RSS Feed for This Post

Devlet Kuranların Millet Kurgusu; 27 Mayıs 1960 Darbesi(2): Dayatılan Son, İhtilal!

Çok Partili döneme geçişin rahatsızlığını daha ilk günlerde yaşamaya başlayanlar; kendi içlerinde guruplar oluşturmuş, küçük darbe birlikleri kurmuş, kendi içlerinde birbirine düşmüş, rahatsızlıklarını arttırmış, ülkeyi de rahatsız etmeye başlamıştır. Artık ortam her türlü hukuksuzluğun uygulanabilirliği kıvamına gelmiştir. Her dönemin hamanı basın, iki öğrencinin öldürülmesini abartmış, açlık-sefalet naraları atmıştır. Bugünlerin bir cümlesi olan ‘ Ordu Göreve ‘ naraları düşmeden, ordu içinden bazı isimler gaipten bu seslenişlere cevap vermiştir. Dayatılan son vuku bulmuştur; vakit darbe vaktidir.

   Ali Fuat Başgil 27 Mayıs sabahını şöyle anlatmaktadır:

 ” 26/27 Mayıs gecesi, her türlü tertibat yerli yerince alınmıştı. Plan gereğince önce PTT ve Ankara Radyosunu ve sonra da tespit edilen diğer yerleri ele geçirmek için sabah saat 04.00’da tam teçhizatlı ve elleri silahlı Harp Okulu talebeleri, uykuya dalmış şehre indiler. Yalnız PTT’nin işgali bir kişinin ölümüne mal oldu. Bilinçli patlayan silah sesleri durumu halka bildirmenin bir yöntemiydi. Çok kısa bir süre içinde ( 1.5 saat ) bütün kilit noktaları işgal edilmişti. Önce hükümet üyeleri, sonra büyün milletvekilleri derhal Harp Okulu’na sevk edildiler. Bu arada Ankara Radyosu iktidarın silahlı kuvvetler tarafından ele geçirildiğini ilan ediyordu.

   Cumhurbaşkanı kendisine silah doğrultanlarca Köşk’ten sürüklenircesine çıkartılarak tutuklandı.

   Tüm bunlar gerçekleşirken, Menderes Eskişehir’deydi. Durumu haber alır almaz Konya’ya geçmek üzere Kütahya’ya hareket etti. Kütahya Vilayet Konağına geldikten sonra burada tutuklanarak Ankara’ya götürüldü.” ( Ali Fuat Başgil 27 Mayıs İhtilali Ve Sebepleri )

   Milli Birlik Kuruluyor…

   Halkın lehine bir iş yaptığını düşünenler aslında ne yaptığını bilmiyordu. Tek derdi demokrasiyi baltalamak, militer bir sistemi ve onun sivil ismini hükümran kılmak isteyenler darbeye konsantre olmuştu. Bu öyle bir darbe hipnozuydu ki; darbeden başka bir şey düşünemeyenler, hükümeti devirdikten sonra ne yapacaklarını dahi düşünmemişti. Milli Birlik Komitesi içerisinde mühim bir isim olan Orhan Erhanlı anlatıyor:

 ” Hükümet devrilmişti ancak kimse ne olacağını bilmiyordu. Memleket radyo tebliğleri, telsiz ve telefon emirleriyle yönetiliyordu. İktidarı ele geçirenlerin kimler olduğu, Milli Birlik Komitesi içerisinde kimler olduğu bilinmiyordu. Kimse kimseye güvenmiyordu… Silah zoruyla Başbakanlığa girebildim. Bakanlar Kurulu salonuna girince şaşkınlığım bir kat daha arttı. Yoğun bir kalabalık mevcuttu. Çoğunu tanımıyordum… Her şey çok düzensiz görünüyordu. Oradan geç saatte ayrıldım. Yolda yürürken düşünme fırsatım oldu; tez zamanda bu komiteyi düzenleyemezsek, devleti de kendimizi de batıracağımızı idrak ettim.

   Özel birkaç toplantı yaptık. Komiteyi resmen kurmayı ve isimleri kararlaştırdık. Ancak hiçbir şey net değildi. Komiteye erken gelenler oturmuş, adeta erken ben geldim, kabineye ben gireceğim niyeti güdüyordu.

   6-7 saat süren son toplantıdan sonra milletin kaderini ellerine teslim edeceğimiz 38 kişilik bir liste oluşturduk. Kabul gösterenler olduğu gibi itiraz edenler, tehditler savuranlar da oldu. ( Orhan Erhanlı Anılar…Sorunlar…Sorumlular… )

 Tevkif Çılgınlığı ve Tahliye Rahatsızlığı…

   Akli melekelerini kaybetmiş, emir verici akılların eseri olan emanet akıllı bazı rütbeliler öyle bir şaşkınlık içerisindedirler ki tutuklama görevini oldukça abartmışlardır. Bu tutuklama görevi öyle bir hal almıştır ki, tutuklananların sayılarının çokluğundan Harbiye’de, Harbiyelilere ne yatacak yer, ne de yiyecek kalmıştı.

   Tutuklanmalar haddini aşınca Cemal Modaoğlu’nun emriyle bir kısım DP’liler serbest bırakılır. Her dönem üniversite içerisinde bulunan darbecilerin arka bahçe bekçisi bazı profesörler hemen bu durumdan rahatsız olup, tahliye icraatının failini Cemal Gürsel zannedip Cemal Modaoğlu’nun yanına koşmuşlardır. Bu tahliyelerden rahatsız olanlardan biri de, şu an kurtarılmış üniversite statüsünde bulunan İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar’dır. Onar’ın dahiyane fikirleri bununla sınırlı değildir. İki öğrenci öldürülmesi olayını, yüzlerce öğrencinin öldürüldüğü haberi şeklinde yaymış, iki öğrenciden fazla ölü bulamayınca ondan fazla tabuta taş doldurarak şehitliğe defnetmek gibi yaratıcı fikirlere imza atmış bir ilim adamıdır!

 Yassıada Yolculuğu…

   Yassıada mimari Milli Birlik Komitesinin başında bulunan Cemal Gürsel’in bu ilk ada fantezisi değildi. Daha önce de kendisinin ‘ bana bir ada bulun tüm yobazları buraya tıkayım, işlerini görelim ‘ cümlelerine şahit olmuş kişiler mevcuttur.

   Tutuklanmalardan sonra bir araya getirilen tutuklular, istiflenerek Yassıada yolculuğu için hazırlanıyordu. Numara sırasına göre dizilen kafileler, Harbiye öğrencilerinin hakaretleri eşliğinde askeri otobüslere bindirilmişti. Otobüslerden indirilip tahliye edilecekleri uçaklara doğru yürüyüşlerinde yine Harbiye öğrencileri küfürlerine, hakaretlerine devam ediyor tüfeklerinin dipçikleriyle itip kakıyorlardı.

   Bu itiş kakış eşliğinde uçak yolculuğu biter, tutuklular vapurlara bindirilir. Vapurda yara bere içerisinde bulunan bakanlar, hükümet görevlileri yüzlerini birbirlerinden saklayarak ağladıkları yolculuklarından sonra nihayet Yassıada’ya varılır.

   Sonra mı? Sonra gelsin aşağılamalar, zindan günleri, işkenceler, yıldırmalar, bezdirmeler…

 Duruşmalar Başlıyor… Yassıada Saatleri…

   14 Ekim 1960 Cuma günü duruşmalara; ” sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerine alındılar. Müdafiler hazır. Açık olarak duruşmaya başlandı ” sözleri ile başlanır. Aynı açılış cümlesi Yassıada Saati başlığıyla radyolardan millete duyurulur. Bu milletin iradesinin yargılanıp, idam edilmesinin açık aşikar ilanıdır.

   Aynı gün Hürriyet Gazetesi, ” 401 sanık adalet huzuruna çıktı ” yalan ve taraflı başlığını atar. Zira adalet Yassıada’ya getirilen vapura bindirilmemiştir.

   Sanıyorum, bugün milletin iradesine parmak sallayarak yön vermek isteyen rütbeliler bu geleneği o günlerde mahkeme salonlarına gelen milletin seçtiği vekillere parmak sallamayı, el kol kaldırmayı maharet bilen Yüksek Adalet Divanı mahkeme başkanı Salim Başol’dan devralmışlar.

   Yargılamalara teker teker girmeye gerek yok. Şu diyalog malum muamelenin anlaşılması için yeterlidir:

 Başol: Ne okudun, eğitimin nedir?

Tutuklulardan Biri: Yüksek tahsil yaptım.

Başol: Belli belli, otur!

   Bu hukuksuzluk ve gayri ciddi -suçlu dahi olsa- (6-7 Eylül Olayları ki, olayda çok başka faktörler de suçludur )  insanların izzeti nefislerine dokunan hareketlerin yapıldığı bir ortamda; yeri geldiğinde, gereğince(!) tutuklulardan bazıları ailelerinin gözleri önünde rencide ediliyordu. Fatin Rüştü Zorlu elleri kolları bağlanıp, bir teğmen tarafından dövülüyordu.

   14’ler Tasfiye Ediliyor, Demokrasi Korunuyor!

 MBK içerisinde diktörasiyi demokrasi zanneden bazı isimler, zamanında fitillerini ateşledikleri üniformalılardan 14 kişiyi Milli Şefimiz İsmet İnönü fikriyatının da etkisiyle tasfiye eder ve sürgün imajıyla yurtdışına sürgüne gönderir. Bu icraat ile birlikte aslında MBK bizzat kendi lehine anayasayı çiğnemiş ancak kendileri için lüzumlu gördükleri bu ictihada gereklilik kılıfı uydurmuştur.

   14’ler içerisinde bulunan isimlerden birisi de Alparslan Türkeş’tir. Türkeş, bir sonraki darbelerde, sivil katletmelerde rol alacak, 50 yıl sonrasında işlenecek cinayetlere zemin oluşturan bir kitlenin yoğrulduğu kabın ismi olan MHP’nin başkanlığıyla yarım bıraktığı görevine devam edecektir.

   Cemal Gürsel İtiraf ediyor…

   MBK’nın başındaki isim Cemal Gürsel ilk açıklamalarında hükümeti devirip, bir nevi -henüz icat edilmemiş- Bodrum inzivası havasında köşesine çekileceğini belirtiyor birkaç gün sonra görevinin başından ayrılmayacağını ilan ediyordu.

   MBK zor durumda, mahkemeler bitmiyor. Milletin başının boş olduğunu düşünenler bu başları doldurmaya niyetliler. Güya milletin lehine çıkılan yolda milletin seçtiği vekilleri hunharca yargılıyorlar, millet kimsenin düşüncesinde değil. Tutukladıklarını bir şekilde asıp konuyu kapatmaya öyle konsantre olmuşlar ki bu arada ülke ne durumda pek kimse ilgilenmiyor. Akıllarına geldiğinde bir anayasa fikrine kapılıyorlar. MBK bu ulvi görev için kendi üniversite kayıtlılarını göreve atıyor. Sonra Cemal Gürsel burnundan soluyarak şöyle buyuruyor:

 ” Bir halt ettik, bu profesörlerin sözüne uyduk, başımıza dert açtık. Ne yapmak lazım geldiğini ben de kestiremedim. Bu iş uzarsa kötü olur. Anladığıma göre kısa kesmekte zor. Keskin teklifler gerek, bu işten bıktım, bir an önce bitirelim. ” ( Orhan Erkanlı hatıralarından )

 Ayağa Kalkın, Karar Anı…

   Yüksek Adalet Divanı Başkanı Selim Başol:

 ” sizleri buraya tıkan irade böyle istiyor ”

 cümlesini mahkemeler sırasında tutuklulara savuruyor. Derken iradenin emri vuku buluyor; peşinen verilmiş kararlar usulen açıklanıyor…

   Eski Cumhur Başkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, TBMM eski Başkanı Refik Koraltan, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan başta olmak üzere 15 kişi ölüm cezasına; 402 sanık müebbet ya da ağır hapis cezasına çarptırıldı. 135 sanık beraat etti.

 Kabus Bitti Mi?

   Kararlar sonucunda Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu İmralı Adasında idam edildi.

   Adnan Menderes’in darağacı altında son sözü: ” Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime saadetler dilerim”  oldu.

   İşte bu kabusun başlangıcıydı. Evveliyatında korku cumhuriyetinde karanlık fikirlerinin tohumlarını atanlar, 27 Mayıs Darbesinde bu kötü tohumların meyvelerini yemiş ve yedirmiştir. Kabustan uyanan bir milleti yeniden kabusa sürüklemiştir. Bugün yaşadığımız ortamda meşru(!) idamlar yerine gayrı meşru öldürmeler yaşanmışsa ve halen yaşanıyorsa bu bir nevi 27 Mayıs’ın yaptığı etkiden kaynaklanmıştır. Ve 27 Mayıs Darbesi bir sonraki darbeye, darbelerimize ilham vermiş, kabusumuzu, kabuslarımıza çevirmiştir. Aziz Türkiyeliler’in başı sağolsun, aziz milletimizin vicdanı sağ olsun!

Trackback URL

  1. 6 Yorum

  2. Yazan:Atılım Ateş Tarih: May 28, 2010 | Reply

    Merhaba Cemile Hanım,

    Köşe yazarları, 50. yıl vesilesiyle bu konuya epey yer ayırıyorlar iki gündür. İlgimi çeken birkaç yazı oldu, sizlerle de paylaşmak istiyorum:

    Engin Ardıç bugünkü yazısında çok partili hayata geçişin nasıl olduğuna dair görüşlerini yazmış. Bence şu gözlemi çok hayati:

    Celal Bayar’ın “Atatürk’ü sevmek ibadettir” demesi, Atatürk için bir koruma kanunu çıkarılmasına Menderes’in başbakanlığı sırasında karar verilmesi, çok sonraları dillere pelesenk olacak bir banka reklamını andırıyordu: Yok aslında birbirimizden farkımız…

    Hasan Bülent Kahraman da 27 Mayıs’ın neden vuku bulduğunu değerlendiriyor, özellikle 27 Mayıs darbesinin ordu hiyerarşisi dışında başlamasının sebeplerini irdeliyor. İlginizi çekebilir.

    Serdar Turgut ise doğrudan 27 Mayıs’a dair bir yazı yazmamış. Kemal Kılıçdaroğlu’na dair yazısında 1950 öncesi CHP ve Türkiye ekonomisi üzerine yaptığı araştırmaların sonuçlarına değinmiş.

    Necmiye Alpay Radikal’deki yazısında (Radikal’e link veremiyorum, acep nedendir?) o günleri yaşamış biri olarak anlatmış. Akademik değerlendirmelerden çok daha değerli bulduğum şey o günü yaşayan insanların izlenimleridir, insana farklı bir bakış açısı sunuyor.

    Ben o günleri yaşamadım tabii, ama geçtiğimiz 10 yılı yaşadım. Bugünün darbelere tepki duyan Türkiye’si meğer zaten geliyormuş, o günlerde fark etmemişim. 1960 ihtilalinin diğer darbelerden nasıl ayrı tutulduğunu ve anayasasından övgüyle bahsedildiğini hatırlıyorum. Hatta Demirel’e yöneltilen pek çok suçlamanın başında 1960 anayasasının verdiği özgürlükleri kısıtlaması gelirdi. Ama artık diğer darbeler yüksek sesle konuşulur olmuştu.

    Sanırım ilk defa 50. yılında sıra 1960 darbesine de geldi. Belki yanılıyorum, ama geçen senelerde bu kadar yoğun bir tepki yoktu sanki 27 Mayıs’a. İyi de oldu. Keşke o günleri yaşamış olan daha çok insan çıkıp ne gördüğünü ve ne düşündüğünü anlatsa. Tanıklar mahkemelerin olmazsa olmazıdır, değil mi…

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  3. Yazan:cb Tarih: May 28, 2010 | Reply

    atılım bey selamlar,

    kesinlikle çok doğru söylüyorsunuz. ben de 60 darbesinin ayrı tutulup yüzüne bakılmamasından çok rahatsızdım.bu nedenle ‘darbeler tarihine giriş’ olarak düşündüğüm yazı dizisini 60 darbesi ile başlatmayı uygun gördüm.zira 60 darbesi bu çirkin darbe silsilesinin başlangıcıdır ancak ülkenin çok ve boş konuşanlar listesi favori darbeler için konuşmayı maharet bildiği için bu darbeye gereken ilgi gösterilmemiştir.50. yılında bu denli üzerine konuşulması beni açıkçası sevindiriyor. bazı insanların aydığını görmek güzel.

    ben özellikle yazımda,canlı tanıkların anılarından alıntı kullanıyorum.ancak her tanık,tanık değildir.dün habertürk taraflı yayınlarından bir yayınında, adnan menderes ile çalışmış bir gazeteciyi konuşturuyor,ahlakı yok,gazeteci olmuş kime ne,diyor ki; bu darbe için ‘devrim’ diyebiliriz,zaten o dönemi anlatan bir kitabın ismidir, ak devrim! malesef bu denli utanç verici bir olaya devrim diyebilen gazetecilerin ülkesidir,bu ülke.

    aslında bazı şeyleri bu 2 bölüme sığdırmadım,3. bölümde inş. gireceğim,mahkeme değil şarlatan çukuru,bir kadın kilodunu parmağında sallayan hukukçuların,hukuksuz mahkemesidir orası…tutukluların dövüldüğü,şiddet gördüğü,bunun meşru kişilerce yapıldığı bir mahkeme mahkeme midir?

    ara ara yorumlar kısmına,yazı dizisinde girmediğim dip notları gireceğim.

    sevgi,saygı karşılıklı

  4. Yazan:ali duman Tarih: May 31, 2010 | Reply

    27 mayıs faşizminin müsebbibi yalanlarla saltanatını sürdüren ittihatçı zihniyet “hürriyet ve özgürlükçü anayasa” getirildi ezberini tutturmuş gidiyor.

    anayasa çok bi özgürülükçü ki hiç somayın, faşist 141-141-163 kanunları bile bu özgürlükçü anayasaya aykırı olamıyor, nasıl olabiliyorsa (zira öğrendik biliyoruz ittihatçı faşizan zihniyetin “ben yaptım, oldu”sunu)

    gak deyince 141’den idam, guk deyince 142’den idan, cuk deyince 163’den gelsin idamlar, bir özgürlük var bir özgürlük ki sormayın gitsin!!!

    işte bu ittihatçı zihniyetin takkiyeciliğidir, kökü derindedir.

    misal bu zihniyet 150 yıl önce “şeriat elden gidiyor” diye darbe yapmaya kalkmıştı (kuleli vakası), son yıllarda ise “şeriat geliyor” diye darbeler, komplolor planlanmış.

    27 mayıs TC nin ilk darbesi olabilir, ancak son yüzyılımız aynı zamanda darbeler ve komplolar tarihidir.

    darbeci, komplocu, komitacı ittihatçılığın yapmış olduğu sayısız komplo ve darbeler vardır, hükümetler yıkmış, ittihatçı hükümetler kurmuş, sahte 31 mart ayaklanmasını tezgahlamış, en nihayet faşist almanya ile yapılacak ittifaka engel olarak gördüğü Abdulhamit’i birçok entrika ve komplolar ile tahtından indirmiştir.

    Abdulhamit’ten 7milyon km2 olarak teslim aldığı osmanlıyı tarumar etmiş, gereksiz olarak ülkeyi soktuğu savaşta, ordu yok olmuş, tüm cephelerde kaybedilmiştir.

    Komplo ve entrikalarla indirdikleri Abdulhamit’in savunma hattı filistinde iken, bu komplocu, darbeci, komitacı zihniyetin yönetiminde savunma hattı neredeyse ankaraya kadar gerilemek zorunda kalmıştır.

    yalanı kendine bayrak edinmiş bu ırkçı ve faşist zihniyet o denli çapsız ve bilgisizdir ki, 40 bin kişilik rus ordusuna karşı 90 bin mehmetçiği tek bir mermi atmadan sarıkamışta ziyan etmenin onursuzluğunu yaşamıştır.

    dün, sırf hükümeti yıkabilmek için balkan savasında orduyu düşmana karşı savaştırmayarak, hezimetin hazırlayıcısı olan zihniyetle, çeşitli komplo ve entrikalarla en nihayet abdulhamiti tahtından indiren ve osmanlının sonunu hazırlayan zihniyetle 27 mayısı, 12 martı, 12 eylülü, 28 şubatı yapan zihniyet aynıdır.

    aynı olduğunu anlayabimek için yukarıda sıraladığım tarihsel olaylara bu zihniyetin bakış açısına bakmanız yeterlidir.

    bu hain zihniyete kalırsa orduyu savaştırmayan Abdulhamit hain, orduyu savaştırıp ülkeyi paramparça eden ittihatçılar kahramandır, yalan, dolan üzerine kurulu siyasetin sonu gelmiştir, bu son aynı zamanda onların da sonudur.

    ne zamanki yalanın iktidarı yıkılacak, işte o zaman darbeler, kompolar, entrikalar, katliamlarda sonsuza kadar gündemimizden kalkacaktır.

  5. Yazan:cb Tarih: May 31, 2010 | Reply

    ali bey,

    yorumunuza katılıyorum,sizin yorumunuzda belirttiğiniz konular inş. 3. bölümde işlenecek ancak malum gündem insanda hal bırakmıyor aslında gündem hiç değişmiyor,dün neyse bugün o.zalimin eylemi değişmiyor sadece kimliği değişiyor

  6. Yazan:ali duman Tarih: Haz 1, 2010 | Reply

    cemile hanım,

    yazılarınızı beğeni ile takip ediyorum, başta insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü olmak üzere yazılarınızın çok olumlu yansımaları olmaktadır.

    bugün gelinen noktada, 100 yıllık yalan iktidarı eliyle yaratılan “sahte sol” ve “sahte sağ”ın sahte demokratlarına karşı “hakiki sol” ve “hakiki sağ”ın hakiki demokratlarının ortaklaşa mücadele vermeleri gelecek güzel günler için kaçınılmaz bir durumdur, zira demokrat sol’unda, sağ’ında en geçerli ortak paydası demokrasidir.

    bu manada güzel yazılarınızın devamını bekliyorum, allah yolunuzu açık etsin, kolaylıklar diliyorum, selam ve saygılar.

  7. Yazan:aziz yılmaz Tarih: Haz 1, 2010 | Reply

    Bizim neye ihtiyacımız var biliyor musunuz?Hukuksuzluğa hukuksuz,cinayete cinayet,katliama katliam diyebilecek vicdanlı seslere…Araya “ama”lar,”fakat”lar konmadan,lafı dolandırmadan ve zikzaklar çizmeden olabilmeli bu.

    Bu yazı benim için bu yönden anlamlıdır.Çarpıcı bir belgedir.İbret alınasıdır.”O zamanın koşulları”diye başlayan savunmalara sığınma anlayışı terkedilmelidir artık.Nedir mesela “o zamanın koşulları!”
    Her türlü kötülüğü sıradanlıştıracak özel bir neden mi vardı?Yoksa kötülüğe mazeret teşkil edecek bir kayıp zamanda mı yaşıyorduk…İnsanlığa,vicdana,merhamete ve adalete dair bütün emareler bir anda silinip gitmiş miydi ki?

    İşte bunu anlatmamız gerekir çocuklarımıza,torunlarımıza.Anlatmalıyız ki gelecekte başka kara sayfalar yaşanmasın.Anlatmalıyız ki canavar ruhlu insanlara bir daha bir daha gün doğmasın.

    Onun için tarihi önemseyelim,cesaretle yüzleşelim ve insanlığımıza sahip çıkalım.Bu bir insanlık görevi olarak karşımızda duruyor.Adaleti,hakkı,hukuku cellatlara teslim etmek istemiyorsak bu iradeyi göstermek,insan olmanın sorumluklarını yerine getirmek durumundayız.

    Fakat maalesef her 27 Mayıs tartışmasından bu dersler pek öne çıkmıyor.Düşünebiliyor musunuz tarihin bu karanlık sayfasından hala “devrim”olarak söz edenler var.Utanmazca gözlerimizin içine baka baka yalan söylemekte en ufak bir sakınca görmüyorlar.

    Ar ve namus damarı çatlamış bu zihniyete diyebilecek fazla bir şey yok.Onları tarih hakketikleri çöplüğe gönderecektir er veya geç.

    Lakin o dönemin mağdurları arasındayken bugün celladına aşık olan bay Cindoruk ve taifesi acaba insanların yüzüne nasıl bakabiliyor?

    İşte asıl ibretlik olanı budur.Ne için?Batasıca iktidar hırsı,makam,mevki ve çıkar uğruna!Peki değer mi beş paralık siyasi rant için bu kadar sürünmeye.Kirli ve ahlaksız siyaset dedikleri şey bu olsa gerek.Bay Cindoruk bu anlamda türünün son örneğidir.Sırf AKP’ye karşı bir şeyleri diriltmek adına yola çıkan sefillerin maskarası haline gelmiştir.Bu zihniyetlerce parlatılıp parlatılıp piyasaya sürüldükçe rolünün hakkını vermekte bir beis görmemekte,o kanal senin bu kanal benim arzı endem edip”görev”ini icra etmektedir.

    Haydi hep beraber utandıralım bu insanlık fukaralarını!Gerçekleri tokat gibi yüzlerine vuralım ki bir daha karşımıza çıkıp cellatların avukatlığını yapmaktan biraz olsun utanabilsinler.Bir parça utanılacak yüz kalmışsa tabii…

  1. 2 Trackback(s)

  2. Kas 9, 2010: Devlet Kuranların Millet Kurgusu(4):Milleti Kıracaklardı, 12 Mart Muhtırası : Derin Düşünce
  3. Mar 31, 2011: Türk basını Hukuk’un Üstündedir(2): İç savaş çıkarabilir! : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin