RSS Feed for This Post

Sayıklamalar…

 

Dünyada “seninle” diye başlayan şiirler yazacak şanslı beşerler var; ben onlardan değilim.

  Cümlelerim, cümlesi kör olası cümlelerim “senden sonra” diye başlıyor, ama yine de içinde “sen” geçen her cümle bana şanslı olduğumu düşündürüyor. Sonra tabi  “şans” bahsine takılıyorum; öyle ki, “sen”in geçtiği cümlelerim varsa durumum şanstan fazlasıdır diye düşünüyorum.

  Neyse dönelim “sen”inle olan durumumuza…

  Aslında her şey “senden sonra” diye başlıyor.

  Senden sonra kendime iyice ağır gelmeye başladım; çay bile yavan gelmeye başladı, içimde sürekli sızlayan bir yerler peydah oldu, öyle işte..

  Senden sonra kendimden nefret etmeye de başladım, bana ait ama sana itaat eden kendimi sevemezdim ya! Sen sevseydin, belki ben de…

  Senden sonra kendimden de uzaklaştım; ne yani, sen benden uzak durabiliyorken, ben bana tenezzül mü edecektim?

  Yine de vazgeçemedim kendimden; çünkü sen yoktun, ama senden sonrası vardı… Sabahları uyanıp, yüzündeki masum tebessümü getirdim mi gözlerimin önüne, güne başlamaya yetecek kadar enerjim oluyordu. Senden sonra olsa bile, kurduğun birkaç belli belirsiz cümleyi hatırlatarak kendime, doğruluyordum yataktan…

  Bazen de sensizliğin diplerinde coşabiliyordum sensizce; ben yok olmaya yakınken, senin varlığın var edebiliyordu beni…

  Senden sonra ben kendimle kırışmaya devam ettim.

  Senden sonra dünya yine aynı kaldı. Mesela Esed çocukları öldürmeye devam etti, bununla kalmadı tabi kendine “anti-emperyalist” diyenler çocukların öldürülmesinde bir sorun görmediler. Bak gördün mü, dünya hala aynı!

  Senden sonra insansız uçaklar Afganistan’ı vurmaya devam etti. Bak gördün mü, dünya hala…

  Ve senden sonra ABD’nin Pakistan’da uranyum kullandığı ortaya çıktı. Senden sonra içimde fotoğrafında gördüğüm masum ve tebessümün çiçek açtığı yüzünün içimde açtığı okyanuslar, Pakistanlı çocukların yanmış derileriyle takas oldu. Bak gördün mü, dünya…

  Senden sonra İsrail Filistinlilerin zeytin ağaçlarını kesti. Bak gördün mü…

  Senden sonra var ya, Amnesty bir reklam yayımladı, Afgan kadınlarının NATO’ya ihtiyacı olduğunu söyledi. İçimde ne kadar kadınlık varsa hepsini öldürdü. Bak…

  Tüm bunlar arasında nasıl oluyordu da senden sonra bir şeylerin değişmiş olabileceğine inanıyordum ve senden sonralı cümleler kurabiliyordum?

  Senden sonra ben, senli-benli üç beş cümlemizi özlerken, İsrail Lübnan sınırına duvar örüyordu. O duvar senin bana ördüğün duvardan kalın değildi, ama inanır mısın Nasrallah bunu bir geri çekilme olarak okuyabiliyordu? Benim içimde sana dair sular durulmuyorken, 1500 yıllık kırılmalar küllerinden yangına dönüyor, Şiiler ve Sünniler birbirini kırmak için birbirlerinden insan aşırıyordu…

  Tüm bunlar senden sonra oluyordu ve ben, senden sonra kendime daha çok daha ağır geliyordum.

  Senden sonra yine sabahlara kadar oturuyor, Mısır’daki seçim sonuçlarını dakika dakika takip ediyordum Mursi seçimden galip çıksa da yemin billah ben oyumu sana saklıyordum. Çünkü öyleydi, hiç kimseye itaat etmeyen yanlarım, beni yönetme ihtimalinden bile tanımsız bir mutluluk duyabiliyordu.

  Senden sonra gecem günüme karışır dedim. Allah için, gündüzler geceye, geceler gündüze kavuşmaya devam etti, içimde sen, ben de peşlerinden…

  Senden sonra kavrulan yüreğimin kahrı dolmamış ki, PKK insanları kaçırıp öldürmeye devam etti. Ölenler sayı değil insandı, insan değil acıları saymaya koyuldum… Bir türlü sonu gelmedi. Acılar sayılamıyormuş…

  Senden sonra Uludere’de öldürülen 34 garibanın yasını tutmaya devam ettim. Tam o sırada içim senden sonrasının acısını dahi unutturacak kadar büyük başka bir acıya sahne oldu; ülkenin İçişleri Bakanı mı, yoksa reklam tabelalarına resmi konulup üzerine çarpı işareti çekilecek bir vehamet örneği mi nedir bilinmez biri, öldürülen 34 insanın acısını katlayan, acıdan daha acı konuşmalar yaptı, hiç beklemeden biz taraflar olarak ikiye bölündük: Odunlar ve baltalar. Sakın üzülme, ne odun, ne de balta ben ikisinden de sıyırmış bir beyaz kağıt olarak çekildim kenara. (Tam benden beklediğin gibi…)

  Senden sonra bir şeyler değişir zannettim, yok aynı kaldı, gittiğin ama gittiğini bilmediğim günün acısı, dünyanın feryat ve figanı, zalimin zulmü… Sakın üzülme, ama ilk kez intiharı düşündüm.

  Balkonda hüsnü yusuflarımı sularken zihnimden bir intihar mektubu yazmaya koyuldum. Kendimi hüsnü yusuflara bağlamayıp, eğer dönüp o mektubu yazmış olsam inan bundan sonrası senden sonrası değil, benden sonrası olurdu. Çünkü intiharın tatlı bir yanını, senin masum tebessümlerin gibi sıcak bir tarafını hissettim; kendimden korktum, ilk kez.

  Senden sonra sana karşı hissettiğim zamanda küçük, içimde büyük aşkın etkisiyle kadınların da erkekleri, kahramanlık naraları atmadan, naif ve güzel yönleriyle sevebileceğini düşünmeye başlamıştım. Bunu bana düşündüren narin ellerindi. Dokunamadığım ellerin, yüzündeki binbir güzellik, sesindeki zarafet, ah o tavrındaki masumiyet… seni en ince ayrıntına kadar gözlerimi kırpmadan sevebileceğimi hatırlattı bana. Ama hayat, sevdiğim; bir erkeği kadınların sevilebildiği kadar narin ve nazenin sevmelere izin vermedi! Senden sonra aile içi cinayetler işlenmeye devam etti. Sokak ortasında öldürülen gencecik kadının faillerinin abileri olduğu ortaya çıktı. Başka şeyler de ortaya çıktı: Hindistan’da kız çocuğu istemeyen bazı ailelerin, fetüsün cinsiyetinin kız olduğunu anladığında kürtajla aldırdığı ve işledikleri suçun ortaya çıkmaması için fetüsleri köpeklere yedirdiği ortaya çıktı! Ben, kuma gömülen kız çocuklarının şokunu daha atamamışken, bundan başka ne çok trajediye şahit oldum, senden sonra, senden sonra…  ve seveceğim naif yanlarım da kor oldu, kör oldu, köz oldu.

  Senden sonra aç ve uykusuz günlerim devam etti. Biraz daha aç, biraz daha uykusuz kaldım. Şu an bile yazarken başım dönüyor ama senden öyle besleniyorum ki, harfleri kelime; kelimeleri cümle; cümleleri aşk kılıp sana yazmaktan geri duramıyorum; ömrüm, sevdiğim, her şeyim… sana karşı, senden sonra olsa bile kendime karşı koyamıyorum.

  Senden sonra çevirilere devam ettim. Metin okumaları, makale tahlilleri, derken akademinin köküne kibrit suyu döken, anlamamız için değil, anlamamamız için yazan akademisyenlere bir güzelleme çektim(!) Okuma listemi düzenledim, kitap siparişi verdim. Arapça çalışmalarımı arttırdım. Arapçanın dilbilgisindeki kırık cemiler senden sonra bende sağlam ne varsa hepsini yedi bitirdi. Ama yine de Arapçanın dilbilgisindeki “mübteda ve haberin uyumunda” ikimizi uydurabildim; kendime şaştım.

  Senden sonra bir iki adam bana selam verdi. Biri sana benziyor diye selam verecektim ki, Leman Sam buz dağı gibi önüme dikildi. Bırak seni, sana benzeyen şeyler için dahi buz dağlarını bile eritebilirdim. Telaşlanma, kimseye selam vermedim. Leman’ın da bunda bir etkisi yoktu.

  Senden sonra hiçbir şey değişmedi sanıyordum. Oysa değişmişti. Sert ama vicdanlı yazılarım yanında kışın yaprağını döken manolya ağacı gibi (şimdi bu nedir deme ağacı görünce anlayacaksın), narin ve nazenin şiir ve öykülerimden başka bir şeyim yokken, birden bir karamizah kusadurdum. Senden sonra, gittiğin yerlerim ölünce boşluk kabul etmeyen ben, başka şeyler çıkarmaya başladım.

  Senden sonra…

  Ah canımın içi, tutamıyorum kendimi, keşke senden sonra diye bir şey olmasaydı, keşke senden sonra insan hakları savunuculuğu yaptığım yerlere bir tanesi daha eklenmeseydi. Keşke sana karşı kendimi savunmak zorunda kalmasaydım. Ah! (Bir ünlem, ne kadar ifade edebilir ki hissettiğim duyguyu?)

  Keşke şimdi yanımda olsaydın, bana çay, sana kahve yapardım. Böyle, en narin halimle, koyu yeşil bir koltuğa, yanına usulca ilişirdim. Ne bileyim yüzüne bakardım öyle hayran hayran… Serçe yavrusu gibi ağzımı açar ağzından çıkacak sözleri izlerdim; kıpır kıpır… Keşke yanımda olsaydın, gerillaları dağdan indirir, bir asker tüfeğinin namlusunu bakışlarımla eğebilirdim. Dünyadaki tüm kurşunları eritir, nükleer silahlara nanik çekerdim, İçişleri Bakanı’nı görevinden alırdım… Tüm bunları yapabilirdim, eğer sen, yanımda olsaydın.

 Keşke yanımda olsaydın, (editörüm Pentagon’un benim yazılarımı okuduğunu söyledi) yanımda olsan Pentagon’a ithaf edilmiş bir açık mektup bile yazabilirdim.

  Yanımda olsaydın, Walden Gölü kıyısında bir kulübede yaşayabilir, vergi ödemediğim için hapse girebilirdim. Deniz suyundan tuz bile üretebilirdim. Hem Toryu (Thoreau)  hem de Gandi olabilirdim. Tüm bunlar için muhtaç olduğum kudret senin masum tebessümlerimde mevcuttu.

  Olmadı işte bana kalan “senden sonrası” oldu, kadınlar ve çocuklar ölmeye devam etti. Diğerleri de öldürmeye… Ben eritemedim kurşunları ve nanik yapamadım uranyum silahlarına, insanları koruyamadım; koruyamadıklarımın hakkını da savunamadım.

Senden sonra en az senin kadar büyük acılar çektim, ağladım, hatta şimdi bile…

Ve yine ağlayacağım…

Senden sonra dünyada değiştiremediğim zulümler için ağlamaktan ve yazmaktan başka bir şey yapamadım…

  Ah canımın içi, ömrüm, dünyanın en güzel kelimesi, sevdiğim, ben istemez miydim, senleyken de, senden sonra da, sana altında oturmak istediğimiz ağacın, kıyısında yürümek istediğimiz denizin kendisi gibi, saf ve özlem dolu şiirler, mektuplar… yazmak?

Olmadı. Bir gözyaşı oldum, kaldım senden sonra, bir damla gözyaşı, başka bir şey olamadım…

 

… Sanat üzerine e-kitap okumak için…

 

  Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Derin Göz

  İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

  

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

 

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…” 

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)

“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız.  Buradan indirin. 

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin. 

 

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Mar 14, 2013: Sayıklamalar… | Keskesor (-Umut Yolcusu-)

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin