Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Türk Solunun Genetik Kodları Çözüldü! »

…  Türk Solunu, sosyalizmi ve Abdestli sosyalistleri anlamak için…

 

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

 

Türk solu iktidar olur mu?

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

 

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

La Leggenda del pianista sull’oceano / Ennio Morricone »

Soyut görme: Teori ve Pratik(8) – Giuseppe Tornatore »

g_tornatoreÇoğaldıkça azalan şey nedir? 

Yönetmenliğini Giuseppe Tornatore’in yaptığı La leggenda del pianista sull’oceano (Okyanus Üzerindeki Piyanistin Efsanesi) gerçekten şiir tadında bir film. Hayatının tamamını SS Virginian adlı bir transatlantikte geçiren, geminin dışındaki modern dünya ile her türlü teması reddeden bir piyanistin duygu yüklü öyküsü…

Filmin en düşündürücü sahnesi piyanistin (Tim Roth) hiç tanımadığı bir genç kızın yüzüne bakarak doğaçlama yapması. Onun yeteneğini bilen, ünlü ve zengin yapmak isteyen yakın dostu ise müziğini bir tür taş plak kullanarak kaydediyor. Kaydedilen müziği tekrar çalıyorlar. Piyanist önce hayretle hareketsiz ellerine ve ardından gramofona bakıyor. Kayıt aletini getiren müzik simsarı heyecanla “Beyefendi, bu plaktan yüzbinlerce kopya yapacağız, bütün dünya sizin müziğinizi dinleyecek, zenginlik ve şöhret sizi bekliyor!” diye haykırıyor. Piyanist yüzünde tiksinti ifadesiyle ayağa kalkıyor, gramofona kadar yürüyüp taş plakı yerinden alıyor ve “müziğim bensiz hiç bir yere gitmeyecek” diyerek kamarayı terk ediyor.

 *     *     *

Piyanist neye direndi sizce? Belli ki otantik / özgün / indî bir tecrübe yaşanmıştı. Kızın ürkek bakışlarındaki masumiyet piyanistin kalbinde birşeyleri kıpırdatmış ve bu hisler parmaklarından piyano tuşlarına dökülmüştü. Kayıt sırasında bu müziği dinleyen o insanlar da kulaklarından kalplerine akan bu güzellik sayesinde otantik / özgün / indî bir tecrübe yaşadılar, bu müzikle titrediler. Ama kayıt edince tılsım bozuldu. Taş plak müziği de taşlaştırdı sanki. Sübjektif hisler objektif, elle tutulur bir cisme hapsedildi. Hele bir de işin içine para ve şöhret girince…

Piyanistin tepkisini abartılı mı buldunuz? Peki ya aşk mektuplarını, hatıra defterlerini, aile yadigârı sararmış fotoğrafları Read the rest

Atam bunu önceden nasıl bilmişti? »

YAKINDA: Çoğaltılabilirlik çağında sanat eseri »

“… Bugün anneannenin otantik çorbası ve teyzenin otantik böreği yok ama adı “otantik” olan çok sayıda çorbacı, börekçi, mantıcı ve kebapçı var. Bu lokantaların sayısı binleri geçtiği için gerçekten otantik olmaları imkânsız ama hepsinin adı “otantik”. Bunlara bir de “since 1888” yazan markaları, birinci geleneksel pilav günü” düzenleyen okulları eklerseniz ne acayip bir otantizm içinde yaşadığımızı fark edeceksiniz. Fakat Zeynep Hanım’ın satırlarını basit bir serzeniş gibi okumayalım derim. Altını çizdiğim ikinci kelime grubuna bakın meselâ. İnsanların birbirini tanıması ve karşılıksız yardımlaşmasından bahsediyor. Yani otantik olmak, cemiyette “birisi” olmak insanların kendilerini kıymetli ve sorumlu hissetmesi için gerekli. İşte bu yüzden özelde sanat eserlerinin ve genelde eşyanın kopyalanabilir olması ihmal edilebilecek bir konu değil. Bireysel olarak ahlâkî tercihlerimize, toplumsal olarak vicdanımıza, devlet olarak da adalet sistemimize doğrudan etki eden bir faktörle karşı karşıyayız …”

 

Bernanke ve Draghi… Bankacı değil matbaacı »

bernanke-draghi

Amerikan Merkez Bankası (FED) herkesi şaşırtarak para politikasını değiştirmeme kararı aldı. FED, kalkınma öngörülerini aşağı çekse de piyasalar bankanın açıklamasını memnuniyetle karşıladı. Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’ye göre ekonomi, yapılacak bazı değişiklikleri kaldıramayacak kadar zayıf durumda. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama da küresel mali krizin 5. yıl dönümünde çıkardığı bilançoda da aynı sorunlara parmak basmıştı. Cumhuriyetçi milletvekillerine seslenen Obama, bir “ekonomik kaos“a neden olabilecekleri konusunda uyardı. Küresel kriz Avrupa’da da hissedilmeye devam ediyor. Borçlanan hükümetler yıl sonu hedeflerini tutturabilmek için, 4-5 yıl önce iflastan kurtardıkları bankaların tahvillerini satışa sunuyor.

Avrupa’da ekonomik kriz giderek derinleşirken, yoksulluk hızla artıyor. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşu Oxfam, yayınladığı raporda Avrupa Birliği’nde, 2025 yılına kadar 25 milyon kişinin daha yoksulluk seviyesine ineceğini belirtti. Kemer sıkma önlemlerinin durumu daha da kötüleştirdiği belirtildi. Raporda, Portekiz, İrlanda, İtalya, İngiltere, İspanya ve Yunanistan’ın kemer sıkma politikalarını uygulamaya devam ettirmesi halinde dünyada eşitsizliğin en fazla olduğu ülkeler arasına gireceği belirtildi.

2025 yılında 500 milyon nüfuslu Avrupa Birliği’nde önlem alınmaması halinde 3 kişiden birinin yoksul olması bekleniyor. Bu da yaklaşık 146 milyon kişinin hayatını zor idame ettirmesi anlamına geliyor.

… Bu konuda e-kitap okumak için…

 

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

Göstericiler ezildi, Polis yine orantısız güç kullandı! »

polis-orantisiz-guc-gezi-parki-capulcu

… Çapulcular üzerine okumak için…

 

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz.


Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASIyaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

CHP: Yurt dışı gezileri devam edecek »

kilicdaroglu_yurtdisi

 

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, “Her ne kadar dış gezilerimiz bir tartışma noktası olsa da iktidarı rahatsız etmiş olsa da bunların devamı önümüzdeki günlerde gelecek” dedi.

İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(4): Mimar Olmak, Mutlu Olmak, Tatmin Olmak… »

hongkong-ustten

Hong Kong’dan bir hayat kesiti. The Economist dergisine bağlı Economist Intelligence Unit tarafından “dünyanın en iyi şehri” ilân edilen Hong Kong’da yemek yiyen üç insan. 10 m² odalarda bazen 3-4 kişinin yaşadığı bu evler birer yuva değil insan deposu. Bu kadar zor şekilde yaşanılan (ve ölünen) bir şehrin birinci olduğuna inanamıyor insan.

Ekonomi dergileri sık sık böyle listeler hazırlıyorlar aslında: “En mutlu ülke, en yaşanabilir şehir…” Neye göre seçiyorlar peki? Nasıl sıralıyorlar? Kişi başına düşen gelir, otomobil sayısı, TV sayısı, uzun ömür,  … Sayısal olabilir ama objektif değil bu karşılaştırmalar.

Zira bir evde 3 TV varsa bu bir mutsuzluk alametidir. Akşam olunca herkes odasına çekiliyor, kimse kimseyle konuşmuyor demektir. Keza otomobillerin çokluğu bir bencillik ve yalnızlık göstergesi değil mi? Herkes kendi balonu içinde. Trafik sıkışıklığına, hava kirliliğine rağmen şehrin ahalisi “ille de BEN, BEN’im konforum, BEN’im rahatım” diyorlar demek ki.

Liberalizmin Kara Kitabı’nda ayrıntılı bir biçimde anlatmıştık; asrımız insanı böyle bir gösterge hastalığından muzdarib. Biz ölçtük, göstergeler senin mutlu olduğunu söylüyor, demek ki mutlusun, fazla kurcalama! Tabi bu göstergeler hazcı, paracı ve dünyacı oldukları için aslında gösterdikleri mutluluk değil tatmin. Yedikçe acıktıran, hergün yeniden kazanılması gereken fakat peşinden koştukça insanı mutsuz eden şeydir tatmin. (Bkz. Derin İnsan Kitabı, Mutluluk ve Tatmin bahsi) Ama bu “en mutlu şehir” anketlerini üretenler mutluluk arayan insanlaragarip bir baskı yapıyor. Tatmin ile mutluluğun aynı şey olduğuna Read the rest

Muadili Allah olan bir sevgiliye kavuşsan ne olur, kavuşmasan ne olur? »

kavusmak

Yolcu Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Hacer çölde bir başına kaldığında, zemzemden önce İsmail’in ağlaması ona “Rabbin seninle!” demişti. Elbet görmek isteyen için bunda bir mucize mevcut, gözlerimizi aç ya Rab!

  Gündüz ve gece vaktini şaşmadan birbirlerine kavuşuyor biz kavuşamıyorduk, kavuşsak dahi çok kısa sürüyor ya kavuştuğumuz gibi ayrılıyor ya da hiç kimsenin bilmediği ancak ikimizin bildiği sırrımızda küçük bakışlarla birbirimizle konuşmaya, kavuşmaya çalışıyorduk. İşte o kavuşamamalarımız arasında bir gölge boyu, bir ezan aralığı kadar kısa süren vakitlerdeki kavuşmalarımızda, karşımda durup yahut karşında durup “hiç tanışmıyormuşçasına” gündelik kısa konuşmalar yapmamıza sırf yokluktan “kavuşma” adını veriyordum; bununla avunuyordum, avunuyordun, avunuyorduk.

Sırf yokluktan kavuşma adını verdiğim, kavuşamama günlerinden birinin akşamında yalnız olduğum evimde tam üç kişi saydım: Ben, senin yokluğun, senin yokluğunun acısı… sen dışında her şey yani. İçimin acıyla kıvrıldığı bir yatsı vakti, yalnızlığıma hüzünleri buyur ederken okunan ezanla birlik, Allah’ın bana “Yalnız değilsin, ben varım” dediğini fark ettim. Bir cümle düştü kalbime, biraz özenti, biraz da ilhamla dolu: “Muadili Allah olan bir sevgiliye kavuşsan ne olur, kavuşmasan ne olur?

Muadili Allah olan, sızısı Allah’ı tesbih ile dinen bir hasretin varken Read the rest