Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Demokratikleşme paketi: Umut 1: Korku 0 »

Usta, ALLAH senden razı olsun!

80 yıldır ayağımıza batmış dikenleri çıkaran bu paketi gönülden destekliyoruz. “Keşke 2002’de yapılsaydı” denebilir. Ancak girizgâh kısmında başbakanın da söylediği gibi Türkiye siyaseti buna hazır değildi. Muhtıralar, kapatma davaları ve çapulcular bunu ispat etti. Yine başbakanın dediği gibi halk bu tür değişiklikliklere daha fazla açıktı. Ama siyasette, iş dünyasında, basında, yargıda ve ordu içinde bulunan bir azınlık sürekli korku pompaladı. Hristiyanları, dindar Müslümanları veya Kürtleri hedef alan haksızlıkların temel kaynağı halkın direnmesi değil bu korku imparatorluğu idi. Girizgâhta söylenen bir başka söz dikkate değer: Bütün sorunları BÜTÜN ZAMANLAR için çözmek mümkün değil. Evet… Bunu istemek ölülerin dirilere hükmetmesi olurdu. Adalet dinamik bir süreçtir.

Sonuçta bu paket ırkçılığı geriletecek, özgürlükleri ilerletecek bir adım. Hayata geçirilmesi elbette halkın anlamasına ve sahip çıkmasına bağlı. Emeği geçenlerden ALLAH razı olsun.

 

YAKINDA: Hissedilen ile bilinen arasında tercih yapmak tehlikelidir! »

BRUNELLESCHI - kucukRönesans’ın yol açtığı yıkımlardan biri görme kapasitemizi azaltmış olmasıdır. Filippo Brunelleschi, Leonardo Da Vinci, Giovanni Paolo Lomazzo, Donato Bramante ve daha önce andığımız Piero della Francesca gibi ressamlar görüneni resmetmek için bir takım yöntemler ve hatta aletler icad ettiler. Bu insanların önemli bir kısmı aynı zamanda mimar ve/veya matematikçiydi. Belki biraz da bu sebeple sanatı bilimselleştirme yolunu tuttular. Bilimselleşen sanatın objektifleşmesi, hislerin yerine ölçülebilir bilgilerin geçmesi kaçınılmazdı.

brunelleschi2_smallBatı ülkelerinde “bilim – akıl” kurgusuyla sanal bir varlık icad edildi. “Akıl şunu reddeder, Bilim bunu ister… ” Bu hayalî yaratık  Hristiyanlık ile çatışmaya girdi ve kazandı. Bilim muzaffer, Hristiyanlık ise mağlub oldu. Dinsel misyonundan koparılan Sanat eğlence derekesine düştü. (Bugün batılı sanatçılar hedonizm ve nihilizm dışında bir eser veremiyorlar. İstisnaî çıkışlar olduğunda ise insanlar anlamakta zorluk çekiyor.)


Pozitif bilimlerle vücut bulan Sayın Bilim sadece ölçülebilir varlıkları “var” kabul ettiğinden batılı insanların lisanı da fakirleşti. HER insan için AYNI biçimde var olan, ölçülebilir olan eşya, para, fizikî güç vs daha net ifade edilir oldu. Ama öznel / sübjektif / indî olan geri plana itildi. Kalpte hissedilenlerin sözle ifadesi en yakın objektif bilginin kelimelerine hapsoldu. Meselâ Aşk hormonal tepkilere, tensel hazza eşitlendi. (ing. to make love, fr. faire l’amour) Güzellik cazibeye, 90-60-90 cmlik vücutlara, (ölçülebilir olana) indirgendi. Herkese cazip olan ile “bakan” kalbe güzel gelen bir-leşti, aynı-laştı. Benzer şekilde  “iyi” ile “fayda” arasındaki fark silikleşti. Kayıp kelimelerin listesi uzun. Ama bu tehlikeli bir gidişti. Neden?

Sübjektif/indî hisleri reddetmek insanı insanlıktan çıkarır. Objektif etkilere objektif tepkiler veren insan bir isteme makinesi olur, bir robot ya da bir hayvandan farkı kalmaz. Homo-economicus, üretmesi ve tüketmesi “gereken” bir yaratıktır artık. Tabi bu rasyonel beklentilere cevap veremeyecek kadar fakir/yaşlı/hasta vs olanların kusurlu makine parçaları gibi elenmesi de en rasyonel yoldur. Çünkü kaynağını Tanrı’dan alan “iyilik” yerine piyasa kaynaklı dolar/avro cinsinden bir “fayda” vardır. Rasyonelliği garanti eden akıl değil zekâdır. İslâmca söylersek akl-ı mead değil akl-ı meaş. (ing. discernmentintelligence)

Bugün ne Washington ne de Brüksel banka kurtarmak için harcadıkları paranın onbinde birini sakatlara, kanser hastalarına, yetimlere harcamıyor. Batı demokrasileri ahlâkî açıdan sakat çocukları ve akıl hastalarını öldüren 1930 Almanya’sını hatırlatıyorlar. Meselâ Fransa’da 2003 senesindeki aşırı sıcaklardan sonra sağlık sigorta sistemi çok rahatlamıştı. Çünkü 15.000’den fazla yaşlı insanın “erken” ölümü sayesinde 10 ila 20 yıllık doktor / ilaç / tomografi masrafından tasarruf edildi.  Gençken onların ödediği vergiyle beslenmiş olan sistem artık faydalı olmayan yaşlı insanlardan böylece kurtuldu; zarardan kâr etti. Bu pasif katliam yerine yaşlılar evlerinden tek tek toplanıp kurşuna dizilseydi bir de kurşun masrafı olacaktı… Morg yetersizliğinden dolayı cesetlerin Rungis’teki sebze haline (Libération, 25 Ağustos 2003) ve Ivry-sur-Seine’deki frigofirik et-balık kamyonlarına istif edilmesi ise İnsan’ın şeyleşmesi hakkında güçlü bir mesaj veriyordu. Liberal totalitarizm geçmişte faşizm ve komünizmin yaptığı şeyleri yapmaya başlıyordu. (Bkz. Bir et parçası olarak komünist İnsan’ın kıymeti)

Mimarlık bir sanat mıdır yoksa bir bilim mi? »

Quando non sai cos’è…allora è jazz! (Ne olduğunu bilmiyorsan Jazz’dır o!) »

Çapulcular yönetirken belediye hizmeti böyleydi »


 
… Çapulcular üzerine okumak için…

 

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Kemalizm Nedir? »

Dikkat Kitap: İslâm’da Mimar ve Şehir »

islamda-mimar-ve-sehirCumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Bir kaç istisna dışında Amerikalı Frank Lloyd Wright’ın eserlerini Ruslardan, meselâ Trotsky, Melnikov ve Lissitzky’nin tasarımlarından ayırt etmek mümkün değil. Keza Fransız Le Corbusier … Hepsi tek bir mimar tarafından çizilmiş gibi renksiz, kokusuz, ruhsuz ve heyecansız binalar. Nasıl oluyor?

Yine ünlü bir mimar olan Ludwig Mies van der Rohe şöyle diyordu: “Asra hakim olan zihniyet mimarî vasıtasıyla mekâna dönüşür”. Peki ama biz bu asrın hakim zihniyetinden razı mıyız? 21ci asrın egemen güçlerine mağlup mu olduk yoksa ortak mı?

Çare? Binalara değil de mimara odaklanmak. Eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlamalıyız işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulmalıyız. Bu ise ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olacak. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Pasif Laiklik ve Dışlayıcı Laiklik »

 

… Bu konuda okumak için…

 

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(5): Mimarın fikri ve zikri »

suleymaniye_camii_mosque

“… Mimarı dağlara gönderin de kemer neymiş, kubbe neymiş ögrensin! …” (John Ruskin, sanat eleştirmeni)

1920’lerin Komünist Rusya’sına hakim olan konstrüktivist binalara bakıyorum. Konstantin Melnikov, El Lissitzky, Noi Trotsky gibi ünlü mimarların eserlerine. Sonra Frank Lloyd Wright’ın gerçekleştirdiği 400’den fazla projeyi anlatan bir kitap geçiyor elime. 1991 senesinde American Institute of Architects tarafından “Tarihin en büyük Amerikalı mimarı’ ilân edilmiş Wright. Rus mimarların, Trotsky, Melnikov ve Lissitzky’nin eserleri komünizm kokuyor ve kollektif hayatı yansıtıyor: Spor okulu, işçi klübü, devasa kamu binaları… Diğer yanda Wright’ın tasarımlarına ise kapitalizm sinmiş. Binalar Amerikan tarzı bireysel yaşama, tüketim odaklı bir topluma cevap veriyor: Oteller, rezidanslar, lüks villalar… Fakat çarpıcı bir şey var: Rus ya da Amerikan, Bütün binaları teşkil eden formlar şaşırtıcı şekilde birbirine benziyor!

Tamam, Rus mimarları birbirinden ayırt etmek mümkün değil. Özgün tasarım tutkusu, bireysel farklar komünist potada, kollektivist hedeflerde erimiş olabilir. Fakat daha acayip olan şu: Bir kaç istisna dışında Wright’ın ve meslektaşlarının eserlerini de Ruslardan ayırt etmek mümkün değil. Dikkat edin, rasgele iki ülke değil Rusya’dan ve Amerika söz konusu. İkinci dünya savaşından 1980’lere kadar süren soğuk savaşın iki assolisti. Hâlâ iki ülkenin her biri binden fazla nükleer başlığa sahip! Kültürü, tarihi, siyasî rejimi… Herşeyiyle birbirine zıt iki ülkenin mimarları nasıl olur da aynı biçimde tasarım yaparlar? Oysa bir kaç asır geriye gittiğinizde Rusya’nın ve Anglo-Saxon halkların kendilerine has formları olduğunu görüyorsunuz. Bugün ise ne Rus ne de Amerikalı mimarların eserleri yerel bir lezzet taşımıyor. Hepsi İsviçre asıllı Fransız mimar Le Corbusier’den ya da Alman Ludwig Mies van der Rohe’den kopya çekmiş gibi, renksiz, kokusuz, ruhsuz ve heyecansız binalar. Nasıl oluyor?

Cevabı buldum bulmasına da… Los Angeles ya da Moskova’da değil. Cevabı Paris’te buldum. Balkonda otururken.

Mimarın fikri neyse zikri de odur!

Şerbet gibi bir eylül akşamı; sofrayı balkona kurduk, bol soğanlı çoban salatasının kokusunu dağıtacak en ufak bir esinti yok. Havada tuhaf bir netlik. Balkonun neredeyse tam karşısı sayılabilecek Read the rest

Liselerde faiz problemleri yerine zekât problemleri »

RedHack’in ÖSYM sitesinden ele geçirdiği belgelere göre 2014’te Liselerde FAİZ problemleri yerine ZEKAT problemleri yer alacağı iddia edildi.

İŞTE O ŞOK BELGEDE YER ALAN SKANDAL SORU!!
……………………..….
Ahmet’in 12 bin lirası vardır. Ahmet parasının 1/8’i ile hayır hasenat yapıyor. Kalan parasının 1/4’ü ile Umreye gidiyor. Nisab miktarı 85 gr olduğuna göre Ahmete ne kadar zekat düşer?
Ahmet’in kalan parasından en az kaç lira daha eksilirse zekat düşmez?

Not: Altının gram fiyatı 87 lira kabul edilecek.
……………………..….

Bu belgenin altında ÖSYM başkan yardımcısının emmi oğlusunun ıslak imzası olması işin ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne seriyor. Bu ÖSYM’nin ilk skandalı değil. Son olacağa da benzemiyor. Bilindiği gibi geçtiğimiz yıl ÖSYM başkanının komşusunun torunu öss’de ilk 100 bine girmişti.

habersolnoktaorg (Kaynak: Sekizinci Henri)