savunma’sında. Hayat insan için kimi eksiklikler ve olumsuzluklarla bir sınav kapısı açar önüne ve ona bakışınız, hayata bakışınız anlamına gelir. Cihan Aktaş’ın, Sınıra Yakın romanı, başlangıçta, Efsane adlı kahramanı merkezinde, kahramanının eksikliği üzerinden hayatı algılayışının ve onu anlamlandırışının sorgulaması gibi dursa da, aslında bu sorgulamanın nihayete erdiği ve as’lolanın sorgulama değil, arınma, teslimiyet olduğu bir yolculuğun hikâyesidir.

Kahraman anlatıcı bakış açısıyla eserin dünyasının dile geldiği bu anlatıda, ilk dikkati çeken özellik zaman kadar mekanın da iki düzlemde karşımıza çıkması hatta mekan -altta ifade edilecek- kimi yerlerde tıpkı zaman unsuru gibi üçüncü bir düzlemle ifade edilmiştir. Romanın zamanı, iki günlük bir yolculuğu gösterirken, kahramanın iç dünyasında geri-dönüşleriyle (çocukluğu, ilk gençliği, üniversite dönemi, ilk aşkı, on yıl sonrası, yolculuğunun bir yıl öncesi… gibi) ikincil bir zamanda ilerlemekte hatta şimdi ile geçmişin iç içe girdiği sorgulama, rüya ve anımsamalarla iki zamanın(geçmiş-şimdi) iç içe geçtiği yerler bulunmaktadır. Zamandaki bu çeşitlilik mekanda da karşımıza çıkmakta, yolculuk esnasında iç mekan, Cihannema Tur’un mavi-beyaz Volvo otobüsünün içi, dış mekan, otobüsün ilerlediği rota(Yenikapı terminali’nden Doğubayazıt’a), mola yerleri; iç yolculukta, Tahran, Tebriz, Tecriş, İsfahan, Almanya, İstanbul… okurun karşısına çıkmaktadır. Mekan veriminde, mola yerleri, farklı karakterlerin romana girişiyle ayrı bir işlev yüklenerek şunu fark ettirir, iç mekan, dış mekan ve iç-yolculuk mekanları başka kahramanların romana girmesinde ayrı bir işlev yüklenmişlerdir. Bu da romanı, kahramanlar açısından zengin, farklı dünyaların tek bir yolculuk altında eserde verimini sağlayan, farklı görüşleri sorgulayan, onları sentezleyen, dışa ait izlenimlerle iç izlenimlerin verilişiyle katmanlı kültür yapılarını, sosyal hayatları, ülkeleri, olgu ve kahramanları… verme başarısını göstermiş bir roman yapmıştır. İç içe geçmelerde, kahraman dış mekan olarak otobüsün ilerlediği rotada bir yeri aktarırken, iç mekan olarak Almanya, İstanbul, Tahran… gibi mekanları aktarmış -örneğin, İzmit ve şimdiyi yaşarken, iç mekan olarak Tahran ve geçmişe dönerek- ; yolculuğu roman boyunca bu iki düzlemde götürmüştür. Teknik açıdan gene gözlemlerin aktarımında karşılaşılan benzetmeler dikkati çeker. “Bir ağaç dalı gibi uzanır göğe, genişler kol, dal budak salar oynarken ve gelin hanım da o sırada bütün varlığıyla turna kanadını andıran bir koldan ibaret kalır. Oyunu sürdüren elin ve kolun belki bir dantelli mendil yardımıyla turna kanadı gibi süzülmedeki becerisidir gelinin damada aşkını gösteren.”(S:33) Bu kısımlarda benzetmelerin kol üzerinden olmasının ikinci işlevi, kahramanın/Efsane’nin çorak kolunun aktarımını üstlenmesi ve bu eksikliğin yaşamına yansımasının aktarımı ile kahramanın psikolojisinin verimini de sağlamasıdır. Özellikle “Tek kolla nasıl canı gönülden sarıldığını belli edebilirsin ki sevdiğin kişiye… Kolu hareket etmeyen insanda ölmekte olan bir şeyler olduğunu daha yakıcı bir duyguyla düşünürdüm eskiden. Yapamadığım işler yüzünden hayatın kıyısında yaşadığım duygusundan hiçbir zaman kurtulamadım.” (S:34) cümleleri ile Efsane’nin iç dünyasına girilir ve yolculuk boyunca bu eksikliğin ondaki tezahürleri ile adım adım karşılaşılır.

İç yolculuğunda karşımıza çıkan kahramanlar: Efsane, Mina (kız kardeşi), Pervin Hanım (annesi), Selman (eski eşi), Bünyamin, Emir (erkek kardeşi), Zehra, Şehla, Saba (teyze oğlu), Fereşte, Müdür Bey, Masume, Asiye, Zeynep (Selman’ın kızkardeşi), İlhan, Şahap (Mina’nın eşi), Roksana, Kevser Hanım, Atiye Teyze, Şerife, Atiye Teyze, Cengiz, Gazi Amca…

Molalarda karşımıza çıkan kahramanlar: Yenikapı terminalinde polisler tarafından dayak yiyen Kürt genç (Yolculuğun başında), Salih Sarıçiçek ve araba kazası yapan şöför, Şahin, Sümeyra, Zahit, Bergüzar, Melek, Zeliha, Vedat (son dört kahraman molada, bir düğünde karşılaşılan kahramanlar),

Dış yolculuğunda (otobüste): Ak Saçlı Adam (Kızını arayan adam), Kaçar Kız(Fatma), Kaçar Dede, Kaçar Nine (Ayten), Sürmeli Kadın (Süreyya), Bandanalı Hanım (Cemile), Çarşaflı Hanım (Sadıka Hanım), Hasta Adam(Sadıka Hanım’ın Kalp hastası kocası), Yönetmen, Tarihçi, Nasır (muavin), Resim Öğrencisi Kız (Mehsa), Gülenay Hanım ve kızı Umay, Bermudalı Adam, Rüya, Zoya ve şantöz anneleri, Feriba Hanım ve oğlu, Müjgan Hanım ve eşi (Müjgan Hanım kahramanın iç yolculuğunda da vardır), Mühendis, Cavit Ağa, Pasaportsuz yolcular, Kuruş ve Afgan, IQ’su yüksek kız (Nevide) ve annesi, Murtaza ve Ali Rıza (şöförler), Magnet Adam…’dır.

Kahramanlar, Efsane, Selman, Pervin Hanım ve Mina’nın dışında tarihi, sosyal, siyasal… bir sorunun, tespitin, gözlemin… aktarımında araç olarak kullanılmıştır.

Roman sadece tarihi, sosyal, siyasal gözlemlerin, olay ve olguların aktarımı değil aynı zamanda zengin bir kültürel dünyanın da veriminde önemli bir işlev yüklenir ve bu verim, farklı karakterler aracılığıyla, belli bir sosyal sınıfın bakışını değil, farklı sosyal sınıfları da alarak, birbirinden farklı kültürlerin ve beğenilerin romana girmesini sağlar: Türk ve İranlı artistler, şarkıcılar, bunların karşılaştırılması ve eşleştirilmesi, filmler, yönetmenler, şiirler, eserler ve yazarları, şarkılar, türküler, dualar, Kuran mealleri, dualar, dans çeşitleri (halaydan rap’a…) yemek tarifinden, yeni yıl kutlama mesajına,  msn sohbetinden mezarlık yazısına, tablolardan fotoğraflara, dergilerden sokak, cadde adlarına… kadar günlük hayatın içinde olan yapıt, metin ve ürünler,

Endi, Mehesti, Farah Diba, Guguş, Hiçkes, İsfahani, Farid Farjad, Niki Kerimi, Ebru Gündeş, İbrahim Tatlıses, Hediye Tehrani, Sandy, Daryuş, Gulpayagani, Hayde, Metallica… ses ve sinema sanatçıları; Tarkovski’nin Kurban’ı, Danzel Washington’un Kasırga’sı, Füruğ’un belgeseli, Sara, Mahmelbaf’ın İyilerin Düğünü ve Bisikletli Adam’ı, Amitabh Bachchan’ın Mert’i, Kazablanka, Kızım Olmadan Asla, Bahman Gobahi’nin Sarhoş Atlar Zamanı, Avare, Rebeka, Ben Hur, Rüzgar Gibi Geçti, Masumiyet çağı, Arşın Mal Alan… filmler ve yönetmenler,

Mevlana, Mesnevi; Firdevsi, Şeyhname, Hüsrev ü Şirin; Simin Danişver, Su ve Şûn; Agatha Christie, Kütüphanedeki Ceset; Hafız’dan beyitler, rubailer; Umberto Eco, Gülün Adı; İbsen, Nora; Lavoisier’den alıntı; Çubek, Gülşiyri, Cemalzade, Ferhunde Hacızade, hikâyeler; Üstat Tabataba, Nehcü’l Belaga ve Tefsirü’l Mizan; Nietzsche; Camus; Sepehri, şiir; Goethe, Doğu-Batı Divan’ı; Şehriyar, Haydar Baba’ya Selam; Ferhat ile Şirin mesnevisi; Ferrarisini Satan Bilge; Zen ve Motosiklet Bakımı Sanatı; Kemalettin Behzat ve Hüseyin Behzat, minyatür; Mefatihu’l Cenan… gibi eser ve yazarları/şairleri/sanatçıları… eserde karşımıza çıkmaktadır.

Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı adlı eserinde romanın merkezinden bahseder ve şöyle der: “Roman bize hayatın sıradan ayrıntılarını, küçük hayallerimizi, günlük alışkanlıklarımızı ve eşyaları gösterdikçe, bu şeylerin daha gerilerdeki derin bir anlamı, bir niyeti işaret ettiğini bildiğimiz için onları merakla, hayretle okuruz. Büyük, geniş manzaranın her ayrıntısı, her yaprağı ve çiçeği ilgi çekici ve merak uyandırıcıdır, çünkü arkalarında gizlenmiş bir anlam vardır.” Cihan Aktaş’ın yarattığı kurgu dünyasında karşımıza çıkan hayata dair, hayatın içindeki ayrıntılar, eşyalar, evler, sokaklar, odalar… her bir ayrıntıyla, altında gizlenen anlamla, kahramanın yaşadığı dünyanın nesnel göstergesi işlevini üstlenmekte ve o kahramanın karakterinin yansıması olarak da işlev görmektedirler. Pamuk’un, “Bir romanın gerçek değeri, bizde hayatın tam böyle bir şey olduğu duygusunu uyandırmasıyla ölçülmelidir.“dediği gibi, bu aktarımlarla romandaki kurgu dünyanın tam da bizim yaşadığımız dünyaya benzediğini hissederiz Sınıra Yakın’da. Hatta kimi eşyalar/şeyler, sadece bu işlevde kalmaz, sembolik bir anlam da yüklenirler; tıpkı Nikolay semaverde, Turnalar ve Meryem Çiçeği şarkısında olduğu gibi. Nikolay semaver, yuvanın değişmezliğinin; turnalar ve Meryem Çiçeği şarkısı, Selman’ı hatırlatan simgedirler.

Bu dünya, sadece günlük hayata dair aktarımlarla kalmaz, yaslandığı tarihi, sosyal, siyasi, ekonomik… olay, olgu ve kavramlarla da romanın merkezini daha geniş bir perspektife taşır. Bu zengin dünyanın perspektifine baktığımızda:

İzmit, Büyük Deprem; İran-Irak savaşı, Şehirler Savaşı; İranlı mültecilerin L.A’de düzenledikleri Nevruz Bayramı Kutlamaları, İran’da Yapım-Onarım Cihadı, Bibi Sekine Sofrası ile (hurafe ile menkıbenin iç içe olduğu) dinî ritüeller, Gadir Hum Seyitler Bayramı; İran Devrimi, Ayetullah Humeyni-Beni Sadr İhtilafı, Humeyni Yönetimi, Musaddık Yönetimi, Rıza Şah Devri kız çocuklarının eğitimi, Mut’a nikahı; başörtüsü -ki bunu açarsak özellikle başörtünün ontolojik anlamı ve özgürlüğü ifade etmesi, siyasi yönetimlerin baskıları ile Türkiye ve İran’da yaşanan sıkıntıların neden olduğu biçime takılı uygulamaların sorgulanması dikkate değer tespitlerdir-, mültecilik, türbe kültürü, sanat, mimari, aşk, ayrılık, gazi olmak, fal, kader, yetişkin olmak, ihanet, sınır, yolculuk, teslimiyet, iyilik, sinema, müzik, defin ritüeli ve ölüm, Farah Diba kompleksi, anne-kız ilişkileri, aidiyet, şehir, dil(dilbilime yönelik, kelimeler üzerinden, kelime anlam ve ses değişimleri, lehçe…)… bu dünyayı oluşturan tarihi, siyasi, sosyal olay, olgu ve kavramların verildiği görülür.

Bu zengin dünyayı aktarma işlevi gören ve bunu yaparken kendi dünyasını(iç-dış) da okura aktaran Efsane adlı kahramana özel olarak eğilmek gerekiyor.

Efsane/Efsun, çocukluğunda gittiği bir mitingde yediği kurşunla sol kolu çolak kalan, üst üste ameliyatlar geçiren, üniversitede Radyo Televizyon bölümünü okumuş, muhabirlik yapmış, son olarak bir hayır kurumunda (Baran’da Gazilerle ilgili) Halkla İlişkiler Bölümünde çalışan bir kadın. Eksik bir kadın.

İnsanın eksik tarafı onun dünyasının merkezidir ya, insan her şeyi o eksiğin nazarıyla görür, onu tamamlamak her şeyden önemli olur. İnsanın eksik tarafı neyse, dünyası odur ve onu tamamlamadan ayaklarına dünyayı da sunsalar, sunulan hep eksik, yarım, tamamlanmamış kalacaktır. Bu, Efsane için de böyledir. Eksikliği, ilk başta onda hayatın kıyısında olmak anlamına gelirken, babasının etkisiyle bunu hayatına dair bir misyon olarak algılamaya başlamış; eksikliği, “engellileri tanıma ve onlar için mücadele etme” anlamına dönmüştür. Bu bir sınavdır ve onun sınanması kolu üzerinden olacaktır. Cioran, “Her kahramanlık, eksik olan bir yeteneğin kefaretini -kalbin dehasıyla- öder; her kahraman yeteneksiz bir varlıktır. Onu öne çıkaran ve zenginleştiren de bu eksikliktir.”der Çürümenin Kitabı’nda. Efsane, kimi zaman bu eksikliğin altında ezilse de, kimi zaman da bunu kutsallaştırarak ifrat ve tefrit arasında gelgitler yaşar ve aslında fark etmeden o eksikliği başka şeylerle kapamaya çalışarak kendisini zenginleştirir. Ancak mücadelesinde şunun farkındadır: “Korunaklı bir dünyada belli bir sınırın çizildiği özveriyle” mücadele etmektedir. Üniversite döneminde tanıştığı ve aşık olduğu Selman, ondaki korunaklı dünyayı yıkacak ve sınırlarını genişletecek olan insandır, -Selman aslında Efsane için sağduyuyu, olgunluğu ve hepsinden öte sol kolunu temsil eder, yani onu tamlayan önemli bir parça ve Efsane’ye eksikliğin çolak kolu olmadığını, “Eksik olan başka bir şey. Eksik olan ne bacak ne de göz, cesaret ve iman, gözü karalık ve özgüven.” diyerek asıl eksikliğin madde değil, mana olduğunu gösteren bir kişidir- ama bu noktada ailesinin ve kendine çizdiği sınırları aşamadığı için başarısız ve süregiden bu aşkın peşinde ne onunla ne onsuz yapabilen, sürüncemede kalan sorgulamalarını erteleyen bir karakterdir. Öyle edilgendir ki kimi, her şeye sol kolunun eksikliğinden bakarken, bunu aştığı kimi zamanlar hariç, aylarca şöminenin üzerinde duran notu babasının okuyup okumadığını babasına sormaz. Erteler ve bahanelerinin ardına sığınır. Ama aynı zamanda kendisiyle yüzleşebilecek gücü bulabilecek kadar da güçlüdür diğer yandan.

Kimdir Efsane? Dışarıdan görünen bir iyilik meleği mi, karşılaştığı sorunlara arkasını dönen ve onları erteleyen biri mi? Bu yolculuk aslında bunun cevabıdır. Efsane bir yerde (Müjgan Hanım’a onu ihbar ettiğinin itiraf ederken) şu soruyu sorar kendine:

“Ben kolumu yitirdim halkımın özgürlüğü ve bağımsızlığı yolunda, pek çok insan şehit oldu, karşı devrimcilerin sinsi yayılmacılığı karşısında sessiz kalamazdım. Bir şeyleri yanlış algıladım belki, yanlış tanımladım. Ama kabul edersiniz ki o şartlar altında başka türlü davranmam beklenemezdi benden… İyi insan olayım diye elimden geleni yaptım. Hastaların, engellilerin, gazilerin dünyalarına umut dolu haberler götürebilmek için gecemi gündüzüme katıp çalıştım. Kime kötülüğüm dokundu benim?… Paylaşmayı uyku zamanı tatil bilmeden en uç noktalara kadar sürdürebilen kişi iyi insan değil midir?”

Burada okur olarak Efsane’ye şunu soruyorsunuz ister istemez: Öyle mi sahiden?! Bu, gerçekte eksikliğini kapatma -kendisi gibi eksik olanlarla kendi eksikliğini tamamlama, diğerleri gibi olma-, hayatındaki boşluğu daha yüce bir misyonla -kendisine biçilen- doldurma yolu mu; yoksa amaç sahiden ‘sadece’ iyilik yapmak mı? Ve neden bir itirafı savunma mekanizmasının ardından cevaplandırıyor, neden başa kolunu koyuyor, çolak kolunu, eksik kolunu, neden onun ardına sığınıyor? Ve en önemlisi, bu yetseydi, iyi bir insan olduğuna kendisi inansaydı, neden bu arınma yolculuğuna çıkmaktan dur olamadı, kendi ifadesiyle, karanlık tortuların yükünden kurtulmayı seçti? Neden yabancı bir ülkede yeni bir başlangıç yapabilecekken, geri dönmeyi seçti? Bunun cevabını gene Efsane verir bize: “Keşke insan hatalarını düzeltmek için geçmişe dönebilse…” Bu yolculuk bir nevi şimdiden geçmişe dönüş ve geleceğe yol alıştır. Döndüğü yer (gelecek), bıraktığı (geçmiş) olmasa da.

“Bir zamanlar beni terk eden adamla evlendim ve mutlu olamadım; bu kadar basit mi benim hikâyem?”diye sorar gene bir yerde. Cevap hayır’dır. Çünkü mutlu olamayan bir kadını anlatmaz sadece bu roman; taşınma, göçme, geri dönme hikâyelerinin iç içe geçtiği, bahanelerin ötesinde daha yüce bir amacın hayatın merkezine yerleştiği, eksiklik ve hatalarıyla yüzleşen insanın onları tamamlama ve düzeltme için mücadeleyi seçtiği, tüm sorgulamaların aslında bir arınmanın izdüşümleri olduğu ve bunu zengin bir dünyanın perspektifinden sunulduğu çok yoğun bir hikâyedir bu.

“Okumak, olmak üzere olan ve şimdilik kimsenin olacağını bilmediği bir şeye doğru ilerlemektir.”, der Italo Calvino, tıpkı yolculuk gibi. İnsan, olmak üzere olan ve şimdilik kimsenin bilmediği bir şeye doğru ilerler yolculukta. Efsane’nin yolculuğu bir geri-dönüş yolculuğudur, arınmadır ve umuttur. Ulysses Gaze’de, Kaç sınır geçmesi gerek insanın evine ulaşması için?” repliği Efsane’nin yolculuğunun özetidir. İçinde ve dışındaki sınırları aşmaya çalıştığı bir yolculuktur çünkü bu ve bu sınırları aştığında, evine varacaktır.

Ingrid Michaelson, Are We There Yet adlı parçasında, “They say that home is where the heart is, I guess I haven’t found my home… and are we there yet?”diyor. Efsane, bu yolculuğunda, evine, yani kalbinin olduğu yere dönüyor, henüz yolculuğu tamamlanmış olmasa da. Belki eksiklik hayatından hiç eksik olmayacak, hepimizde olduğu gibi.

Peki tamamlanacak mıdır Efsane bu yolculuğun sonunda? Büyük ihtimalle hayır. Bejan Matur’un bir dizesi, “tamamlanmak bir hayat ister…” der; sanırım tamamlanmak önce parçalara ayrılmaktan geçiyor, yaralanmaktan… Efsane’nin parçaları, yaraları ile yapılan bu yolculuk, bize onun tamamlanacağını hiçbir zaman söylemiyor, eksik olan başka bir şey, diyerek (leitmotif), hayatında hep bir eksikliğin olacağını tekrar ediyor aslında. Bundan dolayı da yolculuk nihayete ermiyor. Eksik kalıyor. Efsane, kendi hayatına dair boşlukları, eksiklikleri tespit ederek aslında en zor olanı yapıyor. Çözüm? Tamamlamaya çalışmak ama başarılı olacağına dair bir kesinlik yok. Romanın kurgusal gerçekliği gerçek dediğimiz hayatın bilinmezlikleriyle paralel bu noktada; ama şu bir gerçek ki, eğer başarılı olursa, eksikliklerinden en azından birisi tamamlanacak.

Cihan Aktaş, Sınıra Yakın romanı ile zoru başarmış. Yılların gözlemini, tespitlerini, dış ve iç dünyaya ait tahlillerini, çok zengin -kahraman, mekan, zaman, olay, olgu, kavram…dan oluşan-, çok katmanlı bir kurgunun içine yedirerek zihin dünyasını şekillendiren ana parametreleri ifade etmekten çekinmemiş ve bunu kültürel backrounduyla destekleyerek, tematik; bilinçakışı, alıntı ve göndermeleriyle de, teknik açıdan başarılı ve yoğun bir romana imza atmış.

İçindeki tarihi, sosyal, kültürel malzeme ile sosyal-gerçekçi, yarattığı kahramanın iç dünyası ile psikolojik roman, uzun bir zamana taşan gözlemleriyle anı-roman olarak çoklu türde kaleme alınan Sınıra Yakın, Aktaş’ın üçüncü romanı. 1995’te TYB (Türkiye Yazarlar Birliği), 1997’de Gençlik Dergisi tarafından ‘Yılın Hikâyecisi’, 2002’de TYB tarafından yılın romancısı olarak ödüllendirilen Aktaş, 2009’da da “Kusursuz Piknik”  isimli hikâye kitabı ESKADER tarafından yılın hikâye kitabı ödülüne lâyık bulunan bir yazar. Kendisiyle yaptığımız söyleşide, “Elime kalem kağıt alamadığım şartları düşünemiyorum, zannedersem bir tür mağara dönemi şartları demek olurdu ki o zaman da mağaranın duvarlarına resim yapardım.”diyen yazarın elinden kaleminin ve kağıdının eksilmemesi dileklerimle.

 

 

 


[i] Allah’ım elimi tut demiyorum, ömür boyu tutmuşsun, sakın bırakma diyorum. Kaçar Dede’nin duası.

… Sanat üzerine e-kitap okumak için…

 

  Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Derin Göz

  İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

 

  

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

 

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…” 

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)

“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız.  Buradan indirin.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Tem 4, 2012: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin