RSS Feed for This Post

Derin Lügat / Başlarken

malcolm Xİslâm ülkelerinin işgal edilmesi kadar acı olan bir şey varsa o da lisanımızın tahakküm altında olması. Özgürlük, adalet, bilgi, hak, inanç, vicdan gibi hayatî önemi olan kelimelerimiz dahi Batı’nın işgali altında. Alıp satma serbestliği ile iyi, güzel, doğruyu seçme hürriyetini ayırd etmek zorlaştı. Akıllara tahakküm kuran pozitivizm herşeyi o kadar eşyalaştırdı ki aşk ile cinsellik bile aynı kelimelerle anlatılıyor. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür)

Sözümona “ nesnellik/objekiflik / bilimsellik” adına her türlü manevî duyguyu yok sayan bu güruha Müslümanlar da katılıyor. Bazen gafletten, bazen dünya sevgisinden. Neticede laik / hümanist / liberal etiketlerle dayatılan dogmalara direnebilmek için yeni bir lügat inşa etmek gerekiyor. Müslümanların artık kendi kelimeleriyle, yani Müslümanca okuyup yazabilmeleri zamanı geldi. Aksi takdirde İslâm davası basit bir aidiyet davası durumuna düşecek. İslâm’ın cihanşümul vasfını idrak edemez ve ettiremez isek “biz – ötekiler” algısı camdan bir duvar gibi Müslümanları frenlemeye devam edecek.

Bugün dünya derdine düşmüş, davasız Müslümanlar ile her soruna radikal, hızlı ve şiddetli çözüm arayan fanatik Müslümanların sorunu ortak: Anlayamadıkları bir dünya, gittikçe karmaşıklaşan teknoloji, diplomasi, ticaret vs karşısında ya hedonist ya da nihilist bir tavır almaktalar. Bu bağlamda şiddet yanlısı bir islamcı ile İslâm düşmanı bir çapulcu hatta bir neo-nazi bile aynı zeminde buluşmakta: Hayatın anlamını bekledikleri yerde bulamadıkları için “HAYATIN ANLAMI YOK!” diyorlar. Gittikçe büyüyen piyasalar ve Avrupa Birliği gibi devasa bürokratik yapılar karşısında insanlar kendilerini anonim, önemsiz ve ikame edilebilir yedek parçalar gibi hissediyorlar. (Bkz. Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru isimli e-kitap)

 Klavuzu Batı Olanın…

Biz haklı olarak “Batı’nın fikir lisanı yani insan, hürriyet, ahlâk, sanat ve siyaset tasavvuru bize uymaz” diyoruz ama Batı’ya ne getirdi bu tasavvur? Bir de buna bakmak lâzım.

Silah ve parayla 3 asırdır dünyaya, bu arada İslâm coğrafyasına da hakim olan Batı ne yazık ki kültür aşamasını geçip bir medeniyet kuramadı. Medenî olmak… Yani bir değerler manzumesi etrafında farklı yaşam biçimlerini, ırk ve inançları bir arada barış içinde yaşatabilmek. Medeniyet kurmak, yani sanatı, siyaseti, felsefesi, mimarîsiyle, adalet sistemiyle hatta ordusuyla müşahhas (somut) fiillerinde mücerret (soyut) değerlerini yansıtabilen kurumlar meydana getirebilmek…

Batı sadece bir kültür olabildi; bir birikim. Üstelik bu biriktirme çoğu zaman atıl bir tortu olmaktan ileri gidemedi. Müzelerde ve kütüphanelerde  biriken resimler, heykeller, kitaplar ve müzikler asırlara yayılan ortak değerleri yansıtmak yerine üretildikleri devirlerin dünyevî kaygılarını temsil ediyorlar: Vatikan’ın, kral ve baronların himayesi, yükselen burjuvanın sınıf atlama talebi ve nihayet tüketim toplumunun kâğıt mendil gibi kullanıp attığı “sanatçılar”, reklam panolarından farkı olmayan pop-art!

Güzel sanat – güzel ahlâk münasebetinden nasibini alamayan Batı 3 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde bulunuyor. İnsanlık tarihindeki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın kalbinden çıkıp yayıldı dünyaya. Hak kuvvette değil kuvvet haktadır. Ama bunu bilmeyen Batı’nın “alimleri” kitap yüklü eşeklere benziyorlar. Malümat var ama ilim yok.

Kelimelerini yitirdi Batı. Bunun için bir medeniyet kuramıyor. Ak ile kara birbirine karıştı. Rönesans ile birlikte taklitçi figüratif sanat ve merkezi perspektif dayatıldı sanat dünyasına; “Yeniden doğuş” denilen bu hareket soyut sanatın ve hüsn-ü mücerredin ölüm fermanı oldu. Sözümona Aydınlanma  ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. (Bkz. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır isimli e-kitap) Akl-ı mead yok sayıldı, akl-ı meaş put oldu. Putperestliğinin dahi farkında olmayan Batı “ilkel” putperest toplulukların gerisine düştü.

Batı’nın kelimelerinden kurtulmak

Seküler ve rölativist varlık tasavvuruyla  kimliksiz kaldı Batı. “Ben kimdir?” sorusuna vereceği cevap yok. Yani değişen, eskiyen, yok olan et-kemik vücut karşısında aynı kalan (ing. identic), eskimeyen bir mânâ, bir kim(?)-lik, bir identity bulunmuyor. Batı insanı artık Hristiyanlığın değerleri ile borsadaki menkul kıymetleri ayırd edemeyecek durumda; her ikisine de “values” diyerek birini ötekiyle takas edebilmekte.

Yine bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı olarak kullanılıyor: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Aynı sebeple Batı insanı ruhun hürriyeti ile (liberty) nefsin serbestliğini (possibility) ayırd edemiyor; Her ikisine birden özgürlük diyor: libertyliberté. Oysa nefs-i hayvanîyi zaptedebilen, uhrevî kaygı ile frene basabilen insan hürdür. Ama polis korkusu ya da cemiyetin ayıplaması sebebiyle kendini tutan bir insanın ötekilere “saygısı” nefsanîdir. Polis ve mahalle baskısı ortadan kalkınca hür olmayan ama serbest kalan insan bir anda hayvanlaşır, yakıp yıkar, öldürür, tecavüz eder. (Bkz. Çapulcular” ne istiyor?)

Gandhi “Batı medeniyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna gülerek “iyi fikir, yapsanız iyi olur” mealinde cevap vermiş. Gerçekten de Batı bir medeniyet değil ancak bir kültür olabilmiş, geçmişini müzelerde, kitaplarda, filmlerde biriktirebilmiştir sadece. Zira ruh ile nefsi ayıramayan bir topluluğun bunun ötesine geçmesi imkânsız görünüyor. Ruha ve nefse aynı ismi verdikleri için (ing.spirit, Fr. esprit) bir müddet sonra akıl ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar, ikisine birden reason / raison demeye başlamışlar. Oysa akıl ile zekâ bir değildir. Akıl (reason) iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrım yapar. Bir referans sistemine, değerler manzumesine dayanarak ayrım ve/veya yargı yapmaya yarar. Müslümanların FaRuKiyet (ing. discernement) dediği vasfın öznesidir akıl; insana mahsustur. Oysa zekâ problem çözmeye yarar. Bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kaçmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak için zekâ gerekir ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

Netice

Batı’nın bozuk lisanı, Sanat’ı eğlence zannetmesi, seküler toplum tasavvuru, objektif bilimci dogmaları, tektipleştirici siyaseti ve rölativist ahlâkı İslâm alemine elbette uymaz. Fakat insan fıtratına aykırı olduğu için bu tasavvur özelde Batı’nın ve genelde insanlığın dertlerine çare üretmeye de yaramaz. Zaten son 3 asırda Batı eliyle yapılan zulüm bu iddiamızı ispatlamak için yeterli. O hal de ne yapmalı?

Zararın neresinden dönülse kârdır. “Gayret bizden, netice O’ndan” diyerek yola koyulmaktan başka çare yok. Batı’nın bozduğu kelimelerin izini sürmek, kantarın topuzu nerede kaçtıysa oraya kadar gitmek gerekiyor. Kaç kelime? 100 temel kavramın esaretten kurtarılması kayda değer bir netice doğurabilir. Zira bunlara doğrudan bağlı olan diğer kavramların esareti domino etkisiyle sağlanabilir.

Derin Düşünce sitesinde 6 yıl boyunca 5000 küsur başlık altında, 40.000’i aşan yorumla tartıştık. E-Kitaplarımızın sayısı 60’ı buldu çok şükür. Bu birikimi kullanarak bazı kelimeleri Batı’nın tahakkümünden kurtarabileceğimizi, hiç olmazsa bu yönde bir katkı sağlayabileceğimizi umuyoruz.

Katkılarınızı ve Dualarınızı Bekleriz

derin_sozluk

 
… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerineCumhuriyetin ilânından bu yana Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:fatma gökhan Tarih: Eki 29, 2013 | Reply

    “Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak için zekâ gerekir ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.”

    Kalp ile düşünebilmek gerek. Vicdan o zaman ortaya çıkıyor. Akıl ve zeka arasındaki fark ancak bu kadar güzel örneklendirilebilir.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin