RSS Feed for This Post

Yaşama çıplak gözle bakarken

20080404_yasama_bak.jpgParis’e 40 dakika mesafedeki Cergy-St Christophe kasabasında güneş yeni yükseliyordu. Bir bahar günüydü. Her perşembe olduğu gibi mahalle esnafı tatlı bir telaş içindeydi. Mahalle pazarına hazırlık yapıyorlardı.

Aylardır bu kasabada yaşıyordum ama ilk defa ekmek fırınında gördüm o kadını. Beyaz tenli, sarı saçlı, açık mavi gözlüydü. Yaşlı kadınların ev işi yaparken giydikleri türden, küçük mavi-beyaz çiçeklerle bezeli entari çelimsiz bedeninde adeta bir masa örtüsü gibi duruyordu. Ayağında ekose desenli erkek terlikleri vardı.

Gözleri morarmış, yüzündeki sıyrıklarından sızan kan henüz kurumuştu. Bir trafik kazasından kurtulmuş gibiydi. Satıcı kız “Aman tanrım! Ne oldu size böyle?” dedi.

Kadın utangaç bir ses tonuyla cevap verdi:

  • – Merdivenden düştüm bu sabah!
  • – Ah! Gene mi? Bu hafta bu kaçıncı?

Bu kez satıcı kızın endişesi yapmacık, ses tonu alaycıydı. Kadın utançla başını önüne eğdi. Elindeki beyaz renkli süpermarket torbasını bedeninin arkasına saklamaya çalıştı. Dolu şişelerin kısa ve tok şıngırtısı duyuldu.

4 şarap şişesini taşıyabilecek kadar sağlam mıydı bu incecik torba? Kesin olan bir şey vardı: Sonradan adının Isabelle olduğunu öğrendiğim bu genç kadın üç yıldır katlandığı koca dayağına bir üç yıl daha dayanacak durumda değildi.

Yıllar su gibi geçip gitti. Diplomamı aldığım yılın eylül ayında Isabelle’in cansız bedeni bir cenaze arabasıyla kasabamızı terk etti. Alkolik kocası hapishaneye, uğruna beş buçuk yıl işkenceye katlandığı kızı da bir yetimhaneye gönderildi.

*    *    *

Rakı şişesi ve anason kokusu çocukluğumda gittiğimiz Caddebostan Maksim gazinosunu hatırlatır bana. Neşe Karaböcek’in şarkıları, mezelerle dolu masalar, şakalar, fıkralar… şarap için aynı şeyi söyleyemem. Ne zaman bir şarap şişesi görsem Isabelle’i ilk defa gördüğüm o gün gelir aklıma.

İnsan kendine “anlattığı” hayatı, o hayatın içini dolduran cisimler ve kavramlar ile anlamlandırıyor. Anlam ise bu derinliği geçmişte ve gelecekte buluyor. Bana bir dramı hatırlatan şarap şişesi bir barmen veya Paşabahçe Cam Fabrikası’nda çalışan kimya mühendisi için bambaşka anlamlar temsil ediyor.

Aslında bu geçmiş ve gelecek algısı bir şekilde sınırlıyor varlıkları. Nasıl boş beyaz bir kâğıttaki kare ve üçgenleri algılayamazsa insan, zaman içinde sınırları belirlenmemiş varlıkları da algılayamıyor. Nasıl sıcağın soğuğa, sertin yumuşağa ihtiyacı varsa varlıkların da birer EL-EVVEL ve EL-ÂHİR tecellisi ile sınırlandırılmaları gerekiyor sanki.

Hz. Mevlânâ bu konuda bir ipucu veriyor insanlara:

“Düzgünlük, sağlamlık kırılmaktadır! Murad muradsızlıkta, varlık yokluktadır! Her şey bunlara benzer; öbür zıtlar ve eşler de bunlar gibidir!” (Mesnevî, Cild II, Beyit 2341)

Mevlânâ insan zekâsının kavrayabildiği türden bir varlığın ancak zıtlıklar sayesinde varolabileceğine işaret ediyor kısaca. Takip eden beyitlerde ise daha açık bir şekilde yaşama anlam veren yegâne şeyin onun zıddı yani ölüm olduğunu anlatıyor:

Terzi elbise yapacağı kumaşı parça parça keser. ‘Neden kesiyorsun?’ diye bir kimse terziye çıkışabilir mi? ‘Bu kıymetli atlası neden parçaladın? Ben parçalanmış kumaşı ne yapayım?’ der mi? Her eski binayı yeniden yapabilmek için önce onu yıkarlar!Böylece dülgerin de, demircinin de, kasabın da işi yapmaktan evvel yıkmaktır! […]Buğday değirmende öğütülüp ezilmeseydi, nasıl ekmek olurdu da sofralarımızı süslerdi?”

Ölümün görünen yıkıcılığı belki de gizli bir inşaatın sürmesi, meselâ buğdayda saklı olan ekmeğin ortaya çıkışı için gerekli. şayet bu doğru ise bir EZ-ZÂHİR ve EL-BÂTIN tecellisi ile karşı karşıyayız demektir. Böylesi iç içe geçmiş, zor durumların altından Mevlânâ’dan başka kim kalkabilirdi?

Hayata dair büyüme, gelişme, bedeni inşa etme algısı ile onun zıddı ölümün “yıkıcılığı” kanaatimce kültürler üstü, evrensel bir algı. Meselâ batı dillerinde yemek yeme, yemeğin vücuda dahil edilmesi için “restauration – se restaurer” veya “incorporation – incorporer” gibi kelimeler bu algıyı işaret etmiyor mu?

Kur’an’da geçen Üzeyir (a.s.)’ın çürümüş eşeğinin parçalarının tekrar toplanması ve dirilmesi (Bakara 258-259) Mesnevî’de anlatılırken bir “yamama sanatı” benzetmesi kullanılıyor. Tasavvufî kaynaklarda yeme-içmenin paramparça bir hırkaya yama yapmaya benzetilmesi zaten istisna değil.

Eski Yunanca İncil örneklerinde geçen ανάστασις (anastasis) kelimesi ise Katoliklerce yazılan kitaplarda “réincarnation” (yeniden ete bürünme – Latince carne = et) olarak tercüme ediliyor. Oysa Yunanca’da yükselme/yeniden yükselme anlamına gelen bu kelimeyi en azından “résurrection” olarak çevirmek gerekmez miydi?

Hz İsa’nın manevî dirilişine işaret etmiş olabilecek bir kelimenin ısrarla ete bürünme olarak tercüme edilmesine bakışım elbette Müslüman bir perspektiften. Ancak Yohanna İncili’nin birinci kitabında da fiziksel/bedensel değil Miraç benzeri, manevî bir yükselişten bahsedildiğini iddia eden birçok Hristiyan olmuş ilk başlarda. Papa o kadar rahatsız olmuş ki bu yorum Vatikan tarafından küfür olarak ilân edilmiş. (Daha fazla bilgi için gnostik İncillere bakılabilir)

Elbette 21inci yüzyılın “modern” insanları için adına ölüm dediğimiz “korkunç” şeyin hayatı anlamlandırabileceğini kavramak kolay değil. Modern toplumlar toplumsal başarılarını ölçerken ölümü dolaylı veya dolaysız bir ölçüt olarak kullanıyorlar:

  • 1) Ortalama yaşam süresi,
  • 2) Bebek ve anne ölümleri,
  • 3) Aşıyla önlenebilecek hastalıklardan ölenler,
  • 4) Trafik kazaları,
  • 5) İntihar oranları.

Özellikle batı şehirlerinde mezarların etrafı yüksek duvarlarla çevriliyor. Mezarlığa bakan evlerin kiraları daha düşük. Biz de Şişli mezarlığının girişine yazılan “Bütün nefisler bir gün ölümü tadar” ibaresi tepki almıştı yanlış hatırlamıyorsam.

Modern yaşamın amacı gitgide ölümden kaçış olmaya başladı sanki. “Ömrü uzatan” ilaçlara, 100 yaşından fazla yaşayan insanlara medyada gösterilen ilgi de bunu işaret ediyor.

Bu noktada bir yanlış anlamayı önlemek için şunun altını çizmek isterim:

“Madem öleceğiz o halde hayatı yaşayalım, sınırlı zamanı iyi kullanalım” türünden fikirleri kasdetmiyorum “hayatın anlamını ölüm verir” derken. Modern insanın ölümle ilgili temel yanılgısı ölümü hayatın sonunda olan bir olay, noktasal bir kerteriz gibi algılaması belki de. Oysa hidrojen ve oksijen moleküllerini kullanarak bir ırmağı tarif etmek ne kadar zorsa hayatı veya ölümü soyutlayarak “yaşam ırmağını” anlamlandırmak o denli zor.

Öyle zannediyorum ki insan nefsinin etkisiyle bu imkânsız ayrıştırmayı yapmaya çalıştığında kendi fıtratına ve hayatın doğasına karşı mücadele vermekten dolayı ifrada ve tefride haliyle mutsuzluğa düşüyor.

Şark ve batı kültürü etkisinde sık sık ceyranda kalan insanlar kâh biyolojik ölüme kâh hayatın sadece zevklerine sımsıkı sarılma biçiminde bir dengesizlik sergiliyorlar :

  • 1) Ölürüm senin için!
  • 2) Ölümüne seviyorum,
  • 3) Seni sevmeyen ölsün,
  • 4) Ya istiklâl ya ölüm,
  • 5) Ölümsüz liderimizin 50ci ölüm yıldönümünde…
  • 6) Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır…

Veya ikinci durum için:

  • 1) Hayatı yaşa,
  • 2) Daha fazlasını iste,
  • 3) En iyisine layıksın,
  • 4) Gününü yaşa, yarını düşünme!

Batıda çok çirkin bir biçimde tasvir edilen, eli tırpanlı “ölüm meleği” ve korku filmlerinde mezardan çıkan yarı çürümüş cesetler de bu kutuplaşmaya katkıda bulunuyor.

20080404_mort.jpg

 Bir tür fantezi ile karşı karşıyayız aslında. İnsanlar bir cisme veya kavrama hak ettiğinden daha fazla önem atfederek akıllarını yanıltıyorlar. Kadın ayakkabısından tahrik olan fetişistlere veya kartal tüyünde, ayı pençesinde gizli güçler arayanlara benziyorlar.

Varlığın bileşenlerini birbirinden ayırıp kimyasını bozmanın ötesinde tariflerini de değiştiriyor bu tutum:

Hayat = Biyolojik hayat, zevk ve tatmin.

Ölüm = biyolojik ölüm, bir çukurda böcekler tarafından yenmeyi bekleme.

Gerçek anlamları içlerinden boşaltılmış kelimeler ile düşünen, hayatı kendine “anlatan” insan neye üzülüp neye sevineceğini bilemiyor. Mutluluğun yerini tatmin alıyor. EL-MUHYÎ ve EL-MÜMÎT nurunun yansıdığı yerde EN-NÂFİ’ ve ED-DÂRR tecellilerini arıyor sanki.

20080404_yasama_bak2.gif

Nabzımızın kaç defa atacağı, akciğerimizi kaç defa doldurup boşaltacağımız belli. İnsan ana rahmine düştüğü anda dönmeye başlayan bir sayaç bir tür kum saati gibi işliyor. Üst tarafını değil ama aşağı düşen kumları görebiliyoruz. Başlayan veya biten bir şey yok, sadece belli sayıdaki kum tanesi yer değiştiriyor.

şöyle bir düzeltme yaparak bu yazıyı bitirelim: “Ölene kadar hayatı yaşıyoruz” yerine H2O formülünde olduğu gibi “Hayat-Ölüm denen bir şey yaşıyoruz” diyelim.

 

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 10 Yorum

  2. Yazan:Cüneyt Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    Güzel bir yazi olmus, özellikle dogu-bati kültüründeki ölüm algilamasi noktasi gercekten ilgi cekici. Bu baglamda mezarlik kültürü de ilgi cekici bir arastirma konusu olabilir. Bati’da mezarliklarin cevresi yüksek duvarlarla cevriliyor ama hep bakimli, hep güzeller. Bizde izbe olur mezarliklar. Bu eskiden de böyleymis, simdi de büyük ölcüde böyle. Bu da bence bir nebze bati kültüründe hayat-ölüm arasindaki keskin cizgiyi ifâde ediyor, doguda ölüm “ölüm” olarak degil de “âhiret” olarak görüldügünden olsa gerek, batidaki gibi ölenlerin ardindan mezarlarini her Pazar gidip temizleme, aglama vb. bir anlayis yerlesmemis, diye düsünüyorum.

    Yahya Kemal’in cok hosuma giden bir beyti:

    Ölmek degildir ömrümüzün en fecî isi,
    Müskül budur ki ölmeden evvel ölür kisi.

  3. Yazan:Cüneyt Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    ^+^

  4. Yazan:arif Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    Ölmeden önce ölünüz…
    Yahya Kemal’in dizeleri de bu kutlu hadisten mülhem…İnsanlar yaşarken uykudadır, ölünce uyanırlar…Bu hallerin sözle anlatılması çok zor olduğundan, anlayamıyor ve saçma sözler diye geçiyoruz. Yada kutsallığına atfen, saygısızlık yapmadan, içselleştirme imkanına sahip olamıyoruz. İlmen bunu algılama kapasitesine sahip değiliz. Keşif ehli bunları anlatıyor ve inanan inanıyor…İnanmayan ölünce anlıyor. Ölmeden anlamanın faydası ne denirse? Önlem alma şansı sağlıyor insana o kadar! İpek elbisyi, çalıya takmama itinasıyla sakınma önlemi. Kalp kırmama mesela…
    Mehmet beyin eline sağlık…

  5. Yazan:T.Suat Demren Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    Eline, yüreğine sağlık..

  6. Yazan:dogus Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    Olum zaten olacak bir sey: Hakkinda daha fazla beyin hucresi harcamaya gerek yok. Ayrica surekli olumu dusunmenin zitti “zevk almak” degil. Mesela “calismak” “kendini gelistirmek” bedensel bir zevk almayabilir fakat o da ayni olcude olumu unutturucu bir etkide olabilir. Hayat bir oyundur (Kitab-i Mukaddes bunu belirtir) ve eger bu oyunu oynuyorsaniz, kazanmak icin oynuyorsunuz demektir. Bu mal gibi kenarda yatip olumu dusuneceksiniz anlamina gelmemeli. YASAYIN. BASARIN. Cunku zor olan budur.

    Herhangi bir aptal kendini oldurmeyi becerebilir.

  7. Yazan:suzannur Tarih: Nis 5, 2008 | Reply

    aslında her an ölüyor ve her an yeniden doğuyor insan bedeni, sadece doğum ve ölüm bu yeniden doğum ve ölümün ilki ve sonu.
    evvelin evveli ve ahirin ahiri için doğum ve ölüm bir nokta. Evvelden bizim evvelimizle -doğum- ayrılıyor, ahire bizim ahirimizle -ölüm- kavuşuyoruz.
    zıtlıklarla ol’uyoruz…
    ölürken doğuyor, doğarken ölüyoruz, hem maddi hem de manevi anlamda.
    ölmeden evvel ölünüz.
    yani, ölmeden kavuşunuz.
    kavuşmak için ölmeyi beklemeyiniz.
    herkes ölecek ama herkes kavuşamayacak…
    kavuşmak olmaktır…
    doğuş şu noktada haklı, herhangi bir aptal kendini öldürmeyi başarabilir ama unutulmamalı ki, herhangi bir aptal ol’mayı başaramaz!…
    Hayat bir oyundur… Oyun bitip de dönüş vakti geldiğinde aslında oyun olmadığı anlaşılan…
    Dönmeden anlayana aşk olsun.
    Dönmeden kavuşana, dönmeden olana, ölmeden ölene aşk olsun…
    saygıyla…

  8. Yazan:Uluğ Tarih: Nis 5, 2008 | Reply

    Özellikle batı şehirlerinde mezarların etrafı yüksek duvarlarla çevriliyor. Mezarlığa bakan evlerin kiraları daha düşük. Biz de Şişli mezarlığının girişine yazılan “Bütün nefisler bir gün ölümü tadar” ibaresi tepki almıştı yanlış hatırlamıyorsam.

    Devekuşu misali…
    Çok güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık Mehmet bey.

