RSS Feed for This Post

Vefa Apartmanı (Sadık Yalsızuçanlar)

“ modern çağın gezgin derviş yazarı için”

“hissediyorum ölümün
gençleştirici akışını
ve direniyorum fırtınalarının
ortasında yaşamın cesaretle…”[1]
 

 

Yalsızuçanlar’ın kaleminden bir yürek komşuluğu sızar her zaman, anlattığı kişiyle arasında oluşan ve bunu; yürek deryasına sızan kelimelerle aktarır. İç yolculuğunda hep konukları vardır. Konukları, onların yaşadıkları, cümleleri, izlenimleri… salınırken onun yürek coğrafyasında kelimeleri sizi bazen Anadolu’nun naif bir ezgisine, bazen yüzyıllar öncesinin hikmetine, bazen dünün serencamında izler bırakan dervişine, mürşidine, kâmiline, bazen de irfan damlasından içmiş bir filozofun durağına ulaştırır. Ama Sevgili’si her eserinde yüreğinin baş ucundadır, sohbeti aslında sizle görünürken O’nunladır.

Size dünü bugünle anlatırken, “Gönül deniz dil kıyıdır. Gönülde ne varsa kıyıya o vururmuş. ” [2] sözünde olduğu gibi, yürek denizinden öyle büyük bir yürek ve zihin coğrafyasının taşıyıcılığını yapar ki, kıyıya İbn Arabi’den Heidegger’a, Harakani’den Wittgensteina, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’den Derrida’ya, Lale Müldür’den Nietzsche’ye, Yunus Emre’den Sartre’a, Hz. Mevlana’dan Schuon’a, Fethi Gemuhluoğlu’ndan Tarkovsky’ye, Kemali Baba’dan Zola’ya, Hacı Bayram- ı Veli’den Eliot’a, Sezai Karakoç’tan Dostoyevsky’ye,  Nazım Hikmet’ten Goethe’ye, Tanpınar’dan  Marx’a, Turgut Uyar’dan  Hishamatsu’ya, Hatayî’den David Lynch’e, Cüneyd-i Bağdadî’den René Guénon’a, Mustafa Tatçı’dan Lao Tzu’ya, Pir Sultan Abdal’dan Flaubert’e, Feridüddin Attar’dan Şah İsmail’e … sayılamayacak kadar çok inci vurur. Kendisinin “Yazmak yaşamak, yaşamak yazmaktır.”[3] dediği gibi, yazar ve yaşar; yaşar ve yazar. Eserlerinde kendi dünyası da görünür, ama bu görünürlük ol’ma hâlinin çilesinin göstergesidir, gölgesidir çoğu kez.

Eserlerinin bir diğer özelliği ise anlattığı kişi ile, yapısal biyografi yazarının kurduğu ilişki -yazılan kişi ile yazarın kurduğu özdeşlik- gibi bir ilişki kurmasıdır. Zweig ya da Selim İleri gibi. Bu noktada Dem, Gezgin, Anka, Cam ve Elmas bu özdeşliğin en çok yansıdığı eserleridir, özellikle Dem ve Gezgin.

Modern çağın gezgin derviş yazarı olan Yalsızuçanlar’ın keşkülünün / kaleminin özelliği; diyar diyar gezip yaşarken, yaşarken yazarken ve yazarken yaşarken, yollar arasında, ötesinde; iç ve dış arasında, ötesinde; olmakla ölmek arasında, ötesinde; okumak ve yazmak ikliminde yağmurunun, bereketinin, mürekkebinin eksilmemesidir.

Tevazunun, kendindenliğin, huzur veren sûretin ve kendini sırlayan bir sîretin bütünüdür Yalsızuçanlar. Onunla yola çıktığınızda, ondan ulaşırsınız varılacak yere, anlatılan kişiye. Hayatlar öyle iç içe geçmiştir ki, hem o hem diğeri, hem iç hem dış, hem burası hem ötesi, hem geçmiş hem şimdi… kalemin ucundan kağıda akar. Kalemi tutan elin yüreğinin atışı, izidir anlatılan. Gözlerinizle dinlersiniz atışını yüreğin. Kalemin ve kelimenin, yazarın ve okurun yüreği iç içe geçer. Meriç nasıl yüreğinizi ve ruhunuzu daraltıp sizi çıkmaza sokmakta mahirse, Yalsızuçanlar da sizi genişletip yollar açmakta mahirdir. Ama o genişlemenin bir bedeli vardır; önce bedeli ödersiniz, daralırsınız, kıskıvrak bağlanırsınız kelimelerin zindanında, genişleme ardından gelir.

Vefa Apartmanı’nda yazarın Tevfik İleri ile kurduğu özdeşlik Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve İbn Arabî  ile karşılaştırıldığında daha mesafeli. Saygılı, anlamaya çalışan, ama o olmaktan, onda kendini bulmaktan çok, kendindeki sorgulamaların öne çıktığı, İleri’nin anısı üzerinden bir dönemin neden olduğu sonuçların birey üzerinden anlatıldığı bir içerikle eser kaleme alınmış. Eserin ilerleyen kısımlarında bu yürüyüş cam kırıkları üzerinde yol almaya dönüşmüş yazarın yüreğinde. Zaman… cam kırıkları üzerinde yürümek gibi… diye yazıyor Yalsızuçanlar ve evet kanayarak yürümüş o yolu. Geçmişle ân’ı birleştirerek aldığı yol, neden yazıyorum’un sorgulamasına dönse de anılar dehlizinde zamanı kaybetmiş yer yer, onu birleştirerek, onu öteleyerek. İçindeki gürültünün ağırlığı bir yağmurla hafifler gibi görünse de kelimeleri tüm ağırlığınca eserde bırakmış yazar, yüreğini kelimelerde, kelimelerle bırakmış.

Bu cam kırıkları ile yürüyüşte yüreğinden kıyıya vuran inciler şunlar:

Lale Müldür, Saatler, Geyikler ve Leylirumi’den dizeler; Necip Fazıl, Zindan’dan Mehmed’e Mektup; Cahit Zarifoğlu, Yaşamak(hatırattan), Hızla Akan Irmak; Üstad Bediüzzaman Said Nursî, mektubu ve savunmasından; Hemşin deyişleri, 1985-86’da Erol Haberci tarafından derlenmiş; Ahmet Mithat, anekdot; Tevfik Fikret, Balıkçılar; Fethi Gemuhluoğlu, Dostluk Üzerine ve oğluna mektup; Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri; Nazım Kurşunlu, Dumanlıda Telaki Var, Fatih, Çivi Çiviyi Söker, Merdiven, İpler Elimizde Değil; Semih Kaplanoğlu, Bal; Leyla İpekçi, Ateş ve Bahçe; Asaf Halet Çelebi, İbrahim; Mustafa Özeren Efendiden alıntı; Heidegger, Tarihsellik; Hatayî, nefesler; Nazım Hikmet, Bugün Pazar; Necip Fazıl, Çile; Samiha Ayverdi, Yusufçuk, Sırra Yolculuk, İnsan ve Şeytan; Sabahattin Ali, Mahpushane Türküsü; Alvarlı Efe Hazretleri’nden anekdot; Niyazi Mısrî, nefesler; Wittgenstein’dan cümle; Turgut Uyar, Ayrılık, Islak Çeltik; Yunus Emre, ilahiler; Mustafa Kutlu, Mavi Kuş; Aslı Tohumcu, Taş Uykusu; Ümit Yaşar Oğuzcan, Beni Kör Kuyularda; Hacı Bayram Veli, manzume; Kenan Rıfaî’den anekdot; Sezai Karakoç’tan bir dize; Zeynep Yalsızuçanlar, şiir…

Vefa Apartmanı, bir anı-roman; içindeki günce, mektup, deyişler, türküler, alıntı cümleler, ilahiler, nefesler, şiirler, menkıbeler, manzumeler, vecizeler, anekdotlar, filmler, kitap kapağı, metinlere ve yazarlarına atıflar, fotoğraflar, ayet, hadis, kıssa, gazete haberi, izleme raporu, mahkeme tutanakları, şahitlikler… ile. Birçok türün iç içe geçtiği bu anı-romanda, kimi alıntılar aynen verilirken kimisi ise sadece hatırlatılarak verilmiş. Yalsızuçanlar, “Hani Hatayî buyurur ya, üryan kaldı.”derken okuruna,

“Sen nefsini öldür olagör yeksan
Varlık gömleğini eylegil üryan
Yedi iklim dört köşede lâmekân
Erenlerin sırrı Nur ile görüş” nefesini hatırlatır. Çoğu yerde, isim verilmeden alıntılanan dizeler arasında dolaşırken kimi tanıdık bir dizeye gelip, bildim bu şairi, deseniz de kiminde araştırma yapma ihtiyacına girersiniz yazarın ve anlatılan kahramanın dünyasına girebilmek için. Sadece bununla da kalmaz Vefa Apartmanı, Tevfik İleri ve ailesinin dünyasındaki birçok eser ve sanatçı ile de karşılaştırır okuru. İleri ailesinin dünyasına baktığınızda, Hatayî’den Mevlana’ya, Arif Nihat Asya’dan Yaman Dede’ye, Behçet Kemal Çağlar’dan, Namık Kemal’e, Samiha Ayverdi’den Cemalnur Sargut’a, Irving Stone’dan Derrida’ya, Kenan Rıfai’den Bediüzzaman Said Nursî’ye, Yahya Keman’den Necip Fazıl’a, Robert Hichens’ten Şadiye Osmanoğlu’na, Descartes’ten Suut Kemal Yetkin’e, Halit Ziya’dan Fuzulî’ye, Halide Nusret’ten Ahmet Hikmet Müftüoğlu’na… birçok isim ve eserle karşılaşılır. Yazarın ve ailenin bu zengin dünyası içinde yolculuk ederken, okur; yazarın, İleri’nin ve edebiyatın dünyasında kulaçlar atar. Kimi zorlanır bu yolculukta kimi de akıntı onu varması gereken sahile bırakır.

Mekân, anlatıcı kişi ve anlatılan kişiyi aktarmak için iki düzlemde karşımıza çıkmış. Anlatıcı kişinin bulunduğu mekânlar; geçmiş ve şimdideki Ankara, Bolu dağı iken anlatılan kişi yani İleri ve ailesinin bulunduğu mekânlar Erzurum, Hemşin, Samsun, Çanakkale, Kayseri, İstanbul ve Ankara. Tüm bu mekânlar arasındaki merkezse, anlatıcı kişi ve İleri ailesini, geçmişle ânı buluşturan Vefa Apartmanı. Vefa Apartmanı bu anlamda, salt bir mekân olmaktan çıkarak tarihin tanıklığını yapan, yaşamış ve yaşanmışlığıyla varlık kazanan bir karakter gibi romana girmiş.

Vefa Apartmanı, bugünden başlamış, Sadettin Öktem Hoca, onu anlatan öğrencisi ve Ali isimli kahramanı ile. Eser, Sadettin Hoca ve öğrencisi ile bitse de şimdi, Ali üzerinden anlatılmış. Ali, aynı zamanda şimdi ile geçmişi birleştiren bir işlev görerek okuru bugünde tutarken, Tevfik İleri’nin hayatını anlatma, aktarma işlevini de görmüş. Özellikle bu kısımlarda, yazarın tercih ettiği -yor/ -yordu’lu zaman kipi geçmişin şimdi yaşandığı izlenimi uyandırarak bugün’ü ve geçmişin bugün’ünü aktarmada eserin en başarılı yönlerinden birini oluşturmuş.

“Gece bedenin kırık. Rahat uyuyamıyorsun. Abraham Lincoln’un hayatını anlatan Aşk Ebedidir romanına başlıyorsun… Sabah iyi kalkmıyorsun. Terlemişsin… Kahvaltıdan sonra Harbiye’de ve Yassıada’daki yemeklerin parasını ödemeniz için imza alınıyor. Haziran sonuna kadar yüzaltmış lira borcun tahakkuk etmiş…” (s:281)  Eserde İleri’nin hayatı kronolojik olarak aktarılsa da, mektup ve güncelerde kronoloji takip edilmemiş ve anlatılan konunun seyrine göre konunun geçtiği zamana dair metinler seçilmiş.

 

Anlattığı gerçek kişilerle roman, anı-roman özelliği gösterse de, Ali karakteri ile, kurmaca olma özelliğini de koruyarak iki farklı gerçeklik yaratmış. Tarihsel gerçeklik ve kurgunun gerçekliği. Kurgunun gerçekliğinde karşımıza çıkan Ali/anlatıcı kişi aslında yazarın kendi dünyasının yansıması. Hatta en sonda şiiriyle karşımıza çıkan Zeynep, yazarın kızı. Tıpkı  “Madame Bovary benim!” diyen Flaubert gibi. Oysa nasıl Flaubert Emma’ya farklı bir karakter biçerek kendini ondan sıyırmışsa, yazarın yarattığı bu kahraman da hem odur hem de o değildir. Tıpkı aynadaki görüntümüz gibi, hem biziz hem de değiliz. Görünen biziz(sadece görüntümüz) ama görüntü biz değiliz.

Yazar eserinde bir metnin/konunun roman olması için ne gerekir’i sorgular, roman-günah ilişkisini açıklayarak (s:69). Yazdığı karakter bu gerekirliğin dışındadır ve insan beklentilerinin -roman için- çok uzağındadır çünkü.  Roman ve günah… Bunu, Tanpınar ve Meriç de destekler şu tespitleriyle. Tanpınar, “Müslüman dininin ilk günahı kabul etmemesi, binaenaleyh insanın baştan mahkum olmaması, …dinde günah çıkarmanın bulunmaması ferdin kendi içine eğilmesini daima men eder. Medeniyetimizin gözü önünde gelişen Rus romanının büyük hususiyetlerinin Ortodoks kilisesindeki aleni itiraf müessesesine neler borçlu olduğunu biliyoruz.”[4] diyerek, roman türünün Batı’da hızla gelişip bizde sonradan ortaya çıkmasının sebeplerini belirtir, yani dini etki ve günah’a bakış. Meriç ise bunu “İnanmış bir toplumda, pürüzlerini yok etmiş bir toplumda, hayali çözüm yolları aramaya ihtiyaç duymayan bir toplumda romanın ne işi var?”[5] şeklinde belirtir ki, o da dinî etkinin romana etkisinden bahsederek romanla günah arasında paralellik kurar.

Öyleyse yazar günah’tan beri duran, millet sevgisi ve aile babası olan kahramanını nasıl anlatacaktır? Burada bir başka kapı açılır önümüze.

İsmet Özel’in;
Bize ne başkasının ölümünden demeyiz

çünkü başka insanların ölümü 

en gizli mesleğidir hepimizin 

başka ölümler çeker bizi

ve bazen başkaları /

ölümü çeker bizim için.”[6] şiiri, başka hayatların bizi çekmesi, romanın neden bu kadar hayatımızın içinde oluşuna anlam verebilir, hatta Andı’nın dediği gibi, “ölüm” yerine “hayat” kelimesini koyarak[7]  okursak, bu, romanın yazılış amacı, roman için ne gerekir’e cevap vermek adına yeterli bir açıklama olacaktır: Hayat ve ölüm. Gizli yüzlerimiz var. Kilitli odalarımız. Anılarımız, acılarımız…

 

Tevfik İleri’yi de önemli yapan, anlatılmasını gerekir kılan, onun hayatı ve ölümüdür. Hayatını adadığı ideali “memleket sevgisi” ve o ideale kurban ettiği hayatı. Anlatılmalıdır ki, hayatından geriye şerefli, namuslu bir ad bırakan kişi iftiharla anılsın. Anıları, acıları kilitli odalar ardında kalmasın. Ayrıca, yaşadığımız toplumun genetik kültürü, mesnevi ve kasideler, münacat ve naatlar, mevlid ve halk hikâyeleri ile zengin bir mirasın zenginliğine sahiptir: Sevginin, doğruluğun, hakikatin, kahramanlığın… şiirsel anlatılarına. Ve bu gelenek romana taşınarak, romanı farklı bir alana taşımalıdır: Bizim olana, bizden olana, Hakikat’in alanına. Batı romanı, baba’yı öldürmek zorundadır, onu aşmak için. Türk romanı ise baba’sızdır – Osmanlıda roman yoktur, ilk örnekler Batı’dan taklit ya da uyarlamadır- ; bu yüzden Türk romanı Batı’ya ve geleneğine karşı çıkıp onu aşmaya çalışsa da, etkilenme endişesi[8] dönem dönem yaşanıyor gibi görünse de, günümüze geldiğimizde karşımıza çıkan sonuç, baba’dan nefret değil, babasızlık veya üvey baba sendromudur. Bizim olan, bizden olan ve hakikatle araya girmiş olan nefs perdelerinin sayısını azaltmak işlevine soyunan romanımız, geçmişini günüyle birleştirerek, geleneği evrenselle, hakikat’in kapısını çalarak ve bizi o kapıdan içeriye alarak, ona bu topraklarda yeni bir anlam yükleyerek kendine has bir libasla arz-ı endam eden bir roman hâline gelebilir. Bu noktada Yalsızuçanlar’ın romanları, bu sendromdan kendisini kurtarmış ve romanının kendine has havasıyla onu hakikat’in alanına/hizmetine sokan romanlardandır. Tıpkı Vefa Apartmanı’nda olduğu gibi.

 

Vefa Apartmanı Tevfik İleri’nin hayatıdır. Hemşinli Tevfik’in. Hafız Celal Efendi ve Fatma Hanım’ın oğlu olan Tevfik İleri İstanbul‘da Yüksek Mühendislik Okulu’nu bitirdiği 1933 yılında Vasfiye Hanım’la evlenmiş, ilk çocuklarını kaybetseler de sonraları Cahide, Cahit, Ayşe adlarında üç çocukları olmuştur. Öğrenciliğinin son yılında Milli Türk Talebe Birliği başkanlığını yapan İleri, mezuniyetten sonra Erzurum’da karayolları mühendisliği, Çanakkale‘de, Samsun‘da bayındırlık müdürlüğü yapmıştır. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti milletvekili olarak TBMM‘ye girmiş, Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı ve Bayındırlık Bakanlığı görevlerinde bulunmuş, TBMM başkanvekilliği de yapmıştır. Din derslerini ilkokul programlarına sokmuş, kapatılan İmam Hatip Liseleri‘nin yeniden açılmasına öncülük etmiş, Yüksek İslam Enstitüsü kurmuş, Köy Enstitüleri‘ni yeniden düzenlemiş, Atatürk ve Orta Doğu Teknik üniversitelerinin açılışını gerçekleştirmiş, Boğaz Köprüsü projesini ihale seviyesine getirmiş, ancak 60 İhtilâli nedeniyle proje yarım kalmıştır. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Yassıada mahkemelerinde idama mahkûm edilmiş, cezası ömür boyu hapse çevrilmiş, Kayseri bölge cezaevinde mide kanseri olması üzerine Ankara Hastanesine kaldırılarak, 31 Aralık 1961 günü vefat etmiştir.

 

İleri’nin günlüklerine, mektuplarına, çocuklarının özellikle de Cahide Hanım’ın anlattıklarına baktığımızda eşine aşkla bağlı, idealist, memleket sevgisiyle dolu ve onun için hizmet eden, ailesine emeklilik maaşı bırakabilmek dışında paraya önem vermeyen, yaşadıklarına “Allah kerim“dir diyerek inanç penceresinden bakan, hapisteki tüm o kötü koşullar içinde dahi, “nasıl şükürden acizim” diyebilen, imtihanda olduğunun bilinciyle Allah’a dualar eden, aile özlemiyle yanan ve elli kelimelik mektupları özlemle bekleyen, kaderine razı olan, adaletin O’nun huzurunda olacağını bilen ve yüksek mahkemesini içinde taşıyan, çevresini teselli eden, “İnsan olan ağlar.” diyerek ağlamanın kıymetinden haberdar, şerefini, haysiyetini, namusunu ayaklar altından kurtarabilmek için Allah’a, “en büyük hâkim olan milletime hesabımı vermeden beni hasta etme.” diye yalvaran, tek ümit kapısı, eğriyi doğruyu bilen Allah’ın kapısı olarak hesap gününü bekleyen iftihar edilecek bir insan, bir baba, bir eş o.

 

Size mal mülk, servet bırakmadım. Bütün hayatım boyunca bir tekaüdiye maaşı bırakmaya çalıştım. Tecelli eden Adalet onu da kuşa çevirdi. Ne yapayım. Kader böyle imiş.  Yalnız, size şerefli, namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim, siz de bununla iftihar edeceksiniz.” diyor ateşler içinde yandığı gecenin sabahında Tevfik İleri mektubunda. İşte Vefa Apartmanı’nda Sadık Yalsızuçanlar iftihar edilecek bir hayatın öyküsünü, adak olarak sunulan bir hayatı dile getiriyor. Zweig’in “Ne kaçınabilir, ne geri durabilir: Adaklar işaretlenmiştir.” ifadesiyle, adak olarak sunulan insanlar vardır insanlığa. Kurban olarak İbrahim’e teslim olan İsmail’dirler. Kelimeleri bıçak olur boyunlarını uzattıkları ama yazgı onlara bir koç göndermez göklerden, onları bu sunak taşında kurban olarak seçer.[9] Toprağa canlarını emanet ederler ama ruhun kanatları onları acele edip de erken geldikleri bu kış yerinden[10] asıl bahara taşır.

Ölüm tırtılı kelebeğe dönüştüren ipekten bir koza olmalı, ruhu bedenden kurtarıp onu yeni kanatlarla özgürleştiren… ve kimi insanlar ölümleriyle özgürlüğe kavuşurlar, hem ruhları hem de isimleri özgürce salınır hayatın içinde, dışında ve üstünde, İleri gibi.

Tevfik İleri, Sadık Yalsızuçanlar’ın kalemiyle yeniden hayatın içinde. Hatta bizim hayatımızın ulaşamayacağı zamanlarda dahi onun içinde olmaya namzet. Kalemin vefası, zamanın ve insanın vefasıyla denk düşerse, birçok iklimde anılacak bir isim artık Tevfik İleri. Vefa Apartmanı’nın bir diğer vefa örneğiyse Vasfiye annenin ellerine ulaşmış olması ve onun bu esere tanıklık ettikten sonra cemâle gitmesidir. Ruhları şâd olsun…

 

Ve vefanın, edebin, tevazunun, ismiyle müsemma olan modern çağın gezgin derviş yazarı öyle bir iklimin yağmuru ki,[11] gönül deryasının göğünde inciler saçan keşkülü, liri; sükût ve kelâm, naif ve üryan,  daraltan ve genişleten, ölen ve olan, yok ve var, kelâm ve sükût…tur. Yağmur, cam, billûr, fanustan bir yazardır.

Vefa Apartmanı incelemesini, romanın sonunda hissettiğim duyguyla bitirmek istiyorum. Çünkü romanı bitirdiğinizde o kadar farklı duyguları iç içe yaşıyorsunuz ki, kelimeler şairin[12] dediği gibi kifâyetsiz kalıyor. Romanın bitişinde okuruna yaşattığı duygu ise ancak Kleist’in şu dizeleriyle kelimelere dökülebilir:

“…Bitiriyor şarkısını; bitmektir dileği onunla birlikte

     Ve bırakıyor lirini elinden gözyaşları içinde.”[13]

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

[1] Novalis, Alman şair (1772-1801).

[2] Ebu’l Hasan Harakani (10.ve 11.yy)

[3] http://www.sadikyalsizucanlar.net/soylesiler/sadik-yalsizucanlar-yazmak-yasamak-yasamak-yazmaktir-2.html

[4] Tanpınar Ahmet Hamdi, 19.Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, Ankara, 1988, s:29-30.

[5] Meriç Cemil, Kırk Ambar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s:287-288.

[6] İsmet Özel

[7] Andı M.Fatih, Roman ve Hayat, Kitabevi, İstanbul, 1999, s:52.

[8] Anxiety of Influence(Etkilenme Endişesi), Harold Bloom

[9] Suzan Nur Başarslan, Gök Ekini Biçer Gibi. http://www.derindusunce.org/2011/12/19/gok-ekini-bicer-gibi/

[10]Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.”, cümlesine atıf. Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Münazarat

[11]Tanrının yağmura benzeyen hizmetçileri vardır/Toprağa düşünce mısır/denize düşünce inci olurlar.”

Lale Müldür

[12] Orhan Veli Kanık, Anlatamıyorum.

[13] Heinrich von Kleist, Alman şair (1777-1811).

 

… Sanat üzerine okumak için…

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…” 

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

  İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin