RSS Feed for This Post

Türk solu kullanıldı mı?

20080610_derin_dusunce_org_turk_solu.jpgSunuş: Rasim Ozan Kütahyalı’nın Türk soluyla ulusalcılık arasındaki ilişkiyi parmağıyla gösterdiği zaman birçok insan rahatsız oldu. Oysa kral gerçekten de çıplaktı. Türk solu evrensel çizgiyi neden yakalayamadı? Deniz Gezmiş boşuna mı asıldı? Bugünkü Ergenekoncular ile o zamanki solcuların ilişkileri var mıydı?

Tempo Dergisi’nden Cemal Subaşı’nın Rasim Ozan Kütahyalı ile yaptığı röportajın eksiksiz  halini okurlarımıza sunuyoruz.

  • Rasim Ozan Kütahyalı kimdir? Kısaca kendinizden söz eder misiniz?

Ben gazete yazarlığı yanı sıra PlatoFilm’de senaryo yazarı olarak çalışıyorum.Siyasi ve fikri konularla ilgili olup uğraştığım kadar,edebiyat ve sinemayla da belki daha da çok ilgiliyim.Tanpınar tutkunuyumdur.Yeni kuşaktan Elif Şafak ve Hamdi Koç’u çok severim.Tanpınar’ın iki büyük romanını da TV-dizisi olarak senaryolaştırdım bir arkadaşımla.Ayrıca yakın zamanda Sinan Çetin’in çok sağlam,güzel bir öyküsünden bir film senaryosu yazdım.Filmi de kendisi yönetecek.Konusuyla ilgili bilgi veremem şu an ama çok ses getiren,konuşulacak bir iş olacağını şimdiden söyleyebilirim.Ben aslen İzmirliyim.Annem ve babam 68’de üniversite öğrencisi olan,68’li olmakla övünen,kendilerini solda tanımlayan insanlardır.Şu anda da sol-Kemalist bir çizgideler.CHP’ye oy atıyorlar.

  •     Sizin bu görüşleriniz hakkında neler diyorlar?

Valla ciddi anlamda farklı görüşlerdeyiz tabi.Benim annem ve babam üniversitede tanışmış 71’de mezun olduktan hemen sonra evlenmişler.Deniz’ler katledildiğinde evlilermiş ve çok üzülmüşler.Onların da o günlerle duygusal  bağları var.Memnun olmasalar bile görüşlerime hep saygı duydular.Zaten bizim laik orta sınıflar aile içinde demokrattır da ülke yönetiminde aniden jakoben ve otoriter olurlar.Trajik durumdadır Türk laik kentli orta sınıfı.

  • Neden yeniden Deniz Gezmişler ulusalcıydı tartışmasını açma gereği duydunuz?

Benim meselem Deniz Gezmiş yada o zamanın gençleri değil aslında,Deniz’ler edebiyatı üzerinden oluşturulan atmosfer.Bu atmosfer bana  göre içinde zehir barındırıyor.En iyi niyetli Deniz’ler nostaljisinde bile bu var.Deniz’lerin asılması tam bir hukuk cinayeti,alçaklık bu.Deniz’ler olayı vesilesiyle biz onları önce destekleyen sonra da işi bitti mi asan bu devlet zihniyetini tartışmalıyız.Deniz’lerin hikayesi bizlere,bugünün özgürlükçü-demokrat gençlerine örnek olamaz.O trajik hikayeden ancak ders çıkarılır.O ders de hem Menderes’leri hem Deniz’leri asan o zihniyetin özünü anlama dersidir…Deniz’lerin yolu edebiyatı maalesef o zihniyete hizmet etmek işlevini görmekten başka işe yaramıyor…

  • Deniz Gezmişlerin ulusalcı hatta milliyetçi olduklarını ileri sürüyorsunuz. Temel argümanlarınızı sıralar mısınız?

Bir kere o dönemin aktörleri zaten milliyetçi olduklarını asla inkar etmiyorlar hatta bunla gurur duyuyorlar.Bu benim onlara yakıştırdığım bir şey değil.Dev-Genç,Devrimci Öğrenciler Birliği kendine bizzat milliyetçi sıfatını yakıştırıyor.Deniz’in tutuklanması üzerine DÖB’ün 19 mart 1969’daki bildirisinde “gerçek milliyetçi öğrenciler bizleriz” diyorlar.Habire Türkiye’yi gayri-milli unsurlardan temizlemekten bahsediyorlar.Özlerinin milliyetçi olduğu çok açık.Bunlar devrimci-milliyetçi gruplar.Sonra Deniz’in savunması baştan aşağı Kemalist ve ulusalcı bir metindir.Tamamen öyledir.Orda enternasyonal hiçbirşey yok.Deniz ulus olma bilinci,dil birliği,toprak birliği,ortak ruhi şekillenme gibi şeylerden övgüyle bahsediyor.Bakın Türkiye dışından herhangi Ortodoks Marksist iyi bir siyasetbilimci getirin bu metinleri okusun,tamamen milliyetçi/ulusalcı bir dünya görüşünü yansıttığını size söyler.Bunun tartışması yok.

  • Ulusalcılığı tanımlar mısınız? Ve yine Deniz Gezmişlerin aslında sosyalizmi savundukları, antiemperyalist oldukları ileri sürülüyor. Ulusalcılık ile sosyalizmi karşılaştırır mısınız?

Yani burada benim kastettiğim şey Deniz’lerin “ulusal çıkar” merkezli hareket eden bir gençlik hareketi olduğu.Onları tetikleyen şey ulusal çıkarlar merkezli koyu bir Türkiye milliyetçiliğiydi. Ben bunu terimsel olarak belirtiyorum,illa da kötüdür demiyorum ama adını koyalım,dürüst olalım.Anti-emperyalist oluşlarını da tetikleyen bence evrensel sebepler değil 64 Johnson mektubudur.Yine ulusal çıkarlar merkezli bir neden. ABD Kıbrıs olaylarında bizim yanımızda yer almadı,Atina’yı tuttu,Türk devlet zihniyeti için bu bir travmaydı.Genelkurmay NATO’dan bağımsız yeni tümen kurdu.Bu gençlerin de sözde anti-emperyalist eylemleri başta devlet tarafından tam desteklendi o dönem.Sosyalizm de ulusalcılıkla bağdaşmaz diye bir şey yok.Tam aksine iki ideoloji de kolektivist bir zihniyet yapısına ihtiyaç duyar ve gayet güzel özleri bağdaşır.Üçüncü dünya deneyimlerinde de çok iyi kol kola girmiştir ulusalcılıkla sosyalizm.

  •  Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? İdeolojik olarak.

Ben kendimi liberal-demokrat olarak tanımlıyorum.En etkilendiğim iki filozof da Karl Popper ve İsaiah Berlin’dir.Maalesef Berlin ülkemizde çok az tanınıyor.Çok derin ve mühim adamdır.Fakat ahlak ve vicdan zemini kendine liberal-demokratım demekten daha önemli.Bugün kendine liberal diyen kimi Türk yazarlarını ben hiç beğenmem.Kendine liberal demeyen Etyen Mahçupyan ve Murat Belge’yi onlardan çok daha üstün tutarım.Kendine ne dediğin önemli değil nasıl bir zihniyet yapısına sahip olduğun önemlidir.Şu an bu ülkede zaten her sağduyulu insanın üzerinde ittifak etmesi gereken bir ahlak ve vicdan zemini arayışındayız.Bunu her şeyden önemli buluyorum.

  • Deniz Gezmişler mi yoksa tüm 68’liler mi ulusalcı?

Bir kere Batı 68’i bambaşka bir şey.Raymond Aron’un dediği gibi Batı 68’i kendine ne sıfat koyarsa koysun birey-merkezli,evrensel,humaniter,otorite ve hiyerarşiyi dışlayan,yatay ilişkilere dayanan ve özü itibariyle özgürlükçü-demokrat bir dönüşümün önünü açtı.Bakın o Batı 68’inin ruhu şu an Türkiye’de Genç Siviller hareketi içinde yaşıyor.Bu hareketle Türkiye gurur duymalı.Ama konu Türkiye 68’iyse dediğim gibi ana çizgi,ana motivasyon ulusalcılıktır.Ama elbette Batı’dan etkilenmişlikle daha evrensel,humaniter çizgide olanlar da vardır.Maalesef bunlar istisna kalıyor.Zaten bu evrensel zihniyette olan 68’liler benim açtığım tartışmadan çok memnun.”Resmi 68 dili” denen şeyden onlar da bıkmış.Ulusalcı,şiddeti yöntem olarak meşru bulan ve ölümü destanlaştıran bir dünya görüşünün büyük romantizmle her sene anılması onları da rahatsız ediyor.Fakat sonunda Deniz’ler katledildiği için,onlar bunu sineye çekiyor,sükut ediyorlardı.

  • 1960’lar hareketinde solcuların Kemalist söylemleri kullandıklarını ve bu nedenle Kemalist/ulusalcı olduklarını ileri sürüyorsunuz. Ancak bu fikre karşı çıkanlar, Mustafa Kemal’in antiemperyalist olduğunu ve bu nedenle solcuların Kemalizmin bu yönünden faydalandıklarını söylüyor. Siz buna katılmıyor musunuz?

Bakın Kemalizm’in düvel-i muazzama ile kavga etmeye odaklı,mazlum ulusların öncüsü,anti-emperyalist sol bir ideoloji olduğu tam da o yıllarda yaratılmış bir kurgu.Bunun başı da Doğan Avcıoğlu’dur.Zaten Deniz’in özellikle hapishanedeyken kafasını formatlayan da öncelikle Avcıoğlu.O dönem devlete de hakim bir Batı-karşıtı hava var,biz Batı ittifakına dahil olduk ama bunlar bizi yalnız bırakacak korkusu.İşte tam o konjonktürde hem Deniz’i hem de Mahir’i etkileyen uydurma Kemalizm yorumu çıkıyor.Mustafa Kemal,Che Guevera gibi sunuluyor nerdeyse.Tam aksine Kemalizm son derece gerçekçi,dünya sisteminin egemenleriyle olabildiğince iyi anlaşıp,”egemen devletler” trenine ne pahasına olursa olsun Türkiye’yi de dahil etmeye odaklanmış bir yönetim zihniyetidir.Kemalizm üzerine çalışan birçok ciddi akademisyen bu noktada ittifak ederler.Sonra Mustafa Kemal enternasyonal sol literatür tarafından olumlu görülen bir figür değildir.Atatürk’ü ve Kemalizmi hep sağ-kanat batılı entelektüeller sevmiştir.Andrew Mango ve Bernard Lewis en temel iki örnek.Anti-emperyalist-ulusal kurtuluş’cu sol literatür de Kemalist deneyim hiç anılmaz.Deniz’ler ve bizim 68 de hiç anılmaz.Yani Türk 68’i hem ulusalcı hem de sadece ulusal sınırlarımız dahilinde geçerli!Dışarıda bir zerre konvertibilitesi yok.

  • Deniz Gezmiş idam sehpasına giderken “Yaşasın Türk ve Kürt halkı” diye bağırmışken nasıl milliyetçi olarak değerlendirebilir?

Deniz’in bağlamından soyutlarsak en değerli sözü o,önce onu belirteyim…Şimdi bu gençler Türkiye milliyetçisi.Etnik Türk milliyetçisi değil.Aslında MHP hareketinde de etnisist çizgi baskın değildir.Bizde şimdi şimdi milliyetçilik iyice etnisist bir hal almaya başladı,o ayrı konu.Fakat şu var Deniz’ler için her şeyden evvel verdikleri tam bağımsızlık mücadelesi önemli.Kürtler ve diğer azınlık yurttaşlarımız da bu mücadeleye inandığı sürece onların yoldaşı.Ama inandığı sürece.Deniz’in yazımda alıntıladığım babasına yazdığı mektubunda “yabancılardan nefret ediyorum” dediği yabancılar emperyalist olarak gördüğü Batılılar.Ama şimdi Deniz’in takipçisi olduğunu söyleyen kimi ulusalcı-solcu gruplar da “Kürtler ve Ermeniler emperyalizmin işbirlikçiliğini yapıyor,Batı boyunduruğu anlamına gelen AB’yi tam gaz destekliyor,Kürtler çıkarları gereği ABD’nin Irak işgalini destekliyor,bunlar emperyalizmin uşakları” diyip o kardeşlik geride kaldı diyorlar.Kendi ideolojik zeminleri açısından tutarlı bir mantık.İşte zaten bu ideolojik zeminin kendisi problem.Çok sakat ve tehlikeli bir zemin bu,sonu buraya varabiliyor.Sol-kökenli bir sürü insanı da ikna ediyor bu ırkçılığa varabilecek ulusalcı sol dil.

  • Anti-amerikancı olmak, tam bağımsızlıktan yana olmak milliyetçi/ulusalcı olmak mıdır? Nitekim Deniz Gezmişler bunlara karşı çıkmıyor muydu?

Deniz’lerin anti-Amerikanizmi de evrensel,humaniter sebeplerden değildi.Zencilere yapılan ırkçı ayrımcılık,CIA destekli darbeler gibi meseleler ana eksenleri asla değildi.Amerikan sivil haklar hareketinin adını duymamışlardı muhtemelen.ABD,62 füze krizinde Türkiye’yi gözden çıkarabilecek hamleler yaptı,63-64 Kıbrıs olaylarında Yunan tarafını tuttu.Amerikan karşıtlığının temel sebebi bu,o kadar gencin bir anda yürümesinin temel sebebi bu.Devlet de bundan memnun,çocukların yürüyüşleri el altından destekleniyor.O dönem ABD Sovyetlere Türkiye’ye dokunamazsın diye meydan okusa,Kıbrıs olayında bizi tutsa,46-52 arasında olduğu gibi Türk-Amerikan dostluk marşları bestelenir,gençler hep bir ağızdan söylerdi!Bizim 68’in Amerikan karşıtlığı da ulusalcı sebeplerleydi,sonradan Vietnam falan da ek bahane olarak üstüne kondu.ABD’nin şu anda da Guantanamo ve Ebu Gureyb gibi utanç vesikaları var,bunlara karşı çıkmak ahlak ve vicdan gereğidir.ABD olduğu için değil kim olursa olsun.Bu evrensel vicdanın gereği…Tam bağımsızlık konusuna gelince,Tam bağımsızlık sözü feci bir söz,berbat bir ideal…Bana göre tam bağımsızlık,tam barbarlık demektir.Tüm devletler daha fazla uluslararası ve uluslarüstü antlaşmalarla,kurumlarla,kurallarla bağlanmalı,ben daha fazla enternasyonal bağımlılık istiyorum.Tam bağımsız bir ülke Kuzey Kore gibi tam barbar bir ülke olmaya doğru gider…

  • Bir dönemin idolleri olan, bugün dahi bazı kesimler için hala idol olan ve idam edilen bu gençlerin anısına saygısızlık ettiğinizi düşünüyor musunuz?

Hayır,tam aksine yeni Deniz’ler ölmesin,katledilmesin diye bu ısrarlı sözleri söylüyorum.6 mayıs 72 Türkiye’nin tarihinde bir utanç günüdür.Türk devlet zihniyeti önce bu gençleri desteklemiş,sırtını sıvazlamış,bir darbe ortamını yaratmak için oraya buraya bomba attırtmış sonra da aman fazla oldular diye asmıştır.Bu arada aynı zihniyet Deniz’leri desteklerken,”Sovyetler bizi işgal edecek,bunlar da Sovyet işbirlikçisi” diye sağdaki gençleri de paramiliter olarak örgütlemeye başlamıştı…Benim derdim kanıyla canıyla insanlarımızı devlet denen azman fırının yaşaması için basit birer yakıttan ibaret gören bu zihniyetle…Bu zihniyet Menderes’leri,Deniz’leri ve daha birçok kimseyi asar,daha fazla sayıda insanı işkence tezgahlarından geçirir.İnsanların hayatları paramparça olur,ocaklar söner.Bu zihniyet için bunlar hiç önemli değildir…Yeter ki kendi iktidarları devam etsin,”Devletin bekası bunu gerektirir” diye de gerekçe sunarlar buna…İşte benim derdim bu kolektivist zihniyetle…Deniz’ler de özsel olarak bu zihniyetteydi maalesef…”Devlet” yerine “Devrim” diyorlardı.Fark bundan ibaret,biri sağ biri sol versiyon ortak olansa aynı insanlıkdışı zihniyet yapısıdır.Bunu söylemek de benim için ahlaki bir yükümlülük…

Mutlaka okuyun: Deniz’lerin yolu Bizi Nereye Götürür? »

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 44 Yorum

  2. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Haz 11, 2008 | Reply

    Çok verimli bir söyleşi olmuş.Büyük tepkiler aldı,almaya devam edecek.Gerçeklerimizle yüzleşmemiz gerek.Bize şoke edici gelse de bir yerden başlanması gerekirdi.Ayrıca dile getirilen görüşler ağırlıklı olarak bir zihniyet yapısını sorgular mahiyette.Tam bir zihniyet tahlili yapılmış.Doğru da yapılmış.Zira bugün bedelini ödemekte olduğumuz şey tam da budur.

    Her şeyi geçmişe havale ediyoruz.Överek ya da yererek.Günümüz ve geleceğimiz adına değişim ve dönüşümden yoksunluğun sonucudur bu.Başımız sıkıştığında 12 Eylüle havale ederiz.Bütün açıklarımızın üstünü örteriz,sorumluluklarımızdan kurtulmaya iyi gelir çünkü.İkonlaştırdığımız,birer efsaneye dönüştürdüklerimiz için de aynı şey geçerlidir.Adeta gelip bizi kurtarmalarını bekleriz.

    27 Mayısın üzerinden 50 yıl geçti hâlâ ordayız.Devrim gibi gösterenler var ve aynı devrimi(!)tekrarlamak için can atan kesimler var.Bütün bunlar nedensiz değil elbet.Bir güvensizlik var.Hepsi de bu zihin bulanıklığından.Daha birbirimize güvenmeyi başaramamışız.Neden?Çünkü bizi esir alan iflah olmaz ideolojilerin tutsağı olmuşuz.Çünkü geleceğimizi korkular üzerine inşa etmiş ve tarihten birilerinin çıkıp bizi kurtarmasını bekliyoruz.

    Sorun Denizleri,Mahirleri yeniden yargılamak değil.Asıl biz nerde duruyoruz ona bakmalıyız.Bunu doğru idrak edemediğimiz sürece de onlar gibi niceleri harcanıp gidecek.

  3. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Haz 11, 2008 | Reply

    Ana fikir,hiçbir olay veya olgunun asla tartışılamaz olamayacağıdır.Bu kabuğun çatlıyor olmasını görmek gerçekten sevindirici.Bunda geç bile kaldık.Doğruyu bulmak adına her türlü fikir ve düşüncenin oportinist bir yaklaşım olarak değerlendirildiği kalıplaşmış düşünce biçimini terketmenin zamanı geldi de geçiyor.68 ler diyoruz,78 ler diyoruz ve orada takılıp kalıyoruz.Elbette anılan kuşaklar ve gençlik hareketlerinin bir tarihi gerçekliği var.Her dönemin kendine özgü koşulları vardır.Yakın trihimiz,geçirdiğimiz tolumsal gelişmeler elbette değerlendirilmeli ve önemsenmelidir.Sonuçta günümüze bu aşamalardan geçerek gelmişiz.

    Ama bir yandan dünyanın değiştiğine tanık oluyoruz.Pek çok kavram altüst olmuş,çağ değişmiştir.Dönüşüm ve değişim kaçınılmazdır.Buna bir şekilde uyum sağlamak durumundayız.Bu elbette dünyanın başına bela olmuş emperyalist bir siteme boyun eğmek,bu anlamda entegre olmak demek değildir.Ama 50 küsür yıl boyunca sürekli tekrarlamakta olan şeyler çare olamıyorsa bunu durup yeniden değerlendirmeliyiz.

    Bunu yapmak işbirlikçilik değildir.Kendimizi yeniden sorgulayabiliyor ve geleceğimize dair yeni açılımlara yelken açabiliyorsak bu bizi bir yerlere taşıyacaktır.Bundan korkmmamız gerekir.Bakın “Genç Siviller”bunu yapıyor,pek çok aydınımız direniyor.Türlü yaftalara maruz kalarak ve büyük bir bedel ödenerek oluyor bu.

    Bu az bir şey değil.Bu yeniden uyanış ve diriliştir.Halkın dirilişidir,umutların yeniden yeşermesidir.Elbette sancılı olacak/oluyor.Hep birlikte bir yerinden tutacak,omuz vereceğiz.Birbirimize çelme atmadan ve dışlamadan;anlayarak ve dinleyerek ve empati kurarak…İhtiyacımız olan şey budur.

  4. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Haz 11, 2008 | Reply

    Solcular da ülkücüler de kullanildilar. Islam adina da siddet uyugulayanlar oldu. Bunlarin hepsi ayni kapiya çikiyor. “Benim ideolojim seninkini döver” demek bir yere götürmüyor insanlari.

    Sol da özelestiri yapmali. Yoksa Deniz gibi “kahramanlari”, mitolojileri ve peygamberleri ile bir din, bir inanç haline gelecek, bkz. kemalizm.

    Tabi bunlari söylemek kolay, hayatinin bir kismini bu yola harcamis, hapis yatmis, arkadaslarinin ölümünü görmüs olanlar “aa evet Rasim Ozan hakli, biz hata yapmisiz” diyemeyecekler. Ama hata yaptilar. Kullanildilar. Bu rüyadan da uyanmanin vakti geldi artik.

    Solun evrensel degerlerine en iyi tekabül edecek seylerin liberalizmde bulunacagini saniyorum. Ama eski kötü aliskanliklari birakmak gerek, “liberalizm=ABD=Sömürgecilik “seklindeki ideolojik takintilari da geçmiste birakmanin vakti geldi. Bos bir sayfa açmak, Yeni kitaplar okumak, yeniden ögrenmek zamani.

  5. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Haz 11, 2008 | Reply

    Sayın Mehmet Yılmaz,
    Size katılıyorum.Alışkanlıklarımızdan vazgeçmemiz lazım.Ayrıca dediğinz gibi pek çok kişi bu özeleştiriyi kabullenmeyecek.Bakın size samimiyetimle söylüyorum,sözünü ettiğiniz bedeli bizzat kendim ödemiş bir insanım.Bana da burukluk vermiyor değil.Ama napalım gerçeğimiz bu.Hatalarımızla yüzleşmek zorundayız.Eğer bizden sonraki kuşaklara daha güzel bir Türkiye emanet etmek istiyorsak,kendimizi aşmak durumundayız.Ben bu sendromu sürekli yaşıyorum,döneklikle suçlandığım zamanlar bile oluyor ve bu en beklemediğiniz kişilerden de gelebiliyor.Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil.Bugün içinde bulunduğumuz süreç eğer beni ziyadesiyle meşgul ediyorsa ortada ciddi bir anlaşılamama durumu var.Ben ülkemin acılarını yüreğimde hissedebiliyorum.Bu güzel ülkeyi ve dünyayı hâlâ değiştirebilme hehecenıyla dolu olduğumu düşünüyorum.Ama barış ve empatiyle olsun diyorum.Birbirimizi çoğaltarak ve ortaklaşarak.

    Bizim gibi insanları eleştirenleri de anlamaya çalışıyorum.Fakat bir dayanağı olmalı.Hani şu sınıf bilinci ve ait olma duygusundan sözediyorum.Sanıldığı gibi maddi koşullara dayanan bir değişim olsaydı anlardım.Hâlâ geçim sıkıntısıyla başetmeye çalışan bir emekçiyim.Kusura bakmayın biraz kendimi belirleyerek olaylara yaklaşmak gibi oluyor.Ancak bunu da paylaşmamız gerek.İnsanlara bir şekilde madalyonun onlara göründüğü gibi olmadığına ikna etmek durumundayız.

  6. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Haz 11, 2008 | Reply

    @Aziz Bey,

    Yazarlarimizdan T. Suat Demren bir keresinde (mealen) “Müslüman olmasaydim sosyalist olurdum” demisti de yogun tepki almisti.

    Kendinizden örnek vermeniz normal, ben de gençligimde yillarca Cumhuriyet okumustum. O zamanlar bu gazete bu kadar kokusmus degildi. Hasan Cemal gibi kalemler vardi. Ilhan Selçuk da daha özgürlükçü idi. Ve tabi rahmetli Ugur Mumcu…

    Sinif bilinci degil ama esitlik/adalet gibi kavramlar, “üretime gücü oraninda katilip hakki oraninda pay alma” gibi fikirler elbette daha güzel bir dünya kurmak isteyen her insana cazip geliyor.

    Ama “bu sosyal adaleti devlet saglasin” demek eninde sonunda devletin bireylerden daha erdemli olacagini da kabul etmek anlamina geliyor ki ben buna karsiyim.

    Ister Iran gibi dine dayansin isterse Marxist bir ideolojiye, devletin erdemi kurumsallastirmasi yanlis. Her insan özgürdür. Mesela fakirlere yardim mecburi olursa bunun erdem boyutu kalir mi? O zaman namaz kilmayanlarin hapse atilacagi bir devletten ne farki var? Vicdan özgürlügü derken bütün bunlar giriyor içine elbettte.

    Dostlukla

  7. Yazan:Bigalıoğlu Tarih: Haz 11, 2008 | Reply

    Türk solu kullanılmadı.
    Türk solu,İsmet İnönü’den beri aynı sol.
    Türk halkındaki sol algısı şöyledir.
    Solcu komünisttir.Solcu devletçidir.Solcu içki içer.Solcu dinden nefret eder.Solcu alavere-dalevere çevirir.Bu inönüden beri böyledir.Bu anlayışı sarsan tek insan Ecevit’ti.Ecevit halkçıydı.O yüzden zamanında varoşları,büyük halk kitlelerini peşinden sürükledi.

    Aslında Atatürk’ün idealindeki sol,yenilikçi,çağdaş,Dünya’ya açık,demokratik ve kalkınmış bir sol idi.Ancak olanlar bunu tam tersi oldu.

    Çok enteresandır.Atatürk solcuların siyaset yapmasını ve kitleleri peşinden sürüklemesini istemişti.Ancak İnönü işin kolayına kaçtı.Devlet ve bürokrasi daha kolay bir yoldu.Halkı eğitilmesi gereken bir koyun sürüsü olarak gördüler.Bugun bile hala zihniyet aynı.

    Atatürk o dönemde dinci diye tabir ettiği bir adamı genelkurmay başkanı yapmıştı.O akıllı bir adamdı.

    “Sol kullanıldı mı” sorusu aslında çok vahim bir sorudur.Dibe vurmuşluğun ve çıkış yolu ararcasına,bahaneler bulmaya çalışmanın bir göstergesidir.

  8. Yazan:ahmet terzi Tarih: Haz 14, 2008 | Reply

    en sonunda deniz gezmişi de 2 tane ulusalcı milliyetçi yaptı diye sizde damgayı vurdunuz deniz gezmiş milliyetçi thko geleneğini ve onun devamı tdkp yi bilmeyen insanlar denize milliyetçi diyemez.deniz gezmiş anti emperyalist ve o zamanlar che guevara hayranı gencecik bir insan ve che hayranı bir insan nasıl milliyeçi şaşarım ben size.

  9. Yazan:ahmet terzi Tarih: Haz 14, 2008 | Reply

    vede türk solu kullanıldımı siz birazda kullanılan ilim yayma cemiyetlerini araştırsanız kim kimi nasıl kullanmış çok iyi görürüsünüz.

  10. Yazan:nessrin Tarih: Haz 14, 2008 | Reply

    türk solunu bitiren ecevitin ta kendisidir ecevit socu olmayanları kazanmak adına solcuları harcamıştır dürüst bir insandır ancak akıllı değildir. başa geldiğinde ecevitin dediği ilk söz şudur: ‘aşırılar bizden değildir’ yani sol iktidar olduğunda solun yüzü gülmemiştir. çünkü ecevit tam manasıyla solcu değildir yani solu tam kavrayamamıştır ancak eşi hanım efendi solu en iyi bilenlerdendir. neyse ecevit nur içinde yatsın. İsmet paşaya gelince iSMET PAŞA TAM SOLDUR SOLUN KALESİDRİ. SOLUN DİNSİZ İÇKİCİ VS. DİYE ANILMASININ NEDENİ adnan menderes-celal bayar komedyenlerinin uydurmasıdır ve halkta bunu yutmuştur. ancak solcuların dincilerden daha dindar olduğunu çok iyi biliyorum çünkü solcu kimse yerli yersiz Allah adını ağzına almaz siyasete meze yapmaz çünkü gerek yoktur ve saçmadır. solcuların yani DENİZ GEZMİŞLERİN arkadaşlarına verdiği öğütler arasında geneleve gitmeyin diye cümleler mevcuttur. gitmeyinki başka fakirin çocuğuda bu pisliğe düşmesin

    ancak dincilere bakıyoruz akşam nikah kıyıp sabah boşol boş ol falan!!

    dine kılıf bulup 4 kadın haktır yalanları

    kırmızı mahalle hayalleri

    70 yaşında şeyhlerin 13 yaşında kızları nikahlaması

    yani kısaca sol dinsizlik değildir sol dine de ihtiyaç duymaz çıkış yolu olarak görmez din kutsaldır yerli yersiz kullanılmamalıdır herkesin inancı vardır saygı bizim görevimizdir

    ama sol bitmemiştir ecevite rağmen bitmemiştir muhalefette kalsakta farketmez iktidarların ensesinde boza pişirmekte güzel

    solcu gençlik hareketleniyor artık sesini çıkarıyor çıkarmayada devam edecek.

    ve şunu herkes bilsin sol hiç bitmeyecek hiç bir zaman

  11. Yazan:anadolubeyi Tarih: Haz 14, 2008 | Reply

    Benim iddiam şudur, Sol’un dayanağı Komünizmdir ve bunu kabul eden çok sayıda solcu tanırım. Ecevit’te Komünistti ve hiçbir zaman bunu inkar etmedi. Merhum Deniz GEZMİŞ asılmasaydı (Asılması büyük yanlıştı) bugün sıradan bir vatandaş olarak kalacaktı. Örnek mi, işte dava arkadaşı Ertuğrul KÜRKÇÜ! Aziz Atatürk’ü Solculuk veya Sağcılıkla özdeşleştirerek yorum yapmak abesle iştigaldir. O bir Dünya Lideridir, mazlum milletlerin lideridir, emperyalist güçlerin ağına düşmüş fanatiklerin sırf düşmanlık ve bölücülük adına uydurduğu sol ve sağ terimleriyle hiçbir ilgisi yoktur! Türk Solu Türkiye’de nasıl tanımlandığını ve algılandığını bazı değerli yorumcularımız izah etti. Bazıları ise işi klasikleşmiş bir bakış açısı ile değerlendirdi ve adeta “bu millet seçemez” demek istediler. Ne yazık ki Türk Solu sınıfta kalmıştır ve medeni Ülkelerdeki sol partilere hiç benzememektedir. Uygulama ve düşünceleri tamamen antidemokratik ve Komünizm Rejimine yakındır. Bunun sebebi, lider sultasının bir türlü yıkılamayışı ve Osmanlı geleneğini devam ettirme (Padişahlık) eğiliminin artarak devam etmesindendir. Ülkemize bir sol parti lazım ama “idamı uygun gören” değil daha beşeri meziyetlere sahip bir parti olmalı, halkla didişmemeli, yıkıcı olmamalı, halk neredeyse orada olmalı, velhasıl içerisinde “halk ve adaletin” bulunduğu alternatif programlar sunmalıdır. Görünen o ki, halka rağmen iktidar olma eğiliminde bir sol parti görüyoruz sahnede. O da kaosa vesile olmaktan başka bir işe yaramıyor, SOL YENİLENMELİDİR, FANATİZM VE SOKMA İDEOLOJİLERDEN UZAK DURMALIDIR, HALKIN EĞİLİMLERİ VE DEĞERLERİYLE UYUMLU OLMALIDIR! Bir kardeşimiz “sol her zaman varolacak” diye not düştü, bu varolmak değil, yokolmakla eşdeğerdir. Ülkeme artı bir değer katmayacaksa varlığının ne kıymeti vardır, sevgiyle kalın!

  12. Yazan:turan çevik Tarih: Haz 14, 2008 | Reply

    nessrin kardeşim
    içinde bulunduğun halet-i ruhiyeyi yani türkiyedeki sol hareketi beğenmediğin ama başka da yemek olmadığı için bulgur pilavına razı olduğun kanaatine vardım.
    ama bunun yanında varmadığım başka kanaatlerde var.
    mesela ankarada komün hayatı yaşayan bir çok insan grubu var ki.. heryerde vardır.
    senin, bir solcu olarak; kadının toplumun ortak malı olduğunu düşündüğünü zannetmiyorum.
    hiç bir solcu da düşünmüyordur…
    sen hiç herhangi bir sağcının sağdan soldan kulağına gelen ve solcular için söylenen hurafeleri solculara yaftaladığını gördün mü?
    ya da filan yerdeki tecavüzcü solcu çıktı vay anasına beee!! diye bi haber duydun mu? (duyman mümkün değil gerçi)
    e bak elin ayağın tutuyor şükür.
    aklın yerinde..nasihate gerek yok..
    haaaa şu da var.
    eğer bir lise öğrencisi isen yazdıklarına saygı duyarım,ki o yaştaki siyasi heyecan ve bilgi anca bu kadar olur.

    nessrin kardeş!
    binlerce 70 yaşındaki adam biraraya gelse, binlerce 13 yaşındaki kıza nikah yapsa, senin bu yazdıkların ancak o insanları ilgilendirir.
    sana burada ders verecek ya da izah yapacak değilim.
    ama tarzını değiştirmeni tavsiye ederim.
    zira, olaylara bakış açını tv izlerken çekirdek çıtlatan kadınların bakış açısından farklı kılman gerekli..
    çok okumakla da alakalı şeyler değil bunlar.

    ”yani, ben seni gaspçı, silahlı banka soyguncusu ve vatan hainleri ile tartmıyorsam (solcuyum diyor bunlar)
    sen de beni(müslümanım diyen) iki tane sapıkla tartmaya kalkma”

    ve lütfen……..
    ” ben de müslümanım ama….
    ”ben de demokratım ama…
    gibi türk solunun icat ettiği rahatlama yöntemlerinden birini kullanarak, cevap yazma bana..
    küfret,aşağıla,söv ama yukarıdaki mantık senin mantığın olmasın…

  13. Yazan:atila sarp Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    68, Deniz Gezmiş,DÖB,Dev-Genç her biri başlı başına bir konu başlığı olarak ele alınabilir.
    Ancak temel bir yanlışa malzeme olarak kullanılamaz. Kullanılırsa ayıp olur.

    1908,1919,1923,İttihat ve Terakki,İktisat Kongresi,Mustafa Kemal’in egemenlik ve bağımsızlı üzerine görüşleri,Büyük Türk Devrimi,Büyük fransıoz Devrimi, Büyük Rus Devrimi bu konularda evet, bilgi yetersizliği vardır, “çeviri edebiyatı”nın etkisinde kalınmıştır. Ancak 1.Dünya Savaşı Galiplerinin silahlı işgali altında da bir Anadolu vardır ve bu Anadolu bir bağımsızlık savaşı ile Mustafa Kemal’in etrafında birleşerek emperyalizmi dize getirmiş ve yoksul,mazlum üğlkelere, sömüğrgelere örnek olmuştur.

    Lenin’in Mustafa Kemal’e saygısı,Cezayir Kurtuluş Savaşçılarının göğsünde Mustafa Kemal postereleri çıkması, son olarak da Castro’nun “O,hepğimizden daha büyük devrimcidir, 500 yıl sağdan sola yazı yazan bir halkı, kısa sürede soldan sağa yazı yazdıran bir liderin sırf bu kültür devrimi ne denli büyük olduğunun göstergesidir demesi, raslantısal değildir.

    atila sarp

  14. Yazan:MY Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    @Atilla Sarp,
    “Castro’nun “O,hepğimizden daha büyük devrimcidir, 500 yıl sağdan sola yazı yazan bir halkı, kısa sürede soldan sağa yazı yazdıran ..”

    iki seyi hatirlamakta fayda var, Bir kere Castro tarafindan övülmek çok iyi bir sey degil zira bu adam halkini totaliter bir biçimde yönetmistir. Bugün bu zavalli halk sefalet ve fuhus içindedir.

    Alfabe konusuna gelince, bunun iyi bir sey oldugundan emin degilim, Ulus mu devlete aittir yoksa devlet mi ulusa? adli makalemizde söyle demistik:

    Devlet alfabe değiştirir mi?

    Hemen bütün polisiye filmlerde suçlular yakalanmamak için parmak izlerini silerler. Kendilerini aklayan başka bir senaryonun meselâ intihar ihtimalinin polis tarafından kabulünü kolaylaştırırlar. Böylece adalet mensuplarının “tarihi okuması” engellenmiş olur. Gerçek saklanarak yerine bir “yanılgı” yerleştirilir.

    Bir devlet de alfabe değiştirdiği zaman o “miladî” tarihten önce yazılmış olan tarihi okunmaz kılar. Parmak izi silme meselâ ceset yakmaya bakarak ne kadar temiz bir önlem ise alfabe değiştirmek de o kadar temizdir. Bir düşünün, Padişahların bütün yazışmalarını, Saray’ın arşivlerini, bütün Osmanlıca kitapları toplayıp yakmak, Osmanlı’dan ve Selçuklu’dan kalma bütün çeşmeleri, camileri, han ve hamamları yıkmak yerine alfabeyi bir değiştiriyorsunuz ve bir çırpıda bin yıllık tarih çöpe. Daha doğrusu yeni kuşakların geçmişi anlama şanslarını ortadan kaldırıyorsunuz.

    Dedik ya, devletin eline verdiğimiz her yetki bizim “pastamızdan” bir şeyler eksiltiyor. Devlet kendisini kültürün sahibi olarak görünce o kültürü yıkmak için de bizden izin almaya gerek görmüyor.

    Biz de kendi yaşadığımız topraklarda Lost dizisindeki zavallılar gibi etrafa bakıyoruz. “Devlet nedir? Millet nedir? Osmanlı mıyız yoksa Türk mü?” diye sorguluyoruz kendimizi, tarihimizi. Çünkü boş beyaz bir kâğıttan başlamaya mahkûm edildik. Dil devrimi dilimizi ve kültürümüzü devirdi, bizler de altında kaldık.

    Tarihimizi bilmediğimiz için bugünü anlamıyoruz. Yarın ise bir korku filmi gibi. Cahillikten her yerde komplo teorileri görüyoruz. Sorunlarımızı çözmek için şiddetten başka bir yol bulamıyoruz.
    (….)
    Bir Fransız 1539′da yazılmış ve aşağıda kopyasını sunduğumuz bir resmî yazının orijinalini kolaylıkla okurken biz dil devrimini yapan insanın 1920′lerde yazdığı Nutuk’u okumaktan aciziz. Çünkü darbe sadece alfabeye vurulmamış, kelimeler de değiştirilmiş. Dolayısıyla orijinal metin yeni Türk alfabesi ile dizilse de kimsenin hatta Kemalistlerin bile Atatürk’ü anlamasına imkân yok! Bu yazının kaleme alındığı 26 aralık tarihinde Kemalizm hakkındaki anketimize verilen cevapların %80′inin Kemalistler ile Kemalizm arasındaki anlayış farkına işaret etmesi acaba insanların Nutuk’u anlayaMAmasının bir işareti değil mi?

    Konfiçyüs boşuna dememiş “bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız işe dilinden başlayın” diye.

    1539 tarihli fransizca bir belge

    Bu paragrafı eski Fransızcanın farklarına rağmen çok rahat anlaşılabilen orijinal metinden bir alıntı ve Türkçe çevirisi ile bitiriyoruz:

    art. 110. Que les arretz soient clers et entendibles

    Et afin qu’il n’y ayt cause de doubter sur l’intelligence desdictz arretz. Nous voulons et ordonnons qu’ilz soient faictz et escriptz si clerement qu’il n’y ayt ne puisse avoir aulcune ambiguite ou incertitude, ne lieu a en demander interpretacion.

    Türkçesi: Madde 110. Hiç bir şüphe uyandırmaması ve net bir şekilde kavranabilmesi için kararnameler açık ve anlaşılabilir olmalı. İstiyoruz ve emrediyoruz ki hiç bir çok-anlamlılık veya belirsizlik bulunmamalı, yoruma gerek duyulmamalı.

  15. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    @MY

    Arap alfabesinin bu toprakların gelmiş geçmiş tek alfabesi olduğunu söylemek mümkün değil sanırım. Arap alfabesine geçişin de önceki kültürün dilini ve kültürünü devirdiğini kabul etmek gerek o halde.
    Arapça ve Farsça “devlet” nasıl bilim, sanat ve devlet dili oldu?

    Tarih o kadar ironik şekiller alıyorki, Efes’te, Lykia’da antik Latin alfabeli yazıtların olduğu bir ülkede (İç Anadoludaki başka alfabelerden bahsetmiyorum bile) Arapça yazı karakterinden Latinceye geçmenin dünyanın en büyük kültür kıyımı olduğunu düşünmek biraz garip değil mi?

    Dünyanın en eski alfabelerinden birini kullanan Mısır Medeniyetinin
    Arapça yazı karakterlerine geçmesine nasıl bakıyorsunuz?

    “bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız önce dilinden başlayın”
    Hangi dil?
    Bu topraklardan birsürü dil ve yazı karakteri geçti,
    hangi birinden başlayacağız? Osmanlı’nın kendisi bile Bizans’ın devamı değil mi?

    —-

    Kaç gündür sürekli bir “sol kullanıldı mı?” teması var Derin Düşünce üzerinde, solun kullanılıp kullanılmadığını geçtim, benim anlamadığım “sağ kullanıldı mı” sorusu ve Fethullah Gülen-ABD ilişkisi gündeme geldiğinde toz kondurtmayan yaklaşımın ne denli samimi olduğu.

  16. Yazan:MY Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    @SQ,

    Eveeet, sayenizde islerimi yüzüstü biraktim,
    kahvemi hazirladim, klavyenin basina geçtim 🙂

    Derin bir nefes alalim simdi…

    Arap alfabesinin bu toprakların gelmiş geçmiş tek alfabesi olduğunu
    söylemek mümkün değil sanırım. Arap alfabesine geçişin de önceki
    kültürün dilini ve kültürünü devirdiğini kabul etmek gerek o halde.(SQ)
    ———————————————————–

    Alfabe degisikligi iki türlü olabilir, EVRIM ve DEVRIM. Birincisi
    dogal bir süreçtir. Bir kültür bir cografya üzerinde askerî, kültürel ve ticarî
    egemenlik kurarsa ve bu bir kaç asir sürerse halk tamamen “pratik”
    sebeplerden dolayi yavas yavas egemen kültüre dogru “evrilir”.

    Burada etik aramak abes kaçar. Yani sümerlerin veya akadlarin “aman biz bu hititleri
    asimile etmeyelim, ileride insanlik bizi elestirebilir”
    diye bir kaygisi olamazdi bence.

    Tahminim, her bir devlet ordusuyla, bilginleri, din adamlari, tüccarlari, ekonomik gücü ile
    digerleri üzerine bir kuvvet uyguluyordu. Bugünkü gibi.

    Bu isin EVRIM kismi. Bir de DEVRIM kismi var. Bazen bir “önder/Führer/millî sef” çikip “hey dostum, neden
    su alfabeyi degistirmiyoruz?”
    diyebiliyor. Fransiz isgali altindaki Vietnam’da
    uygulandi bu. Sonuç tam bir yikim oldu. Halk hem kendi tarihinden hem de cografyasindaki
    diger halklardan koparildi.

    Sorun hep ideal bir toplum kurmak için BiREY’in ve onun GÜNLÜK HAYATININ
    arka plana atilmasindan kaynaklaniyor. Iki asir fransizca yazan Cezayir birden
    bir ARAPLASTIRMA projesi baslatti meselâ. Yeni yetisen çocuklar 50 yil önce
    babalarinin yazdigi fransizca metinleri okuyamiyorlar. Bu da bir yikim. Ayrica
    arap olmayan berberîler de bu araplastirmadan muzdarip, tipki bizim kürt kardeslerimiz gibi.

    Arapça ve Farsça “devlet” nasıl bilim, sanat ve devlet dili oldu? (SQ)
    ——————————————————————-

    Cogunlugu samanist ve Budist Türklerin 75O’li yillarda araplar ile birlik
    olup Çin’e karsi savastigini bilirsiniz. En önemli savaslardan biri TALAS
    irmagi yakinlarinda 751 yilinda yapilan savas. Isin komikligine bakin ki
    TALAS yunanca SU demek.

    O yillarda Türkler Araplar ve Iranlilar ile temslarini arttiriyorlar gitgide. “Ortak düsman”
    Çin
    buna katkida bulundu sanirim.

    Arap ve Iran uygarliklarinin göçebe Türkleri çok ama çok etkiledigini tahmin
    ediyorum. Organize bir ticaret ve devlet hayati, onbinlerce insanin yasadigi,
    dünyanin her yerinden gelmis baharatlar, nadir kumaslar, degerli taslar,…

    Bozkirlarin sade yasantisina alismis Türklerin gözlerinin kamasmasi dogal
    degil mi?

    Arap ve Iran kökenli prensler Türklerin askerî gücünden istifade
    ederken Türkler de onlara özenerek yerlesik hayata geçiyorlar, arap ve pers
    isimleri aliyorlar. Bir de tabi azeriler gibi eskiden beri oralara yerlesmis
    gruplar bu “entegrasyonu” kolaylastirmis olabilir.

    Ama bugünkü gibi “ulus kavrami” yok o yillarda. Kanaatimce etnik aidiyetlerin
    üzerinde kabile, aile, asiret ve cemaat iliskileri var. Mesela Türkler baska türk
    kabilelerin çocuk ve kadinlarini kaçirip araplara köle olarak satiyorlar.

    Gayet akla yakin bir sekilde bilim, sanat ve devlet organizasyonunda halihazirda ileri olan
    Arap ve Fars uygarligi Türkleri kendine çekiyor.

    Iran’in tarihinde “Türk dönemi” denen bir bölüm var. Türkler askerî olarak
    Iran’i ele geçiriyorlar. Ama halki idare etmek için iranlilarla birlikte
    çalismak zorundalar. Onlardan devlet memuru yapiyorlar, evleniyorlar vs.

    (asirlar önce Iskender de ayni seyi yapmis, romalilar da)

    Mesela büyük “Türk” devlet adami Nizam-ul-Mulk aslinda iranli bir köle.
    Selçuklu devletinde kariyer yaparak büyük vezir oluyor.

    Özetle bugün varsaydigimiz ULUSAL DUVARLAR o yillarda yok. Her ulusun “içinde”
    kavgalar var ve bunlar “dis” kavgalar kadar yikici.

    Tarih o kadar ironik şekiller alıyorki, Efes’te, Lykia’da antik
    Latin alfabeli yazıtların olduğu bir ülkede
    (İç Anadoludaki başka alfabelerden bahsetmiyorum bile)
    Arapça yazı karakterinden Latinceye geçmenin dünyanın en
    büyük kültür kıyımı olduğunu düşünmek biraz garip değil mi?(SQ)
    —————————————–

    Küçük gruplar halinde anadoluya gelen Türklerin
    rum/ermeni çogunluktan etkilenerek hristiynalasmasini nasil kinamiyorsam
    (bkz. Karaman Türkleri) Anadolu’ya KALABALIK biçimde gelen selçuklarin digerlerini
    asimile etmesini kinamiyorum.

    Anadolu halklari bence Selçuk ve Osmanli etkisiyle karistilar.
    Ama bu iKi YÖNLÜ BiR ASiMiLASYON ve asirlara yayildi.

    Mesela NAMUS kelimesinin kültürümüzdeki yerine bakin. Oysa bu rumca
    NOMOS (=kural, ilke, …) kelimesinden geliyor.
    (Mesela Otonom – autonomus: kendi kendini idare eden)

    Zaten aksi takdirde anadolu’nun eski halklarina soykirim yapmis
    olmamiz gerekirdi. Ayrica hâlâ çekik gözlü ve kimiz içen tipler olurduk.
    Bazilarinin hosuna gitmiyor ama bence Türklerin atalarinin
    en az yarisi hristiyan.

    Bu bizi ne daha “iyi” yapar ne de daha “kötü”. Dogal bir süreç. Karistik,
    benzestik. Bu dogal süreç elbetteki “BiR ULUS YARATMA” takintisi
    ile alakasiz. Sapka kanunu yüzünden insanlari idam eden istiklal
    mahkemelerini
    bizim baglantilardaki DERINSULAR sitesinde okuyabilirsiniz.
    Yikim derken bunu kasdediyorum. DEVLET ELIYLE, ZORLA VE ÇOK KISA SÜRE
    iÇiNDE DAYATILAN
    degisiklikler yani devrimler bence kötüdür.

    ULUS-DEVLET kategorisinde yazdigim 3 yaziyi okudunuz mu?

    Dünyanın en eski alfabelerinden birini kullanan Mısır Medeniyetinin
    Arapça yazı karakterlerine geçmesine nasıl bakıyorsunuz?(SQ)
    —————————————–

    Bir kere piramitleri yapan eski misirlilar semitik bir halk. (Araplar,
    yahudiler, berberiler ve etyopyalilar gibi) Yani yabanci bir alfabe yok ortada.

    Dilbilimciler bugünkü arap alfabesinin hiyeroglifin bir devami, evrilmis, sadelesmis hali
    oldugunu söylüyorlar. Bunu anlatan bir sergi gezmisim ve ikna olmustum.

    Misir’da hiyeroglif’in ne zaman terk edildigini bilmiyorum. Ama böyle
    bir alfabe devrimi hiç duymadim. Yukarida anlattigim tarzda bir EVRIM
    süreci içinde olmus olabilir.

    MISIR halki arap milliyetçilerinin iddia ettigi gibi homojen bir halk degil.
    Bizim orta asya masali gibi onlar da “Firavunlarin torunlariyiz” diye
    salliyorlar ama Nubya, kopt, yunan, vs vs bir çok uygarligin karisimi bu insanlar.

    Kaldi ki Misir’in yakin tarihine bakarsak MEMLUK yani Türk kölelerin kurdugu
    devletin etkisi bugünkü MISIR üzerinde çok daha büyük. Ve tabi OSMANLI.

    “bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız önce dilinden başlayın”
    Hangi dil? Bu topraklardan birsürü dil ve yazı karakteri geçti,
    hangi birinden başlayacağız? Osmanlı’nın kendisi bile Bizans’ın devamı değil mi?(SQ)
    ——————————————-

    Evet, Osmanli bizans’in devami. Bir çok sultanin annesi sirp ve grek idi.
    Padisahlarin çogu rumca biliyordu. Osmanlilarda böyle bir TEK ULUS takintisi
    olmadi. Baska kusurlari olabilir ama Osmalilar HERKESi AYNI YAPACAZ diye
    ugrasmadilar. Osmanlilari %100 Türk zannetmemizin sebebi bence okullarda
    bize yutturulan RESMi TARiH.

    YIKMA konusna gelince. YIKICI olan evrim degil devrim. Yukarida anlattigim gibi.
    Eger bir ülkede herkes 2-3 dil bilirse bunlardan bazilarinin terk edilmesi,
    yerlerine yenilerinin konmasi (5-6 asira yayilarak) bir YIKIM degil, bir degisimdir.
    Ama bir kanun ile alfabeyi 3-4 yil içinde degistirirseniz o bir YIKIM olur.

    Bakin, Atatürk’ün yazdigi NUTUK bile okunamiyor bugün. Eski harflerle yazildigi için.
    Türkçe dizilse bile okuyamiyoruz. çünkü sadece alfabe degil VOKABÜLER (kelime bilgisi)
    de degisti. Bende NUTUK’un latin harflerle yapilmis ilk baskisi var. Kesinlikle
    anlayamazsiniz.

    yani DiL DEVRiMi öyle bir yikim oldu ki ATATÜRKÇÜ olmak bile imkânsiz simdi 😀

    Kaç gündür sürekli bir “sol kullanıldı mı?” teması var Derin Düşünce üzerinde, solun kullanılıp kullanılmadığını geçtim, benim anlamadığım “sağ kullanıldı mı” sorusu (SQ)
    ———————–

    Buna kismen degindik KURTLU HiLAL’de, biliyorsunuz, zaman zaman da ülkücülerden sert mesajlar
    geliyor, son gelenlere bir bakin isterseniz.

    http://www.derindusunce.org/2007/08/21/kurtlu-hilal/

    Müslümanlarin iç hastaliklari’nda da gerekli özelestirileri yaptik. ÖZ-Tepkimizi(!) de aldik :))

    http://www.derindusunce.org/2007/05/19/muslumanlarin-ic-hastaliklari-ve-neo-cahiliyye-devrinin-sonu/

    Her ideoloji kullanilabilir. Solcularin da artik bu gaflet uykusundan uyanma zamani geldi degil mi?
    Onlar da özelestiri yapsinlar bakalim biraz. Aslinda Fethi Sipahi Tan da bir ara yazmisti bu konuyu,
    (mealen) solcular cici, üllkücüler/islamcilar öcü yapmayin diye.

    “Ömer Laçiner’in Eksiğini Tamamlayayım”
    adli yazisinda:

    http://www.derindusunce.org/2008/03/03/omer-laciner%e2%80%99in-eksigini-tamamlayayim/

  17. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    Alfabe degisikligi iki türlü olabilir, EVRIM ve DEVRIM. Birincisi
    dogal bir süreçtir. Bir kültür bir cografya üzerinde askerî, kültürel ve ticarî egemenlik kurarsa ve bu bir kaç asir sürerse halk tamamen “pratik” sebeplerden dolayi yavas yavas egemen kültüre dogru “evrilir”.

    Tarihin gelişiminde “evrim” neyin “devrim” olduğunu belirlemek güç, mutlaka işin içine ideolojik bakış açıları girecektir. Türkiye topraklarındaki modernleşme süreci bir gecede olmadı, Osmanlı’da
    başladı. Batı ekolu resimler yapan halifeler, klasik müzikler dinleyen, daha da öncesi ordusuna “batı” dan öykünüp yeni kıyafetler hazırlayan sultanlar. (Bu keskin doğu-batı ayrımlarına da sinir oluyorum o ayrı).

    Diğer taraftan, Arap alfabesinin kullanımı halk arasında ne kadar yaygındı, okur yazarlık oranı ne haldeydi, onlar da ayrı tartışma konusu. Şahsen, Arap alfabesinden Latinceye geçtiğimiz için hiç ah vah demiyorum.

    Arap kültürünün Türk göçebeleri etkilemesinin sadece ve sadece “göz kamaşması”ile olması bana pek akla yatkın gelmiyor. İnsanların kolay kolay dinini, dilini bırakmadığını düşünüyorsunuz hem de.
    İşte burada işin içine ideoloji giriyor, Türklerin İslamı ve Arap harflerini kabulüne sizin baktığınız açıdan bakmıyorum, bu kadar masum bulmuyorum. (“ümmet yaratma takıntısı”diyebilirmiyiz?)
    Bunu “o zamanın şartlarına göre normal” buluyorsanız, bahsettiğiniz döneminde modernizmin “ya o, ya bu”keskinliğindeki döneminde olduğuna dikkat çekerim.

    Osmanlı’da Fes giyme olayının, başta “sarığı” savununlarca yadsındığını ve sarığa devam edenlerin öldürüldüğünü biliyormusunuz? (Sizi kastederek söylemiyorum)Osmanlı fetişizmi yapmaya da gerek yok, aynı Osmanlı’yı Arap ülkelerine ya da Balkanlara sorduğumuzda aynı şekilde düşünmeyecekleri açık.

    Türklerin, Anadolu yerlileriyle karıştığına katılıyorum.
    Zaten Türkiye Türkleri, gen özelliği olarak, bir Yunan ya da İtalyan ne kadar Akdenizliyse o kadar Akdenizli.

    Siz Türkiye’yi “doğu”da konumlandırmak istiyor olabilirsiniz, başka birileri de “batı”da. Bence Türkiye, Akdeniz bölgesinde. Bir İskandinavla, bir Yunanın aynı batı içinde yer almasının tek bir açıklama olamayacağı biçimde.

  18. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    @”Sağ kullanıldı mı” derken, sadece Ülkücülerden bahetmek yetersiz olumuyor mu, Fethullah Gülen ve hareketinin “kullanılıp kullanılmadığı”
    nedense büyük bir dirençle karşılanıyor.
    Deniz Gezmiş gibi idam edilmiş bir gençten değil, ABD’de de yaşayan birinden bahsediyoruz üstelik el-insaf.

  19. Yazan:ibrahim balcıoğlu Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    sayın Rasim Ozan Kütahyalı; size, Atatürk Milliyetçiliği hakkında daha çok araştırma yapmanızı ve bilgilenmenizi öneririm..zira rahmetli Uğur Mumcunun dediği gibi: ”bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz” ..Sanırım şöyleşinizde bahsettiğiniz milliyetçilik, etnik milliyetçiliktir. Atatürk milliyetçiliğinin temelini halkçılık oluşturur. Atatürk; ” Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk denir” diyerek Türk ulusunu tarif etmiştir. Türk Ulusalcılığı kavramı Türkiye de yaşayan tüm halkları içine alır ve eşitlik ilkesine dayanır..Ulusalcılığı savunmak, ülkede yaşayan tüm vatandaşların haklarını savunmak demektir, tam bağımsızlığı savunmak demektir, kendini kullandırmamak, kendi kaynaklarını kendi yararına kullanmak demektir, sömürülmemek demektir…bunun terside emperyalizmi savunmaktır..itirazı olan varsa yazsınlar lütfen..Deniz Gezmişin savunması bunlarla doludur..buradaki eşitlik ve insan hakları kavramlarını görebiliyorsunuz umarım..bunlar enternasyonel (uluslararası) kavramlar değil mi? Deniz Gezmiş hareketine başarılı olamadı demek için daha çok erkendir..ülkelerin ömründe 30-50 yıl çok küçük bir zaman dilimidir..o hareket 61 anayasası ile de desteklenmiş bir özgürlük hareketidir..neye karşı yapılmıştır?..emperyalizm=abd=sömürgeciliğe karşı..bunun içinde de uluslararası kavramlar vardır..sonra..enternasyonal kavramları savunanların bazılarının sütten çıkmış akkaşık oldukları söylenemez değil mi..örnek: Abd Irak ı demokrasi getirmek üzere işgal etti!..bu güne kadar da bir milyon insanın kanına girdi..girmeyede devam ediyor..tarafı olduğunuz kesimden ”tık ” yok..heralde o kesimlerce ses çıkarmamak enternasyonal bir kavram..Abd Afganistan ı nasıl işgal etti..ikiz kulelere yapılan saldırı!..sonrası el kaide!.. nerde bunlar..Afganistan da..ve Afganistan işgal edildi.. üstelik birleşmiş milletlerin refakatinde..kendinize şunu sorun lütfen:Abd emperyal bir güç olmasaydı bunu yapabilirmiydi..biz tam bağımsız olabilseydik kuzey ırak oluşumları,pkk,.. palazlanabilirmiydi..vatan savunması, bağımsızlık mücadelesi ne zamandan beri barbarlık oldu..ayrıca ö söylem de ithal dir, nerden geldiği bellidir..

  20. Yazan:MY Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    @”Sağ kullanıldı mı” derken, sadece Ülkücülerden bahetmek yetersiz olumuyor mu, Fethullah Gülen ve hareketinin “kullanılıp kullanılmadığı”
    nedense büyük bir dirençle karşılanıyor.
    Deniz Gezmiş gibi idam edilmiş bir gençten değil, ABD’de de yaşayan birinden bahsediyoruz üstelik el-insaf.(SQ)

    Ne güzel tartisiyorduk, neden konuyu Gülen’e getiriyorsunuz? Türk solunun özelestiri ihtiyacindan, dil devriminin yikimindan bahsettik, birden kendimizi Gülen konusunda bulduk yine.

    Böyle konu degistirmek yerine “bükemedigim eli öpüyorum, sayin MY, siz haklisiniz, dil devrimi bir YIKIM olmus, Atatürk yanilmis” desenize önce :))

    Neyse, ben kaçak güresmeyecegim, Gülen’in durumuna gelelim yine:

    ABD’de yasamak bir suç degil ki? Ben Fransa’da yasiyorum diye fransiz usagi mi oluyorum? Yurt disinda yasamak insanin Türklügünü veya müslümanligini yasamasina bir engel degil ki.

    Gülen bir suç islemis mi diye arastirdim. Aleyhinde bir iddianamenin kopyasini buldum internette, savci söyle diyor: “POZiTiViST FELSEFEYE KARSI ÇIKMA…”

    Siz Evrimcilerin iç hastaliklari adli yazimi okudunuz mu?
    (http://www.derindusunce.org/2007/11/07/evrimcilerin-ic-hastaliklari/) Pozitivizmi modasi geçmis, yanlislarla ve eksilerle dolu bir felsefe olarak görüyorum.

    Yani bu savci bana da dava açabilir. Zira Türkiye’de kemalist olMAmak bir suç. Atilla Yayla’nin basina gelenlere bakin.

    Sorun bu. AKP’nin kapatma davasi size güven veriyor mu? Elif Safak bir roman kahramaninin sözleri yüzünden mahkemeye verildi. Hirant Dink öldürülmeden önce neler çekti türk mahkemelerinde.

    Bu kosullarda “Kendimi Türk savci ve hakimlerine teslim ediyorum” diyebilir miziniz?

    öyle bozuk bir adaletimiz var ki ister aklansin ister suçlansin herkes hakkinda sonsuza kadar dedikodu yapabiliriz.
    Hristiyan vakiflarin mallari gasp edilince itiraz eden rum ve ermenilere ne demisler biliyor musunuz?
    “Siz ecnebisiniz, Türklerle ayni haklara sahip degiliniz…” Bunlari anlatan bir rapor hazirladi Kaboglu (bir arkadasimin hocasidir)
    Baskin Oran ile beraber. Önce Ülkücülerin tasli sopali saldirisina ugradi, sonra aleyhinde dava açildi. Sanirim 2003-2004.

    Bu bakimdan siz Gülen hakkinda ciddi bir suçlama bulsaniz, ben de saglam bir aklanma dosyasi bulsam bile hiç bir degeri yok.
    Zira Türk mahkemeleri kafaya göre tras yapiyor.

    Türkiye’nin sorunu Gülen veya Ahmet veya Mehmet degil. Adalet islemedigi için herkes
    sorunlarini kendi imkanlariyla (torpil, rüsvet, kaba kuvvet…) çözmeye çalisiyor.

    Gülen cemaatiyle ilgili son bir sey daha söyleyeyim, son zamanlarda 5-6 kisiyle tanistim cemaatten.
    Benim çok hassas oldugum irkçilik konusuda ayni hassasiyeti paylastigimizi gördüm.

    Türkiye’de tanidigim bir çok “muhafazakar-müslüman” farkinda bile degil ama milliyetçilik maskesi
    altinda irkçilik yapiyorlar. Aslinda bütün siyasi kesimlerde var bu. Türk solcusu da milliyetçi Rasim Ozan’in
    dedigi gibi.

    Ikinci büyük sorun militarizm. Türkiye’yi bir kisla, halkini da ordu zannetme hastaligi. Türkiye için yapilabilecek tek bir
    sey var o da ölmek bu zihniyete göre. Bunlar fasisme uygun bir zemin hazirliyor. Korku, kaba kuvvet, etnik aidiyet…
    Bu konuyu da ” Türkiye faşist olur mu? ” adli yazida ele almistik.

    Aslinda Islam’a aykiri bütün bunlar. Iste Gülen cemaatinden tanidigim insanlar bu konularda bilgili ve uyanik kimseler.

    Bütün bir cemaate kefil olamam. Ama siz de herkesi ayni kefeye koyarak bir grup insana haksizlik ediyorsunuz.
    “Bütün kadinlar aptal” veya “bütün kürtler hirsiz” gibi genelleme oluyor
    bütün bir cemaati ayni kefeye koydugunuz zaman. Belki 1 milyon insan vardir bu cemaatte. Türk okullari gibi
    projeler sebebiyle sempati duyanlari da eklerseniz belki bunun 3-4 misli insan eder. Ankara veya Izmir’i dolduracak
    kadar insani ayni kefeye koyarak irkçilik yapmis olmuyor musunuz?

    Gülen’e ve Türk ögretmenlere dair ” diye bir yazi yazmis ve ilginç bir animi anlatmistim. Gülen sayesinde berbat geçmesini bekledigim bir aksam yemegi harika geçti.

    Simdi bazi vakif ve dernekler agaç dikiyorlar Türkiye’de. Bazilari için MASON vb diye söylenti var. Ne yapalim? Gidip
    o agaçlari sökelim mi? Yoksa onlardan daha iyi oldugumuzu göstermek için biz daha çok agaç mi dikelim?

    Hipokrat saniyorum (ki o da bu topragin çocugudur) söyle siyordu: “Faydan olmayacaksa birak elleme, hiç olmazsa zararin olmasin”.
    Gülen cemmati çerçevesinde Türkiye’ye çok faydali isler yapiliyor. Sizin veya benim bu islerin binde birini yapmam mümkün
    degil. O halde birakin çalissin o insanciklar Afrika’da, Kuzey Irak’ta…

    Bosverin bütün bu komplo teorilerini artik. Bize güzel seylerden bahsedin
    Güzellik nedir? Neye yarar meselâ? Ben hâlâ bekliyorum 😉

  21. Yazan:MY Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    Tarihin gelişiminde “evrim” neyin “devrim” olduğunu belirlemek güç, mutlaka işin içine ideolojik bakış açıları girecektir.(SQ)
    Zannetmiyorum, MKA bir devrim yapti, Humeyni Iran’da bir devrim yapti, 1917’de komünistler devrim yaptilar. Bir insan ömründen daha kisa kisa bir zaman içinde ortalama insanin hayatini alt-üst eden herseye devrim denebilir.

    Bu baglamda Gorbaçev’in baslattigi ve Berlin duvarinin yikilmasiyla biten süreç bir devrimdi. 1980’li yillarin basinda bilgisayar fiatlari 5 bin kez ucuzladi. Bu da bir devrimdi.

    Türkiye topraklarındaki modernleşme süreci bir gecede olmadı, Osmanlı’da
    başladı. Batı ekolu resimler yapan halifeler, klasik müzikler dinleyen, daha da öncesi ordusuna “batı” dan öykünüp yeni kıyafetler hazırlayan sultanlar. (SQ)

    Devlet eliyle, adina reform, islahat vb denen seyler var elbette. Osmanli hiç hata yapmadi demiyorum zaten. Son asirinda bayagi bir asagilik kompleksi ve sekilcilik var. Ama mesela Abdulhamit zamaninda demiryolu ve telgraf aglarina önem verilmesi, mühendislik okullari kurulmasi gibi “islahat” çalismalari da var. Bunlar olumlu bence. yani bir devlet (veya sirket) özelestiri yapip X, Y, Z konularinda önemli degisiklikler yapmak için proje gelistirebilir.

    Ama “Halkim sapka taksin, söyle yesin, böyle içsin” diye ideal bir halk üretmeye kalkmak, bunun için devrim yapmak, itiraz edenleri asmak çok YIKICI bir çaba.

    Bu keskin doğu-batı ayrımlarına da sinir oluyorum o ayrı. (SQ)
    Elbette. Dogrusu tek bir uygarliktan bahsetmek olurdu, insanliktan. Bazen cografi çogu zaman ise zihinsel uzakliklari isaret ediyor bu ayrim kafalarimizin içindeki camdan duvarlari.

    Şahsen, Arap alfabesinden Latinceye geçtiğimiz için hiç ah vah demiyorum. (SQ)

    Geri dönemeyiz zaten. O da bir yikim olur. Osmanli fetisizminin alemi yok 🙂 Sonra yeni kusaklar Derin Düsünce’nin yazilarini okuyamaz :))

    Arap kültürünün Türk göçebeleri etkilemesinin sadece ve sadece “göz kamaşması”ile olması bana pek akla yatkın gelmiyor. İnsanların kolay kolay dinini, dilini bırakmadığını düşünüyorsunuz hem de.(SQ)

    Aslinda baska süreçler var. Hiç bir halk küt diye din degistirmez. Önce yeni inancin sembollerini eskisinin yanina koyar. Tapinak vb yerlerde bir kaç dinin sembollerini bulursunuz. Bu özellikle Asya’da yaygindir. Mesela karada ALLAH’a denizde ise deniz tanrisina tapan halklar var hâlâ Endonezya’da.

    Anadolu’da gördügümüz nazar boncugu ve kursun dökme gibi seyler samanizmin kalintilari degil mi? Sibirya halklari hatta eskimolar bile bunlari hâlâ tatbik ediyor.

    Büyük ihtimal Türkler Islam ile samanizm karisimi bir din tatbik ettiler o yillarda. Hatta neden olmasin budist ve eski yunan dinlerinden de alintilar yapmis olabilirler.

    Asirlar geçtikçe eski dinlerini terk edip ynilerini almis olabilirler. Bunlari arkeologlara ve tarihçilere sormak gerek.

    İşte burada işin içine ideoloji giriyor, Türklerin İslamı ve Arap harflerini kabulüne sizin baktığınız açıdan bakmıyorum, bu kadar masum bulmuyorum. (”ümmet yaratma takıntısı”diyebilirmiyiz?)(SQ)

    “ümmet yaratma” diyemeyiz. Böyle bir simetri yok Osmanli’da. Neden? saygin bir fransiz tatihçisini kaynak göstereyim, Robert Mantran. Osmanli tarihi adli kitabi Türkçe olarak basildi geçen yil.

    Bir baska saygin tarihçi Jean-Paul Roux gibi Mantran da Osmanli’nin hiç bir zaman asimilasyon yapmadigini savunuyorlar. Sanirim Fatih idi, Bosna alindigi zaman o dönemde hristiyan olan Bosnaklar müslüman olmak istemisler. “Askerlik yapariz ama gayri-muslimlerden istenen ek vergiyi ödemeyelim” demisler. Fatih çok üzülmüs. Zira büyük bir vergi kaybi olmus. Bosnaklarin vercegi askere ihtiyaci yokmus ama hizli fetihlerden dolayi paraya ihtiyaci varmis.

    Gene Fatih istanbul’u aldiginda bir sürü yahudiyi Bursa’dan getirtmis. Ayni biçimde rum, venedikli, vb o kadar çok gayri müslim getirmis ki istanbul’da müslümanlar azinlikta olmuslar.

    Neden? Gene bu iki tarihçiye göre Fatih Istanbul’u dünyanin ekonomik baskenti yapmak istiyordu. Bunu basarmak için kozmopolit bir kente ihtiyaci vardi. Avrupa baskentleriyle baglantilari olacak, alip satacak insanlara. %100 Anadolu Türkü ile doldurulmus bir Istanbul istemiyordu.

    Yani “ümmet yaratma takintisi” yok. Ama Dünya imparatorlugu kurma çabasi var. Bunu ise tek tip bir halk yaratarak degil tam tersine çesitlilikte ariyorlar.

    Bunu “o zamanın şartlarına göre normal” buluyorsanız, bahsettiğiniz döneminde modernizmin “ya o, ya bu”keskinliğindeki döneminde olduğuna dikkat çekerim.(SQ)

    Tarihteki olaylari bugünün deger yargilari ile yargilamak bir hatadir. Ayni dönemin ülkelerinde benzer durumlar karsilastirilabilir. Osmanli esitlikçi degildi. Gayrimüslimlerden fazla vergi aliyordu mesela. Ama ayni dônemde Katolik Ispanya yahudi ve müslümanlari öldürüyordu. Katolik Fransa katolik olmayan herkesi hatta diger hristiyanlari YAKARAK öldürüyordu. Mesela KATAR denen güneylli grup. Protestan Almanya’dan Selçuklu Türklerle savasmak üzere yola çikan her haçli grubu önce “yol üstünde gördükleri” yahudileri katlediyorlardi. Anglikan kilisesini kuran ingiltere yahudileri “göç ettirecegiz” diye kandirip denizin ortasindaki kum adalarina indiriyor, bogularak ölmeye terk ediyordu.

    Bütün bunlar 1000 ile 1500 yillari arasinda olup biterken, evet Osmanli çok daha iyi davrandi farkli dini gruplara. Bunu söyleyen binlerce kaynak var. Bana itiraz etmeden önce Ekrem Senai’nin son çevirilerini okuyun.

    Osmanlı fetişizmi yapmaya da gerek yok, aynı Osmanlı’yı Arap ülkelerine ya da Balkanlara sorduğumuzda aynı şekilde düşünmeyecekleri açık.(SQ)

    Daha bu sabah 10 tane SMS aldim çekleri 3-2 yendigimiz maç için. Cezayir gibi Eski osmanli topraklarinda yasayan arkadaslarim kendi ülkeleri kazanmis gibi seviniyorlar.

    Balkanlardaki milliyetçilik virüsü büyük hasar vermis ama Arap milliyetçiligi sanirim devrini tamamladi. Saddam ve Esad gibi Hitler bozuntulari bu fikrin fazla uzaga gidemeyecegini ispat ettiler.

    Türklerin, Anadolu yerlileriyle karıştığına katılıyorum.Zaten Türkiye Türkleri, gen özelliği olarak, bir Yunan ya da İtalyan ne kadar Akdenizliyse o kadar Akdenizli.(SQ)

    Evet, orta asya bizim 1000 rengimizden sadece biri. Kafkas, ortadogu, rum, italyan, … digerleri. Zaten bu Orta Asya’nin bu biçimde öne sürülmesi isleri biraz yokusa sürüyor. Ama onun da sonu geliyor. Herkes kendini bulacak.

    Siz Türkiye’yi “doğu”da konumlandırmak istiyor olabilirsiniz, başka birileri de “batı”da. Bence Türkiye, Akdeniz bölgesinde. Bir İskandinavla, bir Yunanın aynı batı içinde yer almasının tek bir açıklama olamayacağı biçimde.(SQ)

    Orasi öyle. Sadece Müslüman ülklerle degil ama özellikle yanimizdaki bütün ülkelerle ortak köklerimiz var. Gelecekte de buna göre projeler kurmak gerek. Gürcistan, Bulgaristan vb bunlar Türkiye’nin SOFT POWER olmasindan kazançli çikacak, uzun süreli iliskiler kurmamiz gereken ülkeler.

  22. Yazan:kemal karamanli Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    “Bosverin bütün bu komplo teorilerini artik.”

    Bugun insaat sektorunde ciddi bir dinci yapilanma olustu. AKP icin yasalar cikariliyor, akpli sirketlerin projelerine gore yollar aciliyor, toki hukumeti arkasina almis tehditle, santajla is yapiyor kafasina gore yasa cikariyor. Ve ister kabul edin ister etmeyin gorunur bir sekilde dindar olmak ihale almakta buyuk bir kriter. AKP’nin muteahhitleri diye bir kitap bile cikti ve maalesef icindekiler cogunlukla dogru. Bircok insan biliyorum cevremden, ihale alabilmek icin turbanli eslerini goz onunde tutan ve devletin gozunun icine baka baka bakin ben dindarim mesaji veren. Bunlara oncelikle muslumanlarin karsi cikmasi lazim ama ne aci ki bu konulara “dinci” basinda ucundan bile deginilmiyor, tozpembe bir tablo ciziliyor! Turban neleri ortuyor goruyor musunuz.

  23. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    @MY

    “Türk sağı kullanıldı mı” dendiğinde aklıma en geçerli örnek Fethullah Gülen geldi de ondan:)
    Durumun sadece ABD’de yaşamak olmadığını biliyoruz (yeşil kuşak projeleri, soğuk savaş stratejileri, ne ararsan var).
    Şimdi bundan bahsetmek komplo teorisi, Deniz Gezmiş ve arkadaşları için söylenebilecek olan “kullanılmış olmaları” öyle mi?

    Türk sağının güzide şehsiyetlerinden Kenan Evren’e olan sempatıisini anlamayan dimağlara gene tekrarlamak, hangi para ve desteklerle bu okulların açıldığı konusunu(bir imamın emekli maaşıyla olmadığı kesin) gene sorgulamak istemiyorum çünkü birileri çıkıp “türkün, müslümanın iman gücü”diye başlayacak, en iyisi durumu bir atasözüyle açıklamak: “çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz”.

    Yoksa onlardan daha iyi oldugumuzu göstermek için biz daha çok agaç mi dikelim?

    Keşke ağaç dikilse, onun bunun sebebini günahlarda bulmak yerine
    “tabiatperest”olunsa. Şimdi, kapitalizm, ataerkilliğin doğa algısı falan, bu sıcakta düşün dur:)

    Hipokrat saniyorum (ki o da bu topragin çocugudur) söyle siyordu: “Faydan olmayacaksa birak elleme, hiç olmazsa zararin olmasin”. Gülen cemmati çerçevesinde Türkiye’ye çok faydali isler yapiliyor. Sizin veya benim bu islerin binde birini yapmam mümkün
    degil.

    “fayda”anlayışımız aynı değil. Ben başka “faydalar” istiyorum.
    Yapmayın MY, Fransa’da yaşıyorsunuz,
    Sarkozy gibi sağ-muhafazakar adamları mı “faydalı”buluyorsunuz,
    Elbette binde birini yapamayız, kim finanse edecek bizi?

    Bir insan ömründen daha kisa kisa bir zaman içinde ortalama insanin hayatini alt-üst eden herseye devrim denebilir.

    “Bana iyi gelen devrim, size iyi gelen devrim”diye ayıracağız o zaman.
    “iyilik, güzellik”ölçütü için gene ideolojik bakış devreye girecek.
    Özellikle hangisinin yıkım, hangisinin olmadığı konusunda.
    Eğri oturup, düz konuşalım, okulda Arapça harfleriyle mi eğitim görmeyi tercih ederdiniz? Ben etmezdim. valla, doğruya doğru:)
    Keltlerin alfabesinden, run karakterinden falan bahsetsek içim yanmayacak, “Türkçe” için “Arapça” alfabe kullanmak baştan garip zaten.

    Büyük ihtimal Türkler Islam ile samanizm karisimi bir din tatbik ettiler o yillarda. Hatta neden olmasin budist ve eski yunan dinlerinden de alintilar yapmis olabilirler.

    Tamam ettiler de, bu elde bir paket çikolatayla gidilerek yapılmadı. Dikte etmeden (en masum tabirle) oldu denmesi bana inandırıcı gelmiyor. O halde, Amerika yerlileri de Hristiyanlığa böyle “tatlı, tatlı”geçmiş olmalılar.

    “ümmet yaratma takıntısı”derken, sadece Osmanlı’yı kastetmedim,
    “ulus yaratma takıntısı”olarak sadece Türkiye’nin algılanamayacağı gibi. islam geçmişinin “çeşitlilik arayarak”geçtiğini söyleyemeyiz sanırım:)

    Daha bu sabah 10 tane SMS aldim çekleri 3-2 yendigimiz maç için. Cezayir gibi Eski osmanli topraklarinda yasayan arkadaslarim kendi ülkeleri kazanmis gibi seviniyorlar.

    Arkadaşlarınız sizi seviyor olabilir, Ecyad kalesinin yıkımında bile
    Osmanlı mirasının reddini bulabiliriz. Balkan kökenli arkadaşlarım(özellikle Sırp ve Hırvat olanlar), bize anlatılandan farklı şeyler söylüyorlar mesela.

    Gürcistan, Bulgaristan vb bunlar Türkiye’nin SOFT POWER olmasindan kazançli çikacak, uzun süreli iliskiler kurmamiz gereken ülkeler.

    Valla hangi ülkeyle ne için ilişki kurulması pek umurumda değil açıkcası, “kazançlı çıkmak”tan ne algılıyoruz bilmem.
    Bu reklamcılık çok bozdu beni, bahçede kendi organik domatesimi yetiştirdiğim bir hayat yaşamıyorsam bana ne soft powerlıktan:))

  24. Yazan:suzannur Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    Sayın Karamanlı,
    Sizin gözlerinizi de örtmüş anlaşılan. Bunu çıkar amaçlı kullanan oportünist yaklaşım sergileyenler bireye ait hakkın gaspedilmesinin ama… kısmını oluşturmada sebep olarak mı tarafınızdan kabul ediliyor!
    Zaten bu ülkede kapalı olan herkes inşaat sektöründe çalışır değil mi ya da bir yakını!
    O zaman kimse özgürlüğünü savunmasın ne de olsa mutlaka bir yerlerde hata eden bir grup bahane edilip, kendisine, ama şu da var öyleyse sen de öylesin diyen çıkacaktır.
    Bu tarz insanları ama’larınıza dahil etmeyin, bu insanları birlikte eleştirelim.AKP’nin hataları bireyin hakkına tecavüz edenleri haklı çıkarmaz.
    Türban bir türlü birilerinin ama’larını örtemedi, ne yazık. Oysa ne çok şeyi örtüyormuş, hem de inançlı görünüp günah işleyenler bile bunu kullanıyormuş… Bakınız, bir onlar eksik kalmıştı bunu kullanmayan, onlar da kullansın canım, kim kullanmıyor ki. Biz bu ülkede 70 milyon türban(ı) kullanıyoruz aslında!

  25. Yazan:turan çevik Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    Kadir Has ile Mahir Çayan ortaklığı
    Önceki gün hayata gözlerini kapatan işadamı Kadir Has Türkiye’nin en çalkantılı dönemlerinden 12 Mart’ta ülkedeki ilk şehir gerillası eylemlerinin tam göbeğinde yer almıştı. Kendisiyle iki yıl önce uzun bir söyleşi yapmıştım. Kadir Bey, baş rolünü Mahir Çayan ile paylaştığı eylemi ve sonrasını anlatmıştı.
    ***
    Kadir Has, 12 Mart’ta damga vuran “Şehir gerillası” eylemlerinin ilk örneğinin tanığı ve mağduru oluyor. 4 Nisan 1971 Pazar akşamı yeğeni Mete Has ile birlikte onun Suadiye’deki evine gittiklerinde kendilerini eli silahlı kişiler karşılıyor.

    Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Oktay Etiman, Kamil Dede ve Rüçhan Manas’tan oluşan Türkiye Halk Kurtuluş Parti Cehpesi (THKP-C) üst düzey eylemcileri Has ailesinden 400 bin lira fidye istiyorlar.

    Kadir Has istenen bedeli günümüze uyarlarken şöyle diyor:

    – 400 bin lira çok büyük bir para idi. 133 liradan 3007 Cumhuriyet altını alınabilirdi. Günümüzde 200 bir dolara eşit bir paraydı. Mete’nin evindeki kasayı açtılar. İçinde 1.5 milyon lira değerinde mücevherlere dokunmadılar.

    400 bin lira gelene kadar Mete Has ile Kadir Bey’in eniştesi Talip Aksoy’u rehin alıp gidiyorlar. Bundan sonrasını Kadir Has şöyle anlatıyor:

    – Ertesi sabah Mahir Çayan ile birlikte evden çıktık. Bağdat Caddesi’nden bir taksi çevirip Üsküdar’dan Kabataş arabalı vapuruna bindik. O zaman Boğaz Köprüsü yoktu. Güverteye çıktık. Mahir yol boyunca benimle sohbet ediyor, “Kadir Bey sizinle bir film çeviriyoruz. Bu film yazıhanede bitecek. Sonra sahneye polis çıkacak” diyordu.

    Vapurda Kadir Has’ı tanıyanlar selam veriyor. Polisler de hal hatır soruyorlar. Mahir Çayan bu durumdan tedirgin oluyor:

    – Kadir Bey birbirimize samimi davranalım. Sürekli sohbet edelim. Konuşmasak dahi ağzımızı oynatalım. Bana gülün. Kimse bir şey hissetmesin.

    Bu uyarı üzerine kadir Has nasıl davrandığını şöyle anlatıyor:

    – Rol yapmaya başladım, “Mevsim ilkbahar, hava güzel, deniz mavi” dedikçe Mahir Çayan, “bravo, bravo” çekiyordu.
    ***
    İşin sonunda Kadir Has 400 bin lirayı veriyor, Mahir Çayan ve arkadaşları rehineleri bırakıyor. Kadir Has da ailece canlarını zor kurtardıkları bu olay nedeniyle sıkıyönetim mahkemesine çıkıp, yargılanıyorlar, beraat ediyorlar.
    Kadir Has’a tanrıdan rahmet, ailesine, yakınlarına ve arkadaşlarına başsağlığı diliyorum.
    Nazım Alpman

  26. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 16, 2008 | Reply

    Türban hakkında bu kadar yaygara kopmasının bir nedeni de
    “türban neyi örtüyor” sorusunda yatıyor.
    Demokratik bir rejim istiyorsak, türbana karşı “yasakçı”bir tutumu savunmak ihtimal dahilinde olamaz.
    Ama pandoranın kutusu açılıyorsa, neyi örttüğüne de bakmak gerekli.
    veya örtmesi mi gerekiyor? neden kadınlar örtüyor?
    Bunun cevabında gelecek cinsiyetçi açıklamaları duyar gibi oluyorum.
    Kadın etek giyer, erkek pantolon şeklinde, giysiler üzerinden biçimlenmiş cinsiyet rollerini tartıştı mı bu ülke ya da islam dünyası?

  27. Yazan:suzannur Tarih: Haz 17, 2008 | Reply

    “Ama pandoranın kutusu açılıyorsa, neyi örttüğüne de bakmak gerekli veya örtmesi mi gerekiyor? neden kadınlar örtüyor?”
    Ters mantık kuralım. Neyi örtmediğine bakalım veya açması mı gerekiyor? Neden kadınlar açıyor?
    Saçma mı geldi. Bence de…
    Biri bir sınırsa diğeri de başka bir açıdan sınır değil midir bu mantığa göre. Sınırları kim çizer. Sadece insan mı? Sınırlar olmasın demek kendi sınırlarını sınırsız kabul etmek midir ve kendi sınırını sınırsızlık olarak kabul etmek sınırsızı sınırlandırmak değil midir? Paradoksal bir bakış! Aynı zamanda ironik.
    Pandora’nın kutusu açılır mı kendi fikrini ortaya dökerken. Dökülen, gizli kalması sanısını içeren bir yargının bilinçaltı göstergesi mi?
    Varlığı içkin ve aşkın bir inancın sorgulanması, bireyden bireye farklı aşamaları olan bir süreçken, kimin bu sorgulamada hangi aşamada olduğu ve kiminin bunu sorgulama adı altında buna reddiyeler düzmesi, olgunun (örtmek/açmak) varoluşa bakan yönünü perdeleyebilir mi? Özgürlük anlayışı örtmek ya da açmak olarak sınırlandırıldığında sınır içeren yapısıyla hangi bakış açısı bizi özgür kılar? Siz sebepleri ataerkillik, din, dayatmacılık… ne derseniz deyin.
    Anlatmaya çalıştığım şey, özetle şu: Örtmek ya da açmak eylemlerinin kendisine atfedilen modern algılayışın ötesinde, bu eylemler bunu seçen için birincil özgürlüktür.
    Başını örtmeyi -tabii inancı doğrultusunda yapan içinse- kendisini Yaratan’la bir’leme, O’nu seçme, O’na yönelme göstergesidir. Bu göstergenin özgürlük ya da tutsaklık olması ise bakış açısıyla ilgilidir.
    Birileri çıkıp şimdi ayetleri sorgulayacak ve ıvırzıvır biryığın lafı dolandırıp duracak, çok iyi biliyorum.
    Bu bir tercih, birey olarak benim tercihim, ben bu ayetleri bu şekilde anlamlandırıyorum. Başkası başka anlamlandırır. Ona göre davranır. Adı üstünde tercih ve zaten hayat bir tercihler bütünü değil midir?
    Bu tercihi yargılayanlar var. Oysa bilinmeli ki, kendi değerleri de aynı tehdit altındadır. Bir başkası da onu genellemelerin içine hapsedip hadi tartışalım diyecektir. Ama bu asla tartışma olmayacaktır. Anlamlar üzerine ve anlamların anlamlandırılması üzerine hep güdük bir döngünün içinde devinip durulacaktır çünkü.
    Kadın kapatır veya açar, sebebi ne olursa olsun, din, ataerkillik, sevgi sömürüsü, siyasi tercih… sorun o örtü ve ona yüklenen anlam değil (çünkü bu herkeste farklı anlam derecelerine tekabül eder) bunu tercih etmiş olmasına yönelik baskıcı tutumdur. Çünkü yeri gelir bir işaret de semantik anlamda anlam genişlemesine veya daralmasına uğrayabilir ama bu onun her şeyden önce bir işaret olduğu ve sonrasında da bunu takan kişi için farklı anlamlara geldiği gerçeğini değiştirmez. Tıpkı pagan bir sembolün zamanla sevgi içeren bir yapıdan faşizan bir partinin sembolü haline gelebilmesi gibi.
    Anlam dünyasında biz değer yükleriz. Ve bu değerin kafamızdaki sınırlarla sınırlandırılmış olması onu illa da bizim algımızdaki anlamı taşıdığı anlamına gelmez.(Evet Snowqueen, özellikle size söylenmiş bir cümle bu)
    Getirir diyenler hangi dünyanın kabulleriyle hareket ettiklerini sorgulamalılar önce.
    Sınırlar mı demiştik. Kimin sınırı, kime göre?

  28. Yazan:Deveye Hendek Atlatıcı Tarih: Haz 17, 2008 | Reply

    Türban hakkında bu kadar yaygara kopmasının bir nedeni de
    “türban neyi örtüyor” sorusunda yatıyor.

    Bakbakbak. Demokrata bak. Güya bir temel haktı ‘türban’, güya bu özgürlük derhal verilmeliydi. Ama ‘bu kadar yaygara’ derken ki içsel nefreti nasıl da afişe etti neo-faşizmin öncü kuvveti?

    Demokratik bir rejim istiyorsak, türbana karşı “yasakçı”bir tutumu savunmak ihtimal dahilinde olamaz.

    Yok yav? Emin misiniz, son kararınız mı? Örtüyü bi kaldırsak mı altında ne var, belki örttüğü şeyde demokrasiye aykırı bişiler vardır, yırtarız. Bi denesek mi?

    İnsan bunu yukarıdaki cümleden sonra bari yazmaz. Biraz utanır, bir başka yorumda yedirmeye kalkar.

    Yahu siz insanları salak mı sanıyorsunuz Snowqueen? Omuzlarımızn üstündeki ne bizim, saksı mı? Bu kadar çiğ, bu kadar tutarsız, bu kadar çocukca, birisi sosyolojik (ve yanlış yargıya dayanan) diğeri temel hak olan iki olay aynı cümlede AMA bağlacı ile birleştirip bulamaç ederek demokratlıktan bahsetmek için insanın yüzünde kaç santimlik deri olması lazım? 1, 2, 3, 4? Ya da kösele?

    Yar bana bir medet! Kimler demokrasiden sözediyor…

  29. Yazan:Deveye Hendek Atlatıcı Tarih: Haz 17, 2008 | Reply

    Bir de şu ‘Türban’ın neyi örttüğüne bakalım.

    Bilen bilmeyen herkes onlar hakkında konuşuyor.

    Pekçok kalemşör başını örten kızların bu tercihlerini “aile baskısı” ile izah eder. Bu saptama üzerinden de başörtüsü yasağını savunmaya, yasağa haklılık kazandırmaya çalışır. Ama ne hikmetse bu konuda mağdurların görüşlerini alma, onların ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlama yoluna gitmezler.

    ‘Başörtüsü yasağı’na maruz kalanlar üzerine ilk kapsamlı kamuoyu araştırması ANAR tarafından yapılmıştı. Hazar Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği için yapılan araştırmada başörtüsü yasaklarından etkilenen 1.112 kişiyle yüzyüze görüşerek, örtünme sebepleri, örtüyü nasıl tanımladıkları ve yasaktan nasıl etkilendikleri sorulmuştu.

    Sonuçlar bizim hep yazdığımız tespitlerle örtüşüyor. Haberdeki başlık sırasına göre bakalım:

    Türban Değil Başörtüsü

    “Başınıza örttüğünüz nesneyi hangi isimle tanımlarsınız” sorusuna katılımcıların 79,4′ü “başörtüsü” diye tanımlamış. Örtülerini “eşarp” olarak adlandıranların oranı yüzde 12,8, “türban” olarak tanımlayanların oranı ise yüzde 6 olmuş. (’Sıkmabaş’ diyen hiç yok nedense..)

    Bir başka sitede bu isimlendirme üzerine tartışma yaşanmış, bir yorumcu “buna türban, cado, sıkmabaş denir, birini tercih edeceksiniz” deme küstahlığında bulunmuş ve ortalık karışmıştı. İnsanların hoşlanmadıkları, başkaları tarafından isimlendirildiği için yafta gibi durduğunu söyledikleri kavramları, onları kategorize ya da tarif ederken inadına kullanmak, asgari nezaket kurallarına aykırı birşey. Bunun üstüne “bunlardan birisini seçmek zorundasınız” demek ise açık bir küstahlık.

    Bunu tabii ki ayrımcılık ve aşağılama için yapıyorlar.

    Ama en azından bu kapsamlı araştırma ile yaftaladıkları insanların kendi örtülerini nasıl isimlendirdikleri açığa çıkmış oldu. Bakalım “çağdaş” “ilerici” kalemşörlerimiz bu sonuçlara bakarak çağdaşlığın ve ilericiliğin [de] bir gereği olan “nezaket kuralları”na uyup eski isimlendirmeleri terkedecekler mi?

    Örtünme Kimin Kararı?

    Bu soru çok önemli. Çünkü bunun üzerine çok spekülasyon yapılır. Ataerkil toplum ve aile yapısından tutun, mahalle baskısına kadar.

    Araştırmada başörtülülerin yüzde 62,2’si örtünmeye kendilerinin karar verdiğini söylemiş. Yüzde 10,6′lık bir bölüm ailesinin etkisiyle örtündüğünü, yüzde 7,9′luk bir bölüm babasının etkisiyle, yüzde 7,6′luk bir kesim de annesinin etkisiyle örtündüğünü beyan etmiş. Arkadaş etkisiyle örtünenlerin oranı ise yüzde 5,6.

    Şimdi bazıları hemen aile, anne baba etkisine balıklama atlayıp “işte baskı, bakın, oran da az değil” diyebilirler. Burada atlanacak husus aile “empoze/etki”si ile “baskı” kavramlarının birbirinden çok farklı olduğu. Kişinin çocuklarına dinî ya da felsefî görüşlerini empoze etme hakkı vardır ve bu çok doğaldır.

    Nitekim bir başka soru bunun baskı olmadığını net olarak ortaya koyuyor. “Kızınız olsa başını örtmesini ister misiniz?” sorusuna başörtülülerin yüzde 96,5′i “evet” diye cevap veriyor. Kendisi baskı ile örtse kızının başını örtmesini niçin istesin?

    Katılımcılara kızlarının örtünmemesi durumunda nasıl tepki gösterecekleri sorulduğunda da başörtülülerin sadece yüzde 0,2’si baskı uygulayabileceğini söylemiş. Yüzde 82,2′lik bir kesim neden başörtüsü takması gerektiğini izah edeceğini belirtirken, yüzde 13,2’si herhangi bir müdahalede bulunmayacağını, yüzde 3,6’sı da başörtüsü takması konusunda uyarıda bulunmakla yetinenceğini dile getirmiş. Tüm bu cevaplar başörtülülerin, özgürlükler ve bireysel tercihler konusunda yasağı savunan sözde ilerici ve çağdaşlardan fersah fersah ileride olduklarını gösteriyor. (Kapak niyetine de kullanabilir amacı demokratlarlar 🙂 )

    Neden Örtünüyorlar?

    Bir önemli soru daha. Malum bu tartışmalar yapılırken sürekli analarımızın örtüsüne atıfta bulunulur ve “ama bunlar böyle değil, siyasi amaçlı olarak örtüyorlar” diye güya yasağa haklılık kazandırmaya çalışırlardı. (Kaldi ki siyasi amaçlı da örtülebilir, neden yasak olsun bu? Mesela parti rozeti takmak yasak mı?)

    “Neden örtünüyorsunuz” sorusuna başörtülülerin tamamına yakını “Dinin bir emri olduğuna inandığım için” cevabını vermiş. Dini gerekçelerle örtünenlerin oranı yüzde 96,7, ahlakı temsil ettiği için örtünenlerin oranı yüzde 0,9 ve siyasi kimliğini yansıttığı için örtünenlerin oranı ise sadece yüzde 0,1.

    Siyasi kimlik için örtenlerin oranı kaçmış? Yüzde 0.1. İçinde hakkaniyet duygusuna ve vicdana dair biraz birşeyler taşıyanlar eminim bundan sonra konu hakkında kalem oynatırken yukarıdaki gibi cevherler yumurtlamaktan sakınacaklardır.

    Daha başka sorular da sorulmuş araştırmada.

    Yasağın uygulanma amaçlarından birisi de hem engelleme yaparak başörtülüleri (sisteme başkaldırı olarak görüp) okuldan uzak tutmak hem de “okumak istiyorsan, kariyer istiyorsan başörtülüye hayat yok” şeklinde bir psikolojik baskı oluşturup uzun vadede başörtüsünü marjinalleştirip toplumsal bir dönüşüm gerçekleştirmekti.

    Mağdur etmek suretiyle ilk amaçta bir noktaya kadar başarılı olunsa da, onca yasağa, onca mağduriyete rağmen asıl amaçta başarılı olunamadığı görülüyor. Başörtülülerin yüzde 40,5′i yasağa rağmen başını açmamış, yüzde 35′i sadece yasak uygulanan yerlerde başını açmak zorunda kaldığını kaydetmiş. Yüzde 19,9′luk bir bölüm de -yasağın uygulandığı yerlerde- peruk, şapka veya bere taktığını söylemiş.

    Başörtüsü yasağı nedeniyle “başımı açtım” diyenlerin oranı ise yüzde 1,2′de kalmış. Bu cevaplar yasaklarla biryere varmanın kolay olmadığını gösteriyor.

    Ama yine de uzun vadede bu sürecin nasıl sonuçlar doğuracağını tam bilemeyiz. Yani bir başörtülü annenin (/ailenin), başörtülülere yapılanları görüp, şu an küçük olan çocuğunun ileride sıkıntı çekmesine engel olmak için başörtüsü konusunda aksi yönden (takMaması için) bir empoze yapması mümkün. Uzun vadeli olduğu için bunun yansımalarını görmek için yıllar gerekebilir.

    Ve Tahribat..

    Belki de ne önemlisi bu.

    Başörtülerini çıkarmak zorunda kalanların yüzde 70.8′i ‘kişiliklerinin zedelendiğini/parçalandığını’, yüzde 63.2’si da ‘kendini hakarete uğramış’ hissettiğini söylemiş. Başını açmaya zorlananların yüzde 46.9′u ‘utanç’ duyduklarını, 46.5′u da kendilerini ‘günahkâr’ hissettiklerini ifade etmiş. Başörtüsünü açmadığı için okuyamayan, katsayı adaletsizliği ile de ayrıca baltalalan başörtülü mağdurlarının da psikolojik durumları eklendiğinde durumun ne kadar vahim olduğu ortada.

    Bunu yapmaya kimsenin hakkı yoktu. Bir nesli böyle bir travmaya soktular; ezdiler..

    Bu, yasakçıların büyük bir ayıbı olarak tarihe geçecek.

    Alenî bir devlet baskısı ortada iken, binlerce genç kız bu baskı ile mağdur olmuşken bir de utanmadan yasağı savunmak ve meşrulaştırmak adına mahalle baskısından, aile baskısından söz etmiyorlar mı, insan çileden çıkıyor..

    Aklı başında herkes bu yasağın başörtüsü ile alakalı olmadığını çok iyi biliyor. Mümtaz’er Hoca’nın da dediği gibi “Türkiye’de başörtüsü sorunu değil, iktidar sorunu yaşanıyor.”

  30. Yazan:Deveye Hendek Atlatıcı Tarih: Haz 17, 2008 | Reply

    Hakkaten yav başı açıklık neyi örtüyor? Neden bu ayrımcılık, neden bu ‘mahalle baskısı’?

    Geçenlerde alıntı da yapılan Serdar Turgut’un yazısı:

    Mağlup taraf belli

    Bu yazının başlığını ‘Bir tartışma ancak böyle kaybedilebilirdi’ diye de atabilirdim. Nedenini bir süre sonra anlayacaksınız umarım.

    Düşünsenize; bu ülkede yıllardır üniversitelerde başı örtülü okumak isteyenlere kapılar kapanıyor ve üstelik zor kullanılarak kızlar kapıdan çevriliyor. Sürreel bir şekilde üniversite kapılarına bazı odalar konuluyor ve kızlar bu odalarda örtülerini çıkarmaya ikna edilmeye çalışılıyor.

    Bunları yapan ve onlara onay veren insanlar şimdi ‘Mahalle baskısı’ diye bir şeyden şikayet ediyor ve bu konuda bir tartışma açarak bundan sonuç almayı bekliyorlar.

    ‘Böyle bir şey olabilir mi, bu nasıl bir akıl tutulmasıdır ki; bir insan mağlup olduğu çoktan belli olan bir tartışmaya neden girer ki acaba?’ diye düşünüyorsunuz ama mantıki bir cevabı yok bunun.

    Dediğim gibi bu akıl tutulması olmalı. Utanç verici davranıp da şimdi şikayete başlayanlara çocuklar bile gülerken, karşı taraf tartışmayı kazanmış olmanın entelektüel keyfini çıkarıyor. Hakları da… Kimsenin diyebileceği bir şey yok

    Açıkça söyleyeyim; bugünlerde en çok kıskandığım ve yerinde olabilmek istediğim insan Fehmi Koru.

    Temelde haklı ve tutarlı bir konumdan tartışmalara girmenin keyfini çıkarıyor olmalı.

    Geçenlerde ‘Hangi mahalle baskısı’ başlıklı bir yazı yazdı. Fehmi Koru o yazısında SKYTÜRK’teki ‘Sosyal Bilgiler’ programında konuştuğumuz, tartıştığımız bir konuyu yazmış.

    Günlük yazılarının çıktığı Yeni Şafak gazetesinde birçok kadın gazetecinin çalışmakta olduğunu, Yeni Şafak gazetesinde kadınların yarısının başının açık yarısının da kapalı olduğunu, kimsenin birbirine karışmadığını söylüyor Fehmi Koru ve ardından ‘Bizde durum böyle. Sizlerin gazetelerinizde neden bir tek başı örtülü kadın yok’ diye soruyor ve ‘Bizde mi sizde mi mahalle baskısı’ diye de ekliyor.

    Verilecek fazla cevap da yok. Fazla kıvırtmaya çalışmak da insanın kendi entelektüel geleneğine bir hakaret olurdu.

    Fehmi Koru fikirsel öldürücü darbeyi, bize de televizyonda anlattığı yazısındaki şu cümleler ile vuruyor.

    Fadime Özkan adlı gazeteci ile Hürriyet gazetesi yıllar önce bir mülakat yapmış. Mülakatın girişinde Fadime Hanım şöyle anlatılıyor:

    ‘Yeni Şafak gazetesinde kültür sanat yazıları yazıyor. Editörlük yapıyor. Gazeteciliğin neredeyse tamamını İslami kesimde geçirmiş. İmam hatip lisesi orta kısmına giderken sadece okulda örttüğü başını, lise yıllarında hiç açmamaya başlamış. Ve beş yıl önce başını açmaya karar verinceye kadar tesettürlü gezmiş.’

    Fadime Hanım’la yapılan mülakatı Hürriyet gazetesi ‘17 yıl sonra başını açtı’ başlığı ile vermiş.

    Başını bir gün açtığı zaman Yeni Şafak’taydı. Sonraki beş yılda sayfa editörü oldu ve köşe yazmaya başlamış.

    Sonunda Fehmi Koru, sorulması kaçınılmaz olan şu soruyu soruyor haklı olarak ‘Siz hangi mahalle baskısından söz ediyorsunuz yahu’.

    Nagehan Alçı ile bana da televizyon programında ‘Sizin gazetenizde bir kadın bir gün örtünmeye karar verip öyle gelseydi işe neler olurdu?’ diye de sormuştu.

    Bir bölüm medyaya yönelik olduğu için bu soruya net cevap verememiştim ama en azından o tür bir durumda nasıl davranacağımı biliyorum…

    Tartışmada mağlubiyeti nasıl gönül rahatlığıyla itiraf edebiliyorsam o durumda da gönül rahatlığıyla ne yapacağımı biliyorum. Çünkü belki her zaman göstermem ama ben kişi özgürlükleri ve dini inançlar konusunda inançlı hatta militan bir savaşçı olmuşumdur. Uzun yıllar önce başı örtülüleri içeri almamam talimatıyla nöbete dikildiğim üniversite kapısında verdiğim mücadele ile alnımı temiz tuttum.

    Talimata uymamak belki de üniversite kariyerimi bitirdi o zamanlar ama olsun, pişman değilim, gönlüm çok rahat.

    Tartışmada mağlup da hissetmiyorum kendimi. Sadece bir tarafın zayıf durumu üzüyor. Ben son analizde solcu geleneğimin içine sığınırım, kişisel hak ve özgürlükleri savunmaya devam ederim.

    Evet, Snowqueen, arkana bakma, sana soruyorum, başı açıklık ney örtüyor?

    Bu bariz mahalle baskısı varken üç maymunu oynamak ve utanmadan kadın haklarından bahsetmek, daha da utanmadan yukarıdaki gibi araştırmaları görmezden gelip neyin neyi örttüğünü irdelemeye çalışmak nasıl bir duygu?

  31. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 17, 2008 | Reply

    @suzannur
    Neyi örtmediğine bakalım veya açması mı gerekiyor? Neden kadınlar açıyor?

    Eğer güzellik yarışmaları, “arka sayfa güzelleri” gibi kavramlardan bahsediyorsunuz “neden açıldığın” sorusu, kadın bedeninin “cinsel bir obje olarak” prim yapmasında, seksin tüketim toplumunda satmasında.

    Ben doğallıktan yanayım. Ayıp, günah, yasak gibi kavramlar aslında ataerkillikle birlikle hayatımıza girmiş kavramlar, özellikle bedenler konusunda. Anaerkil anlayışta bu tarz kavramlara pek yer yoktur.
    Bedenler, kirli ya da mahrem değildir. Yaradanla bir olma, birleşme
    ataerkil anlayışta kendini bu anlamda sakınmadan geçer, pagan kültürlerde yaradanla bir olmanın cinsel eylemle bile yapıldığını biliyoruz. İncir yaprakları ne zaman ve nasıl kondu?

    Evet örtünmek veya kapanmak kişinin birinci özgürlüdür. Güzellik yarışmalarına katılmakta kişinin birinci özgürlüdür. -kişisel olan politiktir.-
    Ama fikir beyan etmek ve sorgulamakta benim özgürlüğüm.
    Yanlış birşey söyleyip kalp kırmak istemem gerçekten, sadece iki yüzlü davranmak istemiyorum, türbanın sembolize ettiği herşeye karşıyım(erkeğin özne, arzu eden, kadının nesne, arzulanan konumu vb) başıma zorla türban geçirilmesini istemiyorsam, başka insanın da başından zorla türbanın çıkarılmasına da karşıyım.

    Belki ben yanılıyorumdur, bilmiyorum, belki daha çok türbanlı kadını
    (özellikle ortak okumalarımız, bakış açılarımız olan) daha iyi tanırsam daha farklı düşünmeye başlayacağım, gerçekten bilmiyorum.
    Ama şu an bütün savunduğum, hayatımda mücadele ettiğim değerlerin ters yansımasını görüyorum sadece, buna tanrı algısı da dahil.

  32. Yazan:suzannur Tarih: Haz 17, 2008 | Reply

    Sayın Snowqueen,
    “Ben doğallıktan yanayım. Ayıp, günah, yasak gibi kavramlar aslında ataerkillikle birlikle hayatımıza girmiş kavramlar, özellikle bedenler konusunda. Anaerkil anlayışta bu tarz kavramlara pek yer yoktur. Bedenler, kirli ya da mahrem değildir. Yaradan’la bir olma, birleşme ataerkil anlayışta kendini bu anlamda sakınmadan geçer, pagan kültürlerde Yaradan’la bir olmanın cinsel eylemle bile yapıldığını biliyoruz. İncir yaprakları ne zaman ve nasıl kondu?”
    Bunlar benim açımdan çok güzel tespitler, katıldığım tespitler yani. Özellikle de bedenler, kirli ya da mahrem değildir algısı çok yerinde ve güzel. Bu bakış açısında sanırım bizi zorlayan şey, toplumun ya da erki temsil ettiği yanılgısını kabullenen erkeğin kendisine biçtiği değer. Bir bedeni kirleten toplumun ahlak anlayışının etiketlemesi midir yoksa insanın ona atfettiği değer midir? Sıkıntımız da insanların ve özellikle de toplumumuzdaki az gelişmiş mahlukların! kadına bakış açısıdır. (İki damla et gördüğünde faltaşı gibi açılan çirkin gözleridir. İşte bu noktada öyle kopuyorum ki, anlatamam!)
    Beden, benim algımda güzeli temsil eder ve Yaratıcı’sının güzelliğini, ama diyorum ya benim algımda. Sorun algılamaların farklı farklı olması ve kadını et parçası kimliğine indirgeyen bakış. Afrika’da bir kabilede beden kendi başına örtüdür ve asla o bedenin açık ya da kapalı olması ona ekstra bir değer kazandırmaz. Oysa modern insanımız oraya gider ve o insanları gözleriyle kirletir önce, sonra düşünceleriyle. O kabilede beden günah ölçütü değildir ve olamaz ama onu gözleriyle kirleten insanlar için beden yeni bir anlam kazanır(aslında kazanmaz, kazandırılır). Saç benim için ekstra bir değeri olan bir parçam değil, her parçam gibi ve onlardan biri. Birilerinin onu farklılaştırması benim ona atfettiğim değeri değiştirmez. Onun örtülmesi de şundan ya da bundan dolayı değil, onun sadece beni inandığıma ulaştıran bir parça olmasıdır, diğer tüm parçalarım gibi. Hiçbiri birbirinden üst ya da alt değil, bir bütünüm çünkü, her eksikte de bütünüm asla bütün değil. Bu noktaya yaklaşımım da bu açıdan zaten, bütünümü parçalıyor insanlar, o eksilen parçayla bütünlenemiyorum ve henüz hiçbir erkeğe bunu anlatamadım. (Başka bir sitede buna dair iki laf etmiştim de farklı görüşteki bir erkek, şimdi de varoluşçuluğu soktular diyerek sanki bunu siyasi bir söylem gibi algılatmaya çalışmıştı. Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan’da “Suiniyeti esas olarak kabul eden ve bir insanın dürüst, samimi ve namuslu olabileceğine ihtimal vermeyen bir kimseye karşı kendini müdafaa edebilmenin hazin imkansızlığı” insanın elini kolunu bağlar dediğini biliyorken hem de. İyi de hata bende değil mi, varoluşa dair bir sorgulamayı anlamayacak birine tut sen sendeki yönü anlatmaya çalış 🙂

    “Yanlış bir şey söyleyip kalp kırmak istemem gerçekten, sadece iki yüzlü davranmak istemiyorum, türbanın sembolize ettiği her şeye karşıyım(erkeğin özne, arzu eden, kadının nesne, arzulanan konumu vb) başıma zorla türban geçirilmesini istemiyorsam, başka insanın da başından zorla türbanın çıkarılmasına da karşıyım.”
    Bu noktada sanırım en son istenilen şey, kalp kırmak olacaktır, çünkü ben sizin bilgilerinizden ve dünyanızdan yararlanmayı gerçekten çok istiyorum. Paylaşım arttıkça, (sadece böyle politik, dini konularda değil, kitaplar ve diğer kültürel dünyaya ait her şey) öğreneceğim şeylerin olması beni daha çok ilgilendiriyor. Politik okumalar yapmayı çoktan bıraktım diyebilirim ve asla hiçbir kitabı taraf tutarak okumadım ve bundan da nefret ederim. Kitabın tarafı olmaz bana göre, ve ne anlatırsa anlatsın, sebebini bilmiyorum ama benim için kutsaldır, dayanamam kitaplara, özeldir onlar. Sanırım bu yüzden onları paylaşamam ve başkasına vermek zorunda kalırsam(asla isteyerek veremem 🙂 ) içim cızz eder.

    “Belki ben yanılıyorumdur, bilmiyorum, belki daha çok türbanlı kadını
    (özellikle ortak okumalarımız, bakış açılarımız olan) daha iyi tanırsam daha farklı düşünmeye başlayacağım, gerçekten bilmiyorum. Ama şu an bütün savunduğum, hayatımda mücadele ettiğim değerlerin ters yansımasını görüyorum sadece, buna tanrı algısı da dahil.”
    Benim çok farklı düşünceden arkadaşlarım var ve hiçbirisi benim için “türbanlı” ya da “değil” olarak ifade bulmuyorlar. Önemli olan, yüzeyin altına inebilen ve olmasını istediğim gibi olmaları değil, olduğunu olduğu şekilde kabul edebildiğim ve derin, nitelikli paylaşımlarda bulunabileceğim insanlarla bir şeyler paylaşmak. Bir insanı paylaşırken, önemli olan ona ait olan tüm değerler sistemini sorgulayarak değil, anlamaya çalışarak ve onu da BEN etmeye çalışmadan ve onu SENde bırakarak bunu sürdürmektir. Aynılık mı farklılık mı sorusunda her bireyin aynı/kendisi kalabilmesidir farklılık, yoksa aynılaştırılması değildir. Benim size dair hiçbir sınırım yok, sizden benim gibi düşünmenizi de beklemiyorum, sizin farklılığınız ve kendinizce aynılığınıza/kendiniz olmanıza saygı duyuyorum. Sadece daha önce de demiştim, köşeli taraflarınız var, bunlar, tüm o okumaları yapmış birinden beklediğim davranış olmadığı için şaşkınlık yaşamıştım. Artık aşmak lazım bunları, kolay değil ama imkansız da değil. Herkes aşacak mı, elbette hayır. Ama ben aşanlardan olmak istiyorum ve farklı olmak. Farklı yani aynı/kendim olmak.
    Saygıyla.

  33. Yazan:snowqueen Tarih: Haz 18, 2008 | Reply

    @suzannur

    Afrika’da bir kabilede beden kendi başına örtüdür ve asla o bedenin açık ya da kapalı olması ona ekstra bir değer kazandırmaz. Oysa modern insanımız oraya gider ve o insanları gözleriyle kirletir önce, sonra düşünceleriyle. O kabilede beden günah ölçütü değildir ve olamaz ama onu gözleriyle kirleten insanlar için beden yeni bir anlam kazanır(aslında kazanmaz, kazandırılır).

    Değer kazandıran, akıl veya ruh(artık hangisiyse:) olacakken,
    “beden”e dönüşmesi, kadınının da garantisi olan bir buzdolabı, çamaşır makinesi gibi “hiç kullanılmamış, sıfır” olarak fiyatının artmasına neden olan durum değil mi?

    Aklıma Amerika’nın keşfi sonrası Colomb’un günlüklerine yazdıkları geldi. Kat kat etekler ve ahlak değerleri içinden pagan kültürlere yelken açmış Colomb ve arkadaşları için gördükleri çok garipti -ve evet kirlettiler.-

    İki dirhem et görmenin, ciger görmüş kedi etki yapma nedeni, normal olanı anormalleştirme ve gizlinin merak uyandıran çekiciliği bir de.
    Bunun en basit örneği, plajda kimse iki dirhem et görünce gözlerini faltaşı gibi açmaz, oysa oldukça muhafazakar bir ortamda açık bir kol bile neon ışığı gibi sırıtabilir.

    Sıkıntımız da insanların ve özellikle de toplumumuzdaki az gelişmiş mahlukların! kadına bakış açısıdır.

    Bu bir Frankestein yaratma projesi. Daha çocukluklarından itibaren
    şişirilmiş bir erkeklik mitiyle büyütülüyor erkekler. Cinsiyet rolleri ni
    bu şekilde şekillendirmek, sonradan kazanılan ve yapılan durumlar.
    Kadını bağımlı hale getirme ve aciz olduğunu kanıtlama çabası temelinde ise güçlü bir yetersizlik korkusu yattığını düşünüyorum.

    Saç benim için ekstra bir değeri olan bir parçam değil, her parçam gibi ve onlardan biri. Birilerinin onu farklılaştırması benim ona atfettiğim değeri değiştirmez. Onun örtülmesi de şundan ya da bundan dolayı değil, onun sadece beni inandığıma ulaştıran bir parça olmasıdır, diğer tüm parçalarım gibi. Hiçbiri birbirinden üst ya da alt değil, bir bütünüm çünkü, her eksikte de bütünüm asla bütün değil. Bu noktaya yaklaşımım da bu açıdan zaten, bütünümü parçalıyor insanlar, o eksilen parçayla bütünlenemiyorum ve henüz hiçbir erkeğe bunu anlatamadım.

    Bu bütünlüğe katılıyorum. Hem bu bütünlüğü muhafaza edebilmek hem de bedenlerimiz üzerinde başka birinin ya da yasanın hakimiyetini kırmak için “bedenim benimdir”mottosuyla yola çıktı kimi kadınlar. Şimdi siz diyeceksiniz ki “bedenim benimdir, her hangi bir yasa veya devlet organına bedenm üzerinde söz söyleme hakkını vermek istemiyorum özellikle başörtüsü konusunda”, ben de üzerine ekleyerek diyeceğim ki “tanrı veya dini emirlerin günah, yasak gibi kavramlarla bedenim üzerinde hak iddia etmesinini istemiyorum”.

    Bu noktada sanırım en son istenilen şey, kalp kırmak olacaktır, çünkü ben sizin bilgilerinizden ve dünyanızdan yararlanmayı gerçekten çok istiyorum. Paylaşım arttıkça, (sadece böyle politik, dini konularda değil, kitaplar ve diğer kültürel dünyaya ait her şey) öğreneceğim şeylerin olması beni daha çok ilgilendiriyor.

    Ha keza, benim için de aynen.
    “BEN”i, “SEN” yapmak istemiyorum, yani dediğiniz mantıklı “aynılaştırma” sonunda sıkıcı bir monologa dönüşecektir.
    Sorgulamak değil, anlamaktan bahsediyorsunuz ama anlamak için sorgulamaya ihtiyacımız var, en azından benim var, bunu köşeli taraflar olarak bulmuş olabilirmişsiniz ve belki de haklısınız, köşeliyimdir.
    Arkadaşlarınızın “türbanlı” ya da “değil”olarak ifade bulmadığını söylemişsiniz, böyle etiketçi ve şekilci bir yaklaşımda değilim,
    buna cinsel kimlikler de dahil, sadece erkek-egemenliğin neresinde durduğu benim için önemli. Böyle bir ifadeden bahsedebiliriz.

  34. Yazan:metin sahin Tarih: Haz 21, 2008 | Reply

    hem de sapına kadar.Ayrıca birbirine de düşürüldü.Bunu eski vali içişleri eski yetkilisi yüksel cavusoglu cok iyi bilr.Anayasaya baskan bile secilemediler.Hep bu yüzden .Sol işte böyle .kader.

  35. Yazan:metin sahin Tarih: Haz 21, 2008 | Reply

    sapına kadar kullanıldı ve bölündü.Yazıklar olsun .afamı9zı kullanamadıjk ve birbirimizi koruyamadık

  36. Yazan:irfan AĞIN Tarih: Haz 21, 2008 | Reply

    sol adına mucadele veren o güzel insanları bugünün şartlarında yargılamak kolay.onbinlerce güzel insan bağımsız özgür bir ülke adına işkencelere ve ölümlere maruz kaldılar.cesur ve yürekliydiler hepsini saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

  37. Yazan:Büyükcan Tarih: Haz 21, 2008 | Reply

    Bence ‘Türk Solu Kullanıldı’ demek,hem bir paranoyaklık belirtisi hem de işin içinden kendini sıyırmanın bir basamağıdır!’Türk Solu koyundur,solun aslında özü odur’ diyenleri haklı çıkarmaktır.’Koyunluğa Atatürk döneminden aşina’ diyenleri gülümsetmektir!

    Bilmem kaç milyon sol partili veya sol partiye oy veren insanlar kendini kullandırıyorsa,size birşey söyleyeyim:

    Bırakın bu durumdaki sol çöksün.Emin olun,millet için bu daha hayırlıdır…

  38. Yazan:anonim Tarih: Haz 22, 2008 | Reply

    Ben Türk solunun o zamanda kullanılıp kullanlımadağından çok şuanki solun konumuna bakılmasını isterim. O zamanki sol ile şimdiki sol arasında ki uçurumada. Gerçi şuanda sol diye tanımlanan ideoloji bence 68’li yılların Milliyetçi havasını yansıtmamakta. Ülkücü insanda ülkesinin geleceğini düşünür Solcu olan insanda. Kimse diyemez ki Ülkücü olan insan Solcu insandan daha milliyetçidir. Eğer öyle olsaydı Deniz Ağabeyler o zamanda ülke bağımsızlığı için o kadar mücadeleye girmezlerdi.

    Rasim bey liberal bir düşünceyi savunuyor. Anne ve babasından bahsederken sanki sol sola karşıymış gibi hissettim. Kendisinin dediği gibi liberal bir insan. Bana göre Liberal düşünceyi savunmak mantıksız. Neden mi ? Diyorsunuz ki ben laiğim ama istiyen istediği üniversiteye başı kapalı girsin.Şöyle bir örnek vereyim ;

    Elimizde bir sopa olsun sağcı sopanın sağından solcu ise solundan tutar liberal ise ortada kalır. Buda aynı onun gibi…

  39. Yazan:MY Tarih: Haz 22, 2008 | Reply

    “Elimizde bir sopa olsun sağcı sopanın sağından solcu ise solundan tutar liberal ise ortada kalır. Buda aynı onun gibi…”(IS)

    Ilhan Bey, hiç sopa olmasa daha iyi olmaz mi?

  40. Yazan:anonim Tarih: Haz 22, 2008 | Reply

    Tabiki olmaz ülkeyi var eden ideojilerledir. Siz çıkıp insanlardan oy isterken neyi savunduğunuzu söylemeden mi istiyeceksiniz, ki birşeyleri istemek için öncelikli olarak birşeyleri savunmanız gerekir. Halka neyin doğru neyin kötü olduğunu göstermeniz gerekir. Ortada tabiki karşıt görüşlerde olmalı ki devlet durduğu yerde kalmasın.

  41. Yazan:ergin Tarih: Haz 23, 2008 | Reply

    Merhaba,
    Denizler Solcu mudu, milliyetçi mi. Yurtsever idi.Rasim arkadaş sen hiç topraklarından kovuldun mu?Muacir oldun mu?Olmadın ise bizi anlaman mümkün mü.Mustafa Kemal Selanik’i kaybetdiği zaman nasıl çaresiz idi.
    Mustafa Kemal’in sadece kadınlarımıza yönelik devrimleri bile o günkü koşullarda Dünyanın en büyük devrimcilerinden biri olmasına sebep olmuştur.Onun devrimleri bunca zaman sonra bile bize bol geliyor.
    Bir konuda haklısın 21.yüzyılda dağa solda olmalıyız.Bizi tahrik edin.Ergenekon ile darbeciler ile arayı açmalıyız.Bizlerin adı bu insanlar ile birlikte anılmamalı.
    Sen de şunu anla biz yurdumuzu çok seviyor ve sakınıyoruz.Sizler de Damat Ferit paşalardan,Ali kemal lerden uzak olmaya bakın. Demokrat olacağız diye sömürgecilerin kuklası olmayın.
    Ergin

  42. Yazan:laze gunce Tarih: Haz 25, 2008 | Reply

    bence türk solu kullanılmadı. tüm türk insanı kullanıldı ve hala da kullanılmaya devam etmektedir. bu gidişle de sürekli kullanılmaya mahküm olacağız.

  43. Yazan:Raif Yaman Tarih: Haz 28, 2008 | Reply

    Rasim Ozan’ın bu yazıdaki düşüncelerine katılmamak mümkün değil. Bize kralın çıplak olduğunu haykırdığı için kendisine teşekkür etmek gerekir. İçimizden bir çocuğun bu gerçeği bize anlatması gerekiyordu. Rasim Ozan o çocuğun ta kendisi.

  44. Yazan:isa togay Tarih: Tem 4, 2008 | Reply

    deniz gezmiş ülkesi için mücadele verdi fakat bu düşüncesi sadece ülke sınırları içinde değildi filistinde de mücadele vermiş ezilmiş halkın üzerindeki pençeleri karşısında savaşmış, sosyalizimi benimsemiş ve kahramanca korkusuzca bu ideoloji içerisinde haksızlıklar karşısında bent olmuş, o ve onun yoldaşları…

  45. Yazan:Münir Yaşar Tarih: Ara 31, 2009 | Reply

    bu konularda fikir yürütmek ve kamuoyuna açık yazılar yazabilmek için belirtilen konu hakkında uzman olmanız lazım.
    bence sizin bu yazdıklarınız bilimsellikten uzak kendi kafanızın içindeki yargılarınız.

    zaten herkes yalan yanlış bilgilerle ahkam
    kestiği için memleket bu halde.3 tane kitap okudum diye kendinizi birşey sanmayın

  1. 1 Trackback(s)

  2. Tem 16, 2008: Şu kaplaşmadan kurtulalım mı? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin