RSS Feed for This Post

Ayy bu yazınız çok uzun, hiç vaktim yok!

Bazen iletişim kutusundan yazıların uzunluğu ile ilgili şikâyet geliyor:

« Ayy bu son yazınız çok uzun, vallahi sonuna kadar okuyamadım. »

 Bazen de detaylı bilgi isteyen genç bir arkadaşa kitap tavsiye ediyorum, yanıt ilginç:

 

  • – Ben okumayı sevmem, o kadar vaktim yok, tartışmak için gelmiştim sitenize…
  • – Sayın X, Türkiye’yi seviyor musunuz?
  • – Evet, elbette.
  • – Bir savaşa girsek ölmeye hazır mısınız?
  • – Tabi, hem de seve seve şehit olurum.
  • – Türkiye’nin tarihini, sorunlarını anlamak için bir haftanız yok ama ülkenize hediye edecek bir ömrünüz mü var?
  • – …
  • – Darbe planları yapan üniformalı eşkıyaların emrinde, hiç bir şey anlamadan ölerek şehit olmak mümkün mü? Peygamberimiz (S.A.V) bu kan, soy yolundaki ölüme “cahiliye ölümü” demiş. Biliyor muydunuz?

 10 sayfalık uzun bir makalenin okunması yaklaşık 40 dakika sürüyor. Konuya yabancı ise bir okuyucu veya referanslara, bağlantılara, bilmediği kelimelere göz atmak isterse bu süre 3 veya 4 ile çarpılabilir. Meselâ Cemile Bayraktar’ın “Qua Vadis Ümmet?” enfes çalışması üzerinde kolaylıkla 2 saat geçirebilir ve ardından arkadaşlarınızla bir demli çay etrafında buluşup konuyu tartışmaya açabilirsiniz, yaptı size yarım gün.

 Oysa köşe yazarları artık o kadar kısa yazıyorlar ki yakında sadece sloganımsı başlıklar yayınlanacak, köşe yazısı yerini köşe başlığına bırakacak:

  • – Darbe ne zaman olur?
  • – Erdoğan’a Bravo!
  • – Yazıklar olsun sana…

 Zaten köşe yazarları vakitsizlikten birbirleriyle paslaşıyor artık.

 İnsanlar 5 dakika içinde her konuda fikir sahibi olunabileceğine kanaat getirmişler. Böylece günlük bir gazeteyi elinize alarak 4 x 5 = 20 dakikada ekonomi, dış politika, tarih ve terör sorunu hakkında o gün ne düşünmeniz gerektiği size “öğretiliyor”.

Türkiye’de kimsenin tarif edemediği bir Kemalizmi korumak adına Kürtlerin dili yasaklandı, Askerî hapishanelerde işkence yapıldı, dindar kızların okuması ve çalışması engelleniyor, Ermenilerin kiliselerine, yetimhanelerine el kondu, Alevîlere zorla din dersi dayatılıyor, ufacık çocuklar ağır hapis cezalarına çarptırılıyor, ülkemizi koruması gereken silahlı güçler silahlarını bize çeviriyor… Hepsine günde 20 dakika yeter mi? Yetmeli! Vakit yok çünkü.  Herşeye üzülüyor ama hiç bir şeyle ilgilenmiyor yeni insan.

 İyi ki köşe yazarları var, yoksa bir sürü kitap okumak gerekecekti. Gelin görün ki çoğu köşe yazısı daha yayına girmeden bayatlıyor yeni olaylar olurken. Neden?

 Sürat fetişizmi modern zamanların hastalıklarından biri. Zaman alan her şey kötü(!) artık.

 İyi ama bakır tencerelerde tahta kaşıkla yavaş yavaş karıştırılarak pişen bir yemek neden daha lezzetliydi? Düdüklü tencere bile tahtını mikro dalga fırına kaptırdı. 6 saatte usulca pişmiş bir kuyu kebabını mikrodalgada pişmiş(!) bir kuzu etiyle karşılaştırdınız mı hiç? Peki, doğal gübreyle yavaş yavaş büyüyen o domatesler neden daha güzel kokuyor?

 Yemek yaparken içine zaman koymazsanız o yemek güzel olmaz. Bir akşam yemeğini ya da bir fincan kahveyi fırsat bilip toplanan dostlar sürekli saatlerine baksalar ve 15 dakikada tatlıyı yiyip kalksalar o toplantının lezzeti olur mu? “Görüştük” sayılır mı?

 Diğer yazarları bilmem ama benim bazı yazılar için aylarca uğraştığım oluyor. Örneğin “Müslümanların iç hastalıkları” 11 kez yazıldı yayına girmeden önce. En iyi örnekleri bulmak, yeterince derine inmek ama konuyu dağıtmamak, uzun cümleleri, ansiklopedik ifadeleri kırpıp akıcılığı arttırmak…Hepsi vakit alıyor. Sonuç? 19 Mayıs 2007’den beri 11.745 kez okunmuş. Yorumların uzunluğundan ve zengin içeriğinden görülebildiği kadarıyla işaret fişeği dikkati istediğimiz noktaya çekmiş, görevini yapmış.

 İçine zaman katılmayan bir şey anlamını yitiriyor, bir anın içine sıkışıp kalıyor. Ne öncesi var ne de sonrası. Tarih ve gelecek ile anlam kazanıyor her şey. Artık pastahaneler bile “1881’den beri” diye yazıyorlar tabelalarına. Bir anlam arayışı içinde cemiyet. En güzel muhallebiyi en ucuza satmak yetmiyor, insanlar bir anlam arıyorlar. Küçükken dedelerinin elinden tutup gittikleri o muhallebiciyi ya da ninelerinin dibini hafif yakarak pişirdikleri o sütlaçları… Torunlarına miras bırakabilecekleri lezzetleri, kokuları…

 Bir Çin atasözü şöyle diyordu: “9 kadın bir ayda bir çocuk doğuramaz“. Evet, her anlamlı şey biraz zaman alır. Endüstriyel bir süreç hızlandırılabilir. Mesela bir otomobili hızlı üretebilirsiniz. Ama hızlı aşk yapamazsınız. Onun adı seks olur. En sonunda dilinizdeki kelimeler de anlamını kaybeder, diliniz devrilir, altında kalırsınız . ( bkz. ing. to make love, fr. faire l’amour)

 Bunun için haftada bir kitap okumayan insanların vatan sevgisi konusunda şüphem var. Ne için öldüğünü bilmeyen bir insanın şehit olabileceğinden de şüpheliyim. Günahı boynuma.

 Sırf bir komutan emretti diye ölüme koşan insanı intihara daha yakın görüyorum. Zira düşünmeyi reddeden bir duruş bu. Barış için bütün yollar denenmeden yapılan bir savaş nasıl cinayet olursa böylesi bir savaşta ölerek şehit olunabileceğine de gerçekten inanmıyorum. Bir cinnet hâli bu sadece.

 Ölenler neden ölüyor? İntikam almak için? Belki de savaşın o zor koşullarından o kadar bıktılar ki ölüm onlar için bir kurtuluş. Zaman katılmadan gidilen ölüm hızlı yapılan yemekler gibi, lezzetsiz, anlamsız, cahilce bir ölüm.

 “Müslümanların iç hastalıkları” adlı yazıda şöyle bir olay aktarmıştım:

 “Hayber Gazvesi sırasında büyük fedakârlıklar gösteren Kuzman adındaki birisinin, sonunda cehenneme gideceği Hz. Peygamber tarafından haber verilmişti. Bunun üzerine Ashab-ı kiramdan Huzâî Eksüm, Kuzman’ı izlemiş ve O’nun, aldığı yaralara sabredemeyip, kılıcı üzerine yaslanarak intihar ettiğini görmüştür. Kuzman’ın ölüm şekli Allah Resulu’ne iletilince şöyle buyurmuştur: “Insanlar arasında öyle kimseler vardır ki, dış görünüşe göre, cennet ehline yaraşır hayırlı işler yaparlar; halbuki kendileri cehennemliktir. Öyle kimseler de vardır ki, cehennemliklere ait kötü işler yaparlar, halbuki kendileri cennetliktir” (Buhâri, Kader, 5, Rikâk, 33; Müslim, Iman, 179).”

 İnsan ölmek için bile zamana ihtiyaç duyar. Yaşamayı öğrenmeyen ölmeyi de öğrenemez kanaatimce. Hayatının hiç olmazsa bir kısmını ölmeyi öğrenmeye ayırmalı insan. Neden öleceğini ya da ölümü (ve başkalarınınkini) neden göze aldığını bilmeli. Bu biliş ancak anlam ile yani zamanla olabilir. 

“Türk bayrağı yakıldığı zaman deliye dönen, şehit cenazelerinde “yeter” diye bağıran bu insanlar nasıl oluyor da her gün yüzlerce Türk vatandaşının hayatını tehlikeye atabiliyorlar yollarda? Geçenlerde çöken bir Kur’an kursu binasının altında kalan çocuklar, dinî bir bayram olan Ramazan’ı kutlarken yollarda can verenler, düğünlerde kurşun yiyen gelinler damatlar… Dinî, içtimaî bütün faaliyetlerimizin içinde ölüm var. Ölümüne seviyoruz, uğrunda ölen varsa “vatan” diyoruz toprağa. Kanla sulanmış toprağın üstünde, rengini kandan alan bir bayrağın altında bir mezbahada yaşar gibiyiz! İyi ama nereden geliyor bu hemoglobin aşkı?”

 diye sormuştuk “Ölüm Sevgisi Nedir?” isimli yazımızda.

 Evet, zamansız hiç bir şey olmuyor. Yazı yazılmıyor, kitap okunmuyor, yaşanmıyor ve hatta doğru dürüst ölünemiyor bile.

 Ölüm ya da Hayat kavramlarını ayrı ayrı algılamaktansa birbirlerini tamamlayan parçalar olarak görmenin yararını savunduğumuz “Yaşama çıplak gözle bakarken” isimli makaleden bir paragrafla bitirelim sözü:

 “Nabzımızın kaç defa atacağı, akciğerimizi kaç defa doldurup boşaltacağımız belli. İnsan ana rahmine düştüğü anda dönmeye başlayan bir sayaç bir tür kum saati gibi işliyor. Üst tarafını değil ama aşağı düşen kumları görebiliyoruz. Başlayan veya biten bir şey yok, sadece belli sayıdaki kum tanesi yer değiştiriyor.”

                                          

Trackback URL

  1. 28 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    mehmet doğru söylüyorsun da aynı şey herkeste aynı sonucu vermiyor. mesela;

    “Diğer yazarları bilmem ama benim bazı yazılar için aylarca uğraştığım oluyor. Örneğin “Müslümanların iç hastalıkları” 11 kez yazıldı yayına girmeden önce. En iyi örnekleri bulmak, yeterince derine inmek ama konuyu dağıtmamak, uzun cümleleri, ansiklopedik ifadeleri kırpıp akıcılığı arttırmak…Hepsi vakit alıyor. Sonuç? 19 Mayıs 2007′den beri 11.745 kez okunmuş. Yorumların uzunluğundan ve zengin içeriğinden görülebildiği kadarıyla işaret fişeği dikkati istediğimiz noktaya çekmiş, görevini yapmış.”

    demişsin ya, benim bu sitede yazdığım bazı yazılar (ibn arabi üzerine olan dizi, sinematografi ile tasavvuf ve din ilişkisi üzerine yazdığım yazılar ve en son tasavvuf sinema ilişkisinde rüya yazım) benim tüm ömrümü verdiğim şeyler ama mesela hiç yorum yazılmıyor ve hiç okunmuyorlar…demek ki zamanda pişen her şey değer kazanmayabiliyor, bu da büyük emek veren insanın tüm şevkini alıp götürüyor. mesela bir yönetmen bir başyapıt dizisine büyük emek vermek istemiştim, ilk zamanlarda okunup okunmadığına bkamadan da mümkün mertebe bu emeğimi yazıya dökmeye ve yayımlamaya niyet etmiştim. ama artık içimden o dizide bir yazı yazmak gelmiyor. zira emeğiniz tamamiyle boşa gidiyor. mesela bir sitem gibi olacka ama sondan bir önceki yazım (tasavvuf sinema ilişkisinde rüya ) benim son 15 yılımda düşündüğüm bir konunun üstelik yazmadan önce yaklaşık 1500-2000 sayfalık ve 10-15 kitaptan oluşan okumaları yapma ihtiyacı duyarak yazdığım şeylerdi. üstelik bu şeyleri öyle bir potada eritmek gibi bir “cürete” girdim ki benim için ciddi manada kalan son yazma enerjimi verdiğim bir 13-14 sayfaydı o metin(ve bu yazım bende öyle heyecan yaratmıştı ki önemli bir düşünce dergisinde yayımlanacakken zamanını bekleyemeyip dayanamayıp sitede yayına sürmek istedim. istedim ki insanın heyecanını paylaşan olsun..belki çocukça, belki safça ama bu çocukçalık olmasa zaten yazı yazamaz insan). ama semih kaplanoğlu, sadık yalsızuçanlar, leyla ipekçi ve suzan hanım(ki hepsi emailde aldığı için yazıyı çok doyurucu fikirler ilettiler bana ve benim aradığım şey bu, yazma sebebim de…bana fikir verecek ve o fikri geliştirebilceğim yön göstermek. mesela bu siteden suzan hanımın ciddi katkısı oluyor kendisine teşekkür etmem gerekli) harici bir fikir sarfedip yön gösteren bile olmadı. insan bu kadar emek sarfedip sitede kocaman bir hiçle karşılık görünce açıkçası tüm yazma enerjisi gidiyor. mesela şu sitede oturup provokatif bir yazı yazsam (ki emin olun ki yazabilirim:))) eminim birçok yorum gelecek, en çok okunanlar listelerine girecek…ama hiç böyle şeylere tevessül etmedim. ama emek sarfedilen şeylerde emek sarfeden kişileri bezdirip vazgeçirme konusunda ciddi bir başarı var bu ülkede(ve maalesef bu sitede de bu böyle…mesela suzan hanımın büyük emek sarfedip yazdığı yazılara artık denk gelemiyorum. özlem hanım da benim gibi yazmaktan illallah demiş durumda bildiğim kadarıyla).

  3. Yazan:mer'A-kıl Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    Sn.E.Gülşen,

    ama semih kaplanoğlu, sadık yalsızuçanlar, leyla ipekçi ve suzan hanım(ki hepsi emailde aldığı için yazıyı çok doyurucu fikirler ilettiler bana ve benim aradığım şey bu, yazma sebebim de…

    Müstearımı Leyla İpekçi olarak değiştirsem yazdıklarım sizin için ne kadar anlamlı olurlardı ya da size daha anlamlı görünürler miydi? Bunu,siz müstear ile yazılan yorumları muhatap almadığınızı söylemiş olduğunuz için yazdım.

    Bilgiler bir araya toplanıp yazılırken muhatabı göz önünde bulundurulur ya da bulundurulmaz.Sanırım siz üzerinde düşünüp kafa yorduğunuz konular hakkında okuduğunuz 1500-2000 sayfalık eserden edinmiş olduğunuz bilgileri ancak sizin gibi 1500-2000 sayfalık eser okuması gerçekleştirmiş,konu hakkında kafa yormuş,neye işaret ettiğinizi anlayabilecek kadar donanımlı muhataplarına yazıyorsunuz.Kimse kimsenin muhatabına müdahale edemez ancak şu cümleye kadar;

    insan bu kadar emek sarfedip sitede kocaman bir hiçle karşılık görünce açıkçası tüm yazma enerjisi gidiyor. mesela şu sitede oturup provokatif bir yazı yazsam (ki emin olun ki yazabilirim:))) eminim birçok yorum gelecek, en çok okunanlar listelerine girecek…ama hiç böyle şeylere tevessül etmedim. ama emek sarfedilen şeylerde emek sarfeden kişileri bezdirip vazgeçirme konusunda ciddi bir başarı var bu ülkede(ve maalesef bu sitede de bu böyle…

    Yukarıda çok güzel bir tespitte bulunmuşsunuz; mesela şu sitede oturup provokatif bir yazı yazsam (ki emin olun ki yazabilirim:))) eminim birçok yorum gelecek, en çok okunanlar listelerine girecek…

    Neyi nasıl provoke edeceğini oldukça iyi bilen ama bu yönteme başvurmayansınız ama bu son yazdıklarınız ile bir yorumcu olarak beni provoke ettiniz doğrusu :-)ve itiraf ediyorum bu ilk kez de olmuyor.Yazdıklarınızın karşı yankı oluşturması için “çarpması” gerekiyormuş demek ki!Okuyucunun/izleyicin, nasıl çarpılacağını pek bilemem ama çarpılmanın nasıl bir şey olduğunu ben de sizler gibi yazı/yorum yazanlar sayesinde öğreniyorum.

    Siz bir noktaya vardığına inandığınız tespitlerinizi, üzerine fikir geliştirilsin,yön gösterici olsun diye yazarak DD okuyucuları ile paylaşıyorsunuz!? Ama şikayet ettiğiniz gibi bu site takipçileri(!) her bir yazarın ilgi duyduğu konu hakkında 1500-2000 sayfalık eser okumadığı için fikirsiz, sessiz, tepkisiz kalarak, emek sarf ederek yazan kişileri bezdiriyor olabilirler. Siz, yazılarınızı yukarıda isimlerini verdiğiniz muhataplarının anlayacağı dilden kaleme alıyor olabilirsiniz eğer öyleyse yani anlayan 1 kişi sizin için önemliyse anlaşılamamaktan kaynaklanan sessizliği sitenizin takipçilerinin bezdiriciliğine bağlamayın derim nacizane.

    bana fikir verecek ve o fikri geliştirebilceğim yön göstermek. mesela bu siteden suzan hanımın ciddi katkısı oluyor kendisine teşekkür etmem gerekli) harici bir fikir sarfedip yön gösteren bile olmadı.

    Tüm yazdıklarınızı okuyorum ama ilk kez “Dar Kapıdan Geçmek” başlıklı yazınızda satırları sadece gözlerimle takip etmeyip bir sinema filmi izler gibi gördüklerinizi/düşündüklerinizi birebir görüp izlediğimi düşünüyorum.Sinema bilginizle modernite denilen soyut kavrama bir kitap aracılığı ile gözle görülebilir somut nitelik kazandırmışsınız.” İnsana nefsinin hoşuna gidecek bütün ışıkları sunar modernite.” ; Sizin düşüncelerinizde karşılığını bulmuş anlamını edebiyat üzerinden, sinema dili ile anlatmışsınız. Sn.Enver Gülşen,” Hep sinemayı anlatırken bu kez sinema dili ile
    rüya konusunda yazdığı kısa paragrafı hayata geçirmiş” diye düşünmüştüm; 20.yy başlangıcından itibaren gelişen yeni insanlık durumunun zorunlu bir sanat biçimi, düşüncenin kavramsal değil, imgesel olarak aktarılmasının en güçlü araçlarından birisi olan sinemaya, başlangıcından beri sanata taklit yönünden değil, soyut bir derinleşme ile mecazi bir yöntemle bakan İslam düşüncesinin katkısı büyük olacaktır.

    Müstear ile yazdığım için beni muhatap almayabileceğinizi biliyorum 🙂 Ama yine de yazılarınızı zevkle ve bilgilenerek okumaya devam edeceğim ta ki siz bezdiren yorumcular nedeniyle yazmaktan vazgeçene dek .

  4. Yazan:Mustafa Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    Mehmet Yilmaz bey okumak kültürümüz hakkinda derdini dile getiriyor.
    Aristo derki insan tabii olarak ilime gayret sarfeder. Bircok islam alimleride bu veya benzer sözler söylemisler. Diger yandan insan okumagi “yük” ve “vasita” bilir. Iyi not, belgeler, puan, mass artirimi, meslek kazanmak….ve bunlar vasitasi ile daha iyi hayat ve arzulari tatmin. “Geregi kadar ögrenmek” ile yetinir. Anlamak o kadar önemli degil bilmek ve yaziya gecirebilmek isteniliyor genelde zaten.
    Üstelik büyük sehir hayati insani yorar…aksam eve gelen insan sadece dinlemeyi arzular. Hicbirsey yapmasa dahi gün boyunca sehir de bir kac saat dolassa bile yorulur. Gürültü patirdi, ordan burdan birde terbiyesizlik yasadi ise. O insanda zordur günün geri kalan kisminda huzur bulabilmesi.
    Bir toplum ki sadece güc ile para ile huzuru yakabilecegine inanmis ona ilmin degerini nasil anlatacaksin?
    Bir kitabi okumak hem sahsi hem ictimai bir seydir. Insan yalniz basina okur. Daha güzeli ise beraber okumak. Islam ilimlerinde talebe alim ile beraber kitab okur ve alimden sözlü sekilde izahat da alir. Talebe soru sorabilir.
    Eskiden köy evlerinde özellikle kisin bir saygideger zatin evinde köy halkinin erkekleri bulusur mizrakli ilmihali okurlardi veya gülistan gibi kitablar. Aralarinda ilim ehli zat ibretli menkibelerde anlatir, ahlaki degerlerden anlatir ve Istanbuldan veya serhat diyarlarindan gelen haberlere kulak verirler halifeye ve orduya ve millete dua ederlerdi, cemaat ile namaz kilarlardi.
    Almanyada 18.yüzyildan itibaren “Lesegesellschaft” denilen okuma salonlari veya toplantilari olurmus. Mesela bir köyde ögretmen, memur, gencler, meraklilar toplanirlar kendi aralarinda kitab, gazete ve mecmua degisirler ve beraberde okurlar. Bu okuma cemaatleri Almanya capinda yüzlercesi var imis. Böylece hem universitelerde, okuma cemaatleri ile, masonluk hareketi ile ve medya gücü ile aydinlanma fikirleri memlekete yayiliyor.

  5. Yazan:eg Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    mer’A-kıl,
    aslında müstear isimle hakaret edenlerle problemim var benim, yoksa sizin yorumlarınızı her zaman okumaya çalıştım ve önemsedim.

    bir önceki yorumum bir iç dökmeydi. zira son zamanlarda cidden öyle düşünüyorum. aslında yazılarımı okunsun diye yazmıyorum. bu doğru. ama, yine de arada bir insana bir haller oluyor ve “tamam ben okunsun diye yazmıyorum ama bazıları da okusun be kardeşim” diye düşünebiliyor insan…leyla hanım’ın, semih bey’in ya da sadık yalsızuçanlar’ın yorumları benim için değerlidir; ancak konuyla ilgili çok fazla düşünmemiş insanların “buldukları” çok daha faydalı olabiliyor bazen. bu yüzden yazılarım “profesyonel bilgi”ye değil, kalbe hitap etmelidirler diye düşünüyorum. elbette ikincisi olmuyorsa benim beceri noksanlığımdır kabul ediyorum. ama belki bunun eksikliğini birileri okuyup bildirse ve yol gösterse ne güzel olurdu! bir de hep düşündüğüm birşey var: müslümanların estetik ve sanat sorunlarına olan ilgisizliği…

    ben arçelik’te çalışırken orada uzun çabalarımız sonucu iki arkadaşımla birlikte bir sinema gösterisi yapmak için izin alabilmeyi becermiştik. neyse ilk gösterim geldiğinde – ben bu konularda biraz safım cidden – salon yetmezse biz ayakta seyrederiz canım diye düşünmüştüm. salona bir gittik ki salonda gösterimi düzenleyen 3 kişi ve bir 3 kişi daha:)) neyse bu gösterimlere ısrarla ve üstelik her gösterim öncesi nitelikli bir film tanıtım yazısı , sonrası da film eleştirisi yazısı yazarak ve tüm arçelikle paylaşarak bu devam ettik. sanırım 30’a yakın başyapıt gösterdik. bu filmlerin büüyk çoğunluğu insanların arasalar bulamayacakları filmlerdi (üstelik arçelik video klubunden biliyoruz ki insanlar film izliyorlar da, ama bizim filmler onları nedense – hiç izlemedikleri ve nasıl olduklarını bilmedikleri halde – kesmiyordu). ama en son filmde (pasolini’nin oedipux rex filmi) sadece 3 kişi vardık salonda:)) daimi seyircilerimiz olmuştu (5 kişi kadar) onlar bile gelememişti o son gösterime ve biz de bıraktık. sonuçta çok büyük emek sarfediyor, birşeyler “paylaşmak” istiyorsunuz. üstelik hiçbir şey beklemeden…ama sonunda herkes size nasıl bir dünyada yaşıyor olduğunuzu hatırlatıyor acımasızca….

    sitemim anlaşılıyor mu bilemem ama bu sıralarda da o son gösterim sonrası gibi hissediyorum kendimi:(( muhabbetle.

  6. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    Herkesin ilgi alanı farklıdır.

    Mesela Enver Bey sinema ile çok ilgili. Gerçekten sinema ile ilgilenenler için, çok güzel yazılar yazıyor. Ancak ben de sinemayı sevmeme karşın, Enver Bey ile aynı zevki ve düşünceyi paylaşmıyoruz. Onun beğendiği birçok filmi ben yarısına kadar bile seyretmem. Benim beğendiklerimi de Enver Bey izlenmeye değer bulmaz.

    Emek verilerek yazılan birçok yazı, yazarlarının ilgi alanlarına girdiği için yazılıyor. Bu yüzden özellikle uzun yazılar, aynı ilgi alınını paylaşmayanlarca, başından şöyle bir okuduktan sonra, hatta sırf başlığından sonra bile bir kenara atılabilir.

    Bu özellikle bu siteyi takip edenlerin kültürsüz olduğunu göstermez. Hele kitap okumadıklarını hiç göstermez. Şahsen her ay en az 2-3 kitap okuyorum. Ama muhtemelen buraya yazacağım “Amazonlardaki keşifler”, “Uzaylılar ile MU uygarlığı ilişkisi” , “Bisikletin tarihsel gelişimi” gibi yazılar okunmayacaktır.

  7. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    Bu yazıyı çerçeveletip duvara asmak lazım…
    O kadar çok hayat dersleri veriyor ki, yüreğinize ve gönlünüze sağlık demekten başka söz bulamıyorum…

    Tekrar tekrar teşekkürler…

  8. Yazan:eg Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    hakkı bey,
    sorun ilgi alanı sorunu değil; sorun insanların küçük dünyalarından başka dünyaları görmek istememe sorunu. bir insan çıksa ve mesela sümer tarihi üzerine bir yazı yazsa ve bu yazı oldukça iddialı bir yazı olsa, o anlatmaya çalıştığı konu ilgimi pek çekmese de o yazıyı okumaya ve anlamaya çalışırım. zira mutlaka bana verebileceği şeyler vardır. bakın örnek vereyim…ekonomi üzerine yazılar benim en az ilgimi çeken ve en az önemsediğim yazılar olmasına rağmen, hiçbirisini baştan başlığına bakıp bıraktığım vaki değildir. tam tersi en hazzetmediğim yazıları dahi (sonuçta tezleri bilmek kimseye birşey kaybettirmez) sonuna kadar okumaya çalışırım. benim yapım bu; hiçbir şekilde hayatıma katkı yapma olasılığı olan şeyleri görmezden gelemem. zira bilmediğiniz birşey hakkında fikir belirtmek de manasızdır. mesela film gösterimi yaptığımızda bazı arkadaşlar “sizin filmleriniz entel dantel” diyorlardı. halbuki 30 filmin ve 20’den fazla yönetmeninin hiçbirisi birbirine benzemez, hepsinin yeri ayrıdır. ama bu arkadaşlar bilmedikleri bir konuda inanılmaz şekilde bir “tahsilli cehalet(arçelik arge’deki yüzlerce insanın hepsi türkiye’nin en cafcaflı üniversitelerinden mezundur ama hakim olan cehalet görülmeye değerdi mesela)” göstererek yargıda ve toptanlaştırmada bulunabiliyorlardı. adamın yaptığı şey – her zaman olduğu gibi – görmediği ve bilmediği şeyi reddetmekten ibaretti aslında. öyle olunca o tür şeylerin kendi hayatına yapabileceği katkıdan da mahrum kalıyor insanlar…

    bu arada bir not: örnek olarak sinema yazılarımı verdim ama buradaki yazılarımın az bir kısmı sinema yazısıdır. ben sinemayı asla sadece sinema olarak görüp değerlendirmem. kültür tarihi, sanat tarihi ve estetiği, din, psikoloji, sosyoloji ve elbette siyaset sinema yazılarımda olmazsa olmaz arka planlardır. yani başlığına bakıp bu yazı sinema yazısı demeyin bence:)) zira bir filmi anlattığı iddiasında olan hiçbir yazı yazmadım şimdiye kadar. o filmin açtığı pencereden gördüğüm dünyayı anlattım:))hatta en keskin modernizm eleştirilerimi sinema yazılarımda yaptığımı düşünürüm çoğunlukla…

  9. Yazan:özlem Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    Enver bey ilk yorumunuzu okudum. Aslinda benim de problemim şu sıralar tam da Mehmet bey’in yazdığı konu ile ilgili. Öyle dağınık öyle vakitsiz bir haldeyim ki. Bir çok şey yapmak istiyorum,bir çok angarya gibi gözüken şeye vakit ayırırken birçok da sorumlu olduğum şeyler var. Ama en önemlisi bu dağınıklık içerisinde zihin rahatlığım yok. Yazmak biraz sakin kafa ile kalıp düşünebilmeyi, düşündüğün şeyleri toparlamayı gerektiriyor. Halbuki gündelik hayatın akışı içerisinde sakin bir zaman da bulamıyorum. ya da ben yaratmayı bilmiyorum. Uzun zamandır daha ağır metinleri okumak için zaman kollamaktan bir şey de okuyamaz oldum. Sırf bu yüzden sizin de makalenizi okumayı hep bir sakin zamana erteledim durdum. Ve hala okuyamadım. Değil ki bir şeyler yazmak.
    İşte böyle sanırım mehmet Beyin menusu acayip iştahımı açmasına rağmen ben son zamanlarda fast food’a daldım. Üstelk bazen de yazılanlar hep nafile duygusuna kapılıyorum ben de. O zaman yazmaktansa hadi diyorum yürüyelim arkadaşlar böylesi daha anlamlı…
    Ve evet kendine ait bir oda lazım ama nasıl.:(
    Enver Bey, ben biliyorsunuz ki ya da bilmiyorsunuz tasavvufi meselelere çok uzağım. Ama ilk fırsatta yazınızı okuyacak eğer zihnimde bir şeyler oluşursa paylaşacağım.
    Selamlarımla.

  10. Yazan:Levent Cetin Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    Turkiye’yi sevmem, Turkiye icin savasta kendimi heba etmem icin yeterli bir sebep degil.
    Yazilari uzun buluyorum demek aslinda, “anlatmak istediginiz konuyu cok daha kisa sekilde anlatabilirdiniz” demey gelir genelde. Iki ornek vermek yerine bes ornek vermek gibi.
    Yazar soyledigi her seyin onemli oldugunu dusunuyor olabilir. Diger yandan insanlarin da bir makaleyi, okurken bir takim beklentileri var. Isin psikolojik boyutu da var. Insanlara nasil kesintisiz 3 saat boyunca ders veremezseniz, bir yerden sonra da upuzun yazinizi okumazlar. Onun yerine yaziyi bir kac seferde yayinlanacak bir dizi halinde vermek olumlu etki yaratabilir.
    Iki taraf da karsisindakinden degisim beklerse, degisim olur mu?
    Yaziniz uzun diye direkt lafa girenler aslinda kaba bir dil kullaniyorlar. Ama ne demisler “musteri daima haklidir”.

  11. Yazan:cb Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    sitemim anlaşılıyor mu bilemem ama bu sıralarda da o son gösterim sonrası gibi hissediyorum kendimi:(( muhabbetle.

    ‘Haklı siteminiz’ anlaşılıyor,haklı olmanız aslında sitem olmadığınında kanıtı gibi.Tabii Enver bey insan bazen haklı olmak değil de mutlu olmak istiyor.Siz özel bir yazarsınız ve ‘yazılarınız’ nedeniyle o mutluluğu yaşıyor olmanız gerekir çünkü kalite konusunda bariz bir fark ile oraya oturuyorsunuz,selamlar

  12. Yazan:cb Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    Mehmet bey,

    bir çok yazınızı beğenmiştim ama sanırım bu ‘hit’ oldu,bir de bariz ‘ duygu’ ile yazılmış,o nedenle daha bir etkili,ne diyelim ya sabır…

  13. Yazan:eg Tarih: Haz 26, 2009 | Reply

    “‘Haklı siteminiz’ anlaşılıyor,haklı olmanız aslında sitem olmadığınında kanıtı gibi.Tabii Enver bey insan bazen haklı olmak değil de mutlu olmak istiyor.Siz özel bir yazarsınız ve ‘yazılarınız’ nedeniyle o mutluluğu yaşıyor olmanız gerekir çünkü kalite konusunda bariz bir fark ile oraya oturuyorsunuz”

    cemile hanım öncelikle estagfürullah diyeyim. kendimi yazar olarak görmüyırum ki iyi bir yazar olarak göreyim…

    sizin yorumunuz aklıma stalker filminden bir sahne getirdi. “yazar” ilhamı kaçtığı için bölge’de en derin isteği olan iyi yazar olmayı talep edecektir. ama sonra bir yerde içindekileri döker yazar. der ki, “diyelim ki isteğim gerçekleşti ve çok iyi bir yazar, hatta dahi olan bir yazar oldum. dahi bir yazar olduğumu öğrenirsem niye yazayım ki?” sözler tam böyle değil ama aşağı yukarı böyledir. bence yazmak bir tür yakarış…Allah’tan sizde olmayan şeyleri talep etmenin bir şekli. bir dua…yani bir insan iyi yazdığının farkına vardığı an bence bir daha hiçbir şey yazamaz. ingeborg bachmann (inanılmaz severim onun şiirlerini, öykülerini ve malina adlı romanını)bir zamanlar “ne zamanki şiir yazabileceğimi ‘düşündüm’, şiir yazmayı bıraktım demişti. bence de böyle. bir insan iyi bir yazar olduğunu, iyi yazdığını düşündüğü an, zaten ebedi olarak yazabilme yeteneğini yitirmiş demektir. hala yazıyorsa, isminin getirdiği ranttan kazanç sağlamak için yazıyordur sadece…neyse cemile hanım, yazdıklarınız böyle şeyleri hatırlattı bana da paylaşayım dedim:) tekrar teşekkürler yorumunuz için…

  14. Yazan:MY Tarih: Haz 27, 2009 | Reply

    Cemila Hanim Selamlar,

    Görüldügü gibi MY bile duygulanabiliyormus 🙂
    derin duygu projesinin temelleri saglam.

    Enver Kardesim,

    Filmin Senaristi ve Yönetmeni bize hangi rolü biçtiyse onu en iyi oynamak durumundayiz. Bitkin bir yazar olmamiz gerekiyorsa en iyi bitkin yazar biz olalim.

    Bizim özgürlügümüz (haliyle sorumluluklarimiz) işte bu elimizde olan ve olmayanı ayırt etme noktasinda baslar ve biter.

    Yoksa stoaci Epiktetos Müslüman miydi?

  15. Yazan:MY Tarih: Haz 27, 2009 | Reply

    Özlem Hanim Merhaba,

    Fast Food tehlikesine karsi kisacik ama içi dolu tursucuk bir yazi:

    Dürüst Medya olur mu?
    http://www.derindusunce.org/2008/11/13/durust-medya-olur-mu/

    Reklâmlari izlediniz, bilgisayarinizi kapatip normal bir mesgaleye dönebilirsiniz :))

  16. Yazan:mer'A-kıl Tarih: Haz 27, 2009 | Reply

    Sn.E.Gülşen,

    sitemim anlaşılıyor mu bilemem ama bu sıralarda da o son gösterim sonrası gibi hissediyorum kendimi:((

    Anlaşılıyor hem de çok 🙂 Siz “..o tür şeylerin kendi hayatına yapabileceği katkıdan da mahrum kalmasınlar diye görmediği ve bilmediği şeyi reddetmekte olan tahsilli cahillere düzenlediğiniz film gösterimleri ile yanan bir mum takdim etmeye gayret etmişsiniz ki bu hep düşündüğünüz “müslümanların estetik ve sanat sorunlarına olan ilgisizliği” sorunundan da öte anlaşılabilir bir kaygı

    “Başımıza gelen belaların rüzgarı çok sert esmede , ömrümüzün mumu ise sönmek üzere; çabuk olalım, çabuk davranalık da ömrümüzün mumundan başka bir mum uyandıralım. O iki mumdan birini rüzgar söndürürse bari öteki mumla devam edelim. Biz de hayatın sırrına eren arif gibi yapalım: Arif bu noksan ve hatalarla dolu beden mumundan , beden gibi kör bir kandilden kurtulmak için gönül kandilini uyandırır. Biz de öyle yapalım da günün birinde bu kandil ansızın sönerse, onun yerine can kandili koyalım,can kandilini uyandıralım.” (Mesnevi’den)

    ” Arzular ve istekler girdabına kapılmış insan , bu yatay alandaki arayışının bedelini çok ağır öder. Eğer dikey boyutuyla temas edemezse farkına varmadan nefs katlarında bir iniş başlar. Bu iniş beraberinde karanlık ve ontolojik daralma duygusunu getirir. Kaygı ve öfke artar. İnsan kendi kendisini hapsetmiş olur. Bu anlatılanlar tüm büyük dinlerin insanlığa tebliğ ettiği genel ilkelerdir. Önerilen çözümler de aynıdır aslında. İnsanlar alan varoluş konumundan ,veren varoluş konumuna geçmeye teşvik edilirler. Bu suretle inişin biteceği, yükselişin başlayacağı müjdelenir. “

    Kitap sanırım uzun yıllar ,içime sıkıntı geldiğinde, kaygı duyuğumda tekrar tekrar okuyacağım bir başucu kitabı haline gelecek. Şimdiden içimde yaratmaya başladığı sükunet ve huzur hissini düşününce…

    Anlama gayretim esnasında tekrar okuduğum lezzeti damağımda kalmış olan bu yazınızdan kısa bir alıntı yapayım istedim.

    Gönül hokkasına daldırdığınız kaleminizin muhabbet mürekkebi her daim bol olur olur inşallah :-)Bencilim ne yapayım!

  17. Yazan:eg Tarih: Haz 27, 2009 | Reply

    “Enver Kardesim,

    Filmin Senaristi ve Yönetmeni bize hangi rolü biçtiyse onu en iyi oynamak durumundayiz. Bitkin bir yazar olmamiz gerekiyorsa en iyi bitkin yazar biz olalim.

    Bizim özgürlügümüz (haliyle sorumluluklarimiz) işte bu elimizde olan ve olmayanı ayırt etme noktasinda baslar ve biter.

    Yoksa stoaci Epiktetos Müslüman miydi?”

    :)) hiçbir şey anlamadım dersem…epiktetos’un müslüman olmamasıyla konumuz arasındaki ilgiyi ayrıca çözemedim:))

  18. Yazan:MY Tarih: Haz 27, 2009 | Reply

    “hiçbir şey anlamadım dersem”

    artik bu konuda bir seyler yazmak sart oldu 🙂

  19. Yazan:cb Tarih: Haz 27, 2009 | Reply

    Enver bey,

    cemile hanım öncelikle estagfürullah diyeyim. kendimi yazar olarak görmüyırum ki iyi bir yazar olarak göreyim…

    ardından;

    sizin yorumunuz aklıma stalker filminden bir sahne getirdi.

    Siz yine ben yazar değilim deyip durun,görünen köy tarif istemiyor.Unutmadan bugün arkadaşlarla genel olarak DD üzerine konuştuk,kulaklarınızı çınlattık ben de bu konudan bahsettim bir arkadaşım şöyle dedi;’Enver Gülşen’in yorumları çoğu kez makale gibi’ yani belki yorumlarınız okumaktan yazılara fırsat gelmiyor olabilir :))

    Mehmey bey,

    sağolun bana ÖZ-DD açtırma derdinden kurtardık desenize 🙂

  20. Yazan:suzannur Tarih: Haz 27, 2009 | Reply

    Her yazının hitap ettiği kitle mutlaka vardır, bu bizim ülkemizde dahi olsa.
    Canetti’nin Körleşme’sine başladım ve orada çevirmenin dikkati çektiği bazı noktalar var. ilk çevirisi 1981 yılında yapılmış Körleşme’nin ve dördüncü baskı sonunda toplam basım 17000 (!)
    Türk okuru için trajik bir durum.Hele ki yazarın bu eseri çevirmek için harcadığı 7 yılı ve yazarın bu kitabı yazmak için harcadığı zaman dilimi de hesaba katarsa gerisini siz düşünün. Dünyanın en önemli yapıtlarından biri ve yaklaşık 30 yılda 17000 kişi okumuş.
    Ne demeli?!
    Şimdi sayın Enver Bey yazdıklarım yeterli ilgi görmüyor diye kızıyor. Yukardaki örneğe bakarak kendisine ders çıkarmalı.
    ikincisi yazdıkları hakikaten ağır, tek okumayla sindirilecek şeyler değil, yani herkese hitap etmiyor. üstdil kullanıyor ve terminolojiye uzak olan okurun anlayabileceği yazılar değil.Bunun için yazdıklarını da okurları da çok suçlamamalı.
    Kitap okuma işine gelince günah çıkartacak olursam kimi dönemler kitapsız anım geçmez kimi dönemlerse elime bile almam, alamam. Daha hafif şeyler okumam gerekir bu dönemlerde ama bunları okumadığım için dostlarımla arama mesafe koyar ve onları özlerim, sonra yeniden başlar ilişkimiz. Uzakta ve onları/ditaplarımı özlerken suçluluk duysam da inatla uzak dururum. dönemleri vardır bence okurun. Dolar, dolar, paylaşmak ister… Sonra köşesine çekilir. Şu zamanda şu kadar kitap okuyacaksın ey okur! gibi ifadeleri de çok sevmem bu yüzden Sayın editör(!) Kitapla okurun ilişkisini öyle nicel ölçütlerle sınırlandırıp kalıpinsan yaratmaya çalışan geleneksel yöntemlerin karşısında dururken, şöyle şu olunur’u dayatmamak lazım.
    Şimdi ben bunları okuyan kişiler için yazmadım denilecek ve açıklaması da gelecek, lakin bu yazıyı da (üstteki) okuyup eleştiri yapan da zaten yine kitap dostu olacağı için ben onlar adına cevap veriyorum.
    Neyse efendim, muhabbetle.

  21. Yazan:MY Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    “öyle nicel ölçütlerle sınırlandırıp kalıpinsan yaratmaya çalışan geleneksel yöntemlerin karşısında dururken, şöyle şu olunur’u dayatmamak lazım.”

    evet, kimi okurlardan da sitem geldi, “ben raptiyeler ve mutfak tabureleri ile ilgileniyorum, o konularda kitap okuyorum” gibi…

    so what? watan için öldügünü sanarak intihar eden adamin çeliskisine nasil bir isik tutar bu durum?

    dostlarina zaman ayiran için dostlar anlamlidir, kitaplara zaman ayiran için kitaplar, vatan için zaman ayirabilen için de vatani anlamlidir.

    tektiplestirme degil Suzannur Haniiim, arkeoloji yapiyoz arkeoloji :))

  22. Yazan:eg Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    “Şimdi sayın Enver Bey yazdıklarım yeterli ilgi görmüyor diye kızıyor. Yukardaki örneğe bakarak kendisine ders çıkarmalı.”

    :))suzan hanım beni bir tek siz anladınız, siz de yanlış anladınız:))
    şaka bir yana sözünü ettiğim kendi yazdıklarım değildi doğrusu. ben nicelik ile nitelik arasında kurulan bağlara bir reddiyede bulundum sadece. doğrusu yazılarım okunuyor mu, okunuyorsa ne kadar okunuyor sorusu mehmet’in bu tür yazıları(ve aradaki rating göstergeleri:)) olmasa aklıma bile gelmezdi. ama mehmet’in orada yazdığı kısa bir paragraf beni provoke etti:) zira düşündüm ki “ben de büyük emek sarf ettim, ama çok emek sarf ettiklerim değil de daha az emek sarf ettiklerim okunuyor veya daha çok yorumlanıyorsa, demek ki emek veya zamanla, okunma arasında ya da daha doğru tabiri ile ‘karşılık görme’ arasında bir bağ olmamalı” diye düşündüm ve bunu sadece kendi yazılarım arasında bir karşılaştırma yaparak yaptım. yoksa burada kimseye sen iyi yazıyorsun, sen kötü yazıyorsun demek gibi bir densizlikte bulunamam(elbette favori yazarlarım var, daha az beğendiklerim var). ama kendi yazdığım yazıların arasında bile böyle bir durum gözüme çarpıyor ve bu mehmet’in o paragrafta söylediğinin tersi bir durum arzediyorsa demek ki o paragraf doğru olmayabilir demek istemiştim. yoksa inanın bana benim için yazmak okunma isteğinin bir sonucu değil. yazdıklarım okunuyorsa sevinirim bu ayrı. ama okunmuyorsa da kendimi yerden yere vuracak halim yok:)benim yazma eylemim bir duadır..daha önce de söylemiştim, bu dua bendeki güzellikleri ortaya çıkarması için Allah’a edilen bir yakarıştan başka birşey değil…gerçi dua etmeye de gücüm kalmadı artık ama belki yeniden kazanırım o gücü kim bilir…ne de olsa benim ayım Ramazan yaklaşıyor:))

    ana fikir olarak şunu söyleyebilirim: bu dünyada (ve bu ülkede belki daha da fazla)pop-corn kültürü var. herşey çabuk tüketilmek isteniyor (ki bu noktada mehmet bunu çok güzel tespit etmiş bence)…üstelik anlamaya, okumaya çaba da sarfedilmeden sadece haplar şeklinde alınan bilgilerle oluşturulan bir pop-korn kültür (yorum yazan çoğu kişi wikipedia’dan alıntı yapıyor..bu, popcornun bir tür tezahürüdür bence…wikipedia, ekşi sözlük gibi yerler de pop-corn hapların bulunduğu eczaneler) . o yüzden o sinema gösterimi örneğini verdim. zira hepsi okumuş etmiş çocuklar olan o kadar insanın, hiç bilmedikleri konu hakkında çok şey bilir gibi yapıp reddiye döşemeleri benim için tahsilli cehaletin en derin ve manidar örneklerinden birisiydi cidden. tahsilli cehalet ile sokaktaki sıradna insan cehaleti arasındaki fark bu. sıradan insanda tahsilli cehaletin, görmeden-bilmeden-anlamaya çalışmadan yaptığı reddiye yok. bu yüzden tahsilli cahillerde umut yokken, ümmilerde hala umut var bence:))

    bir şey daha söylemeden edemeyeceğim…bu ülkede cosmopolitan, esquire gibi “şebekler için” dergilerle, mesela doğu batı, birikim, islamiyat, felsefe-logos, tasavvuf gibi dergilerin satış rakamlarına bile bakmak yeterli. yani hakikaten emek-zaman harcama ile onun karşılığını görmek arasında bir koşutluk görülmüyor bence. bence mehmet’in alıntıladığım o paragrafı yazının tümünün ana fikri ile bir tezat oluşturmuş gibi…bilmem mehmet ne der:))

  23. Yazan:suzannur Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    ok güldüm, çokkkk…
    fazla kazınca antikiteye çarpıyor insan, Epiktetos’a da bu kazılar esnasında çarptınız sanırım :))))
    Bizim Epiktetos diyor ki, yemek yemekle mutlu olunsaydı çayırdaki inekleri mutlu saymamız gerekirdi(bu cümlesine hep bayılmışımdır). lakin çayırda mutlu çok inek var,hatta onlara özenenler de. Hemen aklıma Şeyhi’nin harnamesi geldi, inekliğe özenen eşek,kulağından ve boynuzundan olan.
    so?
    Herkes o eşek kadar hatalarından ders almıyor.
    so?
    Bazılarında kitap okumakla da eşeklik gitmiyor :))

  24. Yazan:MY Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    Esekler ve ineklere gelince… bir hocamdan duydugum su sözü yazayim: “Tahsil cahilligi götürür, eseklik bâkîdir!”

    Kazik kadar olmus ordinaryus profesörlere bak, evleri kitapla doludur, evrensel kültürü(!), operayi, baleyi, 3-5 tane bati dilini bilirler de Kürtçe yasagina karsi çikmak akillarina gelmez.

    Basörtüsü? hiç bahsetmeyelim!

    çünkü heriflerde zekâ var ama akil yok.

    Ama cahil(!) bir insan çikip “ALLAH onlari Kürt yaratmis, vardir bir hikmeti, rahat birakin Kürtleri” diyebilirdi degil mi?

    evet, okumakla olmuyor ama okumadan da VATAN HiZMETi olmuyor :))

  25. Yazan:zafer Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    aaa olmadı şimdi… eşşeklere hayatta laf söyletmem… benim bulunduğum ortamda kimse eşşeklere laf edemez::)))… hiç bir konuyu uzatmam ama eşşeklere laf edilince bacadan girer yine eşşekleri savunurum…

    uzatmayayım, insan olacağıma eşşek olaydım diyen biriyim… ne suçu var gariban eşşeğin yaw… ukalalık yapmaz… dedikodu yapmaz… çocukları öldürmez… kimsenin hayatına yaşantısına inancına burnunu sokmaz… siz bir şey yapmazsanız durduk yerden tepmez bile…

    lütfen eşşeklere laf etmeyelim…

    “TAHSİL CAHİLLİĞİ GÖTÜRÜR AMA İNSANLIK BAKİDİR” diyelim lütfen… bu kadar cefakar ve vefalı hayvancığa hakaret edip durmayalım insanlarla kıyaslamayalım…

  26. Yazan:zafer Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    eşşekler kadir kıymet bilir… emeğe saygıları vardır… emek sarfedilerek hazır yazılmış yazıyı okumayan insanlardır…

    bu millet okumaz… proflar da okumaz… ayıp olmasın diye kitap alıp koyarlar oraya… evde kitap olsun diye… bu arada ordinaryus luk çoktan kalktı sayın yılmaz… 30 senedir yok… yaşayan varsa eğer bir kaç tane onlar iyidirler… ama profların çoğu okumaz…

  27. Yazan:suzannur Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    Enver Bey,
    Ben sizi yanlış anlamışım (!) ama siz benim ne demek istediğimi doğru anlamışsınız.Canetti gibi bir başyazar dahi bu ülkede az okunuyorsa, emek ve karşılık her zaman paralel değil anlamına gelir.
    Kendi yazdıklarınıza yüklediğiniz anlam -dua- her ne kadar okunmasa da önemli değil deseniz de önemli. Dua duyulması ve duyulana icabet edilmesi istenen bir edim. Ve bence okunmak yaradılışa ait bir olgu. Var olma göstergesi. Bunu yadsımamalı. ben okunmak isterim. Onca göz nuru, onca saat, once çile. Kitapların defaatle gözden geçirilmesi, analizler yapma, tez ve antitezleri birleştirme, sentez potasında eleştiriye tabii tutma. Elbette okunmak için yazıyoruz.
    Ancak okur kitlesi konusunda sizin hedef kitleniz popcorn kültürün çok üstünde. ikinci olarak size verdiğim dere bakınız :)))
    Duadan vazgeçmeyiniz, unutmayın, az da olsa devamlı yapılan ibadet faydalıdır.
    Muhabbetle.

  28. Yazan:zafer Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    yazıların çok okunması yada çok yorum alması ki buna bence yazılan yazı üzerinde uzun uzun tartışmalar yapılması olarak bakmak daha doğru, önemli değil…

    sitenin mutlaka bir sayacı vardır… kaç kişi okumuş gibi… burada öyle bir yazarsınız ki aylarca tartışılır ama yazı boş olabilir… öyle bir yazarsınız ki 3-5 kişi okur yada belki 200 kişi okur ama 2 yorum alır!!!

    yorumlara bakarsanız yanılırsınız…

    önemli olan yazının içeriğidir… icabında 1 kişi okur ama “o doğru kişidir” o zaman yazar amacına ulaşmış demektir… o bir kişi faydasını görür… alıntılar yapar… yeni görüşler ortaya çıkar vs vs vs…

    ben her yazıyı okurum mesela ama enver beyin ve özlem hanımın yazılarını çok daha farklı okurum… belki çoğu fikre katılmasam bile o kişiler ve yazıları benim için değerlidir…

  29. Yazan:Levent Cetin Tarih: Haz 28, 2009 | Reply

    Bu vatanseverlik anektodu Temel’in akvaryum fikrasi gibi olmus. Akvaryumu varsa psikolojisini cozecek….
    – Vatanin icin olur musun?
    – Olmem.
    – O zaman sen …..

  1. 2 Trackback(s)

  2. Tem 7, 2009: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce
  3. Ara 27, 2009: Ben de yazmak istiyorum ama… : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin