RSS Feed for This Post

İthal kavramlar sözlüğü 2: Ruhban sınıfı

Faruk Saim Akhan

Kavramların yerelliğiyle başlanmalıydı aslında bu yazı dizisine. Ancak anlatacak şeylerin çokluğu ve yeryüzünde söylenmemiş  kelamın kalmamış olması arasındaki çelişki, insanı  bazen aceleye sevk edebiliyor. Bunun için makalenin ikinci kısmına bir ara notla başlıyorum. 

    Kavramların yerelliği-evrenselliği

    Her kavram evrensel literatürde bir mana taşımakla birlikte, bu manaların oluşumu ve korunması yerel -mahali- manaların korunması ve kullanılmasıyla sağlanabilir. Yerelliğin getirdiği farklılığa örnek vermek gerekirse bayram ve ‘fest’ kelimeleriyle açıklayabiliriz. Nihai olarak sözlükte aynı mana verilse de farklı coğrafyalarda oluşum süreçleri, dolayısıyla dile yerleşmeleri aşamasında altlarının dolduruluşu, çok farklı kültürel argümanları iktiza ettiğinden, oluşumunda ve sonrasında bambaşka ‘kavramlar’ olarak ortaya çıkmışlardır.

    Yerelliğin etkisini göstermek için illa farklı dilden kelimelere gerek yoktur. Aynı dilden kelimeler de bu etkiyi gösterebilir. Örneğin; sema ve gökyüzü. İkisi de Türkçede kullanılmakta; fakat muhteva olarak çok farklılık gösterirler. (Örnekler arttırılabilir: Kem-kötü, çalmak-hırsızlamak)

    Yerelliğin gözden kaçmasında tabii ki yeterli lugat çalışmalarının yapılmamasının da rolü var. Ama öncelikli çözüm, kelimelerin her birinin aslında birer kavram (mefhum) olduğunu gözden kaçırmadan kullanmaktadır. 

    Ruhban sınıfının oluşumu (oluşturulması)

    Türkiye resmi söyleme bakılırsa %99’u müslüman, çoğunluğu sünni bir toplum. Bu söylem her ne kadar gerçeklikten uzak olsa da dayandığı istatistikler toplumsal bir doğruluğa dayanıyor. Nihai olarak çoğunluğu Müslüman olan ve ekserisi İslami hayat tarzını öngören bir toplumda yaşıyoruz.

    İslam dininde ruhban sınıfının olmaması, dinin siyaset adına kullanılmasını  zorlaştırmaktadır. Fakat her toplumu kendine uydurmakta maharetini ortaya defalarca koyan müesses nizam, bu konuda da suni bir ruhban sınıfı oluşturmak marifetiyle dindar toplumu yanına çekmeyi kısmen de olsa başarmıştır.

    Söylediklerimin iddialı şeyler olduğunun farkındayım. Ancak Türkiye toplumunun demokrasiye kavuşamamasının en büyük sebeplerinden birisi de oluşturulan ruhban sınıfının, manipüle* evresinde müesses nizamla işbirliği yapması ve dindar kesimin zihnini bulandırmasıdır.

    Tezimizin temellerine gelirsek; mezkur ruhban sınıfının ilk ortaya çıkışından başlamalıyız.

    Bu projenin temelleri her ne kadar Osmanlı son dönem şeyhülislamları  seçimlerine dek dayandırılabilecekse de biz, bu projeyi Milli Görüş liderinin yurtdışından asker marifetiyle yurda döndürülüp parti kurdulmasına dayandırmayı tercih ediyoruz. Aksi halde okuduğunuz metin bir kitap hacmine ulaşacaktır.

    Halihazırda devletin geleneklerinde şeyhülislamların devlet çıkarına fetva vermesiyle yer bulan ruban temayülü, sonrasında fetva müessesinin işlevliğinin artması, ardından da dinin tamamıyla devlet kontrolüne ve iznine tabii tutulmasıyla kendine sistemde yer bulmuştur.

    Ruhban sınıfının kişiliğinin oluşması ise Erbakan’ın yurtdışından getirilmesi ve sonrasında Halkçıların dindar kanadının temsilini yüklenmesiyle gerçekleşecektir. Dindar demokratların yanılgıya düşerek Erbakan etrafında kümelenmeleri ve dönemin gündemi hakkında Erbakan’ın dindarların gazını alan açılamalarıyla MSP çizgisi kendine taban bulmuştur.

    Bu aşamanın sosyolojik boyutuna bakılırsa görülür ki cumhuriyet yönetiminin dine  hürmetsizliğine karşı öfke duyan toplum, öfkesinin kontrolsüzlüğüyle oyunu, din adına bağırdığını iddia edenlere verebilmiştir. Vidanların dinin savunmasız kalmasına ses çıkarmak adına “dinci”lere oy verdiği söylenebilir. Bu yönlendirmenin temeline inildiğininde müesses nizamın devamlılığı adına farklı varyasyonlarla halkın desteğini arkasını aldığı görülür. 

    Kemalizm türleri

    Çok genel bir tanımla Kemalizm Türkiye’de üçe bölünmüş partilere yüklenmiştir. Halkçı, ırkçı ve dinci Kemalizm olarak devam etmektedir. Darbeler genelde ırkçılık kökenli görüşlerle desteklense de darbe sonrası süreçte diğer iki kısmı da kullanmıştır. 60 darbesi sonrası halkçı Kemalizmön plana çıkarılırken 80 darbesi sonrasında dinci Kemalizm pazarlanmmıştır.

    Bu telkinler yapılırken tek amaç, darbelere meşruiyet zemini üretmektir. Öyle ya anayasayı askıya almak için öylesine kutsi bir şeye dayanmalısınız ki halkın desteğini alasınız. Halk hukukunun korunacağına inanmadan desteklemeyecektir. Bunun birincil aşaması tutuklananların mutlak suçlu olduğuna kendileri de dahil herkesi inandırmaktır. Sonrasında ise bir dayanak noktası bulunmalı,meşruiyet halka kabul ettirilmelidir. Bunun için de öncelikle eldeki en kutsi malzeme “Kemalizm” kullanılır. Konjektüre göre boyanır, piyasaya sunulur. Referandumla meşruiyet tasdik ettirilir.

    Kemalizm türlerinden “dinci Kemalizm” yazımızın temel sorunsalını  oluşturan ruhban sınıfını da temellendiren yanılgıdır. Tarihin verdiği dersle Kemalizmin dindar, dindarların da Kemalist olamayacağı ortadadır. (Dinci-dindar ayrımı bu yazının konusu değil.)

    Türkiye’de ruhban sınıfının temel ödevi 3. tür Kemalizmi yaşatmak, korumak ve sürdürmektir. Ancak bunu yapabilirse sistem yaşamasına izin verecektir.

    Yazının başında ruhban sınıfının oluşumunu Erbakan’ın Türkiye’ye dönüşüne dayandırmıştık. Sonrasında kurduğu parti, bu partinin söylemleri, kritik dönemlerde dindarların aleyhindeki icraatleri ve sonunda yine dindarları sisteme entegre etmelerindeki başarıları tezimizin ön gördüğü görevlerinde başarılı olduğunu göstermektedir.

    Ruhban sınıfı olgusunu daha iyi anlamak için kıyaslamak gerekirse şöyle bir kıyas yapabiliriz. Başlangıçta bu sınıfın varlığı  ilk aşamada kendini dindarlar adına konuşma yetisinde görmekle ortaya koyar. MSP çizgisi ve devamındaki partiler hemen tüm söylemlerinde dindarlar adına konuşmuşlardır. Dindarların demokratik taleplerini dini taleplermiş gibi sunup sahiplenmişler, bu taleplerin kabul edilmemesi karşısında verilemsi gereken demokratik tepkileri hamasi tutumlarıyla engellemişlerdir. 

    Aforoz yetkisi

    Ruhban sınıflarının en göze çarpan özelliklerinden birisi de aforoz yetkisini elinde tutmasıdır. Bilinir ki Papalar katolikler adına konuşur ve günahkarları dinden çıkarma yetkisine sahiptirler. Bu noktada kulla Allah arasına girme gerçekleşir. Kimin mümin olduğuna ancak Allah karar verebilir.

    “Bize oy vermeyen patates dinindendir” gibi söylemlerle tam olarak bu anlatmaya çalıştığımız şeyin yapıldı aşikar.

    Ayrıca malum misyonun vitrinindeki siyasilerce atılan hamasi nutuklar dindarların nefsini okşasa da orta vadede bunlarının sonuçları hep dindarların aleyhinde olmuştur. “Rektörler, başörtülülerin önünde selam duracak” cümlesi bu konuda ibretliktir.

    Nihayetince bu politikacıların hamasi ve siyaseten acemice tutumları yüüznden zaten  TC’nin baskısına ve zulmüne maruz kalan toplum bir de güvendiği kişilerin söylemleri yüzünden haksız duruma düşmüştür. Yine bu tutumlar yüzünde Uluslar arası platformlarda hak arama çabaları olumsuz sonuçlanmıştır.

    “Dindardan siyasetçi, siyasetçiden dindar olmaz”** mealli hadisin yoluna geliyoruz bu noktada. Bu dersin de ilk parçasını alıyoruz hüsn-ü zan esas olduğundan. Ama anlaşılması gereken Bir şey var ki insanların niyetlerinin iyi olması vakıayı değiştirmiyor. Kemalizm dindarları kullanarak halkşılara ya da ırkçılara yaptıramadığı şeyleri yaptırmış, dindarların hak taleplerini geri çevirmesine yetecek argümanları oluşturtmuştur.

    Ve din siyasete istemeden de olsa alet edilmiştir. Kainattaki en büyük hakikat siyasetin basit argümanları gibialgılanmaya başlanmıştır. Gündemdeki baş örtüsü tartışmalarında baş örtüsünden “bez parçası” diye bahsedilmesinin temelinde bu vardır.

    Son olarak, ruhban sınıfı sorunsalının çözümü “demokrat”  çizginin dindarlarca sahiplenilmesidir. Aksi halde ruhban eğilimi, imtiyazlı sınıf olma hevesiyle birleşecek, bu sınıfın, sınıfsal rüşvetler marifetiyle sistemce kullanılması kaçınılmaz olacaktır. 
 

    * Daha geniş açıklamasıiçin bknz. Kemalist elit ne ister?, Genç  Yaklaşım sayı 58

    ** “Selef-i Salihinden başka, siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttaki olanlar, siyasetçi olmazlar.” Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası syf 53

.

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Tarih: Eyl 8, 2009 | Reply

    “Ruhban” kelimesi yersiz kullanildiginda eminim. Belki anlatilmak istenilen baska birseydi.

    Hiristiyanliktaki ruhbanlik baska birsey. Belkide “kilise” kasd ediliyor. Kilise malumdur sadece ibadet evi degildir. Kilise bir teskilattir. Siyasi ve dini teskilat. Hiristiyanlarda tabaka olarak ikiye ayrilmislar. Klerus denilen din adamlari ve laie denilen halk. Böyle ayrim bizde yoktur. Kilisede yoktur. Bizde halife var idi ve ilimi korumak ve gelecek nesile miras birakacak medrese ve tekke agi var idi. Orda maksat alimler yetistirmek ve kadilar yetistirmek. Zorunlu olarak bir düzen ve sistem gerekiyordu. Halki yönetmek siyasete karismak hedefleri degildi. Zaten uygun degil talebe yetistirmege ve ögrenmeye engel olurdu bu ise dinen suc olurdu. Istisnalar haric ilmiyeden bürokrasiye ve askeriyeye talebe alinmazdi.
    Din adamlarin siyasete bulasmasi yenidir. Osmanlinin son döneminde bir takim alimler ve seyhler meclise girdiler partilere üye oldular. Bunu iyi niyet ile yaptilar ve faydali olmak istediler ama ne siyasetde nede ilimde hedeflerine varamadilar. Baska alimler bu alimleri kritik ettiler ilim islerini ihmal ettiler diye. Medereseler ve tekkeler kalkinca ve son osmanli neslide dünyadan göcünce gercek alim tek tük kaldi. Müslümanlar yalniz kaldi. Dini siyasete alet edenlenleri susturacak pek kimse yoktu. Müslüman halk belirli ölcüde istismar edildi. Kendine din adami süs verenler din egitiminden ziyade politika pesine düstüler. MSPnin 50lili yillarda degilde 60 sonu 70 baslarinda kuruldugu manidardir.
    Erbakan ne yapti ise kemalist sisteme hizmet olmustur. Öyle ki daha “iyisi” yapilamazdi. Bir yandan dindarlari oyalamak ve sömürmek diger taraftan dinden uzak Kemalistleri korkutmak ve “demokrasi icin Türkiyenin hazir olmadigina” “inandirici” sebebler sunmak.

  3. Yazan:salih Tarih: Eyl 10, 2009 | Reply

    Mehmet Kutlular ideolojisine yazar kardeşimiz entellektüel bir kılıf giydirmeye çalışmış.Ama bunda başarılı olamamış.Çünkü düşüncelerine entellektüel gerekçeler temel oluşturmaya çalıştığı Kutlular’ın entellektüel bir yeteneği yok.Tabii ki,yazar kardeşimiz kendilerinde kararların meşveretle alındığını iddia edebilir.O zamanda meşverete gireceklerin nasıl belirlendiği,aykırı sesleri dile getirenlerin ne gibi muamelelere tabii tutulduğu gibi sorular gündeme gelir.
    Velhasıl demokrasiden sadece Süleyman Demirel’in ülkede sözsahibi olmasından öte bir şey anlamayan,yapılan her türlü antidemokratik davranışı “biz kişilerin değil,kurumların izinden gidiyoruz” diyen,ehven-i şerr’e denilen anlayışı keyfi bir yorumla mahza hayır diye dayatan bir anlayışın birilerini ruhbanlıkla suçlamasının hiç bir anlamı yok.Çünkü bulundukları camiada aykırı seslere din adına barınma hakkını tanımayanlar,kendileri zaten ruhbana dönüşmüşlerdir.O insanların izinden gidenlerin,ruhban ları dışarı da aramak yerine içeri bakmaları lazım.
    Velhasıl siz türkiye’de demokrasi mi istiyorsunuz?Önce cemaat dediğiniz yapılanmayı demokratikleştirin.Aykırı seslere yaşama hakkı tanıyın.Kararlarınızı tabana sorarak alın.Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engelin gücünü yitirmiş bir erbakan değil,ergenekonsever demirel olduğunu kabul edin.Ama maalesef,antidemokrat demireli desteklemenize AKPARTİ’yi milligörüşçü ilan etmenin ötesinde bir kılıf bulamıyorsunuz?Belki de demireli demokrasi ruhbanı olarak görüyorsunuz?Çünkü size göre kimse demirel’e rağmen demokrat olamıyor.
    Belki dağınık oldu,ama demokrasiyi demirel’in şahsi tekelinde gören anlayışa karşı konuşmam gerekiyordu.ne de olsa hakikatin hatırı alidir.mehmet kutlular’ın hatırına feda edilmez!

  4. Yazan:Faruk Saim Akhan Tarih: Eyl 11, 2009 | Reply

    Çalıştığım kurumun fikrini sahiplenip, üstelik pazarlayacağım iddiasını bir iftira olarak alırım.
    Entelektüel dayanaklar getiremediğim eleştirisi var ama ben bu eleştirinin de entelektüel temelini göremedim.
    Demirel’i savunmam ama hakaret ve boş itirazlar haricinde şahısna veya fikrine içi dolu eleştiriler gerekli.
    Bana Mehmat Kutlular ideolojisi pazarlamacısı diyenlerin “Hüseyin Yılmaz” cümleleri dışında söyleyecekleri olmalı.
    Saygılar.

  5. Yazan:salih Tarih: Eyl 11, 2009 | Reply

    “Çalıştığım kurumun fikrini sahiplenip, üstelik pazarlayacağım iddiasını bir iftira olarak alırım.”
    Yazar kardeşimiz bunu söylüyor.Ama nedense yazısındaki fikirler bağlı olduğu grubun resmi düşüncelerinin tekrarından öte bir şey içermiyor.Erbakan’ın yurtdışından sağı bölmek için getirildiği düşüncesini Türkiye’de sadece bağlı olduğunuz kurum dile getirmektedir.Sizin dışınızda böylesi bir kanaati olan varsa hodri meydan.Ortaya koyun.
    “Entelektüel dayanaklar getiremediğim eleştirisi var ama ben bu eleştirinin de entelektüel temelini göremedim.” diyorsunuz.Öncelikle yazınızın entellektüel bir yönü olduğunuzu iddia etmenizi beklerdim.Ama yazınızı savunmak yerine yoruma hücum etmeniz,yazınızın entellektüel vasfına güvenmediğinizi gösteriyor.Bir yazar için gerçekten içler acısı bir durum.
    “Demirel’i savunmam ama hakaret ve boş itirazlar haricinde şahısna veya fikrine içi dolu eleştiriler gerekli.”
    Bu cümledeki tezata mı dikkat çekmeli yoksa yazdığım yorumu anlayamamanıza mı üzülmeli,bilmiyorum.Demirel’i savunmuyorsunuz ama içi dolu eleştiri istiyorsunuz.Hakaret içeren cümlemi de göstermenizi istiyorum.Gösterebileceğinizi sanmıyorum!Diğer taraftan Demirel’den niye bahsettiğimi de anlayamamışsınız.Demirel’den grubunuzun antidemokrat tavrına dikkat çekmek için örnek olarak bahsettiğimi bile anlayamamışsınız.Belki de grubunuzun antidemokrat yönelimlerini görmezlikten gelebilmek için böyle tavır almışsınızdır.Ki,bu anlayamamanızdan bile daha kötü bir durum.
    “Bana Mehmat Kutlular ideolojisi pazarlamacısı diyenlerin “Hüseyin Yılmaz” cümleleri dışında söyleyecekleri olmalı.”
    Yorumunun başında iftiracı olduğumu söyleyen kişi şimdi benim kendisini “pazarlamacı” olarak nitelendirdiğim iddiasında bulunuyor.Beni Hüseyin Yılmaz’ın cümleleri ile konuşmakla itham ediyor.Oysa Hüseyin Yılmaz benim okuduğum bir insan bile değil.
    Ama o eğer Gençyaklaşım isimli derginin bağlı bulunduğu grupta ve cemaat(!)te aykırı seslere yer verilmediğini söylüyorsa kendisine ancak katılabilirim.Bunu görmek için Hüseyin Yılmaz okumaya gerek yok.Bunu herkes görebilir ve yazabilir.Ben bile yazabilirdim.Ama bana gerek kalmamış. yazmışlar da .Hem de içerden : http://www.karakalem.net/?article=1563

  6. Yazan:eg Tarih: Eyl 12, 2009 | Reply

    erbakan’ın “dini kemalizm” yaratmak için yurt dışından “getirtildiği” tezi cidden kantıa muhtaç! sanırım bizde fikir hayatı bu tip komplo teorilerinden öteye geçemiyor. sonuçlardan sebepler üretip onları belirli bazı komplo teorilerine kurguladık mı fikir ürettik sanıyoruz…olmamış kardeşim olmamış!

  7. Yazan:Faruk Saim Akhan Tarih: Eyl 12, 2009 | Reply

    “Öncelikle yazınızın entellektüel bir yönü olduğunuzu iddia etmenizi beklerdim.Ama yazınızı savunmak yerine yoruma hücum etmeniz,yazınızın entellektüel vasfına güvenmediğinizi gösteriyor.”

    Neyi iddia edeceğim yazı ortada. Güvenmeseydim yayınlamazdım.

    Saldırgan tavrınızı üzerime almıyorum. Neyi savunduğunuzu da anlamış değilim. İçinde bulunduğum kurumlailgili özeleştiriyi sizin önünüzde değil, etkili yetkili kişilere karşı yaparım.
    Saldırgan ruh haliniz her kelimenizden kendini dışa vuruyor. Eğer birine ya da kuruma düşmanlığınız kininiz varsa bunu daha yetkili kişilere iletmelisiniz.
    Buradaki yazıdaki iddiaların çoğunun fazla irdelenmediğinin farkındayım ama dergide çıkan bir yazı olarak uzun olması mümkün değildi. Bir zeyl yazacağım en kısa zamanda.

    “Dini kemalizm”e cevap vermeye gerek yok. Bursa hutbesi, Kuran’ı tercüme ettirdi gibi kanıtlarla Mustaf Kemalin müslümanlaştırılması tam olarak Erbakan’ın yurda dönüşünün sonrasına denk gelir.

  8. Yazan:salih Tarih: Eyl 13, 2009 | Reply

    Neyi savunduğumu gayet iyi anladınız.Anlamasanız niye benimle Hüseyin Yılmaz arasında kıyaslama yapasınız ki.Sadece üçüncü şahıslara karşı durumu kurtarmak için anlamazlıktan geliyorsunuz.
    Ama yine de gerçekten anlamamış olma ihtimalinize karşı durumu daha açık söyleyeyim:Mehmet Kutlular sizin kavramsallaştırma(!)nıza göre Erbakan’dan daha ruhbandır.Hem bir din ruhbanıdır,hem de demokrasi ruhbanıdır.
    En ilginci demokrasi ruhbanı olmasıdır ki,demirele oy vermeyeni ya da desteklediği partiyi desteklemeyeni demokrat olarak görmemektedir 🙂
    Saldırgan uslübumdan bahsediyorsunuz.Haklısınız,böyle trajikomik bir demokratlık anlayışı için fazla sert yazdım.Çünkü ortada kızılacak değil,gülünüp geçilecek bir demokrasi anlayışı var.Çünkü demokrasinin temel ilkeleri arasında demirele destek vermenin olmadığını ortaokul çocukları bile bilir.
    Ama bazıları karşı olduklarını iddia ettikleri ergenekonu desteklese bile demireli desteklerler.Ergenekonun desteklediğini desteklemek aslında ergenekonu desteklemektir,bunu göremezler.Çünkü neyi göreceklerine Mehmet Kutlular isimli ruhbanları karar verir.
    Gene anlamadıysanız bu linki bir daha okuyun.http://www.karakalem.net/?article=1563

    “İçinde bulunduğum kurumlailgili özeleştiriyi sizin önünüzde değil, etkili yetkili kişilere karşı yaparım.”
    Nasıl bir özeleştiri(!) yaptığınız erbakanın yurtdışından adalet partisini bölmesi için getirildiği iddiasını doğruluğunu sorgulamadan benimsemenizden belli.Çünkü sizin grubunuzdan başka bu iddiayı dillendiren var mı,soruma cevap veremediniz!Artık Mehmet Kutlular resmi ideolojisinin dışına çıkın.
    “Bir zeyl yazacağım en kısa zamanda.”Yazacağınız zeylde iddianızı ispatlamak için bu dediğiniz noktadan hareket ederseniz bu sitede sizi darmadağın ederler.Erbakanın yurtdışından parti kurması için çağrıldığına dair yazılı belgeler bulun.Hiç olmazsa,sizin resmi ideolojiniz dışında bunu iddia eden birilerini bulun.

  9. Yazan:Faruk Saim Akhan Tarih: Eyl 13, 2009 | Reply

    Beni ısrarla bir yerlere eklemlemeye çalışmanızı şahsi kindarlığınıza bağlıyorum.
    Kimsenin ideolojisini sahiplendiğim yok. Ama bu konuda sizi ikna etmek gibi bir derdim de yok.
    Bakış açınız oldukça sınırlı. Basiretiniz Kutlular’a odaklanmış, gerisini görmüyor. Onun savunmak durumunda kalmak, en son isteyeceğim şey. Marjinalleştiği doğru, ama sizin gibi “Çünkü ortada kızılacak değil,gülünüp geçilecek bir demokrasi anlayışı var” diyenlere dahil olmasındansa marjinal kalması daha doğru gibi geldi şu an.
    Ne olursa olsun, size en ters gelen iddialara bile saygıyla yaklaşmaya alışmalısınız. Bağırarak kendinizi dinletemezsiniz.
    Bu haklı olduğunuzu da göstermez.

    Israrla yazının konusunu şahısların tutumlarına çevirmeniz ve Kutlular’a odaklamanız bakış açınızı belli etti. Bu yüzden kişilerin dışına çıkmadıkça söyleyemeceğim bir düstur yüzünden cevap veremeyeceğim.
    Saygılar.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin