RSS Feed for This Post

Özgürlüğe Mahkum Olmak

 Solcu aydınlarımızdan Zülfü Livaneli’nin “Özgürlük” şarkısını Vodafone adlı bir şirkete satmış olması herkesi şaşırttı. Hayatının bir kısmını ideolojisi için mücadele etmekle geçirmiş bir “solcu” aydının, büyük paralar karşılığı bu mücadelenin simgesi olmuş bir şarkıyı kapitalizmin mabedi denebilecek şirketlerden birisine satmış olması ilk bakışta herkesin garipsediği bir durum yaratıyor elbette. Livaneli, şarkısının sokaklara çıkmasını istediğini, sokakların da bir anlamda televizyonun yönlendirmesinde olmasından dolayı bu teklifi kabul ettiğini söyledi. Aldığı paranın büyüklüğü, küçüklüğü tartışması ve bu paranın, bu teklifin kabul edilmesine etkisi bir yana, Livaneli’nin verdiği cevabın tartışılması gereklidir.

Başbakan Erdoğan yakın zamanlardaki konuşmalarından birisinde 3G teknolojisi ile ilgili “hamdolsun dedelerimiz, ninelerimizle yüzlerini görerek konuşabileceğiz” gibilerinden bazı şeyler söyledi. 

Birisi sol camiadan, diğeri İslamî camiadan çıkmış ve ilk defa kamunun gündemine çıkışlarında kapitalizm ile sorunlu görünen iki önemli insanın, kapitalizmin en son numaralarından olan bir teknolojiyi “özgürlük” olarak sunmaları ve bu özgürlüğü büyük bir şevkle savunmaları nasıl bir soruna işaret ediyor?

Liberal sistem ve bu sistemin olmazsa olmazı olan kapitalist sistem, dünyayı değiştirirken, insanlığın değer adı verdiği insanî yapıları da değişikliğe uğrattı. Gündelik hayatta bizler için önemli olan kimi değer ve erdemler, yeni tanımlarla kendilerini maskeleri içinde hayatımıza dâhil ettiler. Aynı kelimelerle çoğu zaman birbiriyle ilgisiz anlamları işaret ediyor olduk. Hatta bu kelimelerin ilk anlamları hayatımızdan kayıp gitti.

Bu büyük bozunumla birlikte muhalefet yapıları da bozunuma uğradı. Zira modern liberal sistem, ancak kendi içinden, kendine benzeyen ve maskeleri içinde kabul edebildiği bir muhalefeti siyasi sistem içinde kabul edilebilir buluyordu. Artık elimizde kalan, hepsi serbest piyasaya ve kapitalizmin nimetlerine inanan, teknoloji ve ilerleme mitleriyle karnını doyuran ve insanlığın geçmesi gereken bir aşama olarak modernleşmeyi bir nimet olarak sunan “muhalif” ideolojilerdi. Sosyal demokrasi, muhafazakârlık, İslamcılık vs… Hepsi de modern çölde yaşayıp kendisini yağmur ormanında sanan gariban çiçekler gibi sararıp soldular, üstelik bundan haberleri bile olmadan…

Modern liberal sistemlerin ve kapitalizmin, hayatımızda, anlamını büyük bir değişime uğrattığı en önemli kavramlardan birisi işte bu “özgürlük” kelimesidir. Aynen artık yüzüne baktığımızda tanıyamadığımız “aşk”, “yardımseverlik” kelimeleri gibi. İnsanın kendisini gerçekleştirmesi ve dikey bir aşama kaydetmesi demek olan ve bu anlamda dışsal bir kabuktan çok içsel bir genişlemeye işaret eden özgürlük, anlamını yitirip, araçların kullanım alanlarının sınırlarında sıkıştırılıp kaldı. Araçları kullanabiliyorsanız özgürsünüzdür! Yani elinizdeki özgürlük herkes gibi olma özgürlüğüdür, ötesi özgürlük değil asiliğe, hatta deliliğe girer!

Önümüze sunduğu sonsuz araçlarla, hayatın kendisini araçsallaştıran modernite, insanın da, tüketim ve üretim için bir araç olduğu bir noktaya varmış durumda. Özgürlük, elimizde tuttuğumuz araçların çokluğu nispetinde değer buluyor ve çokluğu ya da azlığı belirleniyor durumda. İnsanın nefsini her daim biraz daha fazla araca sahip olmakta ve biraz daha fazla tüketmekte özgür bırakan kapitalist sistem, bu çılgınlığın sonunda oluşan paradoksal bir özgürlük kaybıyla da nasıl uğraşacağını bilemiyor. Bir tarafta sonsuz araç sahibi olmak ve Karun gibi zengin olmak için uğraşan insanlık, öte tarafta bu araçlara sahip olmayanlardan kendi araçlarını korumak için kendisini altından kalelerin içine hapsediyor. Elimizde olan teknolojik imkânlar, hayatımızın her alanının “big brother” gibi gözlendiği bir köleliğe yol açıyor ironik bir biçimde. Nefsin dizginlerini ne kadar çözersen o kadar özgür olursun diyen maskeli balonun geldiği nokta insanî özgürlüğün ve insanın kendisini gerçekleştirme özgürlüğünün yıkımına zemin hazırlıyor.

Tarkovsky’nin söylediği bir söz aklıma geliyor: “Hepimiz kocaman bir koronun söylediği şarkıya sadece ağzını kımıldatarak eşlik eden, ama kendi sesini çıkarmaktan aciz bir noktadayız…” Zülfü Livaneli’nin ve Başbakan Erdoğan’ın onay verdiği bu yeni tip özgürlük, bizlere, koroda ağzımızı oynatmaktan başka bir çıkış noktası bırakmayan, asla kendi şarkılarımızı söyleyemeyeceğimiz bir durumdan fazlasını vaat etmekten acizdir. Hep daha çok sahip olmak, hep daha fazla güç ve iktidar sahibi olmak, hep yemek, Miyazaki’nin “Ruhların Kaçışı” filmindeki “Yüzsüz”ün durumuna getiriyor insanlığı. Tükettikçe, sahip oldukça özgür olduğunu sanırken, aslında bizzat tüketim ve sahip olmak eylemlerine köle olmuş bir insanlık!

Mefistofeles’in Faust’tan istediğini istiyor bizden özgürlük tacirleri: “Ey an, dur geçme ne güzelsin!” Mefistofeles, Faust bunu söylediği an, Faust’un ruhunu ele geçirme hakkını elde edecektir. Livaneli’nin sokaklara taşıdığı özgürlük şarkısı da, Başbakan’ın “hamdolsun artık yüz yüze konuşabileceğiz” sözleri de, Mefistofeles’in Faust’tan söylemesini istediği “ey an geçme ne güzelsin” sözleri gibidir. Bu sözler, bizim ruhumuzu ele geçirme niyetinde olan kapitalizm şeytanının bizden söylememizi istediği sözlerdir. Zira bu sözleri bizden talep eden kapitalizmin Mefistosu, bize vaat ettiği özgürlükle, paradoksal biçimde köleleştirdiği ruhlarımız arasındaki gerilimi görmemize engel olmayı ana amacı olarak taşımaktadır.

Modern kapitalist sapkınlık, cafcaflı ışıklarının aydınlatamadığı noktalardaki bütün dar kapıları görmezden gelen, insanı hakiki özgürlüğüne ulaştıracak fikirlerin, içinde hayat bulamadığı bir kaynaktan filizlenir. “Dur geçme ne güzelsin” demeden önce bir kez daha düşünmek gerekli bence.
.

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 7 Yorum

  2. Yazan:Kerem Tarih: Ağu 27, 2009 | Reply

    Enver Bey çok önemli bir konuyu işlemiş. Özgürlük diye tüketim köleliğinin pazarlandığı bir dünyada yaşıyoruz maalesef. Ne kadar çok tüketiyorsan o kadar özgürsün. Bunun bir başbakan ve önemli bir aydın tarafın pazara sunulması daha acı verici. Türkiye aslında teknoloji çöplüğü haline getiriliyor. Japonya’da 4G nin kullanıldığı bir zamanda bizim 3G ile tatmin olmamız üçüncü dünyalılıktan başka bir şey değil. Nokia belki de satışa sunacağı beş yıllık ürünleri sindire sindire(kazana kazana)piyasaya sürüyor. En iyisini bir defada piyasaya sunacak kadar enayi değiller. Evet, tüketmek için daha çok çalışmak gerekiyor. Zira teknoloji ilahlarının daha çok ürün satması gerekiyor. Tüketim çılgınlığı artık nefret boyutunu çoktan aşmış durumda. Teşekkürler.

  3. Yazan:Mustafa Tarih: Ağu 28, 2009 | Reply

    Evet “piyasa” herseyi kusatiyor ve hemen herseyin fiyati oluyor ve arac ve vasita olabiliyor.
    Fransiz ihtilali hürriyet getirecegini vaad etmisti. Velakin piyasa ekonomisindeki ölcüsüzlük ve sinir tanimama “para asilzadelerini” tabakasini meydana getirip ve bunlar hayatin tüm sahasini piyasalastirarak insanlar hürriyetlerini satin alma zorunlugu getirmektedir. Kendini hür zaneden ama bagimli olub sefalet kokusu icinde kivranan insanlar kitlesi meydana geliyor.
    Adorno ve Horkheimer isimli alman filizoflarin “aydinlanmanin diyalektigi” isimli eserlerinde bariz sekilde izah ediliyor. Teknloji insani hür edecegine sonunda onu esir etmesi. Para getirmeyen unsurlari “yük” olarak görmek. Mesela ihtiyarlarin cogaldigi modern toplumlar eninde sonunda intihari tesvik edecekler. Nitekim “ölüm yardimi” adinda mesela isvicrede intihar yardimi serbest birakildi.

  4. Yazan:Veysel Yenigül Tarih: Ağu 28, 2009 | Reply

    Harika bir eleştiri ve analiz yazısı daha okuduk. Enver bey, ”katı olan her şey buharlaşmaya devam ediyor” Fakat, tüm bu değerler dünyasının alt üst oluşu, insanın asırlar boyu uğruna mücadele ettikleri kavramları da dumura uğratıyor. Aslında katı olan her şey buharlaşırken, insana mutlak izafi gelen yeni dünya’nın değerleri, eskisine oranla sadece görünüş itibariyle farklıdır. Mahiyeti aynıdır. Sömüren ve sömürülenler arasında keskin çizgiler net değil hepsi bu! Yani bizler, kendini yenileyen ekonomik bir sistemin(kapitalizm) siyasal alanda ise neo-liberalizmin boynumuza taktığı kerameti kendinden menkul değerleriyle yaşamaktayız. ona göre hayal kurup ona göre şekillendiriyoruz her şeyi… İnsani öz’ün isyan ve coşku dolu bir ruh temelinde oluşturacağı kadim değerlerimizin boşalan muhtevasına kavuşmak dileğiyle…

  5. Yazan:kacakkova Tarih: Ağu 29, 2009 | Reply

    sevgili enver
    eline saglik…..bugünkü haberlerde livaneli’nin sitelerdeki bu türden yazilara sövüp saydiginida okuyunca, yaziyi ayrica takdir etmek istedim…yazinin icerigi itibariyle konusursak, ben “özgürlük” sorununun ya da diger “yasamsal sorunlar”in kapitalizmle sinirlandirilabilecek, ya da daha genis anlamda moderniteyle sinirlandirabilecek meseleler oldugunu düsünmedigimi belirtmem gerek….elbette elestiri “bugün”den hareket ediyor, bugünün gerceklikleri üzerinden sorusturmalarini sürdürüyor, ama meselelerin daha derin ve bugünle alakali/bugünü kosullayan yapisi ve kökleri var….”modern kapitalist sapkinlik” kendisiyle sinirlandirabilir bir sapma degildir kanimca….heidegger hakikati unuttugumuzu söyler, nostaljik düsüncenin cikis noktasi da zaten budur, bir kayip ya da unutmadir sözkonusu olan….ben bu tür bir düsünceden yararlanmayalim, onun elestirel gücünü yok sayalim demiyorum elbette….ama icten ice, heidegger sonrasi bütün o tartismalardan sonra, unuttugumuzu varsaydigimiz o sey her neyse onu, belkide ve aslinda hic sahip olmamis oldugumuz ihtimaliyle de düsünmek durumunda degil miyiz….isin icine bunu da katarsak (kabul fazlasiyla karamsar bir yol) sanki herseyin rengi biraz degisiyor böylece….
    cok dagitmadim umarim….konuyu es gecmeyip üzerinde durdugun icin tesekkürler…

    muhabbetle.

  6. Yazan:eg Tarih: Ağu 29, 2009 | Reply

    sevgili kacakkova,
    doğrusu eleştirinin mahiyeti çok derin bir mevzu..ama “ama icten ice, heidegger sonrasi bütün o tartismalardan sonra, unuttugumuzu varsaydigimiz o sey her neyse onu, belkide ve aslinda hic sahip olmamis oldugumuz ihtimaliyle de düsünmek durumunda degil miyiz

    ” cümleleriyle ima ettiğinizi kendi perspektifim itibariyle daha değişik ele alıyorum. aslında bundan bir önceki yazıda (din,felsefe, demokrasi ilişkisi yazısı ve ondan sonra gelecek olan yazılar) bu konuyu ele almaya çalıştım. sözünü ettiğiniz ve “olmayabileceğini düşünmemiz gerektiğini ima ettiğiniz” “hakikat”in ben insanın bulunduğu konum ve imkanlar açısından değerlendirilmesi gerektiğini düşüünyorum. yani bir taraftan bakınca “nihil” gibi görünenin öte taraftan kapasite ve sınırlarımıza işaret ettiğini düşünüyorum.sanırım bu açıdan bakınca siz bir taraftan, ben de öteki taraftan bakıyorum gibi:))her ikisi de saygı değer bence.

    ikincisi yazı birkaç gün önce taraf’ta yayımlandığında bazı emailler aldım. çoğunluk yazıyı destekler mahiyetteydi. zülfü livaneli’nin gösterdiği tepkinin onun içindeki suçluluktan kaynaklandığını düşünüyorum. isim verip eleştirseydi muhtemelen bu yazıdan daha “derin” bir cevap alırdı. ama aslında söylemek istediğim şeylerde zülfü livaneli’nin tavrı sadece bir çürümüşlüğün göstergesi…çürümüşlüğün kendisi çok daha derinlerde kanımca…muhabbetle

  7. Yazan:Aras Tarih: Ağu 31, 2009 | Reply

    Ya artık bırakalım bu solcular zengin olunca ilkelerini bir yana bıraktılar laflarını. Hangi ideoloji bunun tersini yapıyor ki. Türkiyede hangi grup teknolojisizlik istiyor ben göremiyorum. İstanbulda normal süt alacak bir yer bile yok bırakın heideggeri biz normal katkısız tereyağı bulamıyoruz. Siz yapın bunu

  8. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Ağu 31, 2009 | Reply

    ab devletleri teknoloji kullanimini, insan ve toplum sagligini tahrip ve tehdit ediyor diye artan oranda vergilendirmekte, prosedure, bir cok burokratik denetime tabi tutmakta, sinai teknolojilerle ugrasan tesebbusleri baska ulkelere gitmeye zorlamakta.

    Tersine tarimsal uretim’i surekli buyutmek ve gelistirmek icin, o kadar yuksek oranda tesvikler destekler yardimlar saglaniyor ki, vergi oranlari tamamen sifirlanmis. 105 milyar euro’luk topluluk butcesinin 44 milyar euro’ros tarim sektorune saglanan destekler ve hibelerden olusuyor.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin