RSS Feed for This Post

Devlet Kuranların Millet Kurgusu(4):Milleti Kıracaklardı, 12 Mart Muhtırası

Önceki bölümler:

 Türkiye’nin darbeler tarihini yazmaya çalıştığım, ‘ Devlet Kuranların, Millet Kurgusu ‘ başlıklı yazı dizisinde, önce 27 Mayıs Darbesini ele almış, bu darbenin öncesi ve sonrası gelişmelerini kronolojik olarak işlemiştim. Bu dizinin arasına ‘ Devlet Kurabilirsiniz, Millet Kurgulayamazsınız ‘ başlığıyla anayasalarımızın tarihi seyrini eklemiştim. Bu başlıkta kronolojik olarak ilerlediğimiz yakın tarihimizin bir başka anti-demokratik girişimi olan ‘ 12 Mart Muhtıra’sını ele almaya çalışacağım.

   12 Mart 1971 Muhtırası- Darbesi (?) çok girift bir hadisedir. Öyle ki, Demokrat Parti iktidarına 27 Mayıs Darbesi ile son verilmiştir. Milletin seçimi olan başbakanı asmaktan çekinmeyen zihniyet o zihniyetin yapacağı yeni bir anayasa olan 1961 Anayasasını hazırlayacak olan profesörlerin darbecilere nasıl bir anayasa istediklerini sorması üzerine hazırlanan, buna rağmen bugün mevcut anayasamızdan daha demokratik olan bir anayasa oluşturulmuştur. Bu anayasanın verdiği kısmi rahatlık sonucu nefes alan solun Türkiye içinde giriştiği faaliyetler ve devrim arzusu, liberal bir politika izleyen hükümetin yürüttüğü politikalar, içerisinde varlığının hakkını verdiği kadar, maalesef her daim darbe meraklısı olanlarında bulunduğu TSK’nın, her an müdahale etme durumu gibi etkilerin sonunda gerçekleşen vahim bir hadisedir. Ülke içerisindeki sol guruplar, dönemin AP hükümeti, TSK kadar, 12 Mart hadisesinin gerçekleşmesindeki faktörlerden biri de CIA’dir.

   Muhtıra Öncesi Gelişmeler

   Hiç şüphesiz tarihte gelişen olaylar birbirine etki etmiştir. Bunlardan 27 Mayıs Darbesinin etkileri 12 Mart Muhtırasını doğurmuştur.

   1961 yılı seçimleri sonucunda, 27 Mayıs mimarlarından CHP’nin oyları tek başına iktidara gelmesine yetmez, DP’nin bir nevi uzantısı olan AP ile koalisyon hükümeti kurmak zorunda kalırlar. 1965 seçimlerine kadar durum böyledir, o seçimden sonra iktidar artık AP’nindir. O zamanlarda millete bir kurtarıcı gibi görünen, sonraları ise her türlü taşın altından çıkacak olan isim Süleyman Demirel, partinin genel başkanıdır. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel sağlık sorunu yaşayınca, eski Genelkurmay başkanı Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı olur.

   27 Mayıs Darbesinden sonra oluşturulan anayasanın da fırsat vermesiyle sol düşünce siyasi alanda kendini göstermeye başlamıştır. 1961 yılında TİP kurulur. TİP’in varlığı CHP’nin siyasi söylemlerini etkilemiştir, bunun yanı sıra CHP artık ‘ ortanın solu ‘na doğru kaymıştır. 1962 yılında TİP, Türkiye Sosyalist Partisi ile birleşir, yeni oluşum birçok kez Anayasa Mahkemesine bazı anayasa maddelerinin değiştirilmesi için dava açar(Aynı dönem AP, seçim sözü olan DP’liler için siyasi af konusunu gündeme taşır). Oluşumun İstanbul Milletvekili Çetin Altan’dır ve tanım yerindeyse sol o dönem en güçlü muhalefetini yapmıştır, muhtıra sonrası 20 Temmuz’da TİP kapatılır ve yöneticileri tutuklanır. Solda durum bu iken, ordu içinde 1954’lerden itibaren başlamış olan hareketlilik ve darbe hevesliliği devam etmektedir.

   12 Mart’ta rol oynayan cuntalar çok çeşitlidir ve iç içe geçmiştir. Cemal Madanoğlu’nun başı çektiği sivil cunta(?), Muhsin Batur ve Faruk Güler’in başkanlığındaki askeri cunta vardır. Bu iki isim dışında ordu içerisinde birbirinden habersiz ve bağımsız kendi aralarında müstakil darbe yapmak isteyen cuntacı guruplar da vardır. Ordu içi bu şekilde kaynıyorken, hükümetin izlediği liberal politika soldan gelen seslerin yükselmesine neden olmaktadır.

   Elbet malum dış mihrakları da unutmamak gerek. 21 Ocak 1972 tarihli The Daily Telegrapy gazetesi ‘ Where The CIA Has Worked ‘ başlıklı haberinde yayınladığı listede CIA’nın 1960 ve 1971 yıllarında olmak üzere iki kez Türkiye’deki siyasi gelişmelere müdahalede bulunduğunu iddia eder. Bu olaydan kısa bir süre sonra henüz iktidara hakim olan muhtıracılar bu gazetenin ülkeye girişini yasaklar.

   Tüm bu gelişmeler olurken dünya üzerinde de yükselen sol düşüncenin etkisinde kalan üniversitelerdeki sol görüşlü öğrenciler de seslerini yükseltmektedir. Üniversitelerde siyasi düşünceler yayılırken, silahlarda üniversiteli olmuştur. Polisin üniversiteye girmesi neredeyse mümkün değildir, aslını isterseniz polisin de üniversitede işi olmamalıdır ancak aynı üniversiteler cuntacıların yeri de olmamalıdır.

   Bu gergin ortam 12 Mart 1971 tarihine yaklaşırken iyice gerilmiş, olaylar büyümeye başlamıştır.

   16 Şubat 1969’da Kanlı Pazar yaşanır. Beyazıt Meydanında ABD’nin 6. Filosunu protesto etmek için toplanan gençlik örgütleri ile karşıt görüşe sahip gençler karşılaşır. Olaylar sırasında Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan bıçaklanarak öldürülür. Hatta çok acı bir şekilde bıçaklanma anı basına da yansımıştır.

   Haziran 1970’e gelindiğinde çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasasında değişiklik yapan tasarı senatodan geçirilince, DİSK yönetimi ve sendikaları durumu protesto etti, eylemler ve yürüyüşler başlattı. 15-16 Haziran Olaylarında birçok işçinin katıldığı yürüyüş gerçekleşti, yürüyüşün birinci günü akşamı 60 günlük sıkıyönetim ilan edildi, DİSK’e bağlı birçok yönetici tutuklandı. Kadıköy’de meydana gelen olaylarda 2 işçi, 1 polis, 1 esnaf yaşamını yitirdi.

   9 Mart 1971’de olayların iç yüzü yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bir zümrenin ‘ gereksiz ‘ görüşüne göre; 12 Mart Muhtırasının belki ‘ iyi ki oldu ‘ dedirtecek tek küçük gerekçesi işte bu gün yaşandı. TSK tarafından emir komuta zinciri içerisinde bu muhtıra verilmemiş olsaydı, TSK içerisinde kurulmuş olan, Cemal Madanoğlu’nun başında bulunduğu, gizli askeri cunta bu tarihte askeri darbe yapacaktı. Cunta içine sızmış olan Mahir Kaynak vasıtası ile darbe önceden haber alınmış ve olaya karışanlar emekliye sevk edilmişti. (Daha sonraları dönemin Devrim Gazetesi genel yayın yönetmeni Hasan Cemal bu gizli niyetleri ‘ Cumhuriyeti Çok Sevmiştim ‘ adlı kitabında yazmıştır.)

   Tüm bu kaos, kargaşa ortamında tarih 12 Mart 1971’e gelmiştir. Saat 13.00’ı gösterdiğinde Darbe TRT Radyosundan şu şekilde bildirilmiştir: 

  • Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
  • Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
  • Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize…

   Ordu muhtırayı verdikten sonra Parlamento fesh edilmedi, partiler kapatılmadı, Anayasa askıya alınmadı fakat koşullar değişmişti, ordu tarafsız(?) bir başbakan aramaya koyuldu, CHP kadrolarından aranan tarafsız(!) isim bulundu; Nihat Erim. Erim 26 Mart günü CHP’den istifa etti, bağımsız başbakan hükümeti kurdu.

  Bir darbe daha tarihimizdeki yerini aldı. Bu darbe bir başka darbemiz olan 12 Eylül’ü doğurdu; ölenler öldü, kalan sağların bir kısmı 12 Eylül’ü yarattı, bir kısmı 12 Eylül’ü alkışladı, bir kısmı 12 Eylül’de öldü, ölemeyenler işkence gördü. Tüm bunları göremeyenler ‘ ordu göreve ‘ diye bağırmaya devam etti. Sonra sonra biz anladık ki, darbe siyasi meseleler kılıfına sokulmuş, vicdan yokluğudur.

  Bu kadarı ile de kalmadı. Muhtıra verilmesi olayından sonra o dönem sağ görüşlülerce ‘ anarşist ‘ kabul edilen ve Süleyman Demirel’in idamları hakkında onay oyu verdiği Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 tarihinde idam edildi. Bu ‘ üç fidan ‘ın idealleri, inançları ve yaşamları ellerinden alınmakla kalmadı, ölümlerinden sonra 1969 yılında öldürülen arkadaşları Taylan Özgür’ün yanına gömülme istekleri yerine getirilmedi.

  Ölenler öldü, işkenceden kalan sağlar, onların yarım bıraktığı mirası devraldı. Öldürenler de öldürdü, hayatta olmayan katillerin görevini de onlar devraldı. Parkasını sırtından çıkarmayan bir ‘ çocuk ‘ postalların kurbanı oldu. Emperyalizm ve kapitalizm illeti, vahşeti bu gün sinsice sindiği hayatlara, o gün yağlı urgan oldu.

  27 Mayıs’ta sağ için gelen idam, 12 Mart’ta sol için geldi. Ve biz sonra sonra anladık ki, insan lehine dahi olsa, gerek otorite eliyle, gerekse sivil ellerce işlenen cinayetler; adı ve niyeti ne olursa olsun, insanlığın hayrına olmamıştır, olmayacaktır.

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 5 Yorum

  2. Yazan:bade Tarih: Ağu 26, 2010 | Reply

    Calakalem, dikkatsiz ve kronoloji mi yoksa yorum mu yapildigi belli olmayan, baginti ve baglantilarin önemli bir kismi ya atlanmis ya da üstü kapatilmis olarak yazilmis bir yazi..
    baslikla ilgisi olmayan ve hayalkirikligi yaratan…

    1. TIp deneyimi üzerinde durulmasi gereken bir önemdedir…
    2. 6. filoya karsi cikan karsit gruplar hakkinda ve 12 MARTAN Taaa 12 Eylül’e gelinen sürecte “sag-muhafazakar ve dindar” kesimin darbeseverligi ve gösterdigi destek de atlanmis..
    3. 9 Mart’cilar sadece emekliye sevkedilmediler kendileri de darbe yapmis olanlarca paradoksal olarak anayasadaki “darbe yapmaya tesebbüs” sucuyla yargilanip asildilar da…

    elestirlecek cok nokta var lakin en önemli gördügüm bi kac seyi böyle belirtmis olayim…

  3. Yazan:cb Tarih: Ağu 27, 2010 | Reply

    çok doğru söylemişsiniz ama eksikler var mesela yazar, dönem solcularının darbecisi olan bir asker ile birlikte darbe için çalıştığını söylememiş, darbeseverlik konusunda solcular ile muhafazakarlar arasında fark olmadığını da söylememiş, asılan insanların işlediği cinayetleri falan da konu etmemiş,12 mart döneminde asker eliyle devrim mantığı güderek darbe yapmak isteyen sol da atlanmış, neden acaba?

  4. Yazan:Emekli tarih öğretmeni Tarih: Eki 7, 2010 | Reply

    bir olayla ilgili belgeleri okumadan sırf karşı olmak için çarpıtanlar acaba kendilerini avuttuklarını düşünerek utanç duymuyorlar mı?
    27 mayıs türkiye’de çöreklenmekte olan devlet faşizmine karşı yapılmış bir halk hareketidir. Ancak bu devrimin sonuçlarından yine de gerçek devrimciler yararlanamamışlardır, çünkü 12 mart ve 12 eylül dış güdümlü askeri cunta faşizmi devrimci hareketi buldozer gibi ezerken, devrim ve aydınlanma karşıtlarının önünü açmıştır. Onlar da bu gün gerçeklerin üzerine yatarak ahkam kesiyorlar.

  5. Yazan:tarihçi,araştırmacı yazar,uluslararası ortadoğu uzmanı... Tarih: Eki 7, 2010 | Reply

    Kusura bakılmasın(yok yok bakılsın,mahsuru yok)
    öyle emekli tarih öğretmeniyim demekle her yazılan doğru olmuyor.Hele hele faşizmin en alasını önümüze devrim diye parlatılıp konması tek kelimeyle yalancılık,aymazlık ve sahtekarlıktır.Dahası ideolojik taraftarlığın en pespaye biçimidir.Zatı ali emekli hazretleri,tarihi çarpıtmakla kalmıyor bir de utanmadan başkalarını taraftarlıkla suçluyor.
    Neymiş efendim,27 Mayıs devrimci halk hareketiymiş.Breh breh breh!
    E valla Hitlerin başını çektiği Nazi hareketi de her halde demokrasi hareketi falandır.
    Yahu insan bir sıkılır,utanır!Savunma hakları bile ellerinden alınarak insanlar idam edilmiş.Sanık durumundakilere olmadık hakaret ve aşğılamalarda bulunulmuş.Yargılama esnasında en insani haklar bile ayak altına alınmış.Üstüne üstlük silah zoruyla memleketi zapturapt altına alan bir kaç faşist generalin ve onun işbirlikçilerinin işidir 27 Mayıs.Yani bildiğimiz Askeri Cunta.Yani silah zoruyla yönetime el koyma.Yani DARBE!
    Anlamıyorum,gerçekler bütün belgeleriyle bu kadar ortayken bu canhıraş svunmanın anlamı nedir acaba?Tarihe kara bir leke olarak geçmiş bu insanlık sıçuna duyulan hayranlık nasıl bir psikolojidir?Hadi işin insani,vicdani boyutunu geçtim,bari insan saçmalarken nasıl bir duruma düşeceğini düşünür.Eh demekki insanda utanma duygusu kalmayınca bu tür kaygılara yer kalmıyor.
    Ne diyeyim utancınızla böbürlenip yaşamaya devam edin.Ama inanın sizin gibi yanlı,gırtlağına kadar kör ideolojilere batmış insanların zırvalarına kimseler inanmıyor,bilmem farkında mısınız?
    Tek kelimeyle yazıklar olsun diyorum.

  6. Yazan:Cengiz Cebi Tarih: Eki 7, 2010 | Reply

    27 mayıs türkiye’de çöreklenmekte olan devlet faşizmine karşı yapılmış bir halk hareketidir.

    Bence de “breh breh!”

    Ama bence bu kadarı da bir “sanat” artık.

    “Bakın ne kadar tepetaklak şeyler yazabiliyorum” diye övünebilir sayın emekli hocamız.

    Durun ben de bir kaç tane yazayım:

    Siyah aslında siyah değil, beyazdır!

    Sövmek aslında sövmek değil, iltifattır.

    Cinayet aslında cinayet değil, hayattır.

    Tecavüz aslında tecavüz değil, namusu kurtarmaktır.

    Tabi sayın hoca kadarını herkes başaramaz.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin