RSS Feed for This Post

Yeni anayasada idam cezası olsun mu?

 Devlet eliyle insan öldürülünce adı “cinayet” olmuyor. “Ceza” diyoruz. Yani bir suç var, hak edilmiş(?) bir de cezası var. Devlet de bunu uyguluyor. Fakat insanın bir suçlu/şüpheli olarak yargılanabilmesi için suç anında “özgür iradeye sahip” olduğundan emin olmalıyız. Yani başka türlü davranma imkânı varken “suçu seçmiş” olmalı.

19 ocak 2005’te ABD’nin Kaliforniya eyaletinde idama mahkûm edilen Donald Beardslee beyin dokularıyla ilgili bir sağlık sorunundan muzdarib idi. Onu idama mahkûm eden jüriye bildirilmemişti bu durum. Oysa “Psikopatlık ve Karizma” isimli yazımızda aktardığımız gibi bazı beyin dokularının yıpranması insanın iyi-kötü ayrımı yapmasına, başkalarına acımasına, ya da toplum kurallarına uymasına mani olabiliyor.

Diğer yandan “toplum kuralları” mutlak bir iyilik ölçüsü değil. Haliyle suç dediğimiz şeyler toplumdan topluma ve bir çağdan ötekine değişebiliyor. Meselâ İstanbul’da arabasını çaldıran biri için bu bir maddî yıkım. Belki taksidini ödememiştir. Belki o araba sayesinde hayatını kazanıyordur. Ama açık denizde bir insanın teknesini ya da çölde jipini çalan hırsız o kişiyi açlık ve susuzluk içinde ölüme terk etmiş olur. Eylem aynı ama suçun adı birincide hırsızlık ikincisinde ise cinayet olabilir.

 Ortaçağ Avrupa’sında kralı saymamak ya da ateist olmak bir suçtu. Çünkü “Tanrı’nın gölgesi” olan krala bağlılık aynı zamanda toplumsal düzene, kurallara saygı idi. Din ve adalet ayrı düşünülemiyordu.

 Mutlak iyiyi tam olarak tarif edemediğimiz halde bir hukuk sistemimiz var. Suçları tarif eden ve cezaları belirleyen kanunlar yapıyoruz. İyiyi, kötüyü, insanı ve adaleti bu kadar az tanıyan devletlerin kendi vatandaşlarını öldürmeye yetkileri olabilir mi gerçekten?

  Bunun yanıda  iyiyi kötüden ayırma kapasitemiz mükemmel olmadığı gibi devletin bu kapasiteyi hayata geçirme şekli de tartışmaya açık. Ahlâken onaylamadığımız işleri devletin göz yummasını, organize etmesini hatta bizzat üslenmesini kanıksamadık mı? Genelevler vergi veren birer ticarethane. Devletler piyango bileti ve at yarışı gibi  tekeller yoluyla kumar oynatıyor.

 “Komikliğe” bakın ki çoğumuzun “kötü” dediği uyuşturucuyla mücadele ediyor devletler. Ama bunlardan farkı olmayan depresyon tedavi(!) ilaçları sağlık sigortası kapsamında. Ya alkol ve sigaradan alınan vergiler? Zihnin çalışmasına engel olan ve alışkanlık yapan eroin, kokain ve benzeri maddeler ile alkol ve sigaranın farkı ne? Neden, hangi ölçüte göre bir kısmı yasak?

 Buraya kadar idam cezasının meşruluğu önünde iki engel gördük:

  • 1) insan topluluklarının tarafsız bir iyi-kötü ayrımını yapamaktan aciz oluşları,
  • 2) Devletlerin erdemli davranma konusundaki yetersizlikleri.

 Türkiye’ye odaklanacak olursak…  80 yıllık tarihinde Türk Adaleti‘nin temel görevi haklıyı değil rejimi savunmak oldu. Kemalci rejime ve ondan nemalanan ekiplere boyun eğmeyen ya da kafa tutma ihtimali bulunan hemen herkes Türk Adaleti‘nin tokadını yedi.

 Meselâ İstiklâl Mahkemelerinde şapka kanununa muhalefetten asılanlar olmuştu. Yine Mustafa Kemal’in sağlığında olmadı mı Dersim katliamı? Alevî ve/veya Kürt olmak suçundan(!) 80 bin kişinin yaşamına son verildi. İsmet İnönü zamanında Varlık vergisini ödeyemeyen Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler Aşkale’de çalışma kamplarına gönderildiler. Kimi yaşlı olan bu insanların öleceği biliniyordu. Ermeni olmak suçundan(!) idam edildiklerini söylesek abartmış olur muyuz?

 Evet, Türk Adaleti iç düşman tarifi yapan, rejimin sevmediği insanları ezmek için mazeret üreten bir makina. Eski başbakan Adnan Mendres ve Kenan Evren zamanında yaşı büyülterek idam edilen Erdal Eren geliyor hemen akla. Ama sağcısı, solcusu, dincisi, ülkücüsü… Herkes geçti bu silindirin altından. Kenan Evren adeta tavuk boğazlar gibi bahsediyordu asılan insanlardan: “iki sağcı astık, bize taraf tutuyorsunuz demesinler diye iki de solcu astık hemen aynı gün”

 Üstelik bizim ülkemiz insanların düşüncelerinden ötürü Türk Adaleti‘nin tokadına maruz kalabileceği bir yer. Ve yargı önünde meselâ Ermeniyseniz ve ülkücü bir savcıya düştüyseniz ayvayı yediniz. Bir kere gayrımüslimlere “misafir” gözüyle bakan, “stefan diye Türk olmaz, sen ne biçim Türk vatandaşısın?” diye çıkışan bir adalet(!) var. Polis, asker, yargı son derecede siyasîleşmiş. Bir anlamda Kurtuluş Savaşı insanların kafasında devam ediyor. Her devlet memuru aklı erdiğince görev icad ediyor kendine ve esas görevini boşveriyor!

 Yine 12 Eylül darbesinin Güzel Türkçemize kazandırdığı bir başka deyim üzerinde durmak gerekir idam cezasından bahsederken: Yargısız infaz. Özellikle OHAL (Olağanüstü Hal) uygulanan yerlerde ve genel olarak “terörle mücadele” adına polis ve ordunun yaptığı operasyonlarda bir sürü insan devlet kurşunuyla öldürüldü. Bize sadece Genel Kurmay’ın istatistikleri kalıyordu:

  • – 15 terörist ölü olarak ele geçirildi!
  • – Yok ya? Ölü olarak “yakalandılarsa” nereden biliyorsun terörist olduklarını?
  • – Güvenlik görevlilerine ateş ettiler!
  • – Adamların evini köyünü neden yaktınız? Hapiste niye işkence ettiniz? Tutukladıklarınızı yargılanmadan helikopterden attınız? Ölülerine tecavüz ettiniz? Neden?
  • – Yoksa sen de PKK’lı mısın? Satılmış! Kökü dışarıda mihrak seniii!

 Evet, adalet anlayışı benimkiyle uyuşmayan bir devlete adam öldürme yetkisi vermekte sakınca görüyorum. Hukuk devleti olmayan bir organizasyon benim adıma kimseyi öldürmesin. Bu bakımdan yeni anayasada bu cezanın yasaklanması taraftarıyım.

 Peki ya Türkiye birgün gerçek bir hukuk devleti olursa? O zaman zaten kimseyi idam etmeye gerek kalmayacak… O güzel günleri beklerken Türkiye Cumhuriyeti devleti damgası ve puluyla ahirette yargılanamayacağına göre bu devletin günahlarının hesabını korkarım biz vereceğiz.

Trackback URL

  1. 17 Yorum

  2. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    “…korkunç ve acımasız eylemlerde bulunabilecek denli gözü dönmüş olmanın sadece yetki sahiplerine mahsus olduğu fikrine varılmamalıdır. Zira, kendisine verilen herhangi bir işi, “emir kuluyum” diyerek etiğini sorgulamadan yerine getirebilecek ve hatta hiç tanımadığı insanları sırf başka memleketlerde doğmuş oldukları için düşman, hiç tanımadığı başkalarını da sırf cebinde kendisininkiyle aynı kimliği taşıdığı için dost bilecek kadar insanlığından soyutlanmış herkes, gerekli şartların oluşması durumunda benzeri facialara imza atabilme potansiyelini bünyesinde fazlasıyla bulunduruyor demektir. Kötülüğün sıradanlığına delalet eden bu karaktersiz kimseler, Küçük Pinochetler ve dahi Küçük Fevzilerdir. (Beter olsunlar.)…” derin sular’dan

    bir başka örnek:

    “…Kişiliklerin Yok Edilmesi: Hiçbir otorite, kullandığı insanların davranışlarını bir anda tesir altına alamaz. Böyle bir kontrolün gerçekleşebilmesi için, bireylere belli kollektivist değer yargılarının aşılanmış olması gerekir. Devletin manevi şahsının, temsil ettiği değer ve sembollerin ya da devleti temsil eden şahısların yüceltilmesi ile oluşturan bir kült, hayatın her alanına yansıyan belli önkabul ve normlarla yaygın bir töre oluşturur. Gerçekte varolmayıp insanlar tarafından ortaya çıkarılmış olan ve sadece genel kabule dayanıyor olması nedeniyle de objektif değil, fiktif bir değere sahip olan böyle bir konseptin kullanılmasıyla vatandaşlara boyun eğme eğilimi kazandırılması, sonraki yıllarda gelecek olan ‘fedakarlık talebi’ için zemin hazırlar. Bu felsefe doğrultusunda üretilen bir insanın, belli konularda özgür düşünebilmesi, kendi kendine ya da kendisi adına karar alıp uygulayabilmesi mümkün değildir. Daha da kötüsü, bu duruma düşmüş olan bir kişi, içinde bulunduğu duruma yönelik zaman zaman kimi özeleştiriler getirse dahi, söz konusu gerçeklik hakkında nasıl bir itirafta bulunduğunun tam olarak, kuşatıcı bir şekilde farkına varamaz. Çünkü bu şartlar altında, kişi, varolan insanlardan çok, insanlar tarafından var edilen kurgusal varlıklar bazında düşünmektedir.

    Böyle bir kişi, örneğin, 9 Ağustos 1945 tarihinde ABD’nin Nagasaki’ye atom bombası attığını düşünür. Gerçekte, o bombayı Nagasaki üzerine bırakan kişinin Massachusetts eyaletinin Lowell şehrinde doğmuş olan Charles Sweeney adlı biri olduğunu belki bilir. Ama bu bilgi, onu düşüncesinden vazgeçirmez. Çünkü kişi, Sweeney’nin yüksek bir otorite tarafından kendisine verilen görevi yerine getirdiğine inanmaktadır. Halbuki Japonya’da ölen yüzbinlerce insandan dönemin ABD hükümeti de sorumlu olsa dahi, onları doğrudan Sweeney öldürmüştür ve bu katliamın suçlusu herkesten önce odur. Ancak insanlardan ziyade genel kabule dayanan kurgular ekseninde düşünmeye alışkın olan bir kişi, emir alan Sweeney’yi küçük, emri veren otoriteyi ise büyük görerek, Sweeney’nin kendisine verilen emri uygulamasının çok da tuhaf bir şey olmadığını düşünme eğiliminde olacaktır…” derin sular’dan

    ve sonuç:

    “…Türkiye Cumhuriyeti devleti damgası ve puluyla ahirette yargılanamayacağına göre bu devletin günahlarının hesabını korkarım biz vereceğiz…”

    Ey insan anneleri!

    çocuklarımızı bu militarist bataklığa kurban etmeyin! çocuklarımızı birer “karektersiz fevzi yahut sveni” ye dönüştürmeyin. ihsan hocayı sevmeyin MY yi de sevmeyin ama şehrin öbür ucundan koşup gelen bu adamlar size yalan söylemiyor: çocuklarımızı kurban etmeyin!

  3. Yazan:P.K Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    M.Y bey,
    yazınızda tavsiye bağlantıları o kadar güzel kullanmışsınız ki okumaktan hiç sıkılmadan tüm bağlantıları okuyabilirim.
    Derin Sulardaki otoriteye itaatle ilgili deneyleri okudum ve çok iliginç geldi. bu konularla iligili derinliğinizi bildiğimden şunu sormak isterim: otorite karşıtlığının desteklendiği, tavsiye edildiği deneysel çalışmalar olmuş mudur ve bu deneylerden hangi ilginç sonuçlar çıkmıştır? inanın tamamen meraktan soruyorum.

  4. Yazan:MY Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    @ PK Hanim,

    “otorite karşıtlığının desteklendiği, tavsiye edildiği deneysel çalışmalar olmuş mudur ve bu deneylerden hangi ilginç sonuçlar çıkmıştır?” diyorsunuz.

    Öncelikle Derin Sular’daki dosya çok iyi, sayet okumadiysaniz bütün ENDOKTRINASYON dosyasini okuyun derim. Sanirim yenileri eklendi, ekleniyor. Serdar Bey’e de tesekkür edelim bu vesileyle.

    Sordugunuz konuda bir deney var. Yine ayni yerde okumustum, yani Derin Sular’da 🙂

    Deneyde insanlara bir oyun oynatiliyor, oyunculardan biri aslinda arastirmaci ama gizli tutuluyor bu. Arastirmaci hile yapiyor, ötekiler seslerini çikarmiyorlar. Sanirim bunu engelleyecek bir kurgu vardi. Sonra bir denek (yine gizlenmis arastirmaci) sesli olarak protesto ediyor. O zaman gerçek denekler de itiraz etmeye basliyorlar.

    Özetle insan haksizlik karsisinda önce “neme lazim? basima dert almayayim” diyor, sonra ilk “bozguncu” olma korkusunu yenerse itiraz edebiliyor.

    Bizim DD gibi sitelerin de böyle bir faydasi oluyordur umarim 😉

    Muhabbetle

  5. Yazan:ÖZLEM.T. Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    yeni anayasada idam cezası olmasın Mehmet bey..Zira iktidarın olduğu yerde adalet aramaktan usandık..Nemenen bir şeydir ki koltuk;adaleti mumla arıyoruz,koltukta oturan,karar verecek olan otorite İNSAN gibi noksan bir şeyken başkasını suçluluğuna ona kendisi tarafından verilmemiş hayatını almak gibi bir kararla varabiliyor..

  6. Yazan:MY Tarih: Ağu 4, 2009 | Reply

    “otorite İNSAN gibi noksan bir şeyken başkasını suçluluğuna ona kendisi tarafından verilmemiş hayatını almak gibi bir kararla varabiliyor..” (ÖZLEM T.)

    evet, iste bu sorunun üzerine çok ama çok düsünmek gerek, düsüncenize ek olarak idam gerektiren(!) suçlarin islenebildigi bir ülkede, bunun mümkün ve yaygin oldugu bir cemiyette herkes bir parça sorumlu gibi geliyor bana. yaniliyor muyum?

  7. Yazan:ÖZLEM.T. Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Çok haklısınız..Hepimiz mutlaka ucundan kıyısından sorumluyuz..Hukuk devleti çözecek mi bu problemi ne dersiniz? Vicdana bakmalı,bunu ancak vicdan temizler..

  8. Yazan:MY Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    @ÖZLEM T.

    Hukuk devleti büyük ölçüde bunu çözer. çünkü sizin çok güzel ifade ettiginz gibi devlet vermedigi hayati alirken(!) çok çok çok temkinli davranmak zorunda olacaktir. Eninde sonunda idam imkansiz hale gelecektir, gelmelidir de.

    kimdi hatirlamiyorum, “açilan her okul bir hapishane kapatir” diyordu. Cinayet, tecavüz vb yogun biçimde isleniyorsa bir kere milli egitim görevini YAP(A)MIYOR demektir degil mi?

    Tabi sadece bu degil. STKlar iyi örgütlenmisse, aile baglari güçlü ise, komsuluk dayanismasi varsa…. Toplum çocuklari suçtan koruyabilir, aile içi siddete çok ERKEN engel olur, komsu kavgalari vb mahkemeye düsmeden güzellikle hallolur,…

    Kisaca insanlarin INSAN gibi yasadigi bir toplum ile bireylere bölünmüs, birbirine karsi ve devlete karsi YANLIZLASTIRILMIS insanlar robotlasir. Bugünkü modernist toplumlarin genelinde bunu görüyorum. Suçun engellenmesi elbette insanlarin dogal olarak iyilige yönelmesi ile olabilir. Yoksa herkesin arkasina bir polis, her 10 polisin arkasina bir komiser, her 10 komiserin arkasina 1 müfettis koymak gerekir 🙂

    Ülkeniz bir hapishane, memurlariniz gardiyan, vatandaslariniz da mahkum olur. Güney Dogu’da OHAL zamaninda yasandi bu. Ülkemizin bir kismini resmen hapishane haline getirdik 🙁
    Kisaca güzel ahlakin fiati çok yüksek, bence en zengin ülkeler bile bunu ödeyemez. Bunun için birey-alti dünya (nefis, ruh, beden) ile birey üstü dünya (toplum) dikkate alinmali devlet tarafindan. Ne demek bu?

    Güzelligin ortaya çikmasina, yayilmasina müsait bir “KAMUSAL ALAN” kurulmali.

    Eskiden sadece dinler ve felsefe vardi. iman ve teslimiyet gerekiyordu. Ayri dinler ve ayri felsefe akimlarina bagli olunmasi bir engeldi. Oysa bugün sosyal bilimler sayesinde bir çok deney-gözleme dayali bilgi din ve felsefenin asirlardir söyledigi seyleri ispat etmeye basladi. zaten bazi yazilarimda bu manevi-ampirik paralellige de dikkat çekmeye çalisiyorum.

    Dini rasyonalize etmek ya da bilimi dinlestirmek son derecede gereksiz. Bu iki sey zaten kari-koca gibi 🙂 Ama insalik körlesmis endüstri devrimi sirasinda.

  9. Yazan:ÖZLEM.T. Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Mehmet bey çok kısa süre önce şunu konuşuyoruz;eğitim ile ilgili yeni düzenlemelere karşı illegal yollarla kanunun dışına çıkmak ve çocuğunu iyi bir okulda okutmak isteyen ailenin ahlaki durumu! Konu bir türlü tatlıya bağlanmıyor,niye mi? Özgürlükler,devlet imkanı içinde çalışmama yani işini yapmama bunun sonucu oluşan adaletsiz çalışma koşulları,aynı öğretmenler odasını paylaşan çalışan,öğreten ve tabi sınıfa yalnız gazete okumaya giren öğretmen kadroları,bunları iyi denetlemek zorunda olan devlet vs..Nereye mi bağlıyacağım eğitim ailede başlıyor doğru,okulda devam ediyor doğru,toplumda devam ediyor bu da doğru..Görevini yapamayan m.eğitime ek daha bir sürü kurum var..Ben yine vicdanda ısrarlıyım..:)

  10. Yazan:Mert Kayhan Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Terörist başı Seyfi Turan 23 Nisan günü birkaç arkadaşı ile tam mühimmatllı ve roket atarlı donanımları ile Hakkari kırsalında güvenlik güçlerine saldırıda bulunmak ve eylem gerçekleştirmek üzereyken, Kahraman Türk Polisinin amansız müdahalesi ile etkisiz hale getirilmiştir…..

    Çocuk Seyfi Turan, Çocuk Bayramı olan 23 Nisanda üç beş arkadaşı ile Hakkaride canlarını yakan bu haksız uygulamaları kendilerince protesto edebilmek için, seslerini en çok duyurabileceklerini düşündükleri bu günde çocukça isteklerini haykırırken Devletin polisi tarafından dipçik darbeleri ile öldürülmeye tam teşebbüsle darp edilmiştir….

    Fakat Devletin o muhteşem eğitimli polisi dipçik vurmak konusunda öylesine iyi eğitilmiştir ki, iki dipçik daha vurup çocuğu oracıkta İDAM ını infaz etmemiş, sadece paralize etmekle yetinmiştir.

    Evet, yanlış hesaplamıyorsam, Seyfi Turan darp edileli 102 yada 103 gün gibi oluyor ve halen konuşamıyor, kendini ifade edemiyor, çocuk beyninden neler geçiyor neler kopuyor içinden kimseler bilemez ve elbet bizde bilemiyoruz…

    Ama bir gerçek var, onun bu sessizliği ve bu mağduriyeti, ailesinde, çevresinde, sevenlerinde ve o coğrafyada bir kez daha Devlet eli ile kelimeler ile ifade edilemez bir boşluk açmıştır.

    Devlet eli ile bu çocuk idam edilmemişti de ne yapılmıştır…. Yarın öbür gün büyüdüğünde, çoluk çocuğa karıştığında, çocukları ona ilk bu garip halinin nedenini sorduğunda ne anlatıcak sanıyorsunuz? işte o gün tüm çocukluğundan sıyrılarak bir korku tüneline girecek onun çocukları, işte onun çocukları için gelecek nesilleri için idam edilmelerini gerektirecek suçları işlemeleri için gerekli karanlık yaratılmış olacak.

    Kimseler merak etmesin, Devlet kendi eli ile kendine idam edilecek vatandaşlar yaratmaya devam etmektedir.
    Bizim güvenlik otoritelerimiz de, yasama – yürütme – yargı ve infaz süreçlerini gayet pratik bir şekilde Hakkari kırsallarında icraa etmektedirler. Biz vergilerimizle zaten insanların hayatlarına derin yaralar açmaya devam etmekteyiz.

    Benim vergim ile kafasına dipçik yiyerek İDAM edilen bu çocuk için verilecek bir hesabımız var elbet.

  11. Yazan:P.K Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    M.Y bey,
    idam cezasının dinler içindeki yeriyle ilgili bilgi ekleyebilir misiniz? (çok mu yüzsüzlük oluyor acaba:-P)

  12. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    “…Nefretin ve zulmün cehenneme çevirdiği bir cinnet çukurunda telef olan milyonların hiç değilse insan olduklarının teslim edilmesini sağlayan, onlara isim veren bir yazar. Bir dünya nöbetçisi. 1918’de, yirmi milyon insanın katledildiği İçsavaş sırasında doğmuştu. Yaşadıkları düşünülünce doksan yaşını bulmuş olması başlı başına bir mucizedir. Yakınları “Saşa’yı yaşatan sorumluluk duygusudur” derlerdi. Kendisi de bir konuşmasında, “Ölenler göreve çağırıyorlar,” demişti, “Milyonlarca ölü… her gün, her birisi göreve çağırıyor. Onlar ölü. Sen yaşıyorsun. Görevini yap. Dünya olan biten herşeyi öğrenmeli. Ölülere görev borcun var. Görevini yap.” Zamana karşı yarışıyordu: “Bitirmeyi plânladığım işleri yaşam beklentimle ucu ucuna getirmeye çalışıyorum.” Korkarım ki, insanlığın son “kâhin-yazar”ıdır. Bir daha onun gibisi asla gelmeyecek…” Alev Alatlı

    soljenitsinden bahsediyor ve ilgiçtir “tanıklık” etmekten. soljenitsin’i, şeriati’yi, kelim sıddıki’yi az çok bilenler, “isar” ın tohum kod olarak neyi üreteceğini anlattıklarını bilirler.

    bunları şundan söyledim, yukarıda bir arkadaş ilginç bir soru sormuş:

    “…otorite karşıtlığının desteklendiği, tavsiye edildiği deneysel çalışmalar olmuş mudur ve bu deneylerden hangi ilginç sonuçlar çıkmıştır?…”

    bahsi geçen adamlar tam da sorduğunuz sorunun cevaplarından sadece bazısı. otorite karşıtlığından “insan” çıkar; sorumlu, fedakar insan.

    şeriatinin ikbalin sıddıkinin isarı söylemesi şaşırtıcı değil de bakın soljenitsin gavuru(!)nasıl anlatıyor:

    “…-Önce şunu öyleyeyim, Soljenitsin’i bir rejim muhalifi veya Stalin muarızı olarak değerlendirmek indirgemecilik olur. Zaten toplama kampları Stalin’le başlayıp, Stalin’le de bitmedi. O’nun meselesi Rusya’nın ve dünyanın çektiği acılardaki payını idrak etmeyen, kendilerini ıslah etmeye çalışmak şöyle dursun, özeleştiri gibi, nedamet gibi kavramları dahi olmayanlardır.(bu kısım, bugün yine pazartesi başlığının altına) Müthiş bir gözlem yeteneği, olağanüstü hafıza, deneyimlerini hızla yazıya dökmek becerisi ve tutkunun bileşimi, Soljenitsin’i siperde, hasta yatağında, muharebenin ortalık yerinde yazmaya, tarihe kayıt düşmeye yönelten dürtülerdi.

    1974 yılında Harvard Üniversitesinde yaptığı ağır bir konuşma vardır, Harvard Nutku diye geçer. Rusya’da yaşanan cinnete karşın, Amerikan toplumunu kendi ülkesine örnek gösteremeyeceğini söylediği ve ağır bir biçimde eleştirdiği konuşmadır. Batı entelijensiyasının Soljenitsin’den soğumaya durmasının başlangıcı da bu nutuktur. Nitekim, zaman içinde, daha doğrusu çıkarlarına hizmet etmeyeceği ortaya çıktığında, “Rus ayetullahı, Yahudi düşmanı” gibisinden aşağılayıcı sıfatlar takmaktan da utanmadılar. Soljenitsin’in güncele dönük bir politikacı değil, dünya nöbeti tutan bir yazar olduğunu unutmayalım. O’nun ilgilendiği toplumun bütününün ruh haliydi – bu bağlamda Amerikalıların sınıfta kaldıklarını söylemekten hiçbir zaman kaçınmadı.

    Harvard nutkunda, örneğin, “İnsan yaşamının nihai hedefi, ne serbest piyasa ekonomisi, ne de genel refah seviyesinin artmasıdır. İster en mükemmel yönetim sistemi, ister sanayi kalkınma gerçekleştirilsin, bir ulusun manevi enerjisi tükenmişse, o ulus çökmekten kurtulamaz” derken, Batıyı uyarmaya çalışıyordu. Amerikalıları gezegenin sonunu getirmesi mukadder vahşi kapitalizmin olmazsa olmazı “arsız tüketim“i meşrulaştırmakla suçlayan da Soljenitsin’dir. Arsız tüketici denilen yaratığın kendisine ‘hak’ olarak belletilen şeylerden, ne humanizma ne de Tanrı adına feragat etmesinin söz konusu olmayacağını görüyordu. Durum böyle olunca, “özgürlüklerin şer lehine bükülmesi kaçınılmazdır” derdi.

    Harvard nutkundan: “Hayatını komünist rejimin egemen olduğu bir ülkede geçirmiş birisi olarak, size hiçbir nesnel hukuk ölçüsü olmayan bir toplumun gerçekten korkunç bir toplum olduğunu söyleyebilirim. Ancak, yegâne ölçüsü yasalardan ibaret olan bir toplum da insanoğluna layık bir toplum değildir. Yasaların harfi üzerine bina edilen, daha yükseğini hedeflemeyen bir toplum, insanoğlunun yüksek kapasitesini değerlendiremiyor demektir… Yasaların haklı bulduğu birisinden daha başka birşeyler talep edilemez. Yasaların onayladığı haklılığı kimse sorgulayamaz. Kimse kimseden yasal haklarından feragat etmesini isteyemez, insaf telkin edemez. Yasal haklardan isteyerek vazgeçmek, fedakârlık, kendi çıkarlarını düşünmemek en basitinden saçma görünür. Gönüllü özveriye hemen hiç rastlanmaz.

    Yeni bir enerji türünün kullanımını önlemek üzere haklarını satın alan bir petrol şirketi yasal olarak suçsuzdur. Ürünün raf ömrünü uzatmak için içine zehir katan gıda üreticisi de yasal olarak suçsuzdur, çünkü insanlar söz konusu ürünü satın alıp almamakta özgürdürler… Günümüz Batı toplumunda iyilik yapmak özgürlüğünün kötülük yapmak özgürlüğü ile bir olduğu bir durum sergilenmektedir… Dediğim gibi, hal böyle olunca özgürlüklerin şer lehine bükülmesi kaçınılmazdır

    Soljenitsin’in düşüncesinin özünde, Rusya’nın ve dünyanın manevi seferberliği yatar. Bundan kastı, yasaların “hak” olarak tanıdığından “gönüllü feragat” etme hasletidir. Ne gibi, meselâ, su kullanımı kısıtlayan hiçbir yasa yokken bile kuraklığı akılda tutup, diş fırçalarken suyun boşa akmasına seyirci kalmamak gibi. Bu basit örnekte “feragat edilen” tüketim özgürlüğüdür. Soljenitsin’in deneyimi ona “gönüllü feragat”ın yasalar, antlaşmalar, Helsinki vb.vb. kriterlerden üstün ve çok daha bağlayıcı olduğunu göstermiştir. “Gönüllü feragat”ın kökleri ise dindedir, gelenektedir, örf ve adettedir. Bu bağlamda, insanoğlunun yüksek kapasitesi değerlendirilecekse, manevi harcını, dilerseniz, bileşenlerini ihmal etmemek gerekir – diye düşünür” Alev Alatlı

    (Erkam Çam tarafından http://www.iyibilgi.com ‘da Alev Alatlı ile yapılmış soljenitsin röportajından aldım. Geride bakılacak pek birşey bırakmadım; hatta alıntıdan öte ” hepsinitaşı ” oldu ve belki faydası olur.)

  13. Yazan:MY Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    “idam cezasının dinler içindeki yeriyle ilgili