Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

İslam Sanatı 9: Minyatür »


Bu resimler “Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır” isimli yazı dizisinin bir parçasıdır. Eserleri tam boy görmek için: Read the rest

Hak Verilmez, Böyle Alınır! »


 
… Bu konuda okumak için…
 

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz.

Shutdown değil shoot him! »

Sunuş : Birileri Obama’nın fişini çekmek istiyor. Mısır’daki sahte benzin krizine döndü. Aylar değil yıllar öncesinden öngörülebilirdi. Ama öngörüp tedbir alabilecek koltuklarda oturanların hemen hepsinin kariyerlerinde ortak bir nokta var: Aynı özel bankada bir kaç sene çalışmış olmak. Acayip? Eğer Obama düşer ve sonra görünmez bir el herşeyi birdenbire düzeltirse haklı olduğumuz ortaya çıkacak. (JK)

Amerika Birleşik Devletleri’nde Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında gece yarısına kadar devam eden müzakereler sonuç vermedi. Kongre’nin üst kanadı Senato ve Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Temsilciler Meclisi’nde yapılan yeni bütçe görüşmelerinde uzlaşma sağlanamadı. Bu durumda, Obama hükümetinin çalışmalarını askıya alması ve tüm federal hizmetleri kapatmak zorunda kalması bekleniyor. Washington ‘government shutdown’ olarak adlandırılan benzeri bir hükümet krizi ile en son 1995-1996 yıllarında karşılaşmıştı. Demokrat Partili Başkan Barack Obama, Kongre’den federal hükümetin ‘borç tavanı’nı artırmasını istiyordu. Cumhuriyetçiler ise bugün önemli bir kısmı devreye girecek olan ve ‘Obamacare’ olarak bilinen sağlık reformu yasasının bir yıl ertelenmesi gerektiğini savunuyordu.

“Amerikalıların şu anda bakışları nefret dolu. Şimdilik ufukta bir çıkar yol da yok gibi. Cumhuriyetçiler, bütçeyi onaylamalarının karşılığında Obama’nın sağlık sigortası girişiminin bir yıl ertelenmesini istiyor. Obama ise hükümetin kepenk kapatmasına boyun eğmeyeceğini söylüyor. Yani müzakere şansı pek görünmüyor. Yalınz bu sadece ilk savaş. Borçlanma sınırının ekim ortalarında kaldırılması lazım. 2014 bütçesinin bir şekilde kasım veya aralık ayında geçirilmesi şart. Asıl soru, her iki parti de bu kepenk kapatma durumuna ne kadar dayanabilecek.” (Euronews’un Washington temsilcisi Stefan Grobe)

 

… Bu konuda okumak için…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın”çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda.“Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitaptaliberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

 

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

 

İslam Sanatı 8: Kumaş ve Dokuma »

 

Bu resimler “Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır” isimli yazı dizisinin bir parçasıdır. Eserleri tam boy görmek için: Read the rest

Görüntüler neden putlaşır? »

humeyni-putlasma

 “… İbn Arabî’nin telâkkîsine göre, insânın ALLAH’a karşı yegâne isâbetli ve doğru tutumunun tenzîh  ve teşbîh’den oluşan âhenkli bir tevhîd (birlik) olduğu ve böyle bir tevhîdin yalnızca “keşif”den doğan mistik sezgiye dayanarak gerçekleşebildiği geçen bölümde, sanırım, yeterince açıklanmış bulunmaktadır.

Beşerin, henüz daha keşifle nûrlanmamış olan Vehm’ini izlediği zaman, her münferit putun gerçekten de bağımsız ve kendi kendine yeterli olan bir ilâh gibi tapınıldığı sapık bir putperestliğe düşmesi muhakkaktır. Böyle bir ilâh beşerin zihninde oluşan temelsiz bir vehmin somut bir şahsiyet kazanmasından başka bir şey değildir. Ve bunun sonucu da, hiçbir zaman tenzîh  düzeyine  yükselemeyecek  olan  çiğ  bir  teşbîh  olur.  Öte  yandan  eğer  beşer  ALLAH’a Vehm’in yardımı olmaksızın Akl’ın yönünü  izleyerek yaklaşmayı denerse  ister  istemez  sonunda soyut bir tenzîh’e sürüklenip kendisi de dâhil olmak üzere âlemde görünen her şeyde cârî olan ilâhî Hayat hakkında kör olacaktır.

  Kısacası, tenzîh ile teşbîh’i bağdaştıran en doğru tutum Kesret’de Vahdet’i ve Vahdet’de de Kesret’i, ya da Kesret’i Vahdet ve Vahdet’i de Kesret gibi görebilmektir. Bu türden bir zıtların çakışması’nın (yâni Batı’nın irfân öğretisine göre “coincidentia oppositorum’un) gerçekleşmesini  İbn Arabî Hayret diye  isimlendirmektedir. Aslında bu, metafizik bir hayrettir; çünkü burada Vücûd’un  (yâni  varlığın) Tek mi yoksa Çok mu olduğuna karar verebilmesi bakımından âlemde gördüklerinin gerçek tabîatı, beşere engel olmaktadır.” (Toshihiko İzutsu – İbn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar – Merhum Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin tercümesi buradan indirilebilir. )

Çünkü Göz Değildir Gören! »


 
… Bu konuda e-kitap okumak için…
 
Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! Güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk. Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne… Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner, Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna, Cornelis Escher, William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Bilimin Işığı Sanatı Kör Edince… »

Leonardo Da Vinci’nin atölyesinde çalışan gençlerden biri üzerinde harfler ve sayılar olan, farklı boylarda kaşıklar görmüş ve tecrübeli bir kalfaya sormuş[1a]:

–        Bu kaşıklar neye yarıyor?

–        Renk ayarına. Usta onları tabloda kullanacağı boya miktarını ölçmek için icad etti.

Genç ressam bir hafta kaşıkları kullanmaya çalıştıktan sonra bıkkınlıkla isyan etmiş:

–        Ne kadar uğraştıysam da beceremedim. Usta nasıl kullanıyor bunları?

–        Usta o kaşıkları hiç bir zaman kullanmadı!

Evet, ne kadar şükretsek azdır, Leonardo Da Vinci o kaşıkları kullanmamış ve böyle bilimsel, objektif bir renk ayarı yayılmamış sanat dünyasına.
Fakat perspektif konusunda Read the rest

YAKINDA :Perspektif Ressamlara Emanet Edilmeyecek Kadar Mühimdir »

somurge

“… Cahil ve beceriksiz denizci Kolomb’un o adayı Hindistan zannetmesi yüzünden insanlara Hintli manasında “İndien” denilmiş. Aradan geçen 500 yıla rağmen bugün hâlâ Hindistan, Kuzey Amerika ve Güney Amerika’da yaşayan, lisanları, ırkları, inançları değişik olan yüzlerce farklı halka “İndien” denilmekte. Bu basit örnek bile “ötekini” tektipleştirici, tabiatı ve insanları şeyleştirici Avrupalı tüccar perspektifi hakkında bir fikir verir bize. Teknolojinin ve ticaretin güçlendirdiği burjuva sınıfının 500 yıllık yükselişi ile özgür Sanat’ın düşüşü arasındaki paralellik mutlaka sorgulanmalı. Bütün dünyayı bir süper markete çeviren vahşi kapitalizmin kökleri belki de Rönesans’ın seküler hümanizminde ve Avrupalı ressamların merkezî perspektife yenik düşmesinde saklıdır […]

fransiz askerleri fasİşte böyle tektipleştiri bir süreç olan Rönesans dönemi sanıldığı gibi “Yeniden Doğuş” değil bir körleşme idi. Bu dönemde Avrupa sanatında figüratif resim ve merkezî perspektif gibi teşbih unsurları tenzih unsurlarına galip geldi. Taklide yönelen Avrupa sanatı Rönesans ile birlikte hızla dünyevîleşti, ticarete ve ideolojik kavgalara meze oldu. Rönesans sanatı manevî güçten yoksun bir sanattı. Zira Sanat’ın aslî rolü olan maddeden mânâya intikâl ettirme, aşkınlık vasfı (fr. transandance) yok olmaya yüz tuttu bu devirde. Eskisi gibi “okunan” değil gösTeren bir sanat vardı artık. Mesaj objektif, seyirci ise edilgendi. Bu yüzden yeni sanatın muhatabı kalp değil akl-ı meaş olacaktı. Ruhlar aç bırakılırken nefisler dünya nimetleriyle kışkırtılacaktı …”

(Resimler : Belçika Kralı Kongo’da, Fransız askerleri Fas’ta « terörle mücadele » ederken. Tam boy görmek için tıklayın) 

 

 

… Güzel sanat ve güzel ahlâk  münasebeti üzerine okumak için…

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır... Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil...Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil...Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır... Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil...Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil...demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

 

Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil...Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil...Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar. Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır... Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil...Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil...

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Postmodern Bir Yakarış »

namazEski dostla uzun süre sonra buluşmuşsun ve konuşup aklında kalbinde ne varsa tüketmişsin. Gün bitmiş, yorulmuşsun, zamanların en güzeli gelip çatmış. Eve döneceksin birazdan. Yollar sana asfalt, çalışanlara çakıl gelecek. Müzikler çalacak kulaklığında, öyle ki, Iced Earth neşelendirecek seni, Sentenced güldürecek, Vivaldi biraz daha sıksa horona kaldıracak. Mutlusun yani, mutlu olma halindesin işte ötesi yok.

Kolunda yer işgal eden hacmi dar, ağırlığı hafif kütleyi kaldırıp bakacaksın çok adetin olmadığı halde. Namaz geçmek üzere 12 dakikan var. Uzun süre olmamış kültür Müslümanlığından eylem Müslümanlığına yani mü’minliğe döndüğün. Evinin 5 sokak ötesinde yer alan mescidin sokağına girmişsin. Sokak hareketsiz, çocuklar 21. Yüzyılın interaktif yalnızlaşma, sosyal intihar aracının başına geçmiş. Çalışanlar biraz daha para kazanacak ve gayri safi milli hasılaya üzerine düşen katkılarını sunacaklar. Sokaklar yaşlılara ve zihin üretme aracı olan okullulara kalmış. Kaçanlar kendilerini kurtaracaklarının bilincindeler galiba. Kapı kapalı ve iki amca tüm dünyayı bir ağacın altında tartıştıkları konuya indirgemişler. Devlet kurumları ritüeli olan kapı açma çalışmalarından sonra Allah’ın evine giriyorsun.( Yeryüzü Allah’ın mescididir ama devletler izin verirlerse!) Nefes nefese ve hızlı hızlı( Allah kabul etsin) namazını kılıyorsun. Evin ışıklarından birini açık bırakıp dışarı çıktığına göre yalnız yaşıyorsun. Cami’de bekleyip cemaat yapmaya niyetlenip Read the rest

Demokratikleşme paketi: Umut 1: Korku 0 »

Usta, ALLAH senden razı olsun!

80 yıldır ayağımıza batmış dikenleri çıkaran bu paketi gönülden destekliyoruz. “Keşke 2002’de yapılsaydı” denebilir. Ancak girizgâh kısmında başbakanın da söylediği gibi Türkiye siyaseti buna hazır değildi. Muhtıralar, kapatma davaları ve çapulcular bunu ispat etti. Yine başbakanın dediği gibi halk bu tür değişiklikliklere daha fazla açıktı. Ama siyasette, iş dünyasında, basında, yargıda ve ordu içinde bulunan bir azınlık sürekli korku pompaladı. Hristiyanları, dindar Müslümanları veya Kürtleri hedef alan haksızlıkların temel kaynağı halkın direnmesi değil bu korku imparatorluğu idi. Girizgâhta söylenen bir başka söz dikkate değer: Bütün sorunları BÜTÜN ZAMANLAR için çözmek mümkün değil. Evet… Bunu istemek ölülerin dirilere hükmetmesi olurdu. Adalet dinamik bir süreçtir.

Sonuçta bu paket ırkçılığı geriletecek, özgürlükleri ilerletecek bir adım. Hayata geçirilmesi elbette halkın anlamasına ve sahip çıkmasına bağlı. Emeği geçenlerden ALLAH razı olsun.