Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Dolar’ın Yükselişi Hakkında; Gerçekten Ne Oldu? ne Oluyor? »

kur-krizi-dolar-satmakDolar’ın Yükselişi Hakkında; Gerçekten Ne Oldu? ne Oluyor?

 Dolar’ın yükselişine ilişkin fikri olan bir ekonomist, analist, danışman vs neredeyse YOK. Olmaması da doğal. Belki şaşırtıcı gelecek ama onların işi aslında mevcut durumla alakalı değil. Bu yüzden açıklama yaparken saçmalamaları ve bütün bu saçmalık içinde mevzuya hakim görünmeye çalışmaları da bu yüzden.

Peki Dolar’da ne olduğunu ekonomistler bilmiyorsa kim biliyor? Dolar’da gerçekten operasyonu yapanlar yani Hedge Fon traderları, spekülatörler, data akışını sağlayan ve yöneten brokerage house teknik personelleri vs. Peki onlar neden sessiz? Çünkü bu işten iyi para kazanıyorlar ve koltuğunu korumak için meseleyi biliyormuş gibi görünen bürokratların kibriyle itişip, kakışmak istemiyorlar. Zira işi bilenler için bu kibirden elde edilecek çok ganimet var.

Bu tip yazıları okumaktan ve benim gibi ne idiğü belirsiz bir takım adamların bilgi bombardımanından maruz kalmaktan sıkıldınız farkındayım ve sıkılmakta da haklısınız. Yine de tahammülünüze sığınıp bir 5 dk’nızı ayırırsanız aşağıda ilginç cevaplar bulabilirsiniz.

Doğrusu Yanlışı;

1-Dolar Dünya da bütün para birimlerine karşı değer kazanıyor mu?

 HAYIR ya da kısmen ama TL’ye karşı değerlendiği gibi hiçbir para birimine karşı değer kazanmıyor. Bunu anlamanın yolu hayli kolay. Diğer çapraz kurların TL karşısındaki durumuna bakmak. Mesela Pound’un, Euro’nun ya da Yen’in Tl’ye karşı değer kazanıp kazanmadığına bakarak durumu anlayabiliriz. Eğer Dolar bütün dünyada TL’ye karşı değer kazandığı gibi değer kazansaydı. Diğer para birimlerinin TL’ye karşı sabit olması gerekirdi ama Meksika Pezo’su dışındaki neredeyse bütün para birimleri TL’ye karşı değer kazandı. Meksika’nın başındaki bela Read the rest

Büyük Patlama / Big Bang / Urknall / الانفجار العظيم »

big-bang-buyuk-patlama-2Ne değildir?

Kâinat’ın başlangıcını açıklayan bilimsel teori değil.

Nedir?

Matematiksel olarak doğru ama fizik kanunlarına göre yanlış olan bir senaryo. Galaksilerden atoma kadar Kâinat’ın içindeki nesnelerin tarihini sorgulayabilen fizik yoluyla Kâinat’ın (dolayısıyla fizik yasalarının) başlangıcını açıklamaya çalışır. Big Bang’ın dayandığı formüller ve hesaplar matematiksel olarak doğrudur ama senaryo fizik kanunlarına göre yanlıştır. Çünkü yüksek enerji seviyelerinde parçacıkların gerçekten maruz kaldıkları kuvvetleri göz önüne almaz. Yani elektromanyetik kuvvet ile güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler.

Dinsel Big Bang yorumlarının sebebi nedir?

Kâinat’ın başlangıcı hakkında konuşan bilim adamları ve filozoflar adeta kâhin gibi bir statü kazanır. Sanki Kâinat’ın başlangıcını bilirsek her soruya cevap bulabilirmişiz gibi bir hisse kapılırız. Bu insan tabiatının gereğidir: Bütün çocuklar anne-babalarının nasıl evlendiğini ve kendi doğumlarını merak eder. Bu yüzden hemen her inanç yaratılmaya muhtaç olmayan bir “ilk sebep” ihtiva eder. Bu kâh bir kaplumbağanın kabuğudur, kâh Zeus’un bacağı. “Bundan önce ne vardı?” sorusunun sorulmayacağı noktadır bu. (Bkz. Evvel / Origin / Beginning / πρώτος / أولا ») Bu yüzden Big Bang hem dindarların hem de din karşıtlarının elinde oyuncak oldu: Bir tanrı inancına sahip olanlar “bak işte, kutsal metinlerdeki yaratılış ispat edildi” derken ateistler de “bilim Varlık’ın başlangıcını açıkladı, bir yaratıcıya gerek kalmadı” diye sevindiler. (Bkz. Şalgam suyu varsa Tanrı’ya lüzum yoktur) Dedikodulara bakılırsa 1992’de Stephen Hawking Jean Paul II ile buluşunca papa “Gelin peşinen anlaşalım: Big Bang öncesi olanlar bizim, sonrası ise sizin” diye takılmış. Doğruluğu tartışılır ama yaratılışa dokunmadan Kâinat’ın başlangıcını sorgulamanın imkânsızlığını göstermesi açısından ilginç.

Big Bang’ın teorik ve ampirik zemini

Einstein’ın 1915’te yayınlanan bir makalesi bir çok fizikçinin yerçekimine bakışını değiştirdi. Bu makaleye göre yerçekimi artık bir kuvvet değil zaman-mekân’ın bir bükülmesiydi. Mekân da bu insanların gözünde fizikî nesneleri ihtiva eden bir “zarf” olmaktan çıkıp bizzat fizikî bir nesne haline geldi.  Einstein’a burada itiraz etmek kolay değildi. Çünkü manyetik alanın aksine yerçekiminin perdelenememesi mekânın bir vasfı gibi tasavvur edilmesini destekliyordu. Üstelik yerçekim etkisinin anlık olması yani bir kuvvet kabul edilirse hızının sonsuz yani ışıktan bile hızlı olması gerekirdi. Aynı devirde Edwin Hubble galaksilerin “uzaklaşmasını” Wilson Dağı’ndaki teleskopla gözledi. Uzaktakiler daha hızlı uzaklaşıyordu. Genel görelilik teorisine göre galaksiler hareketsizdi ancak uzayın kendisi “genişliyordu” (dilatation). Gariptir, Hubble 1953’teki ölümüne dek bu genişlemeye inanmadı.

Big Bang gerçekten patladı mı?

Einstein’in genel görelilik teorisini kullanarak uzayın geçmişteki halini tahmin etmeye çalışırsak bugünkünden daha yoğun ve daha sıcak Read the rest

George Sylvester Viereck / Glimpses of the Great »

glimpses-of-the-great-g-s-viereck

“… Ben bir ateist değilim. Kendime bir panteist diyebileceğimi düşünmüyorum. İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz, pek çok değişik dilde kitapla doldurulmuş bir kütüphaneye giren küçük bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları birisinin yazmış olması gerektiğini bilir. Nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz. Çocuk, kitapların sıralanmasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder, ama ne olduğunu bilmez. Bu durum, bana göre, en zeki insanın bile tanrıya göstereceği yaklaşımdır. Biz, evrenin muhteşem bir şekilde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz, ancak bu kanunları çok bulanık bir şekilde anlayabilmekteyiz. Bizim sınırlı zekâmız takımyıldızları serpiştiren gizemli gücü kavrayamaz …”

… Yeni kitaplar keşfetmek için …

 

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup / John Locke »

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup  John Locke 7Dinî bir topluluğun gayesi (daha önce söylendiği gibi), Tanrı’ya toplu olarak ibadet etmek ve bu sayede de sonsuz hayatı kazanmaktır. O hâlde, bütün disiplini bu amaca yöneltmeli ve bütün ruhanî kanunlar da bununla sınırlandırılmalıdır. Bu toplulukta sivil mülkiyet ve dünyevî mallarla ilgili olan hiçbir şey yapılmamalıdır ve yapılamaz. Her ne sebeple olursa olsun, burada hiçbir gücün kullanılmaması gerekir. Çünkü güç, tamamen siyasî yönetime aittir ve bütün maddî malların mülkiyeti onun yargılama yetkisine tâbidir.

Ama, sorulabilir ki, eğer ruhanî kanunların bütün zorlayıcı yetkilerden yoksun olmaları gerekiyorsa, o hâlde onlar hangi araçlarla tesis edilebileceklerdir? Cevaplayayım: Onlar, dış uğraşın ve gözlemin -eğer aklın tam bir inanmasından ve onayından hasıl olmadıysa- bütünüyle kullanışsız ve faydasız olduğu türden şeylerin doğasına elverişli araçlarla tesis edilmelidirler. Bunlar cemaat üyelerinin, görevlerinin sınırları dahilinde kalmaları için kullanılması gereken silâhlar, tembihler, öğütler ve tavsiyelerdir. Eğer bu araçlarla suçlular ıslah, hatalılar ikna edilemezse, düzelmeleri konusunda hiçbir ümide yer vermeyen bu tür inatçı ve dik kafalıların cemaat ile ilişkilerinin kesilmesinden başka yapılacak hiçbir şey yoktur. Ruhanî otoritenin en son ve azamî gücü bu kadardır. Bu derece kınanan bir kişinin, kilisenin bir parçası olmasına son verilir. Read the rest

Ermiş / Halil Cibran »

ermis-halil-cibran 12Siz sıkıntılı anlarınızda ya da ihtiyacınız olduğunda dua edersiniz; neşeniz bol olduğunda ve günleriniz bolluk bereket içinde olduğunda da dua edemez misiniz?

Çünkü dua kendi benliğinizi göklerin sonsuzluğuna doğru açmak değil midir?

Ve eğer içinizdeki sıkıntıyı boşluğa bırakmak sizi rahatlatıyorsa, yüreğinizin ferahlığını ortaya dökmek de sizi mutlu eder.

Ruhunuz sizi dua etmeye çağırdığında ağlamaktan başka bir şey yapamıyorsanız, ağlasanız da sizi tekrar güldürene kadar çağırmaya devam etmelidir.

Dua ettiğinizde göğe yükselip aynı anda dua edenlerle buluşursunuz ve etmeyenlerle karşılaşmazsınız.

Öyleyse o mabede olan ziyaretinizi bırakın gizli kalsın, bir coşku ve tatlı bir paylaşım olsun.

Yoksa o mabede dilemekten başka bir amaçla girerseniz, bir şey alamazsınız. Read the rest

Evvel / Origin / Beginning / πρώτος / أولا »

evveliyat-baslangicNe değildir?

Yokluk’tan Varlık’a geçiş değildir. Eğer bir ilk madde ve ilk kudret ve ilk sebep olmaksızın “başlamak” söz konusu olursa buna “yaratılış” denir. (Genesis / γένεση / Creatio ex nihilo / خلق من العدم)

Nedir?

Başlamak daima kendinden evvel gelen bir şeyin sonu, ölümüdür. Tohumun sonu ağacın başı, yumurtanın ölümüyse kuşun doğuşu… (Bkz. Ölüm’ün –E hâli (4) : Kâmiliyet / έντελέχεια) Yani her başlangıç bilimsel bilgiyle erişilebilecek bir dönüşüm evresidir: Atomlardan evvel atom-altı parçacıklarla dolu bir evren vardı; kelebekten evvel tırtıl vardı. Eğer “Yokluk” olarak tasavvur edilen şey Yokluk’tan ibaret olma dışında bir şeye dönüşebilme potansiyeline sahipse, yumurta veya tohum gibi bilkuvve bir hayatiyet ihtiva ediyorsa ona “Yokluk” demek yanlıştır. Read the rest

Bilim demokrasiden üstündür! »

fiziksel-realite-meselesine-giris-ahmed-yuksel-ozemre

Adolf Hitler, Albert Einstein’ın deneyle tahkîk edilmiş olan Rölâtivite Teorilerini “yahudi ilmi” diyerek tezyif ve tahkîr ederek Alman Bilimler Akademisi’ne oybirliğiyle reddettirmiştir. Benzer bir kararı da Stalin’in baskısıyla Sovyet Bilimler Akademisi almışsa da bu her iki akademinin kararı Rölâtivite Teorileri’nin ve bunların sonuçlarının gerçekliğini ve geçerliliğini ortadan kaldıramamıştır. Çünkü, yukarıda da işâret ettiğimiz gibi, ilmî hakîkatları oylama yoluyla yok saymak mümkün değildir. Bugün nükleer reaktörlerden yarı-iletkenlere, devâsâ tânecik hızlandırıcılardan karadeliklere kadar pekçok uygulama ve kavram, varlığını bu teorilere borçludur.

Eski S.S.C.B.nde Stalin’in desteklediği ve güçlü makamlara getirdiği Lissenko, bu politik destekten aldığı güce dayanarak, genetik ilminin kānûnlarını devletçe reddettirmiş ve bunların yerine kendi “Vernalizasyon Teorisi”ni vaz ederek ülkenin bütün ziraî uygulamalarının bu teoriye göre icrâ edilmesini sağlamıştır. Bunun sonucu olarak bütün Sovyet ziraati iflâs etmiştir.

Mao-Tzû Tung ise Kızıl Çin’de 1960’larda “Kültür Devrimi” terânesiyle marazî ve çarpık kamuoyu oluşturmak yoluyla ilmî gerçekleri değiştirebileceğini ve bunları kendi siyâsî felsefesine uydurabileceğini sanmıştır. Read the rest

Dokuz yüz katlı insan / Mustafa Merter »

mustafa-merter-900-katli-insanİnsanlık tarihinin son 200 senesi içerisinde Batı dünyasında meydana çıkan modern psikoloji ve psikiyatri bilimleri, bir yandan bizlere insanın hasta veya sağlıksız düşünce, duygu ve davranış yapısını bilimsel açılardan açıklarken bir yandan da acılarımıza çareler bulmaya çalışıyor. Fakat nasıl bir çelişki ise, bir yandan insan “şudur/budur” diye yüz binlerce kitap yazılır, yeni ilaçlar geliştirilirken bir yandan da genel insan psikolojisi, kitlelerin nefs sağlığı gittikçe artan oranlarda bir çözülme, hatta yıkım yaşıyor. Bedensel hastalıklara yönelik somatik tıbbın tersine, psikolojik sağlık alanındaki istatistikler bırakın ilerlemeyi, tam tersine dehşet verici bir kötüleşme gösteriyor. 1915’ten önce doğan Amerikalıların sadece %1 veya %2’si hayatları boyunca büyük çapta bir depresyon geçirirken günümüzde böyle bir depresyon geçirme sıklığı 10 kat daha fazla, yani %15 ile %20 arasında seyrediyor. Hatta bazı araştırmalardan çıkan sonuçlar %50’ye yakın. 1990’larda yapılan bir araştırmaya göre, 15 ile 17 yaşları arasındaki gençlerin %21’i çoktan büyük bir bunalıma girmiş bile.[1]

Kaygı (evham) oranlarındaki artış ise daha da dehşet verici, 1950 ile 1990 arasında ABD’deki 9 ile 17 yaş arası ergenlerde kaygı oranları, %85 oranında bir kötüleşme gösteriyor.[2] Daha küçük kapsamlı benzer bir pilot çalışmanın ülkemizdeki kaygı artış oranları ise 1982 ile 2010 yılları arasında %88,8’e varıyor. Evet, doğru okudunuz, ABD’den daha öndeyiz.[3]

Bu çok büyük bir çelişki, ya biz psikiyatr ve psikologlar bu işi bilmiyoruz ya da bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Bu durumda bizleri ve dünyayı tehdit eden tehlike sadece çevre kirliliği ve ekolojik felaket değil, esas tehlike tüm bu trajik tabloyu oluşturan insanın yeterince anlaşılamaması. İki asır boyunca Batı dünyası bizlere insanı anlattı fakat yine de bu duru­ma düştük. Ama artık bu tek yönlü akışın tersine de dönmesinin zamanının geldiğine inanıyoruz, binlerce senelik birikimimize dayanarak bizlerin de artık Batı dünyasına insanı, özellikle de sağlıklı insanı tanıtmamız gerekiyor. Çünkü tüm belirtiler Read the rest

Küçük burjuva ideolojisi / Maksim Gorki »

maksim-gorki-kucuk-urjuvaKüçük burjuva, uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin, “hümanist” edebiyatın etkisi, “yasaların ruhu”, burjuva “gelenekleri” denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuva düşüncelerinin küçük çarklarını, küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: “Tanrım, bize acı!”
Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır: “Beni rahat bırakın, dilediğim gibi yaşayayım.”
Gazeteler hergün küçük burjuvaya; İngilizce, dünyanın en iyi insanı; Fransızca, yine dünyanın en iyi insanı; Almanca ya da Rusça, her zaman asil, her zaman dünyanın en iyi insanı olduğunu aşılar.
Oysa, “medeni” dünyanın bu en iyi vatandaşı, neresinden bakarsanız bakın, hıristiyan misyoneri tarafından sorguya çekilen vahşiye benzer. Misyoner vahşiye sormuş:
– Ne istersin? demiş.
Vahşinin verdiği karşılık çok sadedir:
– Çok az çalışmak, çok az düşünmek, ve daha çok yemek.
Öyle bir başka insan tipidir ki küçük burjuva, ciddi bir şekilde öğrenilen düşünme tekniği, onda düşüncenin gelişmesini durdurur. Olayların etkisiyle kendisine yabancı bir takım düşünceleri benimsediği olur küçük burjuvanın. Ama bu düşünceler onu hasta eder. Örneğin bir cilt hastalığına tutulmuş gibi, sanki böbreklerinde taş varmış gibi olur. O zaman din, karamsarlık, içki, sefahat, rezalet çıkarma, vb. gibi hastalığı, sancılıları dindiren ilaçlara sık sık başvurur.
Bütün bu söylediklerimizin boş ve havada kalan bir takım sözler olmadığını göstermek için bir örnek vereceğiz: Bundan on bir yıl kadar önce isyan eden Rus işçilerinin ve köylülerinin kararlılığı sayesinde halkın kitle halinde öldürülmesine, kazançlarını artırmak amacıyla, Avrupalı efendiler tarafından dört yıldır sürdürülen bu öldürme işine (Birinci Paylaşım Savaşına) son verildi. Para babalarının ve siyasi maceracıların bu kanlı ve canice eylemlerinden dolayı küçük burjuvalar hem maddi, hem de ekonomik bakımdan büyük acı çektiler. Peki ama, bu çekilen acılar küçük burjuvaların “düşünce” yaşamına ne getirdi? Read the rest

Ezansız Semtler / Yahya Kemal Beyatlı »

ezansiz-semtler-yahya-kemal-beyatliKendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtler­de doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minâreler görül­mez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Ço­cuklar müslümanlığm çocukluk rü’yasını nasıl görürler?

İşte bu rüyâ, çocukluk dediğimiz bu müslüman rüyâsıdır ki bi­zi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları, hava­sı ve toprağı müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, do­ğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübârek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur’an’ın sesini işittiler; bir raf üze­rinde duran Kitâbullâh’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülya- gı gibi bir rûh olan sarı sahifelerini kokladılar. tik ders olarak bes­meleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazan­ların, bayramların toplan atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbır’leri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler hayata girdiler. Türk oldular.

Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine müslüman semt­lerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile de­ğilse bile yine müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocukluğunun güzel rüyasını göremiyorlar. Bu ço­cukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki, ileride alaf­ranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağ­lı kalabilsinler, yoksa ne muhit ne yeni yaşayış, ne semt, hiçbir şey

bu yavrulara Türklüğü hissettirmez.

* * *

Ah! Büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerinde yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede müslüman- lığın nûru belirir, beş vakitte ezan işitilir, aşmalı minare, gölgeli mescid peydâ olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı o toprağın o köşesi imana gelirdi; Beyoğlu’nu ve Galata’yı sa­ran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz o kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi. Biz bugünün Türkleri bilâkis Şiş­li, Nişantaşı, Kadıköy, Moda gibi küçük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler müslüman ruhundan ârî, çorak ve kurudur. Bir Üsküdar’a bakınız bir de Kadıköyü’ne, Üsküdar’ın yanında Ka­dıköy Tatavla’yı andırır. Eski Türklerin rûhları ile yeni Türkle­rin rühları arasındaki farkı anlamak isterseniz bu son asırda peydâ olan semtlerle İstanbul içlerini mukayese ediniz. Medenileştikçe müslümanlıktan çıktığımızı tabii ve hoş gören eblehler uzağa değil Balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki baştan başa yenileşen o şehirlerin her tarafından çan kuleleri yükselir, pa­sszar ve yortu günleri çan sesleri işitilir. Manzara halkın dinini ve milliyetini Read the rest