RSS Feed for This Post

Yalnız Bir Yazar Olarak Peyami Safa’nın Fikriyatı (1)

Türkiye edebiyatında vaziyet-i umumiye hakkında “Bizde bir edebiyat tarihine veya antolojiye girmek için edebiyata mensub olmak ne şarttır ne de kâfidir.” der Peyami Safa. Edebiyatçı olmak şart değildir çünkü ne idüğü belirsiz birkaç karalama sayesinde “şair” diye vasfolunabilirsiniz; kâfi de değildir, çünkü tuğla gibi kitabınızla hiçbir yere “tutunamadan” da ölüp gidebilirisiniz. Bunu tesbit edecek kıstaslara olan yaklaşımımızı, dünya edebiyatı içindeki yerimize bakarak bulmak mümkündür.

Peyami Safa’nın işaret ettiği husus kamplaşmalardır muhakkak. Şu bir hakikat ki; bir san’at olarak edebiyatın en zayıf noktası, ruhundaki toplumsal bağlamların yozlaştırılarak siyasi mihverlere malzeme yapılmasıdır. Ki bu sebepten ötürü birçok edebi nimet kuşa dönerken çok büyük olabilecek eserler ıskalanmıştır. Özellikle bizimki gibi siyasetin köy kahvehanelerini bile bölebildiği toplumlarda gerçek bir “anlayış” içermeyen sanat anlayışları, kamplaşmalar vesilesiyle kuruldu hep: Her grup, vasfına aldırmaksızın kendi siyasi çevresinden olana dikkat çekti, diğerini yok edebilecekmiş gibi görmezden geldi.

Bu durumun temelinde muhtemelen matbaa ile ilişkimiz yatmaktadır. Şöyle ki eserlerin çoğaltılma tekniklerinin yaygınlaştığı dönemle imparatorluğun dağılma süreci içine girdiği dönemin birbirine yakın olması sanatla ilgili bir yanlışa soktu münevverlerimizi. Çünkü kitaplardan ziyade gazete ve mecmualarla okuruna ulaşan şair ve yazarların, kelimenin siyasal anlamıyla- popülistleşmesinin normalliğiyle “vatan” davasının birleşmesi; “sanat, toplum içindir” temayülünü kuvvetlendirdi. Nitekim cumhuriyetten evvel ve sonra Türkiye’de yaşanan bu sürecin Sovyet Rusya’da, Arap diyarında, NAZİ Almanyasında, Demirperde ülkelerinde hep beraber yaşanması bir tesadüf olmasa gerektir. Sanatın, toplumu terbiye ve tevcih etme aracı olarak görülmesi önce iktidarların sonra da muhalefetin bir silahına dönüşmesine yol açtı.

Fikirleri sebebiyle genelde sol bağnazlığın estetik kurbanları olan Nihal Atsız, Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç gibi müstesna mütefekkir şair yazarların kaderini kısmen paylaşan bir isim de bu kamplaşmalara işaret eden Peyami Safa’dır. Ancak onun bu mevzuda bir kat daha derdi vardır: Peyami Safa’ya sahiplenen bazı kesimlerin onu anlamayarak fikirlerinin çarpıtılmasına ve bir toptancılığa kurban edilmesine yol açmalarıdır bu dert. Çünkü yaşarken de öldükten sonra da esasta yalnız kalmış bir entelektüeldir o. “Sanat Edebiyat Tenkit*” adlı eserinde san’at mes’eleleri hakkında yazdıkları arasında dolaşıldıkça onun münferit fikir dünyasında ne ölçüde yalnız kaldığını görmek de mümkün olmaktadır. Bu yazının maksadıysa Peyami Safa’ya geç kalmış bir şahitlik sunmaktır.

“Türk şiirinde Arabın aruzunu benimsemekle Fransızın Aleksandrenini ödünç almak arasında abeslik farkı yoktur…”

Peyami Safa’nın aruz vezni hakkındaki düşüncelerine baktığımızda, öldüğü birilerince kabul edilemese de divan edebiyat geleneği ve onun biçimsel temeli olan aruz veznine hiç tereddüt etmeden rahmet okuduğu görülür: “Dil inkılâbı gibi vezin inkılâbı da edebiyatımızın sathına (yüzeyine)** değil, dibine ait zaruretlerden doğmuştur. Aruzu yalnız gayri milli bir vezin oluşu öldürmedi. Hoş, yalnız bu kadarı bile kültürümüzün köklerini Arap ve Acem tesirinden, ortaçağ tefekküründen ve medrese retoriğinden kurtararak milli bünyesine iade ettiğimiz bir devirde geldiği yere uğurlamamız için kâfi bir sebepti. Türk şiirinde Arabın aruzunu benimsemekle Fransızın Aleksandrenini ödünç almak arasında abeslik farkı yoktur ve bu bakımdan aruz, şiirimizin en az kendi kendisi olduğu Osmanlı devrinin bir yadigârından başka bir şey değildir.

Aruzun terk edilerek yerine hece ölçüsünün kullanılmasını ya da serbest nazım kullanımını, “inkılâp” kelimesiyle anan Safa; bu değişimin sebebiniyse milliyetçilikten ziyade estetiğe bağlar. Cumhuriyet döneminin popüler bir tartışması olan “aruza dönüş” konusunda hiçbir cepheye yüz vermez. Kendi kuşağından önceki şairlerin; aruz-hece münakaşasından, milli-gayri milli tezadından, Fuzuli’nin Türk olup olmadığından başka hiçbir mesele getirmediklerini düşünmektedir. Öyle ki nihayetinde “içine kâmil ve halis manasıyla modern bir şiirin grift bünyesini sığdıramayacak kadar iptidai (ilkel) ve dar kalıplardan da mürekkep (bileşik) olduğu için aruza dönmemiz imkânsız” olduğunu söyler.

Ortaçağ tefekküründen ve medrese retoriğinden geldiğini söylediği aruzla Batı’dan gelebilecek nazım ölçülerinin arasında bir kıyas farkı bulunmadığına değinen Peyami Safa, aynı eserde bu ifadesini daha da açar ve en iptidai yazım biçimlerinden bile geri olduğunu belirttiği aruzun ortaçağa mahsus bir ahenk telakkisinden başka bir şey olmadığını vurgular.

“Türk romanının ortaya koyacak hiçbir meselesi yok!”

Bununla birlikte edebiyatımızın Tanzimat’tan sonra geçirdiği değişime bakarken, yukarıda aktarılan ifadelerinden uzaklaşmaya başladığı da görülür. Tanzimat dönemine kadar en azından mistik bir kültüre bağlı olan Türkiye edebiyatının basit bir romantizme inmesinden rahatsızdır: “Tasavvuf kültüründen kopup Batı kültürünü benimsemeye çalışan Türk edebiyatının henüz o mistisizm yerine hiçbir tefekkür ikame etmediği“nden, “edebiyatımızın mistik nefesini kaybettikten sonra yalnız kadın ve vatan aşkı içinde kaldığı”ndan ve “Türk romanının ortaya hiçbir mesele koyamadığından” yakınır. Birkaç isimle birlikte kendisinin de bazı eserlerinin bu son yorumda istisna sayılması gereken, özellikle Fatih-Harbiye’deki düşünsel ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki psikolojik tahlilleriyle edebiyatımız için büyük bir sıçrama sayılabilecek Safa kısırlıktan müteessirdir. Türkiye romanında hassasiyet ve hayal zenginliğiyle kıyaslandığında halis fikir kıtlığının görüldüğünü, bunun sebebininse felsefe ve ilme açık olunmaması olduğunu yazar. Gerçekte onun “meselesi yok” dediği romanımızda kendine bir mesele edinmiş gibi duranlar ama tek yaptıkları dışarıdan mesele ithal etmek olan bir yazınsal gruptur özelde: Yani köy romanı safsatacılarıdır bahsettiği…

Burjuva devleti temsilen kaymakam ve feodalizmi temsilen de köy ağalarını hedef seçen ve böylece yaklaştıkları izlenimi verseler de sosyal gerçeklikle alakaları olmadığını ibraz etmiş olan köy romanları, roman san’atıyla da alakasızdır Safa’ya göre. Edebiyat-ı Cedide’nin burjuva sınıf romanlarına bir tepki içeren bu romanları ve temsilcilerini bugünler de dahi büyük edebiyatçı diye pazarlamaya devam edenlerin gayesi, onun için siyasi propagandadan ibarettir. Nitekim sadece sol cenahı değil tüm ideolojik edebiyatı eleştirirken “Politika yüksek sesle konuştuğu zaman edebiyat susar.” der bu yüzden Safa.

Başka bir bölümde milli edebiyat üstüne yazarken, “Türk inkılâbının sınıf değil millet realitesini kabul eden ideolojisini, bir milleti diline, tarihine, toprağına bağlayan münasebetlerin en geniş idrakine doğru hedefini şaşmayan bir yürüyüş.” olarak tanımlayan Safa; harf inkılâbını  “Milli kültürle yeni nesiller arasında köprüsüz bir uçurum açmakla” itham etmektedir. Yine “Niçin muharrir yetişmiyor?” sorusuna cevap ararken Türk nesrinin kısırlaşmasının sebeplerini mütalaa eder ve bu arada saydığı dört kategorinin üçünü inkılâplara bağlar -dördüncüsüyse edebiyat eğitimidir. Hatta bir yerde der ki; “yeni alfabenin bozukluğu ve kifayetsizliği yüzünden, Türkçe, bünyesine has birçok zenginliklerden mahrum kaldı ve eskisinden beter bir imla anarşisine uğradı.

“Hiçbir memleketin modern şiiri, bizdekiler gibi bayağı ve iğrenç değildir!”

Yüz defa, bin defa okumak istemediğimiz manzume, şiir değildir.” Diyen Peyami Safa nev’i şahsına münhasır birisi olarak modern san’atı tartıştığı yazılarında kolay zoka yutmayan bir münekkide dönüşür. Modern sanat ve günümüzde – genelde bazı kadın yazarların ve bazı sol-bohem esanslı erkeklerin tercih ettiği “şiirimsi” anlatım, ucu açık ifade kalıpları, kelime oyunlarıyla beliren yüzeysellik hakkında okuyucuyu uyarır: “Modern sanatların dandy’leri, snobları ve salon münevverlerini hayran eden formel tarafından bakarsanız, bunun geçici bir tarzdan, hayret arayan edadan, bir modadan başka bir şey olmadığını görürsünüz.”

Şiir bile değilken modern şiir yaftasıyla tezgâhlara serilen ürünleri bayağı ve iğrenç bulan Safa’nın, modernliğe olan mesafesiyle ilgili şunu da belirtmek gerekir ki yer yer ahlakı sanatın önüne de alabilmektedir yazılarında: “Çok müstehcen olduğu için başta İngiltere, birçok memleketler bu romanın neşrine müsaade etmemişler. Fakat İstanbul’da bir günlük gazete bu kepazeliği yayınlamış, kimse farkında olmamış.” der Nabokov’un olay yaratan romanı Lolita için. Ama yeniliğe de açık olmayı salık verir: “Bazılarımızın eski şiirlerden anlayıp da yenilerinden zevk almamaları, orta malı olmuş sembollerin, seslerin, edaların ve bütün şiir mekanizmasının değişmiş olmasından, henüz onların idrakine varamamasındandır.

Peyami Safa’nın, İsa’ya da Musa’ya da yaranmak gayretinde olmayıp samimi bir edayla dile getirdiği fikirleri belki onu yalnız kıldı. Ama nefis bir anlatımla süslediği derinlikli eserleriyle bu kıymetli mütefekkir, kimsenin zorlamasına muhtaç olmadan edebiyatımızda ve düşünce dünyamızda kalıcılı olmayı da başardı. Ona göre bunun tek yolu vardır, bu yolu da gençlere şöyle tavsiye eder:

Sabit noktalara saplanmayarak bütün tezleri ve antitezleri kucaklayan geniş bir tecessüs ve kültür… Ey genç! Başka yolun yok.”

* Peyami Safa, Sanat Edebiyat Tenkit; Ötüken Neşriyat, 3. Baskı, İstanbul, 1978

** Parantez içine alınan kelimeler bana aittir.

 

 

… Bu makale ilginizi çekiyorsa…

Kitap Tanıtan Kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Kitap Tanıtan Kitap 2

Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…” 

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

 Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …

 (Buradan indirebilirsiniz)

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin