RSS Feed for This Post

Evrime iman ve dinler arası diyalog

İnançlar arası diyaloğun ilerleyebilmesi için öncelikle farklı inançtan insanların bu farkı kabul etmesi gerekiyor. Bu diyalogların kurulması önündeki en büyük engel kanaatimizce halen sürmekte olan maskeli balodur.

 Geçenlerde “Üçüncü Dalga Geliyor” adlı güzel blogda Murat Bey de bu maskeli baloya katılmış ve  insan bedeninin Tanrı tarafından tasarlanmadığın ispat için şunları yazmış:

“[…] Aynı delikten nefes alip, icip, yemek yiyoruz, ve Heimlich’in unlu “manevrasina” ragmen solunum yoluna bir sey tikanmasi tum diger olum sebeplerinin arasinda dorduncu sirada geliyor. Peki ya suda bogulmak (bu besinci sirada). Dortte ucu su ile kapli bir gezegende yasayan insanlarin suda nefes alabilmesi iyi bir ozellik olmaz miydi? Ya da şu ise yaramayan vucut parcalarimizi ele alalim; Ayak serce parmak tirnaginiz ne ise yariyor? Ya da apendesit? Cocuklugunuz bittikten sonra islemeyi birakiyor ondan sonra patlama tehlikesi haricinde baska bir halta yaramiyor. Ise yarayan parcalar bile bazen problem cikartabiliyor. Dizlerimiz isimizi goruyor, dogru, fakat carpmaya karsi iyi korunmus olduklarini kimse iddia edemez.En ucuz, dandik arabada bile gostergeler olur. Bizde niye yok?

Vucudumuzdaki sessiz katillere ne demeli? Yuksek tansiyon, kanser, diyabet ABD’de her yil onbinlerce kisi olduruyor, vucudumuzda bu tehlikelere karsi bizi uyaran mikroorganizmalar olsaydi fena olmaz miydi?

Bu bilimsel(!) evrim-AT tartışmasının neden bir maskeli balo olduğunu birazdan anlatacağız ama öncelikle değerli yazar Murat Bey’in iddialarına bir bakalım. Burada listelenen “kusurlar” ölümün bir yanlışlık, bir kaza olduğu varsayımına dayanıyor. Yani insanlar aslında sonsuz bir hayat sürmeleri gerekirken evrimin yol açtığı aksaklıklar sonucu ölüyorlar. Bu “kaza-ölüm” ise akıllı bir tasarımın olmadığını, bedenlerimizin evrimin rastlantısal labirentleri içinde geliştiğini ispat ediyor Murat Bey’e göre.

 Gerçekten ölüm olmasaydı yani evrim veya yaratılış neticesinde ölmesi/öldürülmesi imkânsız yaratıklar olsaydık ne olurdu?

 Savaş, hastalık ve açlık olmazdı elbette. Çünkü kimse kimseyi öldürmekle tehdit edemezdi meselâ. Haliyle barış, sağlık ve tokluk da olmayacaktı. İnsanları ve toplumları barış içinde yönetmeyi amaçlayan siyaset bilimi ya da diplomasi tarif edilebilir miydi böyle bir ortamda?

 Hastalık ve açlıktan ölmek söz konusu olmayınca iyileştirmek ve doyurmak da imkânsızlaşacaktı. Bir baba çocuğuyla hiç ilgilenmese bile çocuğun açlıktan ölmesi imkânsız olacaktı. Meselâ evrim sayesinde insanlar taş ve toprak yiyebileceklerdi. Soğuktan ölmek olmayacağı için ne üşümek ne de giyinme ihtiyacı olabilirdi. Hemen hiç bir ihtiyacı olmayan insanların üretmesi, ticaret yapması için de bir sebep kalmıyor tabi. Dolayısıyla ekonomi de çöpe!

 Liste uzun. Belki de hayatta kalma isteği ile “ölüm tehlikesi” aslında insan merakını ve icad duygusunu kışkırtmak amacı güden birer olgu? Bugün insanlığın, özellikle de tekniğin bu kadar ilerlemesinde en büyük dürtülerden biri ölüm?

 Oysa ölüme bir sorun, çözülmesi gereken bir tasarım-mühendislik meselesi olarak bakınca bir açmaza giriyoruz. Ölümün olmadığı bir dünyayı ölümlü dünyada şekillenmiş insan zekâsının tasavvur etmesi oldukça güç. Neticede insanoğlu herşeyi sınırlarıyla kavrayabilir. Bu sınırların oluşması ise zıtların varlığına bağlıdır. Haliyle Murat Bey’in yakındığı hastalıklar ve kazalar hayatımızın zıddı, olmazsa olmaz koşulu olan ölüm için birer bahane hatta birer fırsat.

 Ölüm kavramına daha derinlemesine baktığımız “Yaşama çıplak gözle bakarken” adlı yazımızda şoyle demiştik:

 “Nabzımızın kaç defa atacağı, akciğerimizi kaç defa doldurup boşaltacağımız belli. İnsan ana rahmine düştüğü anda dönmeye başlayan bir sayaç bir tür kum saati gibi işliyor. Üst tarafını değil ama aşağı düşen kumları görebiliyoruz. Başlayan veya biten bir şey yok, sadece belli sayıdaki kum tanesi yer değiştiriyor.

şöyle bir düzeltme yaparak bu yazıyı bitirelim: “Ölene kadar hayatı yaşıyoruz” yerine H2O formülünde olduğu gibi “Hayat-Ölüm denen bir şey yaşıyoruz” diyelim.”

 Not: Bir teist olduğunu tahmin ettiğimiz Murat Bey’in yazdıklarıyla bir şaka yapmış olması ihtimalinden şüphe etmiyor değiliz. Ama bu argümanları çok ciddi biçimde savunan bir çok insanla karşılaştık.

 Neden maskeli balo?

Adına teori denilen oysa gerçekte birer senaryo olan “Evrim Teorisi” ve “Akıllı Tasarım Teorisi” tartışmaları tam bir maskeli balo. Gerçekte metafiziğin konusu olması gereken bu iki senaryo felsefenin bahçesinden kaçmış, pozitif bilimlerin laboratuarlarına arka kapıdan girmiş iki beyaz fareye benziyor. Sözümona teorileştirilerek tekrar tekrar “ispat edilen” bu inanç tercihleri gerçekten ispat edilen hakiki teorilerin aksine tartışılmaya devam ediyor. Okullarda okutulması veya müfredattan çıkarılması minik kıyametler koparıyor. Eğer yerçekimi veya dünyanın yuvarlaklığı gibi bilimsel bir gerçek söz konusu ise neden bir türlü harbiden ispat edilemiyor bu “teoriler”?

 Zekâmızın sınırları

İnsan zekâsı her hangi bir şeyin sadece VAR olduğunu ispat etmeyi becerebilir. Bunun tersini yani YOK olduğunu ispat edemez. Meselâ içme suyunuzda siyanür olduğu iddia edilse, siz de belediye başkanına “olmadığını ispat edin” deseniz yapamaz. İspat edebileceği tek şey sudaki siyanür miktarının metreküp başına kabul edilebilir seviyede olduğudur.

 Bunu iyi bilen gazeteciler hayatlarını yıkmak istedikleri insanlara “rüşvet almadığınızı ispatlayın” veya “eşinizi aldatmadığınızı kanıtlayın” diyerek hücum ederler.

 İkinci olarak evrim ve akıllı tasarım senaryoları hayatın kaynağını bilimsel olarak açıklamak gibi imkânsız bir işin peşindeler. Oysa “hayat” denilen şeyin bilimsel bir tarifi yapılamdığı için bunun kaynağının aranması da son derecede anlamsız. Hayat teraziyle tartılabilecek bir şey değildir. “Son nefesini veren bir insan 100 gram hafifler” gibi bir kural yoktur. Kütle olarak VAR olmayan hayat YOK olduğunda yani ölüm geldiğinde de bilime susmak düşer.

 Kalbi atmıyor sanılarak morga taşınırken uyanan bir çok hasta vardır. Kalp atışı, vücut sıcaklığı gibi “hayati” belirtiler ancak kendi varlıklarını ispat ederler. Hayat, ölüm tıpkı güzellik veya bilgelik gibi zamandan ve mekandan bağımsız, ölçülemez varlıklardır. Hatta “hayat yoktur” ya da “bütün varlıklar, taşlar, hava, su canlıdır” gibi bir önermeye cevap olarak verilebilecek bilimsel bir cevap yoktur. Çünkü bu kavramlar metafiziğin konusudur, fiziğin değil.

  Zaman ve mekândan bağımsız şeylerin pozitif bilimlere konu edilmesi bilimi ancak rezil eder ve ona olan güveni sarsar. Geçmişte bilimin politikaya alet edilmesi sonucu Alman ırkının ustünlüğü inancı ve arzusu Alman bilim adamları tarafından “teori” haline getirilmiştir. Tanrinin varlığını/yokluğunu bilimsel olarak ispat etme çabası da bilimin dine/dinsizliğe alet edilmesine güzel bir örnek teşkil ediyor.

 Kant’ın “Saf/yalın Aklın Eleştirisi” adlı anıtsal kitabında isabetle belirttiği gibi bilimin başarılı olma sebebi zaman ve mekânla sınırlı alanlarda çalışmasıdır. Bu alanlar ölçülebilir alanlardır. Deney ve gözleme müsade ederler. Ancak bu alanların dışında kalan konularda bilim ve bilimsel akıl yürütme fena halde çuvallar.

 

… Bu makale ilginizi çektiyse …

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz. 

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 26 Yorum

  2. Yazan:KEMALİST Tarih: Ara 1, 2008 | Reply

    Mehmet Yılmaz isimli yazara bir soru:

    Dinlerarası diyalogu neden destekliyorsunuz? Ayrıntılı anlatmanız mümkün mü?

  3. Yazan:MY Tarih: Ara 1, 2008 | Reply

    @KEMALIST,

    Sadece dinlerarası diyalogu degil irklar arasi, halklar arasi diyalogu da destekliyorum. Hatta kari-koca ve baba-çocuk arasi diyalogu da destekliyorum.

    Genel olarak iletisim siddetin alternatifidir. Birbiriyle konusmayan kari koca bir süre surat asar, arkasindan da kavga eder. çünkü sessizlik sirasinda vehim çalisir, “kimbilir arkamdan neler çeviriyor” filan der.

    Degisik dinlere mensup insanlar da birbirleriyle konusmazsa komplo teorileri hakim olur zihinlere. Paranoya ve arkasindan da siddet gelir.

    Türkiye’de hristiyan din adamlarina yapilan saldirilardan tutun da ABD’li NEOCON camianin Irak’a saldirmak için kullandigi islamofobiye kadar bu böyledir kanaatimce.

    Tabi dialog kurmak, iletisime girmek demek onlardan biri olmak anlamina gelmez. Kadinlarla dialog kurmak beni kadin yapmayacagi gibi hristiyanlarla dialog kurmakla da hristiyan olunmaz. Bu nokta bizim ülkemizde çok karistiriliyor. Yahudilerin bakis açisini anlayalim deyince MOSSAD ajani olmakla, Kürtleri anlayalim deyince PKK’li olmakla suçlaniyorsunuz.

    Hamile bir kadinin belinin agridigini anlamak ile gerçekten hamile kalip çocuk dogurmak arasinda ne büyük fark var oysa 🙂

    Saygiyla

  4. Yazan:elif dedim Tarih: Ara 1, 2008 | Reply

    Mehmet Bey

    Bu güzel ve doyurucu cevabınız için teşekkür ederim. Siz bir ışıksınız. Tekrar teşekkürler.

  5. Yazan:Suat Tarih: Ara 1, 2008 | Reply

    Murat Karun’u severek takip ederim. Ama ‘Akıllı Tasarım’ teorisini eleştirirken değindiği ‘kusurlar’ı okurken epeyce güldüm.

    Eğer bir ironiyse yaptığı bilmem ancak, yemek yemek için çiğneyebileceğinden daha büyük lokma yutmaya kalkarken boğulanların ya da hem hem yemek yemeye hem de konuşmaya çalışırken kimvurduya gidenlerin suçunu Allah’a atmaya çalışmak oldukça komik geldi bana. Ayrıca dışkılama ve eğlence merkezleri aynı yerde değildir ama aynı yeri kullananlar var diye bunda bir kusur var demek midesi geniş insanların hayal gücüne saygısızlık olacaktır. Çünkü herhangi bir alternatif tasarımda da insan denen mahluk benzeri biçimde, dışkı/eğlence çizgisinde birşeyler bulabilir. Porno endüstrisinden yansıyanlara baktığımızda oldukça uç da olsa sex sırasında dışkı yalama, sidik içme gibi ‘eğlence’lerin olduğunu görüyoruz. Dil nerede dışkı nerede mesela, değil mi? Demek ki bulunmak istendiğinde bulunuyormuş; dışkılama ve eğlence mekanizmaları tamamen farklı alanlarda olsa da bulunabilirdi yani.

    Mevcut dünya ve insan örneklerine bakıp da “şu özellik olsaydı, bu özellik olmasaydı” demek de çok problemli bir yaklaşım. Marifet ortada örneği olan bir ‘tasarım’ üzerinden konuşmak değil hiç ortada olmayan bir şeyi yeni baştan tasarlamaktadır. Mevcudun üzerine “uçmak, suda nefes almak iyi olurdu” demek oldukça kolay.

    Hastalıklardan, bir takım başka olumsuzluk ve yetersizliklerden Allah’ın tasarım yetersizliğine kanıt çıkartmaya çalışmak da teolojik açıdan oldukça problemli. Çünkü -özellikle- ilahi kaynaklı olduğuna inanılan dinlerde dünyanın ve insanın kusurlu olduğu, hastalıkların, yetersizlklerin, kötülüğün, acıların insanın imtihanı için olduğu en çok işlenen konuların başında geliyor. Yani Yaratıcı “ben dünyayı cennet yaptım” demiyor, herşeyiyle bütün olarak değerlendiriyor, ibretler, kusurlar ve yaratılıştaki hikmetler ile birlikte.

    Karun’un argümanları eğer salt AT’yi metodolojik olarak eleştirmek ise bu kusurlu tasarım argümanı bir noktaya kadar makul karşılanabilir, bunu yadsıyamayız. Ancak biliyoruz ki ‘tasarım’ argümanının temeli kusursuzluk değildir. Ve savunanların çıkış noktası kabullere değil verili kanıtlara dayanır. Darwinian mekanizmalarla oluşmasının mümkün olmadığı öne sürülen yapılar gösterilerek türlerin kökeni üzerine “böyle olmamışsa/olamıyorsa nasıl? O halde akıllı bir zihin tasarlamış” der. Bu elbette yetersiz bir savdır ancak bunu eleştirmenin yolu tabiatıyla subjektif olan “ama ya bu kusurlar?” argümanını sunmak değildir. Bunun yerine darwinian mekanizmaların işe yaramadığına yönelik argümanları çürütmeye çalışmak gerekmez mi? (Çünkü bu şekilde bakıldığında kusursuz olduğu düşünülen sadece tek bir yapı bile AT’yi doğrulamaya yeter.) Ayrıca sadece “peki ya bu kusurlar demek?” AT’yi çürütmeye yetmez, tasarımcı bilerek de kusurlu tasarlamış olabilir. Konuşulan şey ‘köken’dir, ‘nasıl?’ sorusudur, dolayısı ile de cevap kendi algılarımızla vehmettiğimiz “ama ya bu kusurlar?” değildir. AT’yi çürütmek ancak ve ancak indirgenemez kompleks olduğu iddia edilen yapıların indirgenebilirliliğini göstermek ile mümkün olur. Bu biçimde ‘kusur’ gibi subjektifliği Karun’un yazısından da oldukca açık olan unsurlar çıkış noktası yapılarak eleştiriye kalktığınızda ‘tasarım’ teorisini savunanların bu itirazı kolaylıkla boşa çıkartacağını görmek gerekir.

    Aynı konuda bir zaman AT üzerine ciddi biçimde kafa yoran Mustafa Akyol’un şu yazısı okunabilir.

    http://www.mustafaakyol.org/arsiv/2005/09/kusurlu_tasarim_itirazinin_cevaplanmasi.php

    AT’in özellikle metodolojik olarak sorunları var ama common descent iddiasındaki darwinian evrim teorisinin sorunları bundan çok daha büyük.

  6. Yazan:materyalist Tarih: Ara 1, 2008 | Reply

    Islamin bilimle cok can ciger kuzu sarmasi da bizim kafamiza resmi ideolojinin kaktigi bir illuzyondan ibaret maalesef. Musluman dunyasi teknolojiye dosttur ama bilime asla.
    Bu konuda bir bilimsel calisma icin:
    An Illusion of Harmony: Science And Religion in Islam-Taner Edis
    http://www.amazon.com/Illusion-Harmony-Science-Religion-Islam/dp/1591024498

    Bugun genetik ve molekuler biyoloji bilimlerinin geldikleri noktada hala bu hiristiyan dincilerinin argumanlarini one surmek hakikaten zavallica. Muslumanlar hala dinlerini reform . Mormonlar bile Book of Mormonda catir catir yazmasina, peygamberleri Joseph Smith cok esli olmasina ragmen ABD’ye katilabilmek icin dinlerini reforme ettiler, inaniyorum muslumanlar da kurani yenileyebilirler. Yoksa insanliga inancimi yitirecegim.

  7. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Ara 2, 2008 | Reply

    “Bugun genetik ve molekuler biyoloji bilimlerinin geldikleri noktada hala bu hiristiyan dincilerinin argumanlarini one surmek hakikaten zavallica. ” demiş materyalist arkadaş.

    ben de aynı şeyi söyleyip, diyorum ki genetik ve moleküler biyolojinin geldiği bu noktada hala materyalizmi savunmak, evrimi,rastlantıları savunmak Allah’a inanmaktan çok daha büyük bir iman sahibi olmayı gerektiriyor bence.

  8. Yazan:diyalekt Tarih: Ara 13, 2008 | Reply

    iki kere iki de dört etmiyor değil mi?

    ben bir tıp öğrencisiyim. vücudumuzda ve diğer canlıların vücutlarında evrimden o kadar çok iz var ki ve siz “uygarlık” adına insanlığı öyle bir karanlığa itiyorsunuz ki, o karanlıklarda kendinizi yalnız hissetmemek için tanrınıza daha bağlanmanız gerekecek sanırım..

  9. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Ara 13, 2008 | Reply

    diyalekt kardeşim,
    tutumunuzu, beni bağışlayın ama kazalarda ve buna benzer durumlarda “çekilin ben doktorum” diyenler vardır ya onlara benzettim. tıp öğrencisi olmak evrim konusunda konuşabilecek tek kişi mi yapıyor sizi? buradaki çoğu insanın ve bu yazıyı yazan insanın bilimsel altyapısını bilmiyorsunuz, kimse de açıklama ihtiyacı duymuyor. duymamalı da. çünkü cehalet tahsille gidecek birşey olmuyor çoğunlukla.ancak insanın kendini kayıt altına almadan yetiştirmesiyle, her taraftan okumasıyla azalacak birşey belki…ancak tahsilli cehaletin getirdiği cinnet daha bir büyük sanki(çünkü sadece belirli bir düşünce sistematiğine sahip olunuyor ,bu da çoğumuzu nato kafa nato mermer haline getiriyor. örnek olarak hayatımda gördüğüm en cahil insanları, türkiye’nin en büyük argesinde çalışırken, o argenin içinde çalışan masterli doktoralı otdülü boğaziçili insanlar arasında görmüştüm ben mesela. ben de bir odtülüyüm kendimi ayırarak söylemiyorum. ama limitli ve kayıtlı düşünme hepimizi tutsak ediyor belirli bir süre sonra) . biz o cinnetten Allah’a sığınıyoruz. siz de kendinize sığınacak bir yer arayın bence “çekilin tıp öğrencisi var” demek yerine!

  10. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 13, 2008 | Reply

    ben de aynı şeyi söyleyip, diyorum ki genetik ve moleküler biyolojinin geldiği bu noktada hala materyalizmi savunmak, evrimi,rastlantıları savunmak Allah’a inanmaktan çok daha büyük bir iman sahibi olmayı gerektiriyor bence.

    Enver bey, genetik ve moleküler biyoloji ile ilginiz ne düzeyde? Ben bu alanlarda çalışan çokca insan tanıyorum, kendim de takip ediyorum. Bahsettiğinize ilişkin bir durum tespit edemiyorum. Yani ne demek istediğinizi anlayamadım – açıklarmısınız? Kaçırdığımız nokta nedir burada? Sadece benim gibilerin değil, moleküler biyoloji ve genel olarak genetik ile ilgili çalışmalar yapan bilim insanlarının göremediği – görmemeyi bırakın, evrim teorisini sürekli geliştiriyor olmalarını, onu temel alıyor olmalarını nasıl açıklıyorsunus bu anlatımınıza ulaşmak için?
    Eli ayağı düzgün hangi üniversiteye, araştırma kurumuna, yani bu bilgilerin elde edildiği merkezlere gittiğinizde, bu görüşlerinizin en hafif olarak “tamamen yanlış” görüleceği gerçeği sizde hangi düşünceleri uyandırıyor? Mesela buralar birileri tarafından işgal edilmiş – ve global bir hegemonya ile bilimsel çalışmaları mı örtüyorlar? – yada nedir, lütfen açıklarmısınız?

  11. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Ara 13, 2008 | Reply

    merhabalar,
    insanın hayatında mesleki olarak ilgilenmek zorunda olduğu alanlar vardır. bir de mesleki olarak ilgilenilen alanlar dışında, gerçekten bilmek ve hayatınıza bir değer katmak için öğrenmek istedikleriniz alanlar vardır.
    konu evrim biyolojisi, genetik ve biyokimya olduğunda ise bu konuları daha çok kendi hayatımı anlamlandırmak için okurum. bir anlamda hayatımın “puzzle”larını tamamlamak için. ancak hayatın puzzleları tamamlanmayı bir tarafa bırakın, daha çok sorularla karşılaşırsınız. neyse en az 15 yıldır evrim dolayısıyla biyolojiyi bir bilgisever olarak okurum. biyolojiden bir bilim okuryazarı olarak az çok anlarım. bilim okuryazarlığından kastım ise şudur: aldığım eğitim gereği matematik,fizik ,elektronik gibi alanlar benim uzman olduğum varsayılan alanlar ise, biyoloji okuryazar olduğum bir alandır. bu şu demektir: biyolojideki temel bazı bilgilere ,kimyadaki temel bazı bilgilere sahipsinizdir ve eğer diyelim ki hücre biyolojisi ile ilgili bir kitap okuyorsanız o mekanizmaların kimyasını, biyokimyasını, biyofiziğini size anlatan kitabı okuyarak zorlanarak da olsa anlayabilecek düzeyde bir altyapınız vardır.dil, terminoloji size uzay kadar yabancı değildir mesela. dolayısıyla okuduğum evrimle ilgili lehte ve aleyhte kitapların içeriğinin bilimselliğini veya spekülatifliğini anlayabilecek düzeyde bir bilim altyapım vardır. onca yıl okuduğum lehte ve aleyhte kitapların bana söylediği, evrimin bir inanç olduğudur. bilimde inanç mahiyetinde çok fazla teorem ya da hipotez vardır(kuantum teorisinin kopenhag ya da paris yorumları da böyledir mesela). o yüzden bir bilimsel teoriye iman etmeden önce o teoriyi anlayabilmeye ve kendi aklınızla değerlendirmeye çalışmayı daha fazla önemserim. dünyada özellikle biyokimyacıların, biyofizkçilerin ve genetikçilerin içinden bir çok bilim insanının evrim teorisinin bir teori olarak safsata olduğuna yönelik kitapları var. michael behe’nin bence çığır açıcı kitabı “darwinin kara kutusu” evrim teorisine ciddi bir meydan okumadır.bu kitap gibi birçok başka kitap da var ama türkçede yayımlanan çok azdır. dawkins’in behe’ye verdiği cevapları da okudum. ortaya gerçekten evrim mümini olan dawkins ile biyokimyanın, hücre biyolojisinin geldiği noktada, hücre içindeki olağanüstü karmaşık mekanizmaları görünce gördüğünün tasarım olduğunu söyleyen iki tez çıkıyor. behe bunu illa bir tanrı inancı olarak belirtmiyor. tamamen bilimsel tezlerle evrimin açıklayamadığı birçok mekanizmaya, en derin mekanizmalarına kadar örnek veriyor. eğer fizikten, matematikten, kimyadan ve biyolojiden asgari düzeyde anlıyorsanız ortaya çıkanı yadsıyamazsınız. sonuçta benim evrim teorisi ile ilgili geldiğim nokta evrim teorisinin materyalistler için zorunlu olan bir iman meselesi olduğudur. dünyada evrim teorisi, tasarım vesaire ile ilgili çok fazla kitap var. türkçede de var. özgür iradenizle her ikisini de okuyup karar verebilirsiniz. en bilimsel olduğu iddia edilen evrim teorisinin en fanatik savunucusu dawkins’i okuyunca insan, bu kadar da iman olmaz diyor. evet dawkins ciddi bir mümindir ve imanı da materyalizmedir. şimdilik bu kadar. ayrıntıları derlediğim yaklaşık 10-15 sayfalık bir metin yazmıştım bir ara. sanırım editörde de olmalı o metin. illa gelinen noktayı merak ediyorsanız burada paylaşılabilir.

  12. Yazan:MY Tarih: Ara 14, 2008 | Reply

    Selamlar Fuat Bey,
    Hosgeldiniz, uzun zamandir özletmistiniz kendinizi 🙂

    Yanlis hatirlamiyorsam biyoloji ve/veya farmakoloji gibi “komsu” bir bir alanda arastirmacisiniz.

    Sunu söylesem yanilmis olur muyum?

    Evrim teorisi insan, hayvan ve bitki bedenlerinin milyonlarca yillik dönüsümlerini açiklar/açiklamaya çalisir.

    Yani evrim kavrami BEDEN ile sinirli degil mi? Bedeni olusturan organ, hücre ve dokular ile bedensel süreçleri açiklar: Sindirim, çogalma, üreme…

    Ama yasam ve ölüm konusunda ne evrim ne de deney/gözlem/ölçme tarzi bir baska yaklasim susmalidir.

    Kanaatimce YASAM ve ÖLÜM pozitif bilimlerin kapsama alani disinda 🙂

    Meselâ ölmek üzere olan bir insanla henüz ölmüs bir insan arasinda bilimsel açidan ÖLçÜLEBiLiR bir fark yoktur. CAN dedigimiz seyin agirligi, hacmi, kokusu ve rengi yok ki.

    Tabi sunu diyebiliriz:
    1) Kalbi atan,
    2) Nefes alan,
    3) vs vs.

    Herkes TIBBEN canlidir. Peki insana çok benzeyen bir robot CANLIMIDIR?

    Bu robotu kiran biri katil olur mu?

    Bir de söyle bakalim:
    Kalbi atislar saptanamayan ama konusabilen, bilinci yerinde bir adam olsun. Bu adami gömmeli miyiz DiRi DiRi? Ya da ÖLÜ ÖLÜ?

    Demek istedigim kalp atisi, vücut sicakligi veya nefes alip vermek gibi “hayatî” belirtiler HAYATIN DEGiL KENDi VARLIKLARININ ispatidir sadece. Bilim ne hayati ne de ölümü ispat edemez.

    Bedeni sicak ama kurtlar tarafindan kemirilmis bir beden daha çok “CESET” olmaya yakin degil midir?

    Demek ki EVRiM TEORiSi (ki bence bir senaryodur) beden ile sinirlidir. Hayatin ortaya çikisi konusunda bir açiklama yapamaz. Bedenlerin dönüsümü konusunda EVET, yapabilir.

  13. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Ara 14, 2008 | Reply

    bilimsel ilerlemelerin şekli ve yöntemi üzerine feyerband’ın çok ufuk açıcı tezleri vardır. ben büyük oranda o tezlerde olduğu gibi düşünüyorum. bir anlamda anarşist bir bilgi kuramı.
    bilimsel ilerlemeler ve buluşlar çoğunluk (özellikle temel bilimlerde) çok küçük bir bilim adamı azınlığı tarafından yapılır, üniversitelerdeki büyük çoğunluğu oluşturan öğretim üyesi kesimi ise bu gelişmelere ve teoremlere iman etmek üzere konuşlanırlar. kuantum teorisinde şu an dünyada hakim olan yorum veya paradigma kopenhag yorumudur mesela. bu yoruma zıt olan bir yoruma sahip paris ekolü(einstein bu ekole dahildir) ise çoğunluk gerek atıflara, gerek üniversitelerde azınlık bırakılır dışlanır. bununla ilgili ahmet yüksel özemre’nin anılarında çok detaylı bilgielr vardır. bilim adamı dediğimiz insanlar da bilim denen “şeyi” kendi dünya görüşleri, hayat anlayışları nispetinde karşılamaya eğilimlidirler. biyoloji bölümlerinde şu an hakim paradigmanın evrim teorisi olması sonucu evrim teorisine karşıt fikirleri savunan bilim adamlarının çoğunun bir bilimsel lince uğratıldığını biliyoruz. bununla ilgili kitabı olan bir biyoloji profesörünün yazdıkları gerçekten manidardır. şimdi hakim paradigmaların imanlıları o paradigmaya hem iktidar olarak, hem de mevcut konumları itibariyle sımsıkı tutunurlar. o yüzden bilimde paradigmalar çok yoğun devrimlerle yıkılır ve yerine yenileri kurulur. evrim teorisi de bana kalırsa moleküler biyolojinin, hücre biyolojisinin, genetik biliminin ve biyokimyanın gelişmesiyle çökmeye mahkum bir paradigma. şu an için hakim paradigma olması doğru olduğunu da göstermiyor. sadece imanlılarının daha fazla olduğunu gösteriyor.
    bir bilim alanında sadece o bilim alanında titr sahibi olan insanların konuşmasını istiyorsak, o zaman herkesi kendi uzmanlık adasında kendi körlüğü ile başbaşa bırakmak gerekir. halbuki bilimler onları çevreleyen bir felsefeye, metafiziğe ihtiyaç duyarlar ki ellerindeki bilgi oyuncağı ile ne yapacağını bilsinler. yoksa çekilin doktor var demek olsa olsa ben konuşayım siz susun demektir. bu da insanı ebedi körlüğe mahkum eder. mesela konu elektronik olsun, hiçkimse bu konuda konuşma hakkı bulmamalı mı? halbuki elektroniğin temel tezlerini biraz fizik bilen, biraz matrematik bilen birisi iyi bir kitapla rahatlıkla anlar. mesela fermat teoreminin ispatını dünyada tek kişi yapabilir ama ispatın yüzlerce sayfa süren dökümünü anlamak için temel matematik bilgisi ve sabır yeterlidir. aynı şey evrimle ilgili de söz konusudur. evirmle ilgili lehte ve aleyhte kitapları okursunuz. artık gerisi sizin aklınıza, o kitapların sizi ikna edip etmemesine kalmıştır. yoksa diyelim ki ali demirsoy gelse buraya ve çekilin evrimci profesör var dese şimdiye kadar geldiğimiz noktadan vaz mı geçeceğiz? hayır ali demirsoyu da okuduk ve yoğun bilimsel çalışmasına saygı duymama rağmen evrim konusundaki imanını gizlemeyi bile başaramadığını söyleyebilirim. bu yüzden bence öyle hakim paradigmalara, üniversitelerde kim aksini söylüyor diyerek iman etmeyi bırakmalı ve felsefe ile bilimin diğer dalalrı ile ve aklımızla kendi yolumuzu kendimiz çizmeliyiz. benim evrimle ilgili geldiğim nokta ise evrimin bırakın canlılığın başlangıcını, küçük değişimler harici türler arasındaki değişimlerin hiçbirisini açıklayamadığıdır. buna eğer birgün mesela dawkins gibi baba ateistler ikna edici deliller bulurlarsa o zaman tekrar konuşuruz. şimdilik evrim teorisi tarihin en büyük safsatasıdır. sırf bir dünya görüşüne, sırf materyalizme doğal arkalık olduğu için hala savunulabilmektedir. başka da bir izahını görümyorum. sevgilerimle

  14. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 14, 2008 | Reply

    Enver bey, ne demek istediğinizi anladım, genel olarak da katılıyorum – bazı şeyleri anlayıp takip edebilmek için elbette o alanın tescilli damgalı “uzmanı” filan olmak gerekmiyor. Fakat kesin hatlarımız, mutlak ölçüm araçlarımız olmasa da, her konuda “makul” olan ve olmayan ayrımları vardır, bu kişiye göre değişir ama çok da belirsiz ve flu değildir. Eğer birisi “[…]diyorum ki genetik ve moleküler biyolojinin geldiği bu noktada hala materyalizmi savunmak, evrimi,rastlantıları savunmak Allah’a inanmaktan çok daha büyük bir iman sahibi olmayı gerektiriyor bence.” diyorsa ben şöyle birşey anlarım: Bilimin geldiği noktadaki bilgi birikimi evrim teorisi ile uyumlu değildir, ve bu bilimi uygulayan milyonlarca insan arasında da buna ilişkin bir farkına varış ve ona göre bir paradigma değişiminin en azından nüveleri vardır. Konuyla hiç ilgisi olmayan bir insan ise doğrudan bilim dünyasında bu teorinin artık ciddiye alınmadığı sonucunu çıkarır.(Maalesef böyle olduğuna inanan birçok insanımız var – Cem Yılmaz dahil!) Herhalde ikimizde biliyoruz ki durum tam tersidir! Tam tersine, moleküler ve genetik düzeydeki gelişmelerin sonucu oluşan bilgi patlamasında ortaya çıkan şeyler hem teoriyi “düzeltiyor” hemde güçlü bir şekilde destekliyor. Bu yorum bana ait değil üstelik, bizzat bu işle uğraşan insanların, yani bu alandaki bilimin yorumu bu gerçekten. Görüşünüz yaşananlar ışığında hiç makul değil demek istiyorum yani. Şöyle birşey demek gerçekten çok daha makul: “Bilimin geldiği noktada, tüm bilim insanları yanılıyor, somut araştırmaların tümünü bu insanlar yapıyor olsada durum maalesef budur”. Anlam itibariyle söylediğiniz bundan farksızdır bana sorarsanız, ve bu şekilde savunsanız ne demek istediğinizi daha iyi verirsiniz. Yoksa bugün olduğu gibi birçok insanın yanılgılı bir şekilde olduğundan farklı algılamalarına hizmet etmiş oluruz.

    Behe nin bahsettiğiniz kitabını okudum. Çığır açtığını düşündüğünüz kitabından(darwins black box) sonra çıkan kitabını okursanız(the edge of evolution) – çığır açmaktan öte, önceki kitabında çürük varsaydı şeyleri bu sefer evrime ilişkin güçlü kanıtlar olarak sunduğunu(daha doğrusu kabul ettiğini) görürsünüz. (Artık kabul ettiği) “Ortak ata / Common descent” konusunda çığır açıcı bir kitabın yazarından beklenmeyecek düzeyde birbiriyle açıkca çelişkili şeylerin varlığı bende ciddi oranda şüphe uyandırıyor. Bunun gibi birçok şey var. En önemlisi ise bu yeni paradigmanın kayıtlı birtane de olsun araştırma programı, somut bilimsel çalımaya dair kayıtlarının olmaması. Bu ciddi birşey gerçekten – düşünsenize birtane araştırma dahi yok – onca para ve imkana rağmen! Bu noktadan sonra istediğimiz kadar Feyerabend gibi ağır toplara başvuralım, bence yeterince yalın olanın hali ortada. Anaşist görüşe çok meyilli bir insan olarak Feyerabend tartışmalarına çok katıldım zaanında. Feyerabendcilerin bile açıkca hatalı olarak kabul ettiği bazı noktalardan Akıllı Tasarım yada başka benzeri akımlara birşey çıkacağını zannetmiyorum, o noktadan bir savunma kendini ayağından vurur. Yöntem karşıtlığı açısından da Feyerabendin asıl derdi çoğulculuk ve dinamizmdir (Kibarlığı bırakayım, Popper, Kuhn ve benzerlerine anarşist olmasından ileri gelen sağlıklı bir önseziyle resmen gıcıktır-bu eğilim en az “kibar” olanı kadar güçlüdür!). Bir otoritenin “eşitlik ve adalet” sağlaması gibi bir önerisi de yoktur (bazıları öyle anlıyor). Ama filozoflar, dışarıdan hakkında konuştukları alanın dinamizmini kendi doğasını bazen ıskaladıkları için, ortak konsensusun oluşması, belirli ilkelerin ortaya çıkıp yaygınlaşma süreçleri – yani tarih boyunca bilimin zaten evrilerek gelişip geldiğini unutuyor. Filozofların “nasıl bir epistemoloji” diye kafa yorarken, yürüyen bilimin onları çok ciddiye aldığını zanneden durumları oluyor, yani “dışarıdan” verili birtakım kesin hat ve yöntemleri takip ettiğini düşünüyorlar. Böyle düşününce bu tek tek filozofların belirli ideolojk angajmanları Feyerabendi kaygılandırıyor doğal olarak. Mesela Popper aslında asıl olarak Marxism – Diyalektik Materyalizm meselesi yüzünden “yanlışlanabilirlik” ilkesini icat etmiştir, büyü, Freudculuk vs. talidir onun açısından! Ama canlı uygulanan bilimin zannedildiği gibi bu “dayatılan” ilke ve yöntemleri, kendi geliştirmiş bile olsa, kesin ve mutlak bir şekilde takip etmediğini kaçırıyoruz. Yada gerektiğinde çıplak veri karşısında “imanını” tersyüz edip değiştirebildiğini, ve bunu sürekli yaptığını unutuyoruz. Yani anarşizm şu yada bu oranda sürekli olarak var. Örnek olması açısından fizik dünyasındaki günümüzde yaşanan bir bölünmüşlüğü ve ona ilişkin yönteme vs. dair faydalı bir tartışmayı önermek istiyorum. Burada bence önemli olan, bu iki kişinin filozof değil, alanında epeyce aktif iki fizikçi bilim insanı olması:Lee Smolin Vs. Susskind

    Neyse asıl konuya dönelim. Bir örnek vereyim isterseniz günümüzde olana ilişkin – yine fikir vermesi açısından. Örneğin, Richard Lenski adında bir bilim insanı ömrünün 20-25 yılını bakterilerle ilgili bir laboratuvar çalışmasına adayıp çok nadir olan, uzun zamana yayılmış ardarda birtakım mutasyonların ne tür yeni fonksiyonlara yol açtığını tespit ediyor. Ve gelişen moleküler biyolojinin sunduğu olanaklar ile bunun hangi generasyon, hangi zamanda ve nerede ne şekilde olduğuna ilişkin kayıtlarını tutup kataloglayabiliyor. Başka diğer evrimsel değişiklikler ile beraber resmen belgeli bilgiler sunabiliyor bu bahsettiğiniz gelişmelerin olduğu dönemde. Peki mesela diğer tarafdaki Behe ne yapıyor? Kitap satılan Amazon sitesinin blogunda(!?) kısa bir yazı ile moleküler biyoloji jargonuna bezenmiş ama önemli noktalara hiç değinmeyen bir karşılık veriyor ve insanlara kendi kitabının reklamını yapıyor, kendi kitabının ismi yaklaşık olarak 15 defa geçiyor eleştiri yazısında!?. Çığır açıcı gelmiyor bana gerçekten, bana gelip gelmemesi önemli değil, herhangi bir verimli çalışmayı dahi tetikleyebilmiş değil temel görüşleri. Bu abartılı bir görüş değil, gerçekten bir paradigma değişiminde gözlemlenebilecek herhangi bir hareket, çalışma vs. nin izleri yok…

    Bu arada Dawkins genel olarak dizayn argumanından yola çıkarak eleştirmiştir Behe yi yanlış hatırlamıyorsam. Hücre biyoloğu olan Kenneth Miller in çok ayrıntılı bir eleştirisi vardır Behe nin yanılgısına dair. Ve geçen zaman içersinde ortaya çıkan bulgular özellikle Behenin “Bakteri Kamçısı” açısından savunduğu görüşlerin pek de tutmadığını gösteriyor. Gerçekten gösteriyor olmalı ki Behe nin kampında yer alan Mike Gene bile bu bakteri açısından “İndirgenemez Karmaşıklığın” söz konusu olmadığına inanıyor. Kendi sitesinden nedenlerini okuyabilirsiniz.

    (Yeri geldiği için bir not düşmek istiyorum: Bakteri kamçısı açısından “İndirgenemez Karmaşıklığın” yanlışlanmış olması bu hipotezi evrensel anlamda yanlışlamıyor, çünkü 1-2 yıl içersinde Behe yeni bir az bilinen örnekle karşımıza çıkacaktır (bağışıklık sistemi, göz yapısında zamanında yaptığı geçişler gibi), buna ilişkin bu sitede Spinoza rumuzlu arkadaşla uzun bir tartışmamız vardı, ne demek istediğime oradan bakabilirsiniz.)

    Yada Kuantum Fiziğine ilişkin farklı yorumlar dediniz. Evet bunlar vardır fakat birinin diğerini azınlık bırakması gibi birşey olduğunu zannetmiyorum. Bir yorumun diğerinden daha çok taraftar toplaması bu farklı yorumların insanlar tarafından kabul edilip edilmemesiyle ilgili. Ve bu saadece Kuantum fiziğinde değil bilimlerin her alanında var. Biyolojide, Fizikte, farklı teoriler arasında, teorilerin kendi içinde sayısız ayrım ve farklı ekol mevcuttur. Fakat bunların varlığı hem sağlıklıdır, hemde hiçbir şekilde bilim yapmamanın, ağlayıp sızlanmanın bahanesi değildir. Örneğin fizik dünyasında Sicim teorisinin önemli bir hegemonyası vardır günümüzde, araştırma bütçelerinin önemli bir bölümü bu alana kayıyor. Fakat bunun karşısında duran insanlar “Discovery Institute” gibi bir propaganda merkezi kurup, lobicilerle politikacıları kafalayıp doğrudan sıradan vatandaşa yönelik propaganda kampanyası yapacağına gidip “Perimeter Institute” u kuruyorlar ve kendi görüşlerine ilişkin bilimsel çalışmalarla bilim camiasını ikna etmeye, görüşlerinin sağlam ve verimli olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Bu tarz şeyler heryerde var, hemde üslub zaman zaman küçümseme düzeyine kadar varıyor – sonuçta bu işlerin merkezinde insan var.

    Bir örnek daha vermek istiyorum, Garrett Lisi adında bir fizikçinin matematikdeki E8 Lie cebirinden geliştirdiği bir hipotezi var. Modellerinin doğrulanması durumunda birçok fizikçinin onyıllardır yapmaya çalışdığını bir hamlede, hatta diğerlerini resmen aptal yerine koyacak basitlikte yapacak. Fakat şu ana kadar aldığı tepkiye rağmen, yer yer dalga geçmelere rağmen bu kişi işiyle uğraşıp hipotezini doğrulatacak öngörüler yapmaya çalışıyor. CERN deki çıkacak sonuçları bekliyor, doğrulanması durumunda hiçbir ideolojik blok, hayali bilmem-ist ci bilim insanı bu tek kişiyi engelleyemez, sansür edemez. Sızlanması için, hiçbir neden görmüyor, aşırı komplo teorisi vari açıklamalara başvurup bilimsel çalışmalarını bırakmıyor. Bunun gibi tek tek kişiler bazında bile sayısız örnek var. Üstelik bu kişi ve grupların Amerikadaki yaratılışçılar kadar büyük finansal güçleri de yok.

    @Selamlar Mehmet bey,
    Bir yakınımın hastalığı yüzünden sürekli Ankaraya gidip gelmek zorundayım son aylarda, internete ayırdığım vakit daralmış durumda. Yakınımın bazı vücut fonksiyonlarında bozulma var şekerden dolayı. Ona rağmen bu ölmüştür deyip gömmüp kurtulmuyoruz, 2-3 gün demeden birkaç bin kilometre yol tepiyorum – örnek olması için aktardım 🙂

    Evet Novo da çalıştım bir dönem, fakat aslen Enformatik alanındayım, doğrudan biyoloji ile ilgili herhangi bir uzmanlığım, etiketim yok. 1-2 yıldır bu tartışmaların tetiklediği okuma ve meraktan dolayı benim için en kestirme görünen bioinformatik alanında bir ms.c programına kayıt yaptırdım yaz sonunda. Daha yolun başındayım, yaşı yok bu işin dedik girdik bakalım ne olacak. Belki ileride sakalıma ak düştüğünde türk-ateist-biyolojicilikten ekmek yiyebilecek duruma gelip işi profesyonelliğe vurabilirm memlekette :P.
    Bu arada kabul edilme sürecinde ateist olup olmadığımı sormadılar, hatta müslüman olduğumu düşünüyorlardır muhtemelen – işi baya savsaklamışlar yani 🙂

    Meselâ ölmek üzere olan bir insanla henüz ölmüs bir insan arasinda bilimsel açidan ÖLçÜLEBiLiR bir fark yoktur. CAN dedigimiz seyin agirligi, hacmi, kokusu ve rengi yok ki.

    “Ölmüş olan bir insan” dediğimizde belirli kriterlere göre yapılmış bir tespit vardır demektir ama? Böyle bir tespit yapıldığına göre mutlaka belirli kriterleri vardır. Ve kriter olduğuna göre de mutlaka ona ilişkin bir ölçü vardır. Örneğin, kalp atıyor mu? Beyin temel fonksiyonları yerine getiriyor ve işliyor mu, beden kendisini yeniden üretebiliyormu vs.vs. Bu noktada CAN dediğimiz şeyde bu belirli kriterlerimize ilişkin bir soyutlama olsa gerek. Ve dediğiniz gibi soyut bir kavramın da hacmi rengi kokusu olmaz.

    Herkes TIBBEN canlidir. Peki insana çok benzeyen bir robot CANLIMIDIR? Bu robotu kiran biri katil olur mu?

    Kavamları bizim yarattığımızı unutuyoruz gibi geliyor bana. Canlılık tanımını biz yapıyoruz insanlar olarak. Farklı tanımlamalar yukarıdaki sorularınıza farklı cevaplar üretecektir. Ama bundan ne tür faydalı bir bilgi yada açıklayıcılık elde edebiliriz onu anlamadım tam olarak.
    Bu meseleleri ilginç bulduğum için eklemek istiyorum. İleride insanlarla iletişime girebilen, öngörülerimizden farklı bir biçimde sentez yapıp yaratıcı özellikler sergileyebilen robotlar gelişirse bana göre bunlara canlı diyebiliriz. Yaptığımız tanım onları da pekala kapsayabilir. Eğer birisi benim böyle bir robot arkadaşımı öldürürse ona katil derim muhtemelen. Teorik olarak da bu tarz robotların olabileceğine inanıyorum. Kabaca; siz saf ruhsal olanın fiziksel bir tecrübeden geçtiğine inanıyorsunuz, ben ise en geniş anlamıyla fiziksel olanın ruhsal bir tecrübe yaşadığına inanıyorum, ve bunun organik olanla sınırlı olmak zorunda olduğuna ilişkin makul bir gerekçe göremiyorum. Beynimizde o kadar ince ve ayrıntılı maddi süreçler var ki onları büyük resmin önemli öğeleri olarak görüyorum, bu kadar ayrıntılı ve hassas olanın, bildiğimiz fiziki süreçlerin en derinlerine inen olayların anlamsız bir ayrıntı olduğunu makul bulamıyorum. Dolaysıyla bu süreçlerin ‘replika’ edilmesi saçma bir görüş değil, tam tersine zaten bunu çocuk yaparak bizzat yapıyoruz, sık sık olmasa bile 🙂

    Kalbi atislar saptanamayan ama konusabilen, bilinci yerinde bir adam olsun. Bu adami gömmeli miyiz DiRi DiRi? Ya da ÖLÜ ÖLÜ?

    Bence sakın gömmeye kalkmayın :). Formel tanımlarla işleyen, ona göre davranan varlıklar değiliz, aklımız ve duygularımız var. Bize özel gelen, birçok şeyi kapsar yaptığımız canlılık tanımı. Bu özel gelen özelliklerin hepsi yerinde dururken kalp atışını duyamadığımız ama ona rağmen bize konuşan sevgili babamızı gömmek herhalde büyük bir ahmaklık olur. Alışık olduğumuzdan çok farklı bir durumla karşı karşıya olduğumuz kesin, ama gömmek için bir gerekçe göremiyorum, ancak endişelenmek yerinde olur.

    Bilim ne hayati ne de ölümü ispat edemez.

    Edip edememesini bırakın böyle bir girişimin kendisi anlamsız birşey. Dediğim gibi kendi yaptığımız bir takım tanımlamalar söz konusu. Basitçe, “kafası kopmuş bir insan ölüdür” diye bir tanım yaparsak, bu tanıma göre, fazla sofistike olmayan bir bilimle bir insanın “ölü” oldğunu gösterebiliriz – yaptığımız bu tanıma göre elbette! Bizim dışımızda mutlak bir “canlı” yada “hayat” kavramı olduğuna inanmıyorum yani. Kavramlarımız ayırt edici olan özelliklere uyguladığımız isimlendirmelerdir. Daha derin bir mana yok burada…”Hayat nedir?” sorusu bana çok boş bir soru olarak geliyor açıkcası. İşaret ettiği görüngülere değil, tam tersine direktman kavramın kendisine ilişkin verimsiz bir soru.
    Tüm bunlardan sonra Evrim teorisinin hayatın çıkışı konusunda açıklama yapamayacağını söylüyorsunuz. Bir defa zaten bu teori canlılık dediğimize ilişkin gözlemlenen dönüşüme dair bir açıklama getirme derdinde olan bir teori. Yani temelinde bahsettiğiniz şekilde bir iddiası yok. Fakat sunduğu devrim niteliğindeki bakış açısı doğanın nasıl işlediğine ilişkin güçlü ipuçları veriyor. Doğada belirli koşullarda basitlikten karmaşıklığa doğru bir gidişin olabileceğine ilişkin “şeytani” bir fikir veriyor, ve buna ilişkin doğrulayıcı sayısız gözlemimiz de mevcut – ve bundan türemiş farklı alanlarda çok verimli alanlar var. İkincisi, neyin ne hakkında açıklama yapıp yapamayacağını kesin olarak belirtebilecek durumda değiliz, böylee bir konumda da değiliz. Yapmaya çalışmak, buna girişmeden peşinen yapamayacağımızı savunmaktan daha verimlidir kanatimce.

  15. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Ara 14, 2008 | Reply

    çok uzun yazmışsınız:))
    şu an için aynı uzunlukta yazmak yerine ayrı bir yazı yazmayı tercih ederim. ama şimdlik şunu söyleyeyim: siz nasıl geldğiniz noktada evrime destek içeren gelişmeler görüyorsanız, ben de tam tersi destekler görüyorum. sözünü ettiğiniz kitapların çoğunu ve birçok başkasını da okudum. konu sadece bakteri kamçısı ile de bitmiyor; kaldı ki onda da evrimcilerin senaryosunun ikna edici olup olmadığına inanmak söz konusudr. ben evrimcilerin bu konudaki tezlerini ikna edici bulmuyorum. canlılığın oluşması konusunda (yani en temel bazda) evrim teorisinin zatne imkansız ötesi imkansız bir başlangıcı dilediğini bildiğim için başlangıçta çöken bir teorinin ayakta kalma macerası açıkçası beni çok ilgilendirmiyor. sizin evrimle ilgili inancınıza (ki bu inançtır cidden. çünkü aynı bilgilerden siz farklı ben farklı şeyler çıkarıyorum. ikimiz de elimizdeki bilgileri değerlendirebilecek bir bilgi altyapısına ve akla sahip olduğumuza göre hangimizin haklı olduğunu ortaya koyacak bir mekanizma yoktur) saygım var, ben de tam tersi düşünüyor, hemen hemen bütün “aşamalarında” çöktüğünü düşündüğüm bir teorinin ayakta tutulmaya çalışılmasının tam manasıyla ideolojik imanarla ilgili olduğunu düşünüyorum.
    kuantum teorisinin bir ekolünün üniversitelerde azınlıkta tutulması sizin dediğiniz gibi değildir maalesef. üniversiteleri (dahası bizimkilerin vehametini ayrıca eklemeliyim) biliyor, akademik camiları da çok iyi biliyoruz. dolayısıyla belirli bir aşamadan sonra bölümlerde hakim paradigmaya uygun öğretim üyelerinin oluşturulmaya çalışıldığını net olarak biliyoruz. odtü elektronik mezunuyum. odtü elektronik mühendisliğinde, hatta tüm odtüde öğretim üyesi profilinin nasıl bir profil olduğunu (yaşasın darbe diyenler ural akbulutgiller gibi) biliyorum. dolayısıyla sizin gibi iyimser bakamıyorum. benim evrimcilerle ilgil iderdim şu: istedikleri şeye iman etsinler beni ilgilendirmiyor. ama karşıt tezleri savunan (ki akademik camiadan da çok kişi vardır evrim karşıtı tezler savunan) insanları bilim karşıtı, bilim düşmanı gibi göstermek tam manasıyla bir hedef saptırmadır. hayır efendim olay bilgilerin yorumlanması sorunudr. ben okuduklarımdan bunu çıkarıyorum, siz de neyi çıkarıyorsanız kendi bileceğinizdir. bir bilgi manyağı olarak mesela en son sadecehücresel solunumla ilgili protokellerin işlendiği yaklaşık 500 sayfalık bir ebooku incelemiştim. sadece hücresel solunum bile, bunun “kör saatçi”nin yapamayacağı kadar kompleks yapıların mevcut olduğunu bilmemize yeter. dolayısıyla kimse kimseye bilim satmasın. ben de size satmıyorum. siz de bana satmayın. velakin son söz olarak: “leküm diniküm veliye din” diyorum. sevgilerimle

  16. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Ara 14, 2008 | Reply

    bu arada michael behe son kitabında intelligent design’ı daha ilerletmiş ve evrimin yapabilip yapamadıklarını incelemeye devam etmiştir. daha yenilerde yazdığı bir yazıdan bir pasaj:

    “The theistic evolution is the same too. (I have nothing against theistic evolution — I used to agree with it — except now I think it doesn’t fit the data.) We live in a finely tuned universe, so that points to God. Miller pointedly denies that that is a scientific argument, but it’s hard to see why not. How many other theological or philosophical arguments depend on the exact values of physical constants — to many significant figures — such as the charge on the electron, the strength of gravity, and so on? Reasoning based on quantitative, precise measurements of nature is science. Ironically, Miller is an intelligent design proponent when it comes to cosmology, but is contemptuous of people who see design extending further into nature than he does.”

    dolayısıyla evrimcilere tavsiyem şudur: evrime inanmayan insanlar da en az sizin kadar bilimle içli dışlıdır ama farkları bilimperest değillerdir. ben de bilimi hayatımın bir parçası olarak kullanırım ama bilimperset değilimdir. evrim ise teori olarak hiç ama hiç inandırıcı gelmiyor şimdlik. ama bu savaş daha çok devam edecek gibi. en ufak bir blogda dahi bu konu kanlı bıçaklı kavgaya dönüyorsa akademik camialarda nelerin olabileceğini tahmin edebiliriz. behe’nin öretim üyesi olduğu lehig üniversitesinde dahi adama “bu tezler benim tezlerimdir, lehigh ün. bağlamaz” manasında şeyler söyletilebiliyorsa bilimperset fanatizme biraz dikkat etmeli ve kulağının üstüne yatmamalıdır bence. dediğim gib bu konuda anıları olan ahmet yüksel özemre ve bir başka fiizkçi (oppenheimer ödüllü bir fizikçi şimdi ismini unuttum, ama türkiyedeki bir üniversitede nasıl bir bilimsel lince uğratıldığının örnekleri vardı.) yine üniversitede evrim biyolojisi okutan bir biyoloji profesörünün evrim teorisine karşıt tezleri de söylüyor diye başına gelenler, hepsini biliyoruz. dahası bilmediklerimizi de tahmin ediyoruz.

  17. Yazan:fuatogl Tarih: Ara 15, 2008 | Reply

    Tekrar merhaba,

    siz nasıl geldiğiniz noktada evrime destek içeren gelişmeler görüyorsanız, ben de tam tersi destekler görüyorum.

    Evet ama mesele bu gördüklerimizin ne gerçekte ne kadar destekleyici olduğu zaten. Yorumla, görüş ile basitçe üzerinden atlanacak birşey değil. Manzara özetle şu şekilde. Sizin savunduklarınızdan şu sonuçlara varabiliriz:
    1 – Bilim insanlarının hemen hemen hepsi ideolojik nedenlerle gerçekte hiçbir desteği bulunmayan bir senaryoya iman ediyor.
    2 – Bu ideoloji o kadar güçlü ve hegemonik ki, her kültürden, her dinden, her renk ve milletten bilim insanını safına çekebilmektedir, yani homojen bir dağılım sergilemektedir.
    3 – Bu bilim insanlarının tarih boyunca verili teoriler ve onların geliştirilmesiyle faydalı işler yapmış olsa dahi, temel teorilerinin birer senaryodan ibaret olmadığını göstermez!
    4 – Bu kalabalık bilim insanı topluluğunun her yıl evrim teorisi üzerine ürettiği onbinlerce makale birer senaryodan ibaret.
    5 – Bu bilim insanlarının angaje olduğu bilimsel çalışmalara bu işlerde gerçek çıkarı olan sektörler milyonlarca dolar para yatırıyor, yani gerçek bilimcileri değil, bir senaryoyu temel kabul eden bir bilime para yatırıyor!
    6 – Bu ideoloji o kadar güçlü ki, 150 yıl boyunca karşıtlarının 1 tanecik olsun verimli araştırmasını dahi gün yüzüne çıkmamasını sağlamış onları tamamen kısırlaştırıp sansürlemiştir.
    7 – Bu yanlış senaryoyu kuran bilimin bugüne kadar canlılık hakkındaki bildiklerimizin çok büyük bölümünü, DNA dan hastalıkların evrimine ve önlemlerine kadar ve daha sayısız bilgiyi ortaya çıkartmış olması onun yanlış olmadığını göstermez – karşıtları diğerlerinin ortaya çıkarttıkları bilgiden daha iyi anlıyor!
    8 – Bilimsel çalışma önemsizdir, birileri gerçekten hiçbir araştırma ve veri sunmadan 150 yıldır tüm bilimce kabul edilen bir teoriyi “yorum” ile çürütüp bilim derslerinde hak ettiği(!) yeri talep edebilir.
    9 – Belirli dini bir dünya görüşünü kabul etmemek ideolojiktir!

    Benim savunduklarımdan çıkan sonuçlar ise biraz daha makul sanki:

    1 – Dini inanışlarından dolayı bilimin sonuçlarından hoşlanmayıp tarih boyunca bu gelişmelere muhalefet eden köktenci bir akım var ve ilginç bir şekilde tamda dini akımları yatay kesiyor !
    2 – Ortaya atılan argümanlar eskinin tekrarından ibaret olup bilimsel olmaktan uzaktır ve bunun sonucunda da herhangi bir araştırmaya, test edilebilir öngörüye, biyolojide faydalı herhangi bir tekniğe yol açmamıştır, buna ilişkin herhangi bir girişim de söz konusu değildir.
    3 – Bu akımların niteliği 1. deki gibi olduğu için, özgül bir bilimsel çaba görünmemekte, tamamen inançlarına aykırı olarak görülen specifik bir teoriye muhalefet etmek üzerine kuruludur (hepimizin de şahit olduğu gibi!).
    Bana göre manzara budur biraz. Sizde takdir edersiniz ki ilk sıraladıklarıma inanmak için gerçekten zorlamanın ötesine geçip bazı şeyleri inkar etmek gerekiyor. Eşyanın tabiatına aykırı birden fazla durum var.

    ben de tam tersi düşünüyor, hemen hemen bütün “aşamalarında” çöktüğünü düşündüğüm bir teorinin ayakta tutulmaya çalışılmasının tam manasıyla ideolojik imanarla ilgili olduğunu düşünüyorum.

    Burada da benzer birşey yapıyorsunuz aslında. Bu işle meşgul çok farklı kesimlerden bütün bir bilim insanı topluluğu, uzmanı olduğu bir konuda ideolojik tavır alıyor, çünkü sizin yorumunuza uymuyor ! Sakın ideolojik tavır alan onlar değil de siz olmayasınız?

    kuantum teorisinin bir ekolünün üniversitelerde azınlıkta tutulması sizin dediğiniz gibi değildir maalesef.

    Tek tek kişilerin ağzından değil de, genel olarak bildiğiniz bi trend yada uygulama varsa bilmek isterim?

    Dolayısıyla belirli bir aşamadan sonra bölümlerde hakim paradigmaya uygun öğretim üyelerinin oluşturulmaya çalışıldığını net olarak biliyoruz.

    Bu bence çok belirsiz bir ifade. Fakat bir işe birisi alınırken o kişinin yeterliliğine bakılır, şeffaflık olduktan sonra da bir sorun görmüyorum. Örneğin ben bir bioinformatik biyoloji bölümünün başkanı isem ve bu alandaki bir takım projeler için araştırmalar yapacaksam, CV sinde Akıllı Tasarım yazan bir kişiyi elbette seçmem. Çünkü adam yapacağım çalışmalara temel olan teoriyi kabul etmiyor, aptal olmam lazım gerçekten. Zaman kiraladığımız bilgisayar öbeğinde son gaz çalışan 950 CPU nun parasını veren üniversite benden faydalı birşey bekliyor çünkü – işe yarayacağını düşündüğüm kişileri seçmek benim ve çalışma arkadaşlarımın görevi olsa gerek değil mi? Fakat bu arkadaşlar isterlerse kolayca kendilerine yol açabilirler. Örneğin faydalı işler çıkartabileceklerini yapacakları bilimsel çalışmalarla gösterebilirler, kriterlere uyan bir şekilde bunu ilgili alanlara sunup insanları ikna ederler ve yapacakları faydalı iş her ne ise ona destek bulabilirler. Faydalı, işe yarar, bilim ve teknolojiyi geliştirici birşey bulsunlar ondan sonra göreyim ben kaynak ayırmayan üniversiteyi, göz yuman araştırmaya dayanan şirketi ve ilaç endüstrisini vs. Aynı şekilde buyursun Sicim Teorisi destekcisi birisi Perimeter Institute a başvursun bakalım alacaklar mı, almazlar, başvuran kişi istediği kadar ideolojik diye avaz avaz bağırsın. Discovery Institute milyonlarca doları yöneten bir merkez, kitap, tv, lobi faliyetleri ve türlü çeşit propaganda işleri ve pahalı avukatlarla bir sürü iş yapıyorlar. Kursunlar bir araştırma laboratuvarı, geliştirsinler bilimi. Faydalı birşeyin kullanılmaması bir defa mantıksızca birşey, üretsinler ve ikna etsinler komplo teorilerine bel bağlayacaklarına. Ne demek istediğimi anlatabildiğimi zannediyorum – durum çok açık, gerisi propaganda gerçekten.

    Akademiye Türkiyeden bakınca kara tablolar çizmek çok kolay elbette. Yıllardır, YÖK ten, 12 Eylül darbesinden yakınan, özerk demokratik bilimsel eğitim diye muhalefet edip cop yedi insanlar, 1-2 telsiz yemişliğim vardır benimde. Ne bekliyorsunuz ki bizdeki çarpıklıktan. Siz yine iyisine denk gelmişsiniz, yerel tv lerde ermenilerle beraber kürtleri de sürmek gerekiyordu diyebilen “profesörler” gördüm. Ordu göreve diyenden, ülkücü gruplarla bir olup DTCF de öğrenci linç eden öğretim görevlilerini de. 1980 öncesi ve sonrası akademik üretkenliğe bakarsanız zaten durum tüm çıplaklığı ile ortaya çıkar. Siz yine iyi yerdesiniz, orada en azından Murat Erten vs. gibilerini de bulabilirsiniz.
    Bu arada biyoloji öğretmenlerinin neler yaşadıklarını da biliyoruz.

    ama karşıt tezleri savunan (ki akademik camiadan da çok kişi vardır evrim karşıtı tezler savunan) insanları bilim karşıtı, bilim düşmanı gibi göstermek tam manasıyla bir hedef saptırmadır. hayır efendim olay bilgilerin yorumlanması sorunudur.

    Tam olarak kime ne dendi bilemem. Burada Behe den bahsettik mesela. Bu kişiye bilim karşıtı demek bence aşırı bir iddia değil. Bağlı bulunduğu enstitünün neler yaptığı ne tür yöntemlere başvurduğu çok açıktır. Ki aslında kendisi de zaten değişik biçimlerde kafasındaki bilime ilişkin açıklamalar vermiştir. Herhalde biliyorsunuzdur, Akıllı Tasarımın bilim olarak kabul edilmesi için, bilimin tanımının astrolojiyi de kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini savunmuştur! Şaka filan değil bu, ciddi ciddi bunu savunabilmiştir. Kullandıkları yöntemlere ilişkin şurada türkçe alt yazılı güzel bir video var, tavsiye ederim: Prof. Kenneth Miller’ın Akıllı Tasarımın Çöküşü Başlıklı Konferansı Ya Miller yalan söylüyor, yada tam anlamıyla gerçekten bilim karşıtı bir hareket söz konusu. Ki buna ilişkin daha çok veri var – Wedge belgelerine bakarsak kelimenin tam anlamıyla ideolojik bir hareketten bahsettiğimizi apaçık bir şekilde tespit edebiliriz.

    “Bilgilerin yorumlanması sorunudur” demen,ze ise şaşırdığımı belirtmeliyim. Yani bilimsel faliyet, teorileştirmeler yorumlama problemimidir gerçekten? Örneğin elimizde bulguların tavukların çok büyük olasılıkla sürüngenlerle yakın akraba olduğunu söyleyen bir teori varken, ve tavuklarda bazı protein üretiminde kullanılmayan “eski” genlerin aktifleştirilmesi sonucunda timsah dişine benzer dişlerin çıkmasını nasıl yorumlamak gerekiyor? Bunun evrimle alakası yoktur kesinlikle desteklemez bu teoriyi, ben bunu gizli bir dizayncının bilemediğimiz bir işi olarak yorumluyorum dersem bunun ciddiye alınır bir tarafı varmıdır gerçekten? Ben kolayca bilimi bir sirke dönüştürebilirim bu şekilde – ama birilerinin bunu ciddiye almamasından yakınmam pek doğru olmaz diye düşünüyorum.

    bu arada michael behe son kitabında intelligent design’ı daha ilerletmiş ve evrimin yapabilip yapamadıklarını incelemeye devam etmiştir.

    Birşeyin “ne yapıp ne yapamayacağını göstermek” bana çok komik geliyor açıkca. Nerede nasıl göstermiş anlayamıyorum. İnkar etmek için kendi kriterlerini bile zorlayıp birşeyin tarihinin kesin kanıtlarını istemeye koyuluyor. Bunu ciddiye alıp bu adamın birşeyin yapılamayacağını gösterdiğine ikna olamıyorum şahsen. Bilimin bildiğimiz yaklaşımı ise hiç değildir bu. Büyük Patlama teorisinin neyi açıklayamayacağından başlayıp bu teorinin yanlış olduğunu savunmak kadar saçma bir girişim. Ve bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Behe bir önceki kitabında Evrim teorisinin ortaya çıkardığı “ortak-ata” bulgusuna karşı çıkıp kanıttan yoksun birşey olduğunu iddia ediyordu. Daha sonraki sizin bahsettiğiniz kitabında ise hiçbir düzeltmeye girişmeden “ortak-ata” görüşünün sağlam kanıtlara dayanan bir görüş olduğunu savunuyor – bu gerçekten böyle, kendiniz kontrol edebilirsiniz! Yazdıkları bütünlükten yoksun, savunduklarına uyumlu hiçbir veri bulunmuyor gerçekten. Behe yi savunurken bunları bildiğinizi umuyorum – yoksa kafam karışıyor bazen. Behe nin Yaptığı temel şey “bu çok karmaşık, evrim yapamaz, o halde (adını biliyorsunuz) bunu akıllı bir tasarımcı yapmıştır, ne olduğunu bilemiyoruz ama öyle olmalıdır” ve bunu bilim olarak savunuyor – bu bilim değildir diyenlere ise kızıyor. Behenin “bilim budur” deme hakkı elbette vardır, ama başkalarının da “hayır bunun bilim ile alakası yoktur” deme hakkına sahiptir.

    En çok kızdığı kişilerden birisi ise Kenneth Miller. Miller ile olan meseleye ilişkin söyleceklerini ciddiye almak çok zor gerçekten. Herşeyden önce, Miller in defalarca davet etmesine rağmen hiçbir zaman kabul etmemişdir. En son bildiğim, bir üniversitede yapılacak TV programına miller in kibarca davet etmesine rağmen katılmamıştır – peki ne yapmıştır? Bence ayıp sayılacak birşey yapmıştır. Discovery Institute dan bir avukat göndermiştir! O yüzden amazon bloglarında bu tarz yazmasını şahsen entellektüel cesaret adına pek yakıştıramıyorum, ciddiye de alamıyorum, çığır açan birisi gibi gelmiyor bana.

    Ve bu kişinin üniversitedeki sitesine eklediği nottan nasıl despotluk çıkartabiliyorsunuz anlayamıyorum. Bir biyoloji bölümünde ülkenin en önde akıllı tasarımcısı, astrolojiyi bilim olarak gören, biyoloji biliminin bulgularına karşı çıkan ve çok bilindik dini motivasyonları olan bir hareketin merkezinin propaganda işlerinde yer alıyor. Bu bölüm elbette itibarını korumaya çalışacak, gerçekte durum neyse onun açıklanmasını isteyecek. Yoksa biyolojiyle ilgilenen hangi öğrenci gidip kaydını yaptırır bu bölüme? Bir üniversitenin bizik bölümü başkanı yada öğretim görevlisi olduğunuzu varsayın. Bölümünüzde bilimsel itibar açısından olumsuz anlamında çok ses getiren bir astroloji savunucusu bulunsa siz ne yaparsınız? Bölüm olarak bu astrologun görüşlerine katılmadığınızın bilinmesini istemezmisiniz? Bunun fanatizmle ne alakası var? Kaldı ki yazılanlar yanlış şeyler de değil ki? Biyoloji bölümünün, Behe hariç tüm üyeleri Akıllı Tasarım i bilim olarak görmüyormuş! Eğer bilim olarak görüp bunu ifade etme hakkı alinden alınmış insan varsa o zaman fanatizmden bahsedilebilirdi.

    Evrime inanmayan insanlar da en az sizin kadar bilimle içli dışlıdır ama farkları bilimperest değillerdir.

    İstisna mümkündür, ama geneli açısından artık buna inanmıyorum gerçekten. Bilimperest olarak da görmüyorum kendimi, bilimsel bulguları ve geliştirilen teorileri kabul ediyorum diye bilimperest olunuyorsa bu iyi birşeydir sanırım. Bana kalırsa dinperestlik gibi bir durum var. Gözlemlerimiz de bunula uyumlu gerçekten. Bir tarafda inançlı inançsız bizzat bilimsel bilgiyi üreten çeşit çeşit insanlar var, diğer tarafda ise çoğunlukla dini hareketlerle paralel, temelde din merkezli itiraz edenler var. Amerikadaki bu görüşlere sermaye sağlayanların politik yelpazenin en sağındaki dini çevreler olduğu tesadüf mü? Türkiyedeki bu işi yaygınlaştırmaya çalışan öncü kişilerin bilim insanı değil de mesela harun yahya nın “bilim araştırma vakfı” kökenli olması hep tesadüf mü?

  18. Yazan:Enver Gülşen Tarih: Ara 15, 2008 | Reply

    sevgili kardeşim,
    neden haklı olmak için bu kadar çaba sarf ediyorsunuz. bence evrimcileri bu kadar itici yapan şey de bu. bu tartışmayı başlatan şey, benim birisinin yazdığı ““Bugun genetik ve molekuler biyoloji bilimlerinin geldikleri noktada hala bu hiristiyan dincilerinin argumanlarini one surmek hakikaten zavallica. ” cümlelere tersini düşündüğümü yazmamdı. siz de buna benim cevabımdan hareketle bir cevap yazdınız. ve benden “delil”istediniz. bakın belki farkında değilsiniz ama bu bir zihniyet problemine işaret ediyor. bu problem şudur: bir insan evrimci-materyalist ise onun söylediği otomatik bilimseldir, bir insan evrime inanmıyorsa otomatik olarak bilim karşıtı ve bilimden anlamayan birisidir. sizin konuya girmeniz de bu manaya geliyor. kimse o kişiden neymiş o deliller anlatın bakalım demedi. ama tersini söyleyene neymiş o deliller diye soruyorsunuz. bu delilleri birgün yüzyüze tartışırsak söylrim. ben evrim konusunda tartışmaktan ve bir takım materyalist sitelerde üstelik bilimin hiçbir dalıyla ilgisi bile olmayan insanların lincine uğramaktan bıktım (mehmet bey de buna şahittir).dolayısıyla boşuna kendinizi haklandırmak için çaba sarf etmeyin. ben ikna olmuyorum. en az sizin kadar evrim literatürünü bilirim. dolayısıyla siz değil ali demirsoy gelse birşey fark etmez. benim için evrim bir iman problemidir, ve evrimciler çağın gördüğü en büyük müminlerdir, tabii materyalist iman bazında.
    ancak sorun daha önce ddiim gibi, mateyalist evrimci birisinin otomatik bilime yakın, dine tanrıya inanan birisinin ise(siz de bu yazdıklarınızda aynısını yapıyorsunuz belki farkında değilsiniz ama) otomatik bilime uzak görülmesi gibi…laik bireyin otomatik modern-ileri, olmayanın ise otomatik geri görülmesi gibi bir zihniyet felcidir bu. evrim konusunda çok yoğun tartışmalar yaşadım çoğu da materyalist sitelerde. sizin söyledikleriniz orada söylenenlerden nispeten daha bilgi içeriyor, ama ben bunları zaten okudum ve sizin kadar biliyorum. siz yorumunuzun doğruluğunda ısrar ediyorsunuz. olabilir, ben de benim yorumum doğru olmayabilir;ama sizinki hiç doğru gibi gelmiyor diyorum. leyla ipekçinin dediği gibi ben haklılığımdan bir tutam kesiyorum. sizin gibi evrimciler de bunu beceribilseler ve evrim teorisinin bir bilim değil, felsefe ve metafizik problem olduğunun farkına varsalar herşey daha demokratik olacak. ama evrimciler benim gördüğüm en demokrasi ve fikir özgürlüğü karşıtı insanlardı şimdiye kadar. dolayısıyla aynı şeyleri tekrarlamanıza gerek yok. benim için bir anlam ifade etmiyor. ben de tekrarlamıyorum. çünkü bu konu sizin için de bir din gibi. bir amerikalı biyokimyacının “insan vucudunda 10 trilyon hücre var. her biri her saniye yüzlerce değişik kimyasal madde sentezleyecek kimyasal işlem yapıyor. bu vucudun şanla ve tesadüflerle oluştuğuna inanmak tanrı inancından çok daha büyük iman gerektirir” demişti. ben de böyle düşünüyorum.o yüzden kendinizi yormayın. bu konuda okuduklarımı okudumç benim yüzlerce defa şahit olduğum evrimci-bilimperest tezleri tekrarlamak bana bir anlam ifade etmiyor. o yüzden benim için (bir başka yerde yaşadığım tartışmadan bunaldığım ve aynı şeyi tekrar yaşamak istemediğim için) bu tartışma verimli bir noktaya gitmeyeceği için kesmeyi uygun görüyorum. ben bu sitede bilimsel yazılar değil, daha çok sanat, sinema ve felsefi yazılar yazmak üzere bulunmayı tercih ediyorum. sanat bilimpersetlikten de, insanı makina sanan ve indirgeyen yaklaşımların da panzehiridir. bu yüzden size de sanat tavsiye ederim.sevgiyle

  19. Yazan:MY Tarih: Ara 16, 2008 | Reply

    Selamlar Fuat Bey,

    Öncelikle çok geçmis olsun. Umarim çabucak iyilesir yakininiz.

    “yaratıcı özellikler sergileyebilen robotlar gelişirse bana göre bunlara canlı diyebiliriz.
    Yaptığımız tanım onları da pekala kapsayabilir.
    Eğer birisi benim böyle bir robot arkadaşımı öldürürse ona katil derim muhtemelen”(FUATOGL)

    ÖÖÖ burada biraz ayriliyor yollarimiz 🙂

    “…”Hayat nedir?” sorusu bana çok boş bir soru olarak geliyor açıkcası.
    İşaret ettiği görüngülere değil, tam tersine direktman kavramın kendisine
    ilişkin verimsiz bir soru. Tüm bunlardan sonra Evrim teorisinin hayatın çıkışı
    konusunda açıklama yapamayacağını söylüyorsunuz. Bir defa
    zaten bu teori canlılık dediğimize ilişkin gözlemlenen dönüşüme dair bir
    açıklama getirme derdinde olan bir teori.”(FUATOGL)

    ”Hayat nedir?” sorusunun anlamli olup olmamasi degil mesele. Sizin de açikça söylediginiz
    gibi HAYAT bilimsel olarak var olmayan bir sey. Bilimsel yollarla tarif bile edilemeyen
    HAYAT kavraminini nasil ortaya çiktigini açiklama iddiasi bence kibirden öte ahmaklik.
    (Sözüm meclisten disari) Mesela bir futbolcunun avukatlik yapmasi gibi, anlamsiz, yersiz,
    kompetans harici bir müdahele.

    Ama su denebilir: “Evrim hayvan ve bitkilerin yillarboyu dönüsümünü açiklar”. Bu tamam.


    “Fakat sunduğu devrim niteliğindeki bakış açısı doğanın nasıl
    işlediğine ilişkin güçlü ipuçları veriyor.”(FUATOGL)

    Burada büyük ihtimalle %100 haklisiniz. Kullanilmayan organlarin körelmesi gibi evrimci mekanizmalar
    zaten kisa hayati olan solucan vb hayvanlar üzerinde yapilan testlerle gözlemlenebiliyor.
    Ama bu tabi Evrim teorisini degil sözkonusu evrimci mekanizmanin varligini ispatlar.
    Tipki nefes almanin canliligi degil cigerlerin isledigini ispatlamasi gibi.
    Mesele daha çok bilimsel yöntemlerin SINIRSIZ YORUMUNDAN kaynaklaniyor bence.

  20. Yazan:hasan Tarih: Ağu 14, 2009 | Reply

    DİNLERARASI DİYALOG NEDİR ?

    Dinler arası Diyalog: Susmaktır, sessiz kalmaktır. Söylenenleri eksiksiz yerine getirip, Vatikan’ın kulu kölesi olmaktır. Müslümanlara kan kusturan Amerika’ya, İsrail’e, İngiltere’ye ve sair batı medeniyetinin karşısında el pençe divan durup, haritada yerini bile bilmediğimiz, ismini onların sayesinde duyduğumuz ülkelerle barış tesis etmektir.

    Dinler arası diyalog: Bosna Hersek’te katledilen binlerce Müslüman’ı, Irak’ta öldürülen milyonları, Filistin’de kız erkek ayırt edilmeden ırzına geçilen çocukları, yakılan yıkılan mabetleri görmezden gelip; İsrail’de ölen iki çocuk için camide salya sümük ağlamak, Londra Metrosundaki patlama için geç kalmış gibi hemen başsağlığı dileyip üzüntülerini dile getirmek, Müslümanları terörist ilan etmektir.

    Dinler arası Diyalog: Emekli maaşı ile geçinen hacının cebindeki paraları gazete aboneliği, dergi aboneliği diye sömürüp, himmet gecelerinde şatafatlı iftarlarda yardım toplayıp misyoner yetiştiren okullara milyon dolarları aktarmaktır. Camileri, tarihi yapıları yıkılmaya terk edip, o kadar kaçak yapı varken onun varlığından rahatsızlık duyup Kur’an Kurslarını yıktırmak, Doğubayazıt’ta 2 milyon 600 bin YTL’ ye Ermeni Kilisesini ihya etmektir.

    Dinler arası Diyalog: Peygamberimize hakaretler yağdıran küstahları aman diyaloga gölge düşmesin diyerekten duymamak duyurmamak, risale cevşen okuyan papazların ön sayfa güzelleri gibi çarşaf çarşaf resmini yayınlamaktır.

    Dinler arası Diyalog: İslam’ı yayıyorum Türk dilini dünyaya öğretiyorum diyerek, adı Türk Okulu olan okullarda Türkçeyi 2 saatlik seçmeli ders yapıp İngilizce eğitim vermektir. Kapitalist sistemin gereklerine uygun olarak Türkiye’deki okullarda ve dershanelerde mutlu azınlığın zengin çocuklarını okutmaktır.

    Dinler arası Diyalog: Allah’ın hükümlerine karşı gelip beyinleri bulandırmaktır. “Resulüm! Mümin kadınlara söyle gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnadır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nur:31) ayetine rağmen göz göre göre tesettüre teferruattır demektir.

    Dinler arası Diyalog: “İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)’dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)’dir.” (Mücadele: 22) ayetine rağmen “Cebrail Aleyhisselâm gökyüzünden inse, parti kursa, kusura bakma ben senin partine girmem desteklemem derim.” Diyerek Müslüman’ın etkinliğini kırmak, hakkını savunmasını engellemek, tepkisiz hale getirmektir. Ama el altından da diyaloga destek veren partileri, batının hizmetkârlarını da desteklemeden olmaz.

    Dinler arası Diyalog: “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Maide:51) ayetine rağmen Diyaloga karşı çıkan Müslümanlarla mücadele edip; diyalog ve hoşgörü toplantılarında Patrik Bartholomeos ile karşılıklı olarak biz birbirimizi çok seviyoruz demektir.

    Dinler arası Diyalog: Salyaları aka aka 11 Eylül saldırılarının güçlü bir devi uyandırdığını Haçlı seferlerinin yeniden başlatılacağını söyleyen Bush’un, peygamberimizi terörist ilan eden cahil Papa’nın kucağında oturup aslında onların gizli Müslüman olduğu yalanlarını basireti bağlanmış kitlelere yutturmaktır.

    Dinler arası Diyalog: Nüfus cüzdanlarından dini İslam ibaresini kaldırıp, İmar yasalarındaki değişiklikle cami ifadesinin yerine ibadethane koyarak 40.000 tane kilise evin açılmasını teşvik etmektir.

    Dinler arası Diyalog: Ay yıldızlı bayrağın gölgesinde, minarelerde ezan sesini dinleyerek Müslüman topraklarında yaşamaktansa; Haçlı bayrağının altında, çan sesi kulaklarında çınlayarak, kölesi olunan devletlerin nezaretinde onursuzca yaşamaktır.

    SÖZÜN ÖZÜ: “Şüphesiz ki Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez.” (Mâide: 51)

    BURAK EVCİ

    http://www.burakevci.com

  21. Yazan:yunus Tarih: Kas 26, 2009 | Reply

    bir sineğin kanadını kırk kağnıya yükledim
    kırkıda çekemedi kaldı şöyle yazılı.
    bir şey bütün bütün elde edilmezse de bütün bütün terkedilmez.

  22. Yazan:nilgün öven Tarih: Kas 27, 2009 | Reply

    “…bilimin başarılı olma sebebi zaman ve mekânla sınırlı alanlarda çalışmasıdır. Bu alanlar ölçülebilir alanlardır. Deney ve gözleme müsade ederler. Ancak bu alanların dışında kalan konularda bilim ve bilimsel akıl yürütme fena halde çuvallar..”

    Bir soru: Hangi tür akıl yürütme ‘çuvallamaz?’

  23. Yazan:Mustafa Demircioğlu Tarih: Kas 28, 2009 | Reply

    (..) haritada yerini bile bilmediğimiz, ismini onların sayesinde duyduğumuz ülkelerle barış tesis etmektir.

    Londra Metrosundaki patlama için geç kalmış gibi hemen başsağlığı dileyip üzüntülerini dile getirmek

    Doğubayazıt’ta 2 milyon 600 bin YTL’ ye Ermeni Kilisesini ihya etmektir.

    “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Maide:51) ayetine rağmen Diyaloga karşı çıkan Müslümanlarla mücadele edip; diyalog ve hoşgörü toplantılarında Patrik Bartholomeos ile karşılıklı olarak biz birbirimizi çok seviyoruz demektir(hasan)

    Yukarıdaki satırlar nasıl bir tepkiyle karşılanır bilmem ama,banim şahsen kanım dondu.Bu nasıl bir mantıktır ki barış ve diyalog yerine şiddet,kin ve düşmanlık tohumları ekilebiliyor.

    Güya ironik bir dille müslümanlar teslimiyetçilikle,ihanetle vs suçlanmış.Onurlu müslüman olabilmenin şartı meğerse yukarıdaki eylemlerin tam tersini icra etmekmiş.

    Sıralamayı takip edersek;
    müslümanlığı kimselere bırakmayan zatı muhtereme göre:
    1-Haritada ismini bilmediğimiz ülkelerle-bildiklerimiz de buna dahildir muhtemelen-asla ve kat’a barış tesis etmemek.Yani kanlı bıçaklı sürekli savaş halinde olmak,
    2-Londra’da 50 ye yakın sivilin bombalarla parçalandığı metro patlamasını kınamak yerine eylemi alkışlamak,gerekirse bir kaç bin kişinin daha öleceği eylemler düzenlemek,yani bu vahşetlere üzülmek yerine bayram etmek,
    3-Doğubeyazıt ve ülkenin diğer bölgelerinde bulunan bütün kiliseleri yıkmak,taş üzerine taş bırakmamak-tabii Avrupa’da milyon dolarlık camiilerin inşa edilmiş olmasının bir önemi yok,onlar izin verseler de buldozerlerle islam dini dışındaki diğer dinlere ait bütün ibadet mekanlarını buldozerlerle yıkılmalı!
    4-Diyalog ve hoşgörü toplantılarına şiddetle karşı çıkmak…Aman sakın ha!bir başka dinin mensubuyla yan yana görünmemek.

    Mantığa bakar mısınız?Birileri din adına resmen terörü,şiddeti,kan akıtmayı kutsuyor ve bunu imanın şartı gibi rahatlıkla sunabiliyor.

    Yazık,yeryüzünde ırkçılığın her türüne aşinayız,fakat dinle imanla ırkçılık yapıldığına da ilk kez şahit oluyorum.Demekki “din ırkçılığı”da olabiliyormuş;arkadaşımız sayesinde bunu da öğrenmiş olduk.

    İnsanlık bu mudur,müslümanlık bu mudur?Hangi dinde,hangi kutsal kitapta yeri var bunun?

    Bu çağ dışı,karanlık mantığı şiddetle kınıyorum.Ayrıca bu resmen suçtur…toplumu suç işlemeye,halkı kin,öfke ve şiddete teşvik etmek demektir.Adil bir hukuk devletinde bu eylem “suç işleme” kampsamındadır ve yasal takibat gerektirir.DD’de yayımlanmış olmasını da doğru bulmuyorum.

    Umarım gözüne kin ve öfke bürünmüş bu insanlık düşmanı zavallı kişilikler bir gün kendi karanlık vicdanlarında mahküm olurlar.İnanıyorum ki insanlık bu cellatları mutlaka ait oldukları tarih çöplüğne gönderecektir.
    Yazıklar olsun tek kelimeyle!

  24. Yazan:nilgün öven Tarih: Kas 28, 2009 | Reply

    Dinlerarası dialog ‘öteki’ne empati ile yaklaşabilmektir. Ve bu bağlamdaki katkıları -bazen yalnızca sözde kalsa bile – yadsınamaz.

  25. Yazan:ahmet demirci Tarih: Ara 11, 2009 | Reply

    Mustafa arkadaş yazının bir bölümünü alarak, savcılığa soyunmuş kendi dar düşüncesi etrafında yorumlama yapmaya çalışmış.

    Edebiyattan da hukuktan da anlamadığı ortada.
    Öyle ki yazıdan saçma anlamlar çıkarmış.Bana bu yazıyı bin kere yorumlayın dese bir kere böyle anlam çıkaramam.Pes doğrusu…

  26. Yazan:Okur Yazar Tarih: Nis 20, 2017 | Reply

    Mehmet Bey’in anlattığı diyalogla Mustafa Demircioğlu’nun anlattığı diyalog aynı değil. Mehmet Bey’i dinleyelim:
    ————————————————
    Tabi dialog kurmak, iletisime girmek demek onlardan biri olmak anlamina gelmez. Kadinlarla dialog kurmak beni kadin yapmayacagi gibi hristiyanlarla dialog kurmakla da hristiyan olunmaz. Bu nokta bizim ülkemizde çok karistiriliyor. Yahudilerin bakis açisini anlayalim deyince MOSSAD ajani olmakla, Kürtleri anlayalim deyince PKK’li olmakla suçlaniyorsunuz.
    ———————————————–
    Mustafa Demircioğlu’nu dinleyelim;
    ———————————————–
    Yukarıdaki satırlar nasıl bir tepkiyle karşılanır bilmem ama,banim şahsen kanım dondu.Bu nasıl bir mantıktır ki barış ve diyalog yerine şiddet,kin ve düşmanlık tohumları ekilebiliyor.

    Güya ironik bir dille müslümanlar teslimiyetçilikle,ihanetle vs suçlanmış.Onurlu müslüman olabilmenin şartı meğerse yukarıdaki eylemlerin tam tersini icra etmekmiş.

    Sıralamayı takip edersek;
    müslümanlığı kimselere bırakmayan zatı muhtereme göre:
    1-Haritada ismini bilmediğimiz ülkelerle-bildiklerimiz de buna dahildir muhtemelen-asla ve kat’a barış tesis etmemek.Yani kanlı bıçaklı sürekli savaş halinde olmak,
    2-Londra’da 50 ye yakın sivilin bombalarla parçalandığı metro patlamasını kınamak yerine eylemi alkışlamak,gerekirse bir kaç bin kişinin daha öleceği eylemler düzenlemek,yani bu vahşetlere üzülmek yerine bayram etmek,
    3-Doğubeyazıt ve ülkenin diğer bölgelerinde bulunan bütün kiliseleri yıkmak,taş üzerine taş bırakmamak-tabii Avrupa’da milyon dolarlık camiilerin inşa edilmiş olmasının bir önemi yok,onlar izin verseler de buldozerlerle islam dini dışındaki diğer dinlere ait bütün ibadet mekanlarını buldozerlerle yıkılmalı!
    4-Diyalog ve hoşgörü toplantılarına şiddetle karşı çıkmak…Aman sakın ha!bir başka dinin mensubuyla yan yana görünmemek.

    Mantığa bakar mısınız?Birileri din adına resmen terörü,şiddeti,kan akıtmayı kutsuyor ve bunu imanın şartı gibi rahatlıkla sunabiliyor.

    Yazık,yeryüzünde ırkçılığın her türüne aşinayız,fakat dinle imanla ırkçılık yapıldığına da ilk kez şahit oluyorum.Demekki “din ırkçılığı”da olabiliyormuş;arkadaşımız sayesinde bunu da öğrenmiş olduk.

    İnsanlık bu mudur,müslümanlık bu mudur?Hangi dinde,hangi kutsal kitapta yeri var bunun?

    Bu çağ dışı,karanlık mantığı şiddetle kınıyorum.Ayrıca bu resmen suçtur…toplumu suç işlemeye,halkı kin,öfke ve şiddete teşvik etmek demektir.Adil bir hukuk devletinde bu eylem “suç işleme” kampsamındadır ve yasal takibat gerektirir.DD’de yayımlanmış olmasını da doğru bulmuyorum.

    Umarım gözüne kin ve öfke bürünmüş bu insanlık düşmanı zavallı kişilikler bir gün kendi karanlık vicdanlarında mahküm olurlar.İnanıyorum ki insanlık bu cellatları mutlaka ait oldukları tarih çöplüğne gönderecektir.
    Yazıklar olsun tek kelimeyle!
    ———————————————–
    Konuşmayı, karşılıklı istişare etmek diyalog iyidir. Hıristiyanla, Yahudi ile diyalog kurmak ayrı onlar öldürdüğünde, zulm ettiğinde ses çıkarmayıp müslümanlar yaptığında üzüntüsünü, taziyesini tüm dünyaya duyurmak onlarla dost olmak farklı. “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Maide:51)
    Yoksa Mehmet Bey’in yaklaşımıyla davranıp kürtleri, yahudileri, hristiyanları anlamaya çalışalım. Sorunların çözümünde istişare edelim. Mehmet Bey bizi anladı…

    Mustafa Demircioğlu’na gelince “DİNLERARASI DİYALOG NEDİR?” yazısının 11 satırından 3 tanesinin içinden cımbızla bazı kelimeleri seçmiş. Yazıyı yazanı ve müslümanların davranışlarını kin, nefret, öfke ve şiddete teşvik etmek demiş. Hangi kutsal kitapta var demiş. Olaya tek TARAFLI yanlı olarak bakmış ve kendi şahsi düşüncelerini dile getirmiş ki yorumlardan anlaşıldığı kadarıyla kabul görmediği gibi reddiye yazılmış. Mustafa Demircioğlu’nun aslında o 11 maddenin tamamını kabul ve tasdik edip zamanla vicdanında müslümanların doğrularını diyalogun barış tarafında yer alan hıristiyanların ve yahudilerin yanlışlarını görecektir. Ne diyelim. Et-Gözüyle değil mana ve vicdan gözüyle bakmayı nasip etsin rabbim cümlemize..

    ———————————————–
    DİNLERARASI DİYALOG NEDİR ?

    Tabi dialog kurmak, iletisime girmek demek onlardan biri olmak anlamina gelmez. Kadinlarla dialog kurmak beni kadin yapmayacagi gibi hristiyanlarla dialog kurmakla da hristiyan olunmaz. Bu nokta bizim ülkemizde çok karistiriliyor. Yahudilerin bakis açisini anlayalim deyince MOSSAD ajani olmakla, Kürtleri anlayalim deyince PKK’li olmakla suçlaniyorsunuz.

    Dinler arası Diyalog: Susmaktır, sessiz kalmaktır. Söylenenleri eksiksiz yerine getirip, Vatikan’ın kulu kölesi olmaktır. Müslümanlara kan kusturan Amerika’ya, İsrail’e, İngiltere’ye ve sair batı medeniyetinin karşısında el pençe divan durup, haritada yerini bile bilmediğimiz, ismini onların sayesinde duyduğumuz ülkelerle barış tesis etmektir.

    Dinler arası diyalog: Bosna Hersek’te katledilen binlerce Müslüman’ı, Irak’ta öldürülen milyonları, Filistin’de kız erkek ayırt edilmeden ırzına geçilen çocukları, yakılan yıkılan mabetleri görmezden gelip; İsrail’de ölen iki çocuk için camide salya sümük ağlamak, Londra Metrosundaki patlama için geç kalmış gibi hemen başsağlığı dileyip üzüntülerini dile getirmek, Müslümanları terörist ilan etmektir.

    Dinler arası Diyalog: Emekli maaşı ile geçinen hacının cebindeki paraları gazete aboneliği, dergi aboneliği diye sömürüp, himmet gecelerinde şatafatlı iftarlarda yardım toplayıp misyoner yetiştiren okullara milyon dolarları aktarmaktır. Camileri, tarihi yapıları yıkılmaya terk edip, o kadar kaçak yapı varken onun varlığından rahatsızlık duyup Kur’an Kurslarını yıktırmak, Doğubayazıt’ta 2 milyon 600 bin YTL’ ye Ermeni Kilisesini ihya etmektir.

    Dinler arası Diyalog: Peygamberimize hakaretler yağdıran küstahları aman diyaloga gölge düşmesin diyerekten duymamak duyurmamak, risale cevşen okuyan papazların ön sayfa güzelleri gibi çarşaf çarşaf resmini yayınlamaktır.

    Dinler arası Diyalog: İslam’ı yayıyorum Türk dilini dünyaya öğretiyorum diyerek, adı Türk Okulu olan okullarda Türkçeyi 2 saatlik seçmeli ders yapıp İngilizce eğitim vermektir. Kapitalist sistemin gereklerine uygun olarak Türkiye’deki okullarda ve dershanelerde mutlu azınlığın zengin çocuklarını okutmaktır.

    Dinler arası Diyalog: Allah’ın hükümlerine karşı gelip beyinleri bulandırmaktır. “Resulüm! Mümin kadınlara söyle gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnadır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nur:31) ayetine rağmen göz göre göre tesettüre teferruattır demektir.

    Dinler arası Diyalog: “İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi)’dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah’ın hizbi (partisi)’dir.” (Mücadele: 22) ayetine rağmen “Cebrail Aleyhisselâm gökyüzünden inse, parti kursa, kusura bakma ben senin partine girmem desteklemem derim.” Diyerek Müslüman’ın etkinliğini kırmak, hakkını savunmasını engellemek, tepkisiz hale getirmektir. Ama el altından da diyaloga destek veren partileri, batının hizmetkârlarını da desteklemeden olmaz.

    Dinler arası Diyalog: “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar, sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Maide:51) ayetine rağmen Diyaloga karşı çıkan Müslümanlarla mücadele edip; diyalog ve hoşgörü toplantılarında Patrik Bartholomeos ile karşılıklı olarak biz birbirimizi çok seviyoruz demektir.

    Dinler arası Diyalog: Salyaları aka aka 11 Eylül saldırılarının güçlü bir devi uyandırdığını Haçlı seferlerinin yeniden başlatılacağını söyleyen Bush’un, peygamberimizi terörist ilan eden cahil Papa’nın kucağında oturup aslında onların gizli Müslüman olduğu yalanlarını basireti bağlanmış kitlelere yutturmaktır.

    Dinler arası Diyalog: Nüfus cüzdanlarından dini İslam ibaresini kaldırıp, İmar yasalarındaki değişiklikle cami ifadesinin yerine ibadethane koyarak 40.000 tane kilise evin açılmasını teşvik etmektir.

    Dinler arası Diyalog: Ay yıldızlı bayrağın gölgesinde, minarelerde ezan sesini dinleyerek Müslüman topraklarında yaşamaktansa; Haçlı bayrağının altında, çan sesi kulaklarında çınlayarak, kölesi olunan devletlerin nezaretinde onursuzca yaşamaktır.
    ———————————————–

  27. Yazan:Notdefteri Tarih: Nis 21, 2017 | Reply

    Evrimin çürütülmesinin üzerinden 1 asır geçti. Her ne kadar biz islâm alemi olarak şu yüzyıldan baktığımızda çürütecek bilim-tekniğe, siyasi, medya lobisine sahip olmasakta endülüsten, irana, kahireden şama islam alimleri zaten evrimin çürüğünü çarığını halledip avrupalıya ders olarak üniversitelerinde okutmuşlar. Azıcık antik yunan veya endülüs, abbasi, selçuklu, osmanlı dönemi ilim adamlarını okuyan avrupalılar veya bizimkiler zaten inanmaz bu teranelere.

    Mustafa Demircioğlu bey; şöyle tehayyül edin yeni çağın sonların ülkenize gelecekler, toprağınızı, yer altı üstü zenginlerinizi kullanacaklar, eşinize, ananıza, bacınıza tecavüz edecekler dini misyonerlik yapacaklar. Bu sırada bu zülm karşısında bazı müslümanlar dayanamayıp eylem yapacak kan döktü diyeceksiniz veya onların bu halini kullanan başka örgütler başka ülkelerde bombalı eylem yaptıracaklar yine kan döktü diyeceksiniz. Hangi dinde yukarıdakiler var. Çağ dışı, karanlık dediğiniz, şiddetle kınadığınız, öfkeye ve şiddete nefret kustuğunuz kadar dönüp vicdanınıza empati yapsanız. Bu insanları anlamaya çalışsanız. Yok Mustafa beyim yok. Bu insanlar bu müslümanlar yalnız ve az ve islam bu topraklardan gittiğinden beri huzur bu diyarları terk etti. Selamlar. Sağlıcakla kalın…

  1. 2 Trackback(s)

  2. Mar 14, 2009: ‘Darwin Yılı’nda Darwinizm çöküyor… : Derin Düşünce
  3. Mar 15, 2009: Evrim Teorisi Okullarda Öğretilmeli mi? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin