RSS Feed for This Post

Kriz çıkarma özgürlüğü

ABD’de emlâk krizi patlamadan önce Goldman Sachs müşterilerini bu sektöre girmeleri için teşvik ediyordu. Fakat aynı Goldman Sachs “Abacus” adlı bir finansal ürün kanalıyla emlâk sektörünün çöküşüne oynamaktaydı. Bir başka deyişle emlâk sektörünün çökeceğini bile bile müşterilerini yatırım yapmaya itti. Hatta bu firmanın devasa büyüklüğü ve spekülatif “karizması” dikkate alınırsa çöküşe oynamasının krizi DOĞRUDAN tetiklediği söylenebilir.(1)

 Dev firma sahtekârlıkla suçlandı. 15 temmuz 2010’da ufak bir ceza ödeyerek yöneticilerini akladı. Ceza miktarı 550 milyon dolarcıktı yani firmanın iki veya üç haftalık kârı kadar. Bu kadar ufak bir para 2009’da dağıttığı primlerin 50’de biri bile etmiyordu!

Goldman Sachs böyle yapıyordu çünkü para kazandırabildiği müşterilerinden aldığı ücretten çok daha fazlasını işlemlerden alıyordu. Yani küçük oyuncular kazansa da kaybetse de Piyasa’nın dalgalanmasıydı onlara kâr ettiren. Haliyle yatırımcıların panik ile aşırı iyimserlik hali arasında gidip gelmesi gerekiyordu. Bu korku/coşku halini sürdürme gücü de onların elindeydi. Yani finansal bilgiyi üretirken bu bilgiyle başkalarının servetlerini de yöneten, bu servetin yatırıldığı Piyasa’da bizzat kendi adına da oynayan hep aynı aktördü: Goldman Sachs. Elbette bu durum kanunlara aykırı idi. 1930 krizinden bu yana finansal eşkiyalığın önüne geçen bir sürü yasa yapmıştı ABD. (Örneğin Glass-Steagall Act) Ama Goldman Sachs Amerikan oligarşisi içine yerleştirdiği kurmayları sayesinde Adalet’in de üzerine çıkmıştı artık; her türlü devlet denetiminden denetiminden kurtulmuştu. (Hâlen de bu durum sürmekte)

Özetle ciğer kediye emanet edilmişti. Kedi ciğeri korursa kazanacak, yerse daha çok kazanacaktı. Obur kedi Goldman Sachs ciğeri sahibiyle beraber yuttu!

Goldman Sachs kazandı. Peki kim kaybetti? Ev borcunu ödemediği için sokağa atılanlar kaybetti. Goldman Sachs’a güvenip Emlâk borsasına yatırım yapanlar kaybetti. “Subprime” denilen riskli emlâklarda başlayan kriz bütün Amerikan emlâk sektörünü sardı. Bu alandaki işçiler, taşeron firmalar kaybetti. Panik havası borsadaki saydam olMAyan bileşik ürünler yüzünden diğer sektörlere yayıldı. (ki bu da ayrı bir suçtu) Bütün Amerikan halkı kaybetti. Kriz diğer gelişmiş ülkelere yayıldı. Çünkü bu ülkelerin bankaları da ahlâksızlık yapıyorlardı. Ulus-devletler onlara ceza vermek yerine finansal eşkiyalığı yasallaştırdılar. Neticede  “subprime” kelimesini hayatında duymamış, Goldman Sachs’ın ne olduğunu bile bilmeyen sıradan Avrupalılar da kaybetti. ABD ve Avrupa’da yatırımlarla birlikte istihdam geriledi, çalışanlar kaybetti. Bu ülkelere mal satan Türkiye gibi ülkeler dış ticaret sebebiyle dolaylı olarak etkilendiler ve potansiyel kazançtan kaybettiler.

 Krize sebep olan bankacıları kurtarmak için Atlantik’in her iki yakasında 700-800 milyar dolar harcandı. Çünkü ulus-devletler bankaların batmasını göze alamazlardı. Peki bu kurtarma parası kimin cebinden çıktı? Vatandaşların ödediği vergilerden. Böylece gelecek on yılların yol, köprü, okul, hastahane parası, yaşlıların emeklilikleri de Goldman Sachs ve saz arkadaşlarına kurban edilmiş oldu. Yukarıda “… kaybetti” diye andığımız gruplar bu yolla ikinci bir kez daha feci şekilde soyulmuş oldular.

Temiz iş değil mi? Sanırım insanlık tarihinin en büyük soygununa tanık olduk.  “Gel yazı tura oynayalım” diyor Goldman Sachs. “Yazı gelirse ben kazanacağım, tura gelirse sen kaybedeceksin!”

Tabi insanların rızkıyla bu kadar çok oynayınca sonuçların ekonomiyle sınırlı kalması imkânsızdı. Maddî güçlerinden yoksun bırakılan küçük yatırımcılar, işini kaybeden insanlar ve fakirleşen ulus devletler yeni bir dünyaya zemin hazırlamaktalar: Piyasa’nın demokrasiyi ezdiği bir düzen (=kaos) kuruluyor. Ulus-devletler direnemiyorlar. Zira bir çok gelişmiş ülkede finans, ekonomi, hazine bakanlıkları Goldman Sachs’ın ortaklarının ve/veya eski müdürlerinin elinde. (Bkz. Avrupa? İşgal altında bir ülke gibi!) Liberal düşünür Hayek’in Şili’li bir gazeteciye söylediği şu sözleri hatırlayalım:

 “Şahsen liberal bir diktatörü liberal olmayan demokratik bir hükümete tercih ederim” (“Personally I prefer a liberal dictator to democratic government lacking liberalism.”)

 Artık bu teorik tercih ete kemiğe büründü, cisimleşti, sadece dünya ekonomisine değil dünya siyasetine de şekil vermekte. Sayın Piyasa’nın ulus-devletlere baskısı halkların oyu kadar, hatta bazen daha fazla. Biz Avrupa’da yaşayanlar “Piyasa şu kanunu sevdi, filan başbakanı sevmedi” gibi manşetlere alışmaya başladık. Gelecek onyıllarda ABD ve Avrupa’da demokrasinin gerilemesi ihtimal dahilinde. Halkın gücü Piyasa’ya devrediliyor. Çünkü bazı liberallerin zannettiği gibi liberalizm demokrasinin ön koşulu/müttefiği değil. Tersine, liberalizm demokrasinin bir alternatifi. Liberalizm ideoloji haline geldikçe, doktrin maksimum noktaya yaklaştıkça yoluna çıkan engelleri silip süpüren bir tsunamiye benziyor. Demokrasi (halkın gücü) ile Piyasa’nın gücü çekişme haline giriyor. Aslında bu yeni bir durum ya da bir sır değil. Eskiden beri liberal düşünürlerin açıkça savunduğu ideolojik bir duruş:

“…Maksadımız asla demokrasiyi fetiş hale getirmek değildir… Demokrasi esas itibariyle, dâhili sulhu ve ferdi hürriyeti korumak için bir vasıta, faydalı bir usuldür. Bir vasıta olarak da, asla hatadan salim değildir. Unutmayalım ki, mutlakıyetçi bir idare altında bazı demokrasilerdekinden daha fazla fikir ve kültür hürriyeti bulunduğu vakidir. ( Hayek, Kölelik Yolu, sf. 114)

Aslında bu noktada iki farklı özgürlük fikrinin çatışmasına tanık oluyoruz. Liberallerin özgürlüğü ile demokratların özgürlüğü arasında büyük bir uçurum var. Liberaller “özgürlük” deyince mülkiyet hakkı,  alıp satma, yatırım yapma gibi ekonomik özgürlükleri anlıyorlar. Bu uğurda diğer özgürlükleri harcamaya hazırlar:

“Piyasa’nın iç dengelerine ve özel mülkiyete saygı bireyi bağlayan yegâne kural olmalıdır. Piyasa’nın vatandaşlarca yapılacak kanunlarla düzenlendiği demokrasi bireysel özgürlükler için bir tehlikedir.“( Hayek , Law, Legistlation and Liberty, 1973)

Hayek’in teoride savunduğu ideoloji artık günlük hayatımızın bir parçası. Şimdi Yunanistan ütülüyor. Ama yalnız değil. İtalya’da bir piyasa darbesi yapıldı. Portekiz, İspanya, İrlanda sırada. İzlanda’nın durumu da parlak değil. Goldman Sachs gibi obur kedilerin hem ciğeri hem de sahibini yediği bu asırda ekonomik faaliyetlerin kanun üzeri görülmesi sanırım daha da netleşiyor örneklerden sonra. Kendini “uygar” ilân etmiş olan Batı ciddî bir yer sartıntısı geçiriyor. İnsan hakları, Tabiatın korunması, Adalet, vatan sevgisi gibi Amerikan dolarına çevrilemeyen değerler yok sayılıyor. Bunların yerini satın alma hakkı, sahip olma hakkı ve satma hakkı gibi değerler alıyor. Batı zihniyet değiştiriyor:

 “Avrupalı siyasetçiler yakın zamana kadar Çin’i de eleştirebiliyorlardı. Meselâ işkenceleri, işçi sömürüsünü, Tibet’in işgalini… Ancak Avrupa ekonomisi fonlar ve IMF kanalıyla Çin’e bağımlı hale gelirken/getirilirken bazı taşların da yerinden oynayacağı muhakkak. İnsan hakları ve tabiat gibi “alınıp satılmaz” varlıkları koruyan kanunlar da artık bir tür piyasada arz-talep dalgalanmalarına maruz kalacak. Hukuk’a ikame edilen Piyasa günlük hayatımızı doğrudan etkileyecek. […]Zira “AB’yi krizden kurtarma” operasyonu basit bir ticarî çıkar ilişkisi içinde değerlendirmek hata olur. Miktarların yüksekliği ister istemez “yapısal” bazı neticelere gebe. Açalım: Fransız ve Alman uzmanlara göre halen AB’nin kamu borcunun 500 milyar avroluk bir bölümü zaten Çin’den alınmış. Dış ticaret fazlası sayesinde Çin’in elinde biriken 3200 milyar dolar ise esas olarak Amerikan doları. ABD’ye güveni giderek azalan Pekin bütün yumurtaları aynı sepete koymaktan bıktı ve fazla alternatifi de yok. 2010 yılında AB’nin GSMH’sının 12.268 milyar avro olduğunu dikkate alırsak Çin’den gelen bu desteğin(?) ne derecede “yapısal” sonuçlar doğurabileceği daha net anlaşılabilir sanıyorum.” (Sürdürülebilir Şerefsizlik: Çin ve Avrupa)

 Sonuç

Ne Hayek ne de Goldman Sachs gibi firmaları “şeytan” ilân etmek istemiyorum. Sanırım Batı’nın en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, konfora odaklanan batılı insan politikadan uzaklaştı. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Alexis de Tocqueville‘in iki asır önce öngördüğü gibi yeni bir totaliter rejime zemin oldu bu duyarsızlık. (Bkz. Liberalizmin Kara Kitabı) Hitler’in üstün ırk(!) modeli, Stalin’in, Mao’nun komünist partizanları vardı. Tektipleştirilmişti insanlar; korkuyla, polis baskısıyla vicdanları susturulmuştu. Robot gibilerdi. Batı’nın refah toplumunda ise insan “tüketici” kalıbında eritildi. Bir isteme makinesi haline getirildi.

Reklâm afişlerini, film ve sloganlarını biraz inceleyenler 1930’ların totaliter propagandasıyla bizim reklâmlarımız arasındaki ürkütücü benzerliği görebilir. Bolluk içinde yaşanmakta olan bu baskı korkarım kelimelerin kaybı ile başladı. Adına ne dersek diyelim, özgür irade, hürriyet, özgürlük… İnsan’ı hayvandan ve makinelerden ayıran yegâne vasıf kayboldu. Zira hayvan serbesttir (liberty) ama insan özgürdür (freedom).  Bu kelime zihinlerimizde hakiki mânâsından koptu, hayvanî bir özellik olan serbestlik ile İnsan’a has olan Özgürlük’ü birbirine karıştırdık:

“…Özgürlük kavramını zenginlerin alıp satma serbestliğine, tilkinin kümesteki “özgürlüğüne” eşitledi liberaller. Ama bu hayvanî özgürlükten başka bir de insanî özgürlük var. Gözden kaçırmayalim derim.

Özgürlük serbestlik değildir. Maddî çıkarlarımıza uygun olsa bile bazı şeyleri sırf “yanlış olduğu için” yapmayı reddedebilmektir özgürlük. Vicdanın sesini duyup patrona, topluma, devlete kafa tutabilmektir. İşkence yapması emredilen bir polis amirine ve kanunlara direnebilirse özgürdür.  Çünkü “teknik” olarak mümkün olan şeyi yapmakta serbestiz, en az hayvanlar kadar. Devlet evlerimizi, telefonlarımızı dinlemekte serbest. Biz çevreyi kirletmekte serbestiz. Silah üreten firmaların hisse senetlerini satın alıp savaşlara ortak olmakta serbestiz.

Bir insan için özgürlük canının her istediğini yapmak değil daha “yüce” değerler uğruna “alçak” değerlerden vaz geçebilmek olmalıdır. Soljenitsin’in deyimiyle “başkalarının mutluluğu için kendi arzularına sınır koymak…” Mutlaka çok büyük fedakârlıklar aramaya gerek yok…” (Ticarî bir mal olarak “Adalet’)  

 

 Dipnotlar

  Sermaya piyasalarında büyük aktörlerin yatırım kararları ve/veya tahminleri sadece “bilgi” değildir. Kendini gerçekleştiren birer kehânettir. Meselâ Georges Soros’un Fransız frangına karşı spekülasyon yaptığı, bu yolla tek başına Fransa’da enflasyonu körüklediği yılları hatırlayın. Bir merkez bankası müdürünün sözleri  ya da en büyük sanayicilerin iyimser/karamsar tahminleri de böyledir.

 

… Bu konuda e-kitap …

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile  liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin. 

 

 

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro

Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor.  Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 8 Trackback(s)

  2. Eki 1, 2012: Yunanistan: Dış borç demokrasinin ve ulusal egemenliğin sonu oldu : Derin Düşünce
  3. Eki 2, 2012: Liberalizm : Adalet ve güvenlik mal gibi satılabilir mi? : Derin Düşünce
  4. Eki 9, 2012: YAKINDA: Fakir tuzağı :
  5. Eki 10, 2012: Liberalizmde insanları aç bırakma özgürlüğü de vardır :
  6. Ara 4, 2012: Bize Demokrasi değil Adalet lâzım
  7. Ara 5, 2012: Kâr ederse banka hepsini alır, zarar ederse halk hepsini öder
  8. Eki 18, 2014: Özgürlük / Hürriyet / Serbestlik / Liberty / Freedom / الحرية
  9. Mar 11, 2017: Batıda demokrasi ve hukuk kim vurduya gitti!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin