RSS Feed for This Post

Benim adıma karar verme!

 Benim adıma karar verme sitesinden duyuru:

20080522_derindusunce_org_benim.jpg21 Mayıs 2008 günü, “adına yargı yetkisi kullanmaktan onur duyduğu Yüce Milletiyle paylaşmak gereğini duyduğunuz” bir bildiri yayınladınız. Adına yargı yetkisi kullandığınız bu milletin bir bireyi olarak, kullandığınız yetki ve sorumluluğunuzun çerçevesini hatırlatma ihtiyacı hissettim.

Demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti” idealine sonuna kadar inanan, Cumhuriyetin temel niteliklerini benimsemiş, sahiplenmiş ve onları koruyup yüceltme uğruna gayretle çalışan bir birey olarak;

Toplumun çözüm bekleyen sorunlarının başında gelen yargısal sorunların çözümünde hiç bir katkı yapmayacaksanız,

İşgal ettiğiniz makamlarınızı siyasal görüşlerinize alet edecekseniz,

Toplumdan “anayasayı değiştireceğim” vaadiyle oy alan bir partinin yeni anayasa yapma girişimini ve Meclis’in Anayasa yapma yetkisini engellemeye kalkacaksanız,

Ve bunu millet adına karar verme yetkinizi kullanarak yapacaksanız,

Yayınladığınız bildiriyle halen Anayasa Mahkemesi’nde dava konusu olan, Anayasa maddeleri değişiklikleri hakkındaki davanın seyrini etkiyelecek şekilde doğrudan yargıya müdahale edecekseniz,

Ve hatta, Anayasa maddelerini değiştirmek gibi asli yetkisini kullanan yasama organını hedef gösterecekseniz,

Avrupa Birliği müzakereleri sürecinde öncelikli olarak yapılması gereken yargı reformuna pozitif katkı yapmak bir yana, sırf AB sürecini baltalamak için reformlara karşı çıkacaksanız,

Bireyi, devlet dahil her türlü otoritenin baskısına karşı koruyup, onun haklarını temin edecek bir hukuk anlayışını benimsemeyecek; devleti, bireyin ve milletin önünde ve üstünde tutacak ve kararlarınızı buna göre verecekseniz,

Benim adıma karar vermeyin.

Yukaridaki metni benimsiyorsaniz lutfen

Adinizi Soyadinizi yazip `bu bildiriye katiliyorum` ibareli bir emaili

benimadimakararvermeyin@gmail.com

adresine gonderiniz…

Blog icin tiklayin:

  http://benimadimakararverme.blogspot.com/2008/05/saygdeer-yarglar_21.html

 

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu?  Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk…  Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir?  Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır :)

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin etimolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 8 Yorum

  2. Yazan:ALPEREN GÜRBÜZER Tarih: May 22, 2008 | Reply

    AŞİRET DEVLETİ Mİ, HUKUK DEVLETİ Mİ?
    ALPEREN GÜRBÜZER
    Türkiye seçimini belirlemeli; aşiret devleti mi, yoksa hukuk devleti mi olmalı? Hakkında ki şaibeleri bertaraf etmeden devlet içinde çöreklenmiş çeteleri yok edemeyiz. Hukukun üstünlüğüne inanan insanlar, devlet mekanizmalarının sinsi güçler tarafından yönlendirilmesinden ciddi manada rahatsızlık duymaktadır. Devlet içi örgütlenmiş çetelerle, hukuk devletinden yana olanlar arasında kavga söz konusu şimdilerde. Kim hukuktan bahsederse bilinmeyen güçler hareket ederek İttihat ve Terakki mantığı ile manüpüle edilmektedir. Aşiret ruhunun galebe çalması hukuk devleti olma taleplerini sindiriyor. Cumhuriyetin ilk kurulmasından bugüne kadar hukukun üstünlüğü ilkesi uygulama alanı bulamamış, sadece sözden ibaret kalmıştır. Tabir caizse statükocu zihniyet devlet içinde yuvalanarak, hukukun üstünlüğünü savunanlara iyi gözle bakmamışlardır. Bununla da yetinmeyip vatan millet gibi mukaddes kavramları kullanarak hukuktan bahsedenleri hainlikle suçlamışlar, gerektiğinde cezalandırmışlardır. Devletin dayatmacı mantığına tepki gösteren herkes bir şekilde İttihat ve Terakki muamelesine tabii tutulmuşlardır.
    Modernleşmeden anladığımız şekli modernlik olunca gerçek manada ne hukuk devleti ne de demokratik devlet olamadık. Bu hantal yapı Türkiye’ye dar geliyor artık. Çağın gerçeklerinden uzak bir görünümümüz var. Satıh üstü değişimleri devrim sanarak İttihat ve Terakki mantığını devletin ana felsefesi yaptık ve geldiğimiz nokta dünya dengelerinin çok gerisinde. Gemi artık su almış dibe vurmak üzere. Şekli ilerlemeden, üretim ilerlemesine dönüşmediğimiz sürece temel yapısal değişiklikleri gerçekleştiremeyiz. Bu hantal yapıyı mutlaka değiştirmeliyiz, sorgulayarak, denetleyerek ve eleştirerek. 12 Eylül anayasasıyla bir yere varamayız, katılımcı, sivil ve milli bir anayasaya ihtiyaç var. Hala Türkiye askeri anayasayla idare ediliyor, sivillerin yaptığı anayasa gerçekleşmedi bugüne dek. Milli Şef ruhu 12 Eylül pekiştirmesiyle devam ediyor. Halkın taleplerinin tam tersi uygulamalar uzlaşma yerine gerilimi tırmandırmaktadır. Talepler çoğaldıkça militer yapı daha çok direnç göstermekte felaketler birbiri üzerine yığılmaktadır. İnsanımız yönetimde söz sahibi olmak istiyor. Özal’ın en çok tartışılan 141–142–163 kanun maddelerini bir çırpıda kaldırmakla tüm tartışmalara son verdiği örneğinde olduğu gibi. Nitekim bağrımızda taşıdığımız bütün kültürel kimlikler kendini tanımlamak arzusundalar. Hatta Müslümanların, liberallerin, Marksistlerin, Kürtlerin, Alevi vatandaşlarımızın ve toplumun bütün kesimlerinin devletten ayrı ayrı talepleri var. Bir kere bu sıraladığımız akımların tek ortak paydaları kimlik taleplerinin tanınması konusudur. Fakat bu taleplerin kabulü devletimizin bugünkü hantal yapısıyla pek mümkün gözükmüyor. Sistemin ihtiyaca cevap verememesi, elit tabakanın halka tepeden bakması ve siyasi tıkanıklığın had safhaya ulaşması değişim taleplerinin önünde en büyük engel gibi gözüküyor. Nitekim bürokratik üst yapının alt yapıyla uyumlu yapı arz etmemesi sistemin tıkandığına işarettir. Köklü değişikliğe gitmek şart gibi. İdeolojik devletten, ideolojiler karşısında taraf olmayan devlet (hakem devlet) mantığını ikame etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü Türkiye hakem devleti arıyor, milletin hür iradesine hizmetkâr yönetimi arzuluyor. Hukuka saygılı devlet görünümümüz olmadığı için, batıda nükseden Gladio benzeri örgütler bizim toprağımıza da sıçramış. Faili meçhul cinayetlerin şimdiye kadar aydınlanamaması ister istemez bizi bu pis kokulara seferber etti milletçe. Halkımız hukuka güvenmiyor, pis kokular arttıkça güven bunalımı daha da derinleşiyor her geçen gün. Öz güvenini yitiren devletimiz, yeniden güven tazelemek istiyorsa, devlet içinde yuvalanan çetelerin Varlığına son vermeli ve bertaraf etmelidir. İttihat ve Terakki çetesi anlayışını günümüzde devam ettirdiğimiz sürece hukuk devleti hiçbir zaman olamayız. ‘Devlet baba’ geleneğimiz hak ve hukuk aramada bizi kayıtsız kılıyor maalesef. Devleti tabulaştırarak O’nu hatasız ve dokunmaz görme alışkanlığımız bizi uyuşturuyor. Ekonomik faaliyetleri bile devlet eline teslim etmişiz. Girişimcimizin yeterince olmaması, hala devlet ağırlıklı yapımızdan kaynaklanıyor. Böyle olunca ne hak arıyoruz, ne üretiyoruz, ne de demokratik taleplerde bulunuyoruz. Üretmeden tüketen toplum olmamızın sebeplerinden biride devleti patron konumunda değerlendirmemizden dolayıdır. Oysa asıl patron millet olmalıydı. O halde üretimin artması tabandan başlayan yapılanmayla mümkün. Tavandan yönlendirmeler üretim artırmadığı gibi, halkın kendi hakkının yenildiğinden habersiz kılıyor. Ekonominin devlet tekelinde yürütülmesi demokratikleşmemizi geciktiriyor. Özel girişimcilik, demokrasi kültürü artıracak iksire sahip ve demokratikleşme sürecinin temelini oluşturacaktır. Bu gerçekler devlet içinde palazlanmış güçler tarafından alabildiğine önlenmektedir. Devletin ideoloji dayatmasını kabul etmeyenler soyutlanmakta ve sistemin mekanizmalarının çarkına kurban verilmektedir. Devlete göre pozisyon alanlar en âli makamlara gelebiliyor ve üstün yetkilerle donatılabiliniyor. Çetelerden arındırılmış, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne inanmış kadroların işbaşına gelmesiyle biraz olsun ışığa kavuşma şansımız var hâlâ, vakit henüz geç sayılmaz. Hz. Ömer (r.a), Hıristiyan olan hizmetçisine İslam’ı kabul etmesini telkin eder, o da her defasında teklifi reddederdi. Buna karşılık Müminlerin Emiri Hz. Ömer (r.a), “Dinde zorlama yoktur” dedi. (El-Bakara 2/256) Hizmetçisinin bu hareketine rağmen Devlet Başkanı Hz. Ömer (r.a) vefatı esnasında onu azad etmiştir. İşte Adalet güneşi Hz. Ömer bu. Hürriyeti baş tacı yapan devlet mekanizmalarını oluşturmamız lazım. Hürriyetsizlik toplumsal talepleri radikal hale dönüştürmektedir çünkü. Bediüzzaman Hazretleri’ne sorarlar: “-Şu Rum ve Ermenilerin hürriyeti çirkin görünüyor, bizi düşündürüyor, Görüşün nedir?
    El-cevap: —Onların hürriyeti; onlara zulmetmemek ve rahat bırakmaktır. Bu ise, şer’idir. Bundan fazlası; sizin fenalığınıza, divaneliğinize karşı tecavüzleridir, cehaletinizden bir istifadeleridir. —Etrafımızda hayatımızı zehirlendirmek ve devletimiz parça parça etmek için ağızlarını açmış olan o müthiş yılanlara ne diyeceğiz? El-cevap:
    —Korkmayınız. Medeniyet, fazilet ve hürriyet; âlem-i insaniyette galebe çalmağa başladığından, bizzarure terazinin öteki yüzü şey’enfeşey’en en hafifleşecektir. Gayr-i Müslimlerle nasıl eşit olacağız?-Müsavat; fazilet ve şerefle değildir, Hukuktadır. Hukukta ise şah ile geda birdir. Acaba şeriat; karıncaya bilerek ayak basmayınız dese, tazibinden menetse; nasıl Âdemoğlu’nun hukukunu ihmal eder? Kella… Biz imtisal etmedik. Evet, İmam-ı Ali’nin (r.a.) adi bir Yahudi ile muhakemesi ve medar-ı fahrimiz olan Selahattin-i Eyyubi’nin miskin bir Hıristiyan ile murafaası sizin şu yanlışınızı tashih eder zannederim. —Şu Rum ve Ermenilerin hürriyeti bizi teşvik ediyor. Bir kere tecavüze başlıyorlar… Bize meyus ediyorlar? El-cevap:
    —Zannediyorum tecavüzleri, eskiden sizden tahayyül ettikleri tecavüze bir teşeffi-i gayz ve bundan sonra sizden tevehhüm ettikleri tecavüze karşı bir nü’mayiş gibidir. Eğer tamamıyla iman etseler ki, tecavüz sizden olmaz, adalete kanaat edeceklerdir. Şayet adalete kanaat etmezlerse; hak ve halkın kuvveti, burunlarını kırıp ikna ettirecektir… —Yahudi ve Nasara ile muhabbeten Kuran’da yasak vardır: “Yahudi ve Nasara’yı (Hıristiyanları) dostlar edinmeyiniz. “Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz? El-cevap:
    —…Kuran’ın yasağı umumi değil, mutlaktır. Mutlak ise kayd altına alınabilir. Zaman büyük bir müfessirdir; kaydını gösterse itiraz olunmaz.. Demek bu yasak, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan aynaları hasebiyledir. Hem de bir adam zatı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat ve sanatı içindir. Öyle ise her bir Müslüman’ın her bir sıfatı Müslüman olması lazım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve sanatları kâfir olmak lazım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir sanatı, istihdam etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? ehl-i ki kitaptan bir haremin olsa, elbette seveceksin!… ….Zaten onların ekserisi, dinlerine mukayyet değillerdir. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihdam ile iktibas etmektedir. Ve her dünyevi saadetin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, katiyen Kuran’ın yasağına dahil değildir. —Neden kâfir olana kâfir demeyeceğiz? El-cevap:
    —Kör adama, hey kör demediğimiz gibi… Çünkü eziyettir. Eziyetten nehy vardır. —Çok fena şeyleri işitiyoruz, değil mi? El-cevap:
    —Eskiden daha berbatı vardı. Fakat şimdi görünüyor. Bir dert görünürse, devası kolaydır. Hem de büyük işlerde yalnız kusurları gören cerbezelik ile aldanır veya aldatır. Cerbezenin işi, bir kötüyü-kötülüğü sünbüllendirerek iyiliklere galip etmektir. İşte şu cerbezenin acayip tavrı, zaman ve mekânda müteferrik şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile her şeyi temaşa eder… Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen güzel rüya görür. Güzel rüya gören hayatından lezzet alır. —Gayr-i Müslimlerin askerliği caiz mi?
    El-cevap: —Evvela, askerlik (devletlerarası kavga talimidir) kavga içindir. Dünkü gün siz o dehşetli ayı ile boğuştunuz vakit karılar, çingeneler, çocuklar, itler size yardım ettiklerinden size ayıp mı oldu? Salisen, peygamber (s.a.v.) Arap müşriklerinden muahid ve halefleri vardı. Beraber kavgaya giderlerdi. Bunlar ise, ehli kitaptır. Salisen: İslam devletlerinde velev nadiren olsun gayr-i Müslim, askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri Ocağı buna şahittir. —Şimdi Ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar, nasıl olur?
    El-cevap: —Saatçi, makineci ve süpürgeci oldukları gibi. Zira meşrutiyet, millet hâkimiyetidir. Hükümet, hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa; kaymakam ve vali, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır. —İfrat ediyorsun, hayali hakikat gösteriyorsun. Bizi de cahillikle suçlayarak hakaret ediyorsun. Zaman ahir zamandır, gittikçe daha fenalaşacak değil mi? El-cevap: -Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun…? Öyle mi? İşte ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım: Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve saki tane Nur’un sözünü dinleyen ve gizli bir gaibi nazarla bizi temaşa eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yusuf’lar, Ahmet’ler vesaireler… Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız. ‘Sadakta’ deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Sizler cennet-asa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zeminimizde çiçek açacaktır…. (Bkz. Münazarat, Bediüzzaman Said Nursi, Sözler Yayınevi, 1977 İst.) Doğu’da aşiret mensuplarının sorularına Bediüzzaman’ın dilinden verilen cevaplar hem aşiret devlet anlayışından hukuk devleti olmaya, hem farklı kimlikte insanlarla bir arada nasıl yaşanılacağına, hem de hoşgörüye çağrıdır. Bu karşılıklı mülakattan alabileceğimiz en büyük ders hukukun üstünlüğü, hoşgörü ve kardeşliktir. En kötü hukuk hukuksuzluktan iyidir sözünden hareketle, aşiret ruhunu terk edip meşrutiyete talip olalım. Vesselam.

  3. Yazan:DENİZ KÜBRA ARIKAN Tarih: May 23, 2008 | Reply

    türkiyeyi masonlar sarmışş milli değerlerimizi kullanarak ve önderimize tutunarak herşeyi ele geçirmek istiyorlar.bunun içinde faydası olan herkezi günah keçesi gibi gösteriyorlar buna alet olan bilerek ve bilmeyerek hizmet eden aydın denilen çok fazla cahil insanlara ne dememli…ne yazıkki osmanlının son çöküş devrinde bugüne kadar bu masonik çalışmalar hiç kesilmiyor.okumayan tarihini bilmeyen insanlar ise bu oyunların uşağı oluyor.bir kısmı tarihine küfrediyor bir kısmı atatürk ü kötülüyor tek ortak yanları hepsininde cahil olması veya başka örgütlere hizmet etmeleri.bu millet binlerce yıldır hiç bu kadar atasına,tarihine,dinine önderlerine saygısız olduğu başka bir devir yaşamadı.bırakın kendi dinine saygısızlığı ve edepsizliği başka ırkdan olan onlarca millete dinini huzurla yaşama fısatı vermişken şimdi de kurtuluş savaşında ilk önde yer alan mustafa kemal atatürkün arkasından giden dindar halkı atatürk düşmanı yapmaya çalışıyorlar.kimileri kendilerini kemalist olarak adlandıran ve dindar insanlara bu mubarek önderimiz mustafa kemal ataürkün adını kullanarak hakaret eden neye hizmet ettikleri belli olmayan kişiler ise kurtuluş mücadelisinde avrupa ya kaçan akşam likörlerini içerek gelişmleri canını garanti altına alarak seyredenlerin torunları değil mi?
    şeriatla yönetidiği dönemlerde dinine şimdiki dindarlardan daha bağlı olan millet mustafa kemal atatürkün arkasından hiç tereddüt etmeden nasıl gitti nasıl canını hiç düşünmeden verdi oturup bunu bi düşünsün bence bu millet.her iki fikrin kronik hastalarına tavsiyemdir bu.bir mevzuuya daha değinmek istiyorum bazı başka ırkdan olan milletler bizden daha fazla atatürkçü olduğunu söylemesin hiçbir mantığı yok bunun samimiyet olmadığı gibi.sadece kendi ırkına fayda sağlayacak diye benim önderimin adını kullanmasınlar.bunu kullanarak dindar halka mustafa kemal atatürkün adına yorum yapmasınlar.bunların hepsi oyun.bu oyun defalarca oynandı ama hala milletimiz uyanmadı.
    akp’yi de bukadar kötülemelerinin tek sebebide
    bu millete yakışan gelişmiş ülke modelinin önüne taş koymak değil mi?II.abdülhamit hana ve adnan menderese yapılan da bu değil miydi?
    ama bu oyunların hepsi boşuna düşünen insanlar hala var olduğu sürece acıda çeksek her zaman biz kazanıcaZ. BİR SÖZ VARDIR;KUL TUZAK KURDUĞUNU SANARMIŞ EN BÜYÜK TUZAĞI ALLAH KURAR.

  4. Yazan:Celal Gök Tarih: May 24, 2008 | Reply

    bu bildiriye katiliyorum

  5. Yazan:blue Tarih: May 25, 2008 | Reply

    Bürokrasinin kolay teslim olmayacağını aylar önce söylemiştik. Yargının tarafsızlığı filan, fasa fiso. Adamlar, devlet ideolojisinden taraf olduklarını defalarca söylediler. Bu, tüm bürokratik kurumlarda böyle. Her ne pahasına olursa olsun AKP’ye izin vermeyecekler. İlla ki onların dediği olacak. AKP, ya sistemin bir parçası olacak, ya da sistemin dışına itilecek. Ama ne anayasayı değiştirebilecek, ne bürokratik elitin yetkilerini kısıtlayabilecek, ne de orduyu rejim muhafızlığı bahanesiyle siyasetin üstündeki gücünü kısıtlayabilecek.
    Ama nereye kadar? Bu oligarşinin de bir sonu var. Halkın istediği olacak, korkmanın ecele faydası yok. Hatta, AKP’ye şükretsinler, bir on -onbeş yıl sonra öyle liberal partiler ortaya çıkacak ki, AKP’ye rahmet okutturacak. Onlar, biz kaç kişiyiz diye kendilerini saymıyorlar. Mevcut konjonktür seslerinin gür çıkmasına izin de vermiyor. Ama bu ulusalcı heyula elbette bitecek. Sahte mezhepler gibi, ya Mesih’in gelmesini beklemekle kendini tüketecekler, ya da liderleriyle birlikte kendilerini yakacaklar. Çünkü içi boş, kof… Fikri temeli olmayan bir ideoloji duygusallıkla ne kadar sürdürülebilir? Eh, 3-5 sene daha… Ondan fazla değil.

  6. Yazan:murat Tarih: May 27, 2008 | Reply

    siz değilmisiniz albaraka türk’ün verdiği faize kârpayı deyip helaldir helaldir diyip yiyen, sakalınızı… siz değilmisiniz en kolayını yapan iş gücünü iş kalitesini yükseltip elde tutmak varken SATAN sizin…

  7. Yazan:halil dinç Tarih: May 27, 2008 | Reply

    Dün büyük çoğunluk özelleştirme yanlısıydı bu gün geneli devletçi oldu. Dün yine aynı çoğunluk AB diye yırtınıp dururdu bu gün neyin korkusu ? Dün avrupa örnek gösterilir bilim , sanat, hatta din:) avrupa mı değişti geri kaldı nerdesiniz. Dün herkes şucu, bucu ,ocu bügünde öyle yarın olmasın lütfen. Herkes kimin ne olduğunu biliyor. Maskeler düştü artık hem yaşlanmışsınız yüzünüzde çizgiler takıyosunuz maske uymuyor yüzünüze düşüyor yüz aynı yüz kalıp değişiyor….

  8. Yazan:berna Tarih: May 29, 2008 | Reply

    gönderdiğim alıntıyı bu adreste sol.org.tr adresinde bugün okudum. sitedeki kampanyanızı da bugün gördüm. ben de fikrimi yorum yapmadan alıntı kullanarak belirtmek istedim.

    Soldan sorumlu AKP milletvekili

    AKP bu statüyü henüz resmen ihdas etmedi. Ama gayrı resmi kadro baştan dolu. Şimdilik bir kişi. Sol zannedilenden ibaret olsaydı fazla bile olurdu!

    Kadroyu ve sol zannedilenleri temsil eden, Ufuk Uras.

    Uras gerçekte AKP’nin soldan sorumlu milletvekilidir.

    Bizzat icat etmediğim bu deyimi bir arkadaşımdan biraz dönüştürerek ödünç aldım. Ancak her ikimiz bu deyimin “fikri mülkiyet hakları”nı Uras’a hediye edebiliriz.

    Daha önce bu görev kapsamında çeşitli faaliyetlerde bulunan Uras, bir yıl kadar önce rastlaştığımızda, kendisine atfedilen “tarikatlar sivil toplum kuruluşudur” görüşünün bir tahrifat olduğunu söyleyip sitem etmişti. Ben de bir yazımda söz etmiştim. Ufuk keşke tarikatlar sivil toplumun parçasıdır demekle kalsaydı!

    “Yargının bu konularda taraf olmaması gerekir. Yargı mensupları, siyasi parti ve milletvekili gibi davranmamalı.”

    Bu, bir AKP tezidir. Tezin mucidinin AB olduğu anlaşılmıştır. Yargının bağımsızlığı-tarafsızlığı üstüne Avrupa’nın yeni bir literatüre ne ölçüde yataklık ettiğini bilmiyorum. Ancak bu yöndeki eğilimin işareti bol. AB yetkilileri, Avrupalı burjuva siyasetçiler yargı kurumunun ille de bağımsız olmayabileceğini alenen söyleyebilmekte, bizzat yüksek mahkeme temsilcilerinin, kendimi bildim bileli, yargının bağımsız olmayışından şikayet ettikleri Türkiye’ye “daha da az bağımsızlık” telkin etmektedirler.

    Bu tezin bir versiyonu, kendini meclisin tek sosyalist milletvekili ilan eden Uras’a bulaşmış. O da “yargının bağımsızlığı kadar tarafsızlığının da önemli olduğunu” anlatıyor…

    Uras bir yana, bu tez yanlıştır.

    Birincisi; bağımsızlığı azaltılan, yani egemenlere daha doğrudan mekanizmalarla bağımlı kılınan bir kurumun nasıl tarafsız olacağını biri çıkıp anlatmalıdır!

    İkincisi; sömürü düzeninin tarafı olan bir kuruma, bizim “sömürüye karşı taraf olma” çağrısı yapmamız ve daha önemlisi bunun için mücadele etmemiz meşrudur. Tarafsızlık, işte tam da bu türden haklı ve meşru baskı ve mücadeleleri boşa çıkartmanın bir argümanıdır.

    Üçüncüsü; tarafsızlık ilkesinin birinci sıraya yazılması, işi yokuşa sürmekten başka ne anlama gelebilir ki? Yargı ve hukuk her zaman her yerde toplumdaki egemen ilişkilere taraftır. Daha açığı, yargı, verili toplumsal düzenin sürdürülmesinin bir aracı, verili yönetici güçlerin egemenlik mekanizmalarından biridir. Yargı kurumlarının kendi sınıfsal aidiyetlerine, düzenin yazılı ilkelerine ihanet etmesini gerçek bir kural haline getiremezsiniz. Yazılı bir kural haline getirirseniz de, döner, bir üstte söylediğim gibi bir demagoji olarak sizi vurur. Dördüncüsü; tarafsızlık tartışması gerçekten pek kısırdır. Zira çok sıkışırlarsa, evet, diye efelenebilirler, biz (kapitalist) müesses nizamdan, (12 Eylülcü) anayasanın temel ilkelerinden, hatta verimliliği bütün dünyada bir norm olarak kabul edilmiş serbest piyasa düzeninden yana tarafız!

    Beşincisi; peki benzer bir savunu “bağımlılık” için yapılabilir mi? Bu karşılaştırma bile hangi kavramın üstüne gitmenin, sol açısından ön açıcı olacağını anlatmıyor mu?

    Altıncısı; yukarıdaki alıntı, pratikte tek anlama gelir: Siyasi partiler (yani AKP ve dostları), milletvekilleri (yani AKP milletvekilleri) ve Uras eklememiş ama, herhalde AB komiserleri, yargıya verip veriştirmekte özgür olsun; yargının eli kolu bağlı kalsın!

    Yedinci olarak ve toparlarsak; yargı objektif olarak taraftır ve başka objektivitelerde de taraf olacaktır. Ama yargı gerçekten de bağımsız olmalıdır.

    Yargının dinci gericilikle laiklik, emperyalist kuruluşları merkeze oturtan bir işleyişle siyasal bağımsızlık arasında taraf olmamasını savunan bir sol kendi ipini çeker. Sol, yargının, insanın insanı sömürmesi ile eşitlik ilkesi arasında ikinciden yana taraf kılınması için mücadele etmelidir. Sol, yargıdan, savaş ile barış arasında taraf tutmasını talep etmelidir. Sol, yargının, kâr güdüsü ile kâr için patronlarınca ölüme sürüklenen işçiler arasında taraf olmasını savunur. Bütün bunlar düpedüz siyasi konulardır.

    AKP, bağımlı olduğu zaten kabul edilen yargının iplerini büsbütün eline almak istemekte, kendinden yana taraf hale getirmek istediği bu kurumu tehdit ve terbiye etmeyi hedeflemektedir. Yargı reformu tam da budur.

    Ve Uras AKP’nin bu operasyonuna da destek atmaktadır: “Yargı reformu belki bu açıdan gerekli. Yargı, siyasi parti gibi davranmamalı…”

    “Soldan sorumlu AKP milletvekilliği” nitelemesini fazla ağır bulanlar çıkabilir. Ancak haklı olsalar bile, böyle düşüneceği kesin olanlardan bazılarının ileri derecede AKP’ci olduğu kesindir. Düşünsenize, haber sitesi sesonline’ın, yeni sendikalar yasa tasarısı için zil takıp oynaması kalmış, AKP’nin öğretmenlere grev hakkı tanıdığının altını çizmiş, durduk yerde, “muhtıracılar”ın, yani bu konjonktürde yargının buna karşı olduğunu araya sıkıştırıvermiştir. AKP diliyle bu tür bir haberciliğe “dam üstünde saksağan”dan başka ne denir!

    Acaba beni sübjektif davranmaya iten, sadece 3-5 tane içiyor olsam da, şu sigara alışkanlığım mı? Biliyorsunuz, cadde duvarlarını sigara kısıtlamasına destek amacıyla parti “lideri” afişleri süslüyor. Yıllar yılı “liderlik kültü”nü eleştirmek Erdoğan, Yazıcıoğlu veya Baykal’la aynı kalıba girmeyi engellemiyormuş.

    Yine de; belki gerçekten ben yanılıyorumdur, ÖDP Genel Başkanına haksızlık yapıyorumdur. Ama Uras’ın biraz çaba göstermemesi ve şu espri merakını dizginlememesi halinde haksızlık yapanlar azalmayacak, tersine çoğalacaktır. Tersane kapatmanın sorunu çözmeyeceğini, önlem alınması gerektiğini anlatmak için, işçi sınıfının 100’e yakın cenaze çıkardığı bu sektör hakkında “Başı ağrıyor diye kafa mı kesiliyor?” soru-esprisiyle (!) söze başlayan, yanlış anlaşılmayı hak etmiş demektir! Öldürülen işçiler baş ağrısı mıdır? Bu esprinin, patron ve yöneticilerinin tamamının tutuklanması, devletin el koyması gereken Selah Tersanesi’ni dostlar alışverişte görsün niyetine kapatıp açanlara yakıştığı açık değil midir?

    Aydemir Güler 29 Mayıs 2008, Perşembe

  9. Yazan:hatice tamtürk Tarih: May 30, 2008 | Reply

    şuanda ülkede ters giden sadece hiç birşey olduğuna inanmıyorum zataen halk istikrar istiyor yoksa sen dinlenmişsin öteki mevki kazgası ırgalamıyor sadece geçim derdinde buda bu gün şey değilki ama her nedense birileri halkın gözünde biraz büyürde halkın içinde olursa bazı çevre görüş veya rant çervreleri hemen harekete geçiyor sebeb her zaman aynı ama bir yerlerden yönlendiriliyorlar çünkü esas olan ülke değilki karşıdakine olan minnet borçları isterse bunlar ülkede her seçimde meydanda değillermi halk bunları görmüyormu o zaman neden bu çaba birileri için bu her seferinde aynı oluyor yoksa 47ler gibi sandık başında bekleyerek halkdan oy toplayanlardan olacaksınız zaman düşünmemek elde değil artık bu sefer zorla olmaz o zaman halk bukadar bilgili değildi bukadar özgürde değildi basın yoktu olanda zaten yapacak birşeyi yoktu teknoloji biryerde her şeylerden haberdar olan herkesi tanıyabilen bir toplum ortaya çıkardı bunu için bu sefer olmaz

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin