Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Şifalı ottan zehir yapma aforizmaları »

nifak-4

  • Susuzluğunu çeşme resmine bakarak gidermeye çalışan bir alimcik gördük. BEN’im sakalım daha güzel, BEN tabağımı Sünnet’e uygun sıyırdım.
  • Maalesef zühd ve takva (zannı) da manevî inkişafa perde olabiliyor: BEN’im tarikatım, daha köklü, BEN’im şeyhim senin şeyhini döver.
  • Kendi camisine adam toplamak için öteki camilere dil uzatan ham sofu gibi ehl-i tarik görünen bu zevat da tarikler arası olimpiyat heveslisi.
  • “Bir kapıda, her kapıda” düsturundan habersiz bu alimcikler ne yazık ki ham dervişler değiller, irşad edilmeyi taleb etmediklerinden düzelmesi zor.
  • Herkesten fazla ayet, hadis bilen, Arapçası da olan bu malümat sahipleri ilmin bilgi toplamaktan ibaret olduğunu sanıyorlar.
  • Ayet, hadis ezberlemekle adam olunsaydı bilgisayarlar bizden önce girerdi Cennet’e. Emin olun Vatikanist papazların bazısı hepimizden fazla biliyor.
  • Sohbetinde bulunduğumuz kâmil mürşidlerin Mevlevî, Cerrahî, Nakşî ayırmadan bütün yollardan muhabbetle bahsedişine şahidiz.
  • Tarikat taassubu tıpkı ırk ve cemaat taassubu gibi nifaktır. İnsan’a şifa için verilen bir ottan zehir yapmak gibi bir şey bu.
  • Peki doğrusunu nasıl bileceğiz?

Read the rest

Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley »

Cesur-Yeni-Dunya-Aldous-Huxley-004

Kır çiçekleri ve manzara seyretmenin önemli bir kusuru var, bedavalar, diye açıkladı. Doğa sevgisiyle fabrikalar çalışmaz. En azından alt sınıflarda doğa sevgisini kaldırmaya karar verildi, ancak ulaşım tüketimi eğilimi kalacaktı. Çünkü elbette nefret etseler de kırlara gitmeye devam etmeleri önemliydi. Sorun, ulaşım tüketimi için kır çiçekleri ve manzara seyretmekten ekonomik olarak daha sağlam bir neden bulmaktı. Gerektiği şekilde bulundu. Müdür, “Kitleleri kırlardan nefret etmeye şartlandırıyoruz,” diye başladı. “Aynı zamanda onları doğa sporlarını sevmeye şartlandırıyoruz. Bunu yaparken de tüm doğa sporlarının gelişmiş aletlerle yapılmasını sağlıyoruz. Böylece hem en düstriyel ürünler, hem de ulaşım tüketiyorlar. İşte buradan da elektrik şokuna geliyoruz.”

“Şimdi anladım,” diyen öğrenci hayran kalmış bir halde sustu. Sessizlik oldu, sonra Müdür boğazını temizleyerek başladı, “Bir zamanlar, Fordumuz henüz yeryüzündeyken Reuben Rabinovitch adında bir çocuk vardı. Reuben Lehçe konuşan ebeveynlerin çocuğuydu.” Müdür kendi konuşmasını bölerek, “Lehçe nedir biliyorsunuzdur sanırım?” dedi.

“Ölü bir dil.”

Öğrendikleriyle gösteriş yapmayı seven başka bir öğrenci işgüzarca, “Fransızca ve Almanca gibi,” dedi.

“Peki ya ebeveyn,” diye sordu Müdür.

Rahatsız edici bir sessizlik oldu. Çocukların birkaçı kızardı. Müstehcenlikle saf bilim arasındaki önemli fakat bir o kadar da ince ayrımı yapmayı henüz öğrenmemişlerdi. Sonunda içlerinden biri elini kaldırma cesaretini buldu.

“Eskiden insanlar…” duraksadı; kan yüzüne sıçradı. “Şey, canlı yavru olarak doğarlardı.”

“Doğru,” diye Müdür başını sallayarak onayladı.

“Ve bebekler şişeden çıkarıldığında…”

“‘Doğurulduğunda,'” diye düzeltildi. Read the rest

Bilginin Arkeolojisi / Michel Foucault »

Bilginin-Arkeolojisi-Michel-Foucault-9Kavramların Oluşması

Linne’nin eserinde görülen kavramlar topluluğu (fakat Ricardo’da ya da Port-Royal dilbilgisinde bulduğumuz kavramlar topluluğu gibi) belki tutarlı bir bütün halinde örgütlenebilir. Onun oluşturduğu tümdengelimli yapıyı yeniden kurabiliriz. Her halde bu -bir çok kez denendiği gibi- denenmeye değer. Buna karşılık, eğer daha geniş bir ölçek alınırsa ve dilbilgisi, ekonomi ya da canlıların incelenmesi gibi disiplinler ayar noktaları olarak seçilirse, ortaya çıktığını gördüğümüz kavramlar oyunu bu kadar kesin şartlara uymaz: onların tarihi, adım adım, bir binanın kuruluşu değildir. Bu dağılmayı onun bozuluşunun görünüşüne bağlamak mı gerekir?

Orada, her biri kendi örgütlenmesine sahip olan, ve yalnızca bazen problemlerin sürekliliği, bazen geleneğin devamlılığı, bazen etkilerin mekanizmi ile eklemlenen kavramsal sistemlerin Read the rest

Kadının Sorunu Yok! »

çalisan-kadinDuygu Asena’nın 1987’de yayınlanan “Kadının Adı Yok” isimli romanı ve hiçe sayılan kadınlar bugünkü kadar taze bir yara. Kadınların gerçek sorunları konuşulurken sürekli “kadın sorunu/kadınların sorunları” vurgusu yapılması sizce de yanlış değil mi?

Konuyla ilgili tartışmalara, yazılanlara bakınca bu vurgunun sanki sorunun kaynağının “kadın” olduğu çağrışımlarını güçlendirdiğini düşünüyorum. Niyetlerin bu olmadığı açık. Ancak yine de meseleyi doğru tarif eden bir dil tutturmanın, çözüm arayışlarını da doğru yönlendireceğini söyleyebiliriz. İster kadına karşı şiddeti, istersek kadınlara verilen düşük ücretleri konuşalım, bunlar tam anlamıyla bir “erkek sorunu”dur aslında. Anlaşmazlıklarını ancak şiddetle sonuçlandırabilen erkeğin ruh sağlığında kesinlikle bir takım noksanlıklar vardır.

Çalışan kadına ücret konusundaki haksızlıklar da “kadın sorunu” değil. Aynı pozisyonda çalışan, aynı işi yapan, aynı emeği ortaya koyan bir kadının erkeğe göre daha az ücret aldığı istatistiki rakamlarla tespit edilmiş bir vakıa. Buradaki sıkıntımızı da kadın sorunu değil “patron sorunu” olarak görmeliyiz –bu patron kadın da olabiliyor erkek de.

Kadınların iş gücüne katılım oranının düşüklüğüne gelince… Bunun suni bir sorun olduğu düşünüyorum. Ya da belki şöyle ifade etmek daha doğru olacaktır: Ülkemizde kadınların iş hayatında daha az oranda yer alıyor olmasını bir kadın sorunu olarak tarif etmek doğru değildir. Bu tamamen kültürel bir olgudur ve bunun illa ki bir sorun olarak görülmesi gerekmiyor. Örneğin bundan 150-200 yıl önce kadınlar ile erkeklerin istihdam düzeyleri ülkemizde birbirine yakındı da, sonraki bazı gelişmeler mi bu oranı kadın aleyhine geriletmiştir? Tabi ki hayır. Mevcut durum, inanç ve geleneklerimizden beslenen bir anlayışla biçimlenmiş toplumsal örgütlenmemizle ilgili.

Bunun bir sorun olarak tanımlanması ne zaman başlamıştır? Cevap: Başka bir toplumsal örgütlenme biçimi ideal olarak kabul edildikten sonra (bu elbette Batı toplumu), bu ideal durumla hali hazırdaki durumumuzun karşılaştırılmaya başlanması ile… Aradaki mesafe kapatılmak istendiği için de kendi halimiz her daim sorun olarak algılanmıştır. Read the rest

Bozkır Kurdu / Hermann Hesse »

Bozkirkurdu-Hermann-Hesse-777“Tanrım!” diye sesimi yükselttim dehşetle. “Ne yapıyorsunuz Mozart? Kendinize ve bana bu kepazeliği reva görmekte, bu iğrenç aygıtı üzerimize salmakta ciddi misiniz? Çağımızın bu başarısını, onun sanatı yok etme savaşma soktuğu en son, en etkili silahını? Bunu yapmasanız olmaz mı Mozart?”

Aman Tanrım, o korkunç adam nasıl da güldü bunun üzerine, nasıl da soğuk ve hayaletimsi bir gülüşle güldü, sessiz bir gülüşle, öyleyken gülüşüyle her şeyi kırıp dökerek! İçten bir zevkle, üzüntüden kahrolan bana baktı, lanet olası vidaları döndürdü, teneke huniyi salladı. Gülerek çirkin, ruhsuz ve hastalıklı müziğin locanın içine sızmasını sağladı, gülerek yanıtladı sözlerimi:

“Lütfen abartmayın dostum! Siz onu bırakın da, şu Ritardando’ya dikkat edin. Esin dediğin böyle olur, değil mi? Evet, şimdi, siz sabırsız dostum, Ritardando düşüncesine açın gönlünüzün kapısını – basları işitiyor musunuz? Tanrılar gibi görkemle yürüyüp gidiyorlar – ve yaşlı Hândel’in bu esininin tedirgin yüreğinize sızıp onu yatıştırmasına izin verin! Coşkudan ve alaydan uzak, bu gülünç aygıtın gerçekten alabildiğine aptalca örtüsünün gerisinde önünüzden akıp giden bu tanrısal, bu uzak müziği dinleyin! Açın gözünüzü, bu müzikten bir şeyler öğrenebilirsiniz. Şuna dikkat edin ki, bu saçma ses borusu görünürde dünyanın en aptalca, en yararsız ve en yasak işini yapıyor, herhangi bir yerde çalman müziği gelişigüzel, aptalca ve hoyratça, üstelik içler acısı biçimde çirkinleştirerek yabancı bir mekânın, o müziğe ait olmayan bir mekânın içine fırlatıyor, ama yine de müziğin öz ruhunu yok edemeyerek kendi zavallı tekniğini ve ruhsuz etkinliğim gözler önüne seriyor! İyi kulak verin zavallı dostum, bu size gerekli çünkü! Haydi, açın kulağınızı! Evet. Şimdi, radyo tarafından onuru ayaklar altına alınmış, bu alabildiğine çirkin görünüşünde bile tanrısallığını Read the rest

Dünyamıza Bakış / Albert Einstein »

Dunyamiza-Bakis-Albert-Einstein-14yy

Bağımsız Düşünce ve Eğitim

İnsana bir uzmanlık öğretmek yetmez. Bununla insan, doğrusunu isterseniz, işe yarar bir makine olur ama, tam, eksiksiz bir kişilik kazanamaz. Elde edilmeye değer bir şeye coşkunlukla yönelmesi gerekir onun. Bir güzellik ve ahlâkça iyilik duygusu edinmelidir. Yoksa, insan uzmanca bilgileriyle, dengeli bir biçimde gelişmiş bir insandan çok, iyi eğitilmiş bir köpeğe benzer. Komşusu ve topluluk karşısında bir tutumu olabilmesi için, insanların dürtülerini, özlemlerini ve acılarını anlamaya çalışması gerekir. Read the rest

Kadına Karşı Şiddet Aforizmaları »

  • kadina-karsi-siddet8 Mart dünya kadınlar günü adetidir, kadına karşı şiddet lanetlenecek, herkes duygusal nutuklar atacak ve şiddet aynen devam edecek.
  • Tecavüzü ve kadına karşı şiddeti “insanlık dışı” ilân etmemiz ikiyüzlülük. İnsanlığın tam göbeğindeyiz.
  • Hayvanlarda “kadına şiddet” veya tecavüz gibi bir mesele yok. Nefsine yenik düşen insanların sorunu bu.
  • Tecavüz/şiddet haberi gelince hemen “asalım! İdam!” çığlıkları geliyor. Bunlar Dracula, Frankenstein veya Macbeth değil ki.
  • Stadyumda, trafikte tanımadığı insanların annesine hakaret edenleri de bir anne yetiştirdi. Kadınlar da sorumlu.
  • Kadınların birer eşya, tensel haz nesnesi gibi sunulmasına sebep olan reklâmcıların çoğu da kadın. Kadına şiddet toplumsal bir suç.
  • “Kötü” insanları toplum dışına iterek cici bir toplum kuramayız. Potansiyel kötülük herkesin içinde var. (Bkz. Kötü insan nasıl üretilir?)
  • Para ve şiddetin tahakkümü altındaki toplumlarda tecavüz, aile içi şiddet ve sübyancılık artar. Sade kadınlar bunu önleyebilir. (Bkz. Çocukların cinsel istismarı)
  • Kadına karşı şiddetin cahillikle, fakirlik veya ataerkil toplumla ilgisi olduğunu sananlar da yanılıyor. Diplomalı eşek çok.
  • Sen-Ben olmayı bırakıp “Biz” olamayan çiftlerde şiddet var. Kadında dırdır, erkekte dayak.
  • Kadınların pasif şiddetini kanunen tarif etmek ve cezalandırmak imkânsız. Bu sebeple bütün suç erkeğin(!)
  • Aile içi şiddeti bir toplum problemi olarak görmedikçe hiçbir şeyi çözemeyiz. (Bkz. Tecavüz, mağdurları kadar toplumunun da sorunudur)

Read the rest

Tarihsel Kapitalizm / Immanuel Wallerstein »

Tarihsel-Kapitalizm-Immanuel-Wallerstein_0Zaman zaman, açıklamanın kapitalist üretim kârlarını gerçekleştirmek için sürekli olarak yeni pazar aranmasında yattığı öne sürülmüştür. Ancak, bu açıklama da, tarihsel olgularla uyuşmuyor. Tarihsel kapitalizmin dışında kalan alanlar, bütünü itibariyle, kısmen kendi iktisadi sistemleri bakımından “gereksinme” duymamaları, kısmen de satın alacak güçleri olmaması nedeniyle, tarihsel kapitalizmin ürünlerinin isteksiz alıcıları olmuşlardır. Elbette bunun istisnaları vardır. Ama genel olarak, dış alanlar kapitalist dünyanın değil, kapitalist dünya dış alanların ürünlerinin peşinde olmuştur. Ne zaman askeri yollarla belirli yerler ele geçirilse, kapitalist girişimciler şaşmaz bir biçimde oralarda gerçek pazarlar bulunmadığından yakınarak sömürge yönetimleri yoluyla “beğeni yaratma” işlemlerine girişmişlerdir.

Pazar peşinde açıklaması düpedüz tutmuyor. Düşük maliyetli işgücü arayışı, çok daha savunulabilir bir açıklama. Dünya ekonomisinin bünyesine katılan her yeni bölgede, dünya sisteminin ücret düzeyi hiyerarşisinde en altta yer alan reel ücret düzeylerinin yerleştiği, tarihsel bir olgudur. Read the rest

Dünyamıza Bakış / Albert Einstein »

Dunyamiza-Bakis-Albert-Einstein-14Bilim ve Toplum

Bilim toplum üzerinde iki türlü tesir eder. Birincisi, hepimizin bildiği bir yoldur: Bilim insan hayatını baştan başa değiştiren, dolaysız, daha çok dolaylı olarak bir takım imkânlar ihdas eder, ikinci yol eğitici bir nitelik taşır insan düşüncesini etkiler. Bunun etkisi üstünkörü bir bakışla görülmezse de, daha az derin değildir.

Bilimin en gözle görünen pratik etkisi, hayatı hem zenginleştiren, hem karmaşık hale sokan bir takım buluşlara yol açmasıdır; bunlar, buhar makinası, demiryolu, elektrik gücü ve ışığı, telgraf, radyo, otomobil, uçak, dinamit vb. gibi buluşlardır. Bunlara bir de biyoloji ve tıp alanında insan hayatını koruma amacıyla yapılan buluşları, özellikte acıları dindirme yollarını ve yiyecekleri koruyup saklamaya yarayan teknik icatları eklemek gerekir.

Ama bütün bu buluşların insana sağladığı en büyük iyilik, eskiden, basit yaşayışı sürdürmek için pek gerekli olan o son derece yıpratıcı beden çalışmasından insanı kurtarmış olmasıdır bence. Bugün köleliğin genel olarak ortadan kalktığını ileri sürebiliyorsak, bunu bilimin pratik sonuçlarına borçluyuz. Read the rest

Cesur Yeni Dünya / Aldous Huxley »

Cesur-Yeni-Dunya-Aldous-Huxley

Önsözden…

Günümüzün totaliter devletlerinde köleliği sevdirmek, propaganda bakanlıkları, gazete yayıncıları ve okul öğretmenlerine verilmiş bir görevdir. Ancak yöntemleri halen kaba ve bilim dışıdır. Cizvitlerin, “bana çocuğun aldığı eğitimi söyle sana yetişkin halinin dinî inançlarını söyleyeyim” diye böbürlenmeleri, hüsnü kuruntunun ürünüdür. Ve muhtemelen modern pedagog, öğrencilerinin reflekslerini şartlandırma konusunda, Voltaire’i yetiştiren değerli rahipler denli başarılı değildir. Propagandanın en büyük zaferleri, bir şeyi yapmakla değil onu yapmaktan kaçınmakla kazanılmıştır. Gerçek yücedir, ancak pratik bir bakış açısından bakılacak olursa daha yücesi, gerçek konusunda sessiz kalmaktır. Totaliter propagandacılar; bir takım konulardan söz etmemek yoluyla, kitlelerle yerel politika patronlarının nahoş bulduğu gerçek ya da savların arasına, Mr. Churchill’in ‘demir perde’ diye adlandırdığı şeyi çekerek, kamuoyuna en belagatli karalamalarla ya da en karşı konulmaz mantıksal karşı tezlerle yapabileceklerinden çok daha etkili biçimde kanaat telkin etmişlerdir. Ama sessizlik yeterli değildir. Eğer zulüm, tasfiye ve çatışmanın diğer belirtilerinden kaçınılacaksa, propagandanın olumlu yönleri, olumsuz yönleri denli etkinleştirilmelidir. Read the rest