Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Aygün’ün kaçırılması Aldo Moro’yu hatırlattı »

19631968 ile 19741976 tarihlerinde İtalya Başbakanlığı yapan Hristiyan-Demokrat lider Aldo Moro 16 Mart 1978‘de Kızıl Tugaylar adı verilen Komünist bir örgüt tarafından kaçırıldı ve öldürüldü… Daha doğrusu İtalyan hükümeti’nin bize anlattığı resmî şekil buydu. Aldo Moro o dönemin “öcüsü” hem de komünist bir örgüt olan Kızıl Tugaylar‘ın elinde 55 gündür rehin bulunuyordu öldürüldüğünde. Peki, bir cinayet işlendiğinde yapılacak ilk şey nedir? Elbette bu cinayet kime yaradı diye sormak.

Şimdi zamanı 55 gün geriye alalım ve Aldo Moro’nun kaçırılmadan önce nelerle uğraştığına bir bakalım…. Rastlantıya bakın ki Moro’nun kaçırıldığı gün (16 Mart 1978) İtalyan Parlamentosu’nda çok özel bir toplantı için hazırlık yapılıyor. Meclisin üçte biri komünist milletvekillerinin elinde. Yıllardır süren “Sovyet uşağı komünistler” ile “ABD uşağı burjuva” çekişmesine son verecek bir hükümet kurulmak üzere. İtalyan komünistler Sovyet Rusya ile göbek bağlarını kesmişler, ülkelerinin geleceği için siyasî rakipleriyle uzlaşıyorlar. Sadece İtalya değil bütün Batı Avrupa için bir ilk söz konusu: Komünistler ve Hristiyan-Demokratlar bir koalisyon hükümeti kuracaklar.

Yine rastlantıya bakın ki adamımız Aldo Moro İtalya’yı rahatlatacak bu uzlaşmanın mimarlarından. Yıllardır İtalya’nın içinde bulunduğu ekonomik, politik ve sosyal bir krizi sonlandırmayı amaçlayan Komünist Enrico Berlinguer (fr, ing, alm, ita)  ile compromesso storico (=Tarihî uzlaşma fr, ing, alm, ita) projesi üzerine çalışıyor.

Komünistler heyecanlı ve sevinçli. Müzmin muhalefet dönemi sona eriyor. İlk defa ülke yönetiminde söz sahibi olacaklar. Ama Komünist Rusya paylaşmıyor bu sevinci ve büyükelçiliği vasıtasıyla da her fırsatta belli ediyor. Zira “kokuşmuş burjuva” ile masaya oturan, hatta hükümet ortaklığına giren bir Komünist parti diger ülkelerdeki komünistlere kötü örnek olabilir.

ABD tarafında da büyük bir sevinç belirtisi yok. ABD ordusunun Akdeniz’i kontrolünde kilit rol oynayan askerî üsler var İtalya’da. Bu ülkenin yönetiminin kısmen de olsa komünistlerin eline geçmesi asla kabul edilebilecek bir durum değil. Hem zaten ikinci dünya savaşı sonundaki Yalta konferansıyla ABD’nin “elinde kalmış” bir ülke olan İtalya neden kamp değiştirecekmiş ki? ABD’nin o zamanki çıkarları İtalya’nın demokrasi ile yönetilmesini gerektirmiyor. Halkı temsil eden ve haliyle çok renkli olacak bir meclis değil halkı halka rağmen yöneten faşist bir azınlık çok daha avantajlı. Zira kendi halkından korkan her rejim gibi kendisine silah yardımı yapacak ağabeyi ABD’nin emrinde olacak.

İşte bu satranç tahtasında Aldo Moro’nun kaçırılması ve öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar zincirindeki rastlantılara biraz daha zoom yapmakta fayda var: Moro’nun kaçırıldığı saate yani sabah 8 sularında İtalyan gizli servisinde görevli bir grup normal çalışma saatlerinden daha erken bir saatte toplanıyorlar.” TAMAMI 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Kadın Tasavvuru? »

“… Ömer Seyfeddin’in yabancı kadınlarından başlayalım. Primo Türk Çocuğu’nun (1911) ilk sayfalarında, gece geç vakit barlardan dönen artistleri, yazar “medenî ve necip garbın vahşî Türkiye’ye bir hediyesi olan kibar ve mümtaz orospular” diye niteler. Koleksiyon’da (1914), Durant adında bir Levanten ailesiyle karşılaşırız. Tokatlıyan civarında otururlar, çok zengindirler. Kızları çok genç ve olağanüstü güzeldir; Beyoğlu’nda Altın Peri diye anılır. Genç bir Türk erkeği olan kahramanımız evlerine dâvet edilir. Çeşitli konularda seçkin ve entelektüel bir sohbetten sonra, bizzat baba, Mösyö (Louis) Durant, kızı Juliet’ten, delikanlımıza “koleksiyonunu göstermesini” ister. Yatakodasına geçer ve bir saatten fazla kızın “koleksiyonuna bakar”lar. Çıkarken kız “seyir ücreti” olarak 300 frank ister ve alır. Kahramanımız ikinci gelişinde “madamın koleksiyonunu” da görür, “fakat kızınınki kadar lâtif ve kıymetli” bulmaz. Böylece, erkeğin kendi karısı ve kızını satarak servet yaptığı küçük bir “aile genelevi” tasvir ve onların şahsında bütün “tatlısu Frenkleri” ya orospu ya pezevenk diye stereotiplenmiş olur …” (Halil Berktay, Taraf)

 

… Kadın hakları konusunda e-kitap okumak için…

 Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 

 

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

Kapitalizm Hakkındaki Efsaneler – 4 »

10) Kapitalizmden başka bir alternatif yok. Gerçekten mi? Hayal gücümüze ne oldu? Gereklilikler, icatların çıkış noktasıdır. Eldeki şartlara sadece tek bir sistemin en iyi uyduğu konusunda kandırılmana müsaade etme. Bir sistem ne kadar iyi veya kötü düzenlenirse düzenlensin, sistemin verimliliği her zaman kullanıcıların kapasitesine bağlıdır. Bazı kullanıcılar, bir sistemi mükemmel bulurken, ötekiler öyle düşünmez. Yani aslında birisi için şerbet olan, diğeri için zehirdir.

Eğer özel bir sınıfa dahil ya da biricik yeteneklere sahip olamayacak kadar şanssızsan, ne kadar çalışırsan çalış, çalışman bir şey ifade etmez. İşte kapitalizm böyle bir durum üzerinden dizayn edilmiştir. Yukarıdaki gerçekleri gözardı etmeni ister. Ama gerçek şu ki, gelecek planlarını ve emellerini, henüz kazanmadığın bir loto üzerine gelişigüzel inşaa edemezsin. Ne yazık ki, kapitalizm, bunu yapabileceğine inandırır seni. Kapitalizm, sadece, yoksul çoğunluktan (ç)alıp azınlıktaki zengine veren Read the rest

Odetta »

İslamcılar Özeleştiri Yapabilecekler mi? »

İslamcılık tartışmalarının, Suriye, terör gibi önemli gündem maddelerine rağmen hala devam ediyor olması gerçek bir ihtiyaca karşılık geldiğini gösteriyor. Müslümanlar için hayırlı neticelere varmasını temenni ediyoruz.

Tartışmaya giren hemen her İslamcı yazar öncelikle İslamcılıktan ne anladığını, onu nasıl tanımladığını beyan ederek işe koyuluyor. Bu vesileyle henüz müşterek bir tanımlarının olmadığını da fark etmiş olduk.

Kuşkusuz hiçbir kavram nesnel değil. Bizatihi, tek başına herkes için aynı manaya gelen bir kavram yok. Dolayısıyla her tanımlama çabası kaçınılmaz olarak o kavramı tanımlanmaya çalışan kişinin öznelliğine göre şekilleniyor. Buradan yola çıkarak yapılan İslamcılık tanımlamalarının birbiriyle hiç bir ilişkisi olmadığı sonucuna varacak değiliz. Ancak bazı tanımlamaların çok zorlama ve tarihsel gerçeklerle örtüşmediğini söylemeliyim.

Bu zorlama tanımları okurken aklıma İmam Hatip Lisesinde öğrenciyken, milli güvenlik dersimize giren emekli bir albayın yaptığı Atatürkçülük tanımı geldi. Elindeki bir nottan, demokrasiden insan haklarına, hukukun üstünlüğünden sosyal devlete, kardeşlikten, barıştan, hasılı topluma ve insana dair iyi ve güzel olan ne varsa içinde taşıyan upuzun, belki bir sayfayı bulan bir tanım Read the rest

Arakan… Unutma, unutturma »

3 Haziran 2012’de Arakan bölgesinde patlak veren ve Müslüman azınlığı hedef alan kanlı katliamların duyulmasının ardından bölgeye giden İHH İnsani Yardım Vakfı çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. İHH ekipleri özellikle Bangladeş’teki mülteci kamplarına sığınan Arakanlı Müslümanlar için başlattığı yardım seferberliğine devam ediyor. 2,5 aylık süreç içerisinde yapılan yardımlarda şu ana kadar 150 binin üzerinde Arakanlı müslümana ulaştı. Yardım Etmek İçin

Roy Hargrove »

Ölümden sonra »

… Bu konuda e-kitap okumak için… 

 

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak?  Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.

 

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz. 

 

Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak

Zaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik.  Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?

Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL? soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz. 

Mesnevi ile İlahi Aşk (10) / 22.07.2012 »

PKK bir Türk örgütü mü? »

“… PKK, Kürt milliyetçilerinden ve Türk solculardan oluşan bir grup tarafından kuruldu; ama yola çıkar çıkmaz Kürt milliyetçiler solcular tarafından tasfiye edildiler; Diyarbakır’da üslenmesi gereken örgüt Ankara’ya yerleşti. Takip eden yıllarda Kürt kimlikleriyle tanınanlar ancak alt düzeylerde, özellikle ölümün kol gezdiği savaş alanlarında görev aldılar. Ben de bunlardan biriydim. Dolayısıyla PKK hızla solculaştı ve bir avuç solcunun elinde kaldı. Şu anda örgüte Türk sol anlayışı hakimdir. Tek bir gün Türkiye’ye gelmemiş Haydar Kaytan ve bir kez Şırnak’a gelip bir ay kalabilmiş Duran Kalkan’ın başını çektiği bu grup Kürtlere verilen her hakkı ellerinin tersiyle itip “savaşa devam” diyorlar. Hala tek kelime Kürtçe bilmeyen bu zatlar som Kemalist oldukları için Kürtlerin bu savaşta aldıkları yaraları asla önemsemiyorlar …” (Şemdin Sakık)

 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.