  9. Yazan:alperen Tarih: Nis 5, 2008 | Reply

    AHİRETLE İLGİLİ AYETLER
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Ardı kesilmeyen toplantılar. Darünnedva da yine bildik konular kahkahalar ve alaylı tavırlarla devam ediyor ve inen ayetleri irdeleyip kendi aralarında konuşuyorlardı. İçlerinden biri bu konuşmalar arasında şunları dile getirdi:
    — Güya O’nun peygamberliğine inananlar cennete gideceklermiş, hatta cennetin en güzelyerlerine oturacaklarmış ne dersiniz arkadaşlar?
    Arkadaşlarından cevap gecikmedi:
    – Cennette masal cehennemde, hepsi hayal türü şeyler, hem doğru dürüst bir din olsaydı biçare insanlar bizden önce çabuk davranıp Muhammed’e tabii olmazlardı, türünden sözler ettiler aralarında..
    Akabinden bu konu ile ilgili ayet nazil oldu, Allahü Teala:
    – ‘’Kâfirler iman edenler hakkında şöyle dediler: Şayet bu din hayır ve saadet getiren bir din olsaydı, fakirler, köleler, biçareler bizden evvel davranıp ona koşmazlardı… Bu Kur’an eski bir yalandan ibarettir… Bu Kur’an… Arapça bir dil ile zulmedenlere azap haberini vermek, iyilik yapanlara müjde olmak üzere gönderilen bir kitaptır… Onlar mahzun da olmazlar. Onlar cennetin ashabıdırlar..’’ (ahkaf 11-14) beyan buyurdu.
    Hac mevsimi gelip çatmıştı, Darünnedvede Hac mevsiminde bu konuda ele alındı, gelen Hacıların O’na kanmaması için tedbirler alınması konusunda mutabakata vardılar. Toplantıda biri;
    —O’nu yalancı diye tanıtalım,
    Diğeri söze karıştı;
    —Deli olsun,
    Bir başkası;
    -Kahin daha şık düşer..
    Diğeri;
    —Şair desek olmaz mı?
    En son gelen teklifle;
    Sihirbaz yakıştırmasında karar kıldılar.
    Nebiyyi Ekremin Hacılar üzerindeki etkisini silmek için sihirbaz tanıtımına başladılar, Allah’ın Habibi tüm bu menfi propogandalardan yılmadan usanmadan yüklenmiş olduğu tebliğ görevine can siparane devam etti ve gelen ayetlerle de toplantılarda alınan kararlar anında Allah tarafından Rasulüne bildiriliyordu.. Nitekim gelen ayette:
    – Nakur denilen Sur’a üfürüldüğü zaman işte o gün kafirlere pek çetin, pek zor bir gündür.. . Hayır, onu asla bırakmıyacağım. Çünkü o bizim ayetlerimize karşı alabildiğine inatçı bir kâfir kesilmiştir. Çünkü O, … Bu Kur’an başka değil… bir sihirdir… insan sözüdür dedi.
    Ben onu Sekar cehennemine sokacağım… O insanları yakıp kavuran bir ateştir. Üzerinde vazifeli 19 tane melek vardır.’’ ( Müdessir, 8–30)
    İnen bu ayetler Darünnedva toplantılarının gündemine girerek:
    — Vay be, 19 melek cehennemde hazır vaziyette bizi bekliyormuş dediler ve kahkahalar eşliğinde konuşmalar hız kesmeden devam ediyordu hala.
    Onlara güle dursunlar ahirete iman konusunda ile ilgili ayetler hız kesmeden bir bir ültümatom misali üzerlerine iniyordu:
    — Biz Cehennemin muhafızlarını hep meleklerden yaptık… Kâfirlerde Allah bu sayıyı bildirmek suretiyle ne kastetmiştir desinler.
    İşte Allah dilediğini böyle şaşırtır, dilediğini hidayete erdirir. Rabbinin ordularınıda ancak kendi bilir… Cehennem ise insanlar için ancak bir hatırlatma ve öğüt vesilesidir’’ (Müddesir–30)
    Ahiretle ilgili ayetlerden etkilenmiş olsa gerek ki Rasulullahın komşusu Adiyy b. Rebia da sorgulamaya başladı:
    — Anlat bakalım öldükten sonra dirilmek nasılmış?
    Peygamberimiz gayet sakin bir şekilde ahireti anlattı, o da dinledi ve sonra şöyle dedi:
    — Ya Muhammed şu birbirinden ayrılmış kemikleri bir araya getirip diriltecek Rabbin öyle mi?
    Rasululah ikna olmayınca oradan ayrılmak zorunda kaldı, çünkü ne söylese ciddiye almıyordu. Bu arada Kıyame suresi nazil oldu:
    — İnsan zannetmesin ki biz onun kemiklerini toplayıp bir araya getiremeyiz.
    Doğrusu biz onun parmak uçlarını bile tesviye etmeye hazırız.. Dönüp dolaşıp varılacak, durulacak yer Rabbinedir…’’ ( Kıyame 1–15)
    Her nazil olan ayetleri alay konusu etseler de akıllarında hep o acaba? Ya doğru ise? sorusu zihinlerini meşgul ediyordu, dillendirmeseler bile… Gerçektende dünyaya yeni adım atan her insanın parmak izleri birbirini tutmaz, bu mucizevî ayeti celile, çağımızın bilgi teknolojik gelişmesiyle aydınlanmıştır zaten.
    Müşrikler inen ayetlerden öyle bunaldılar ki; Hiç olmazsa bu Vahiy iki şehrin ileri gelenlerinden olan iki kişiden birine indirilseydi demeye başladılar. İki büyük insandan kastettikleri Mekkede Velid b. Muğire, Taifde Urve b. Mesud Sakafi idi.
    Kendi aralarında bahsettikleri bu konu yine vahiy ile aydınlığa kavuştu:
    — Şu Kur’an iki memleketten bir adama indirilseydi ya dediler. Rabbinin rahmetini onlarmı taksim ediyor? Onların.. rızıklarını biz bölmüşüz’’ ( Zuhruf 31-32)
    Bu ayetler açıkca ihtar niteliğinde olmasına rağmen Peygambere verilen tüm nimetler bize verilmedikçe iman etmeyiz karşılığını verdiler. Bunun üzerine Allahü Teala:
    -‘’…Bize vahiy inmedikçe inanmayız dediler. Allah peygamberlik vazifesini nereye v e kime vereceğini en iyi bilendir… Şiddetli azaba uğrayacaklardır.’’( En’am 124) beyan buyurdu.
    Müşrikler cephesinde durum böyle, ya Müslümanlar?
    Nüzul olan ayetler müşrikler için eza, müminler için de felah ve nur kaynağıdır.. Nitekim Müminler için tek teselli kaynağı Rasulullahın kendileri için buyurdukları müjdeleyici ayetler idi:
    – ‘’Nice yüzler vardır kıyamet günü nurlarla pırıl pırıl olmuştur. Rabbine nazar edicidir’’ ( Kıyame 22–23)
    Mü’minler ise gelen ayetlerle övülüyor ve onların nasıl davranması gerektiği hususları açıklığa kavuşturuluyordu:
    – ‘’…Allahın kulları yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler… Onlar ki Rablerine secdeler ve kıyamlar yaparak geceler… Onlar harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik yapmazlar. Allahın öldürülmesini haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler. Zina yapmazlar. Kimde bunları yaparsa günahının cezasına kavuşur…’’ Furkan (63–69)
    Furkan suresini dinleyen müminler:
    — Ya Rasulullah! Biz cahiliye döneminde zina yaptık, adam öldürdük, putlara secde ettik, neyapcağız şimdi, bizim halimiz nice olur dediler.
    Nebiyyi Ekrem endişelerini giderecek ayeti kerimeleri beyan buyurdu:
    – ‘’Ancak tevbe eden ve Salih amel işleyen insan böyle değil. Çünkü Allah onların kötülüklerinide iyiliğe çevirir. Kim tevbe ederde salih amel işlerse muhakkak ki Allah’a döner… Cennet ne güzel bir karargâh, ne güzel bir makamdır… ‘’ (Furkan 70–77)
    Böylece gelen ayetlerle müminler rahatlayarak derin bir nefes almışlardı.

  10. Yazan:ruhan Tarih: Nis 9, 2008 | Reply

    SİZİN BU YAZINIZ BENDE HAYATI SORGULAMA DUYGUSU İÇİNDE HAKİKATEN, DERİN BİR DÜŞÜNCE İÇİNDE OLDUĞUNUZU DÜŞÜNDÜRDÜ.İSLAMİYET ÖLÜMÜN DAHA SERİN KARŞILANMASINI,İYİ BİR KUL OLMUŞSANIZ ONDAN KORKULMAMASI GEREKTİĞİNİ ANLATIR.İNSANLAR NEFİSLERİNE YENİLMEDİKÇE ÖLÜM KORKUSU DUYMAZLAR.YAZINIZDA COK İYİ İFADE ETMİŞSİNİZ,ÇOK BEĞENDİM.TANRININ CENNETLE MÜKAFATLANDIRACAĞI İYİ KULLARINDAN OLMA ÇABASI TOPLUMU DAİMA İLERİ GÖTÜRÜR.
    GEÇENLERDE BİR YAZI OKUDUM.BELKİ SİZ DE GÖRMÜŞSÜNÜZDÜR AVRUPADA BİR AKIM BAŞLAMIŞ,”CENNET VE CEHENNEM YOKTUR,İNCİLDE BÖYLE BİR ŞEYDEN BAHSEDİLMİYOR ” DİYE! 600 YIL ARAYLA GELEN KURAN İSE SIK SIK CENNET VE CEHENNEMİ TARİF EDER. İNSAN OLABİLMEK İÇİN NELER YAPILMALI ANLATILIR. TOPLUMLARIN BİR ARADA,BİRBİRLERİNİN HAKLARINA TECAVÜZ ETMEDEN BARIŞ İÇİNDE YAŞAYABİLMELERİ İÇİN MÜKAFAT VE CEZAYA İHTİYAÇLARİ VARDIR.EĞER TANRININ ADALETİNE İNANILMAZSSA AHLAK ÇÖKER,YAŞAM NASILİĞRENÇ BİR HAL ALIR.
    KURAN ‘DA YAZAN HER ŞEY DOĞRU OLDUĞUNA GÖRE BUNUN BİR SAPKINLIK OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM
    NEFSİMİZİN GARİP İSTEKLERİNİN KURBANİ OLURUZ.
    ÖLÜMDEN KORKMAYANLARI İKİ GURUBA AYIRIYORUM. AKILSIZCA KENDİLERİNİ SONU BELLİ OLMAYAN TEHLİKEYE ATANLAR VE YAŞAMIN BİR GÜN SONA ERECEĞİNİ BİLEREK ,DÜZGÜN YAŞAYIP TANRIYA KAVUŞMA HUZURU İÇİNDE OLANLAR.
    MEZARLARA GELİNCE;KEŞKE BİZİM MEZARLIKLARIMIZDA BAKIMLI VE DÜZGÜN OLSA. KAYBETTİĞİMİZ SEVGİLİ YAKINLARIMIZIN KABİR ZİYARETLERİNDE AĞLAYIP SIZLAMADAN,ONLARIN HAYATTAYKEN YAŞADIKLARI GÜZEL ANLARI HATIRLAYARAK TEFEKKÜR EDEBİLSEK.HZ.MEVLANA ÖLÜM GÜNÜNÜ TANRISINA KAVUŞACAĞI İÇİN “DÜĞÜN GÜNÜ”KABUL EDİLMESİNİ İSTEMİŞTİR.ÜZERİNDE DÜŞÜNMEK GEREKİR. ASIRLAR GEÇTİĞİ HALDE HERKES ONUN FELSEFESİNİN GÜZELLİĞİ ALTINDA TOPLANIYOR.KUL HAKKI YEMİYORSAK NE MUTLU BİZE

  11. Yazan:gri Tarih: Nis 9, 2008 | Reply

    yemenin yamaya benzetilmesi dışında ne bir şey anladım ne de etkilendim. yılgın bin andaki mırıldanmalara benziyor. politik yazılarınızdaki o güç ve tahrik yok. edebi anlamda değil yalnızca, duygu anlamında da. ama yine de elinize sağlık.

  1. 6 Trackback(s)

  2. Nis 11, 2008: İnsan maymunlaşabilir mi ? : Derin Düşünce
  3. Eki 13, 2008: Tuzla’dan Aktütün’e “kazalar” ve “zayiatlar” : Derin Düşünce
  4. Ara 1, 2008: Evrime iman ve dinler arası diyalog : Derin Düşünce
  5. Kas 10, 2009: Ne yani? Ben de mi? : Derin Düşünce
  6. Eki 1, 2012: Domuz gribi özgürlüğe bulaşır mı? : Derin Düşünce
  7. Eki 1, 2012: Ayy bu yazınız çok uzun, hiç vaktim yok! : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin