RSS Feed for This Post

İğde çiçekleriyle yolculuk ve Ankara

 

–  Yolcu dergisinde yayımlanmıştır –

Yola Çıkıştır

   Uzattım elimi, kimse tutsun diye değil sadece “yapmadım” dememek için, uzattım elimi…

   Dağınıklığın içinde nefessiz kaldığım milyonlarca andan sadece birinin içinden, dağınıklığıma bakıp; beni bu kez içinde hapsetmesi ihtimaline isyan edercesine doğruldum. Kararsız ve “hayırlısına” kilitlenmiş yanlarımı, çıktığım zindana hapsedip, üzerime yapışması için dualar ederek büründüğüm yeni rolle birlik yola çıktım.

   Bir bilet almak mıdır yoksa valiz hazırlamak mıdır yola çıkışın habercisi? Yolculuğa çıktığın an, vasıtaya yerleşmek, asfalt şeritlerinin araçla yarışına şahit olmak mıdır? Nedir yolculuk ve nasıl gidilir?

   Yolculuğum tüm bunlardan önce başladı, başka bir hale büründüğümde, lanetli dağınıklığı ardımda bıraktığımda, burada tam içimde başladı; yolculuğum ve arayışım.

   Karar verdiğim gibi yanıma hiçbir şey almadım. İçinde 8 papatyanın mumyalandığı kitabımı dahi bilerek kitaplığın raflarında unuttum. Bir kâğıt yahut bir kalem de almadım. Mahrum kalma korkusunu da… Her durumda kullanmak -kullanmaya da bilirdim- üzere bolca sukuttan fazlasını almadan çıktım yola…

   Abartmadan, bir daha göremem endişesini de bırakarak ardımda, az kişiyle vedalaşarak, oldukça yalın, oldukça ben, oldukça takısız ve sade olarak çıktım yola…

   Yalınlığıma kaldıkça, oldukça ben olacağıma inanarak, koyuldum yola…

 Yolculuktur

   Üzgünüm, bu başlık altında ne yazacak, ne de okunacak bir şey yok. Yolculuğun kendisine ait beklediğim hiçbir şey olmadı, ben yoktum, yolculuk da yoktu. Anlamadığım kayıp bir zaman gibi…

 Varıştır

   Terminalde onca yolcu arasında işaretlediklerimi incelemeye başladığımda, uyuşmuş ayaklarım, ağırlaşmış kollarım, kamaşan gözlerimin verdiği rahatsızlık ile elimdeki koyu kırmızı küçük valizi yere bırakma ihtiyacı hissettim (hepsi birden çok ağır geldi). Beklediğim yola çıkıştan sonra bu beklemediğim amaçsız varıştan kaynaklı garip hisler arasında, tüm yolcuları arkamda bırakıp yürürken, yolculuğumun bir arayış olduğunu ve daha zamanım olduğunu düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım.

   Bana gülümsemeyen, ön yargılarımın gerçekleştiği Ankara, ilk varış saatlerinde içsel boşluğuma mermi gibi oturduğunda, bir dostla içilen çayın, siyasi sohbetin hoşluğu dışında bir şey hissedemiyordum.

   Dostla, bir diğer dosta kavuşmak üzere yürüdüğümüz yolda, o koku, ah o koku… Bir âlemden, bir başka âleme götüren o koku, o iğde çiçeklerinin içimde var ettiği yolcu olma hali, yolculuğum; Süleyman’ın atları sevişindeki ruh haline yakın bir hal yakalamış gibi, dikey bir yürüyüş, dikine bir yolculuk, sürüklenen bir yolcu…

   Yaşadığım her baharı tekrar tek tek tavaf ettiren, beni an ile yolcu kılan o iğde çiçeklerinin kokusu… Beni benden alan, müjdem olan… O bejden sarıya çalan ince çiçeklerin, ruhumda bıraktığı iz, geçmişten, çocukluğumdan alıntı anılarla üzerime yığılışı; ayakta zor durdum, oysa secdeye ne de yakındım.

   İçimde kalıcı olmasını istediğim kokuyla gelen o his, ben, K. ve A. her basamağında farklı bir cümle kurduğumuz, muhtemelen aynı Ankara Kalesi içinde yol alırken, yolculuğun bedenin ve fiziğin çok üstünde olduğuna bir kez daha iman edişim; hakka’l-yakîn… Tüm bu bildiklerimi, şu an yazıyor olacağımı bilemeyişim… İnsanın karmaşası bu olsa gerek. Bilmek nedir ki?

 Dönüştür

   İnsan bir yolculuğu yeni hissetmişken, dönüşe dair ne hissedebilir, ne yazabilir ki? Hele bu yolcunun niyeti kalmaksa, dönüşe dair ne düşer yollarına?

   Eğer yolcunun nedeni arayışsa, biraz biraz bulduysa, dönüş seçeneği iptal değil midir?

   Elbet hayatta bu da bir adımdı, bir yüksek basamağa, belki bir başka basamağa geçiş, bir tekâmül evresi, bir tat… Böylesinin dönüşü yok, olmamalı derken; bir başka koku…

   Gece yarısını geçmiş bir vakitte, tüm bunları yaşıyorken ancak yazacağını bilemiyorken, bir başka kokuyla, bir başka yolculuğa daha çıkıyorum; hanımeli çiçeklerinin kokusuyla yolculuk ve Samsun…

   O vakit anlıyorum, biraz daha dikkat kesilirsen yaşam denilen aldanmacada yolcu ve yolculuktan başka bir şey yok, hele ki dönüş işte o hiç mi hiç yok!

   Sürekli yolcu olma hali, mütemadiyen arayış… Bab Aziz’in** kayıp prensi? Kaybolmak değil “azizim”, aramak, aramak, aramak. İçimde bir küçük Isthar korkusu ile “Bab Aziz, ya bulamazsak? Ya kaybolursak?” Kaybolmak değil bu “azizim” aramak, aramak, aramak.

   Ararken; “Tılsımlı dualar misali kâinatın büyük boşluğunda öylece dönüp duruyoruz işte…” ***

 * “Elbet ben güzel olan her şeyi severim. Çünkü bana Rabbimi hatırlatır.” Sâd Suresi/32

 ** Tunuslu yönetmen Nacer Khemir’in 2005 yapımı filmi.

 *** A. Esra Yalazan “Antik çağda seyahat, zaman ve Tanpınar

 

… Bu öykü ilginizi çektiyse…

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…” 

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserle romanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:çuvaldız Tarih: Tem 26, 2011 | Reply

    Bakışla, dokunuşla, kokuyla, gürültülü düşünce dehlizinden gönül pınarına sürüklenen susamış yolcunun dikine yolculuğu; semâ.

    Çok güzel bir yol/cu/luk yazısı olmuş Cemile, eline gönlüne sağlık.

  3. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 26, 2011 | Reply

    Üzgünüm, bu başlık altında ne yazacak, ne de okunacak bir şey yok. Yolculuğun kendisine ait beklediğim hiçbir şey olmadı, ben yoktum, yolculuk da yoktu. Anlamadığım kayıp bir zaman gibi…

    Yazmak ve okumak… Evet, kelimeler bazen öyle bir dizilir ki okumak ve yazmak dışında sadece hissedersiniz anlatılanı. Sessizliği dinlemek gibi…Sizi bir alemden diğerine götüren bir ezginin mırıldanışında içinizi titreten o tarifsiz duygu gibi. İşte bu öyle bir yazı, üzgünüm, yazacak bir şeyim yok! Bir iki damla gözyaşı, tatlı bir burukluk ve biraz teselli, hepsi o kadar.

    Yüreğinize, gönlünüze sağlık Cemile hanım.

  4. Yazan:cb Tarih: Tem 26, 2011 | Reply

    sevgili çuvaldız ve aziz bey, her yazara sizler gibi yorumcular dilerim…

    sizlerin yorumlarınızı okumayı özlemişim, teşekkür ederim, eksik olmayın

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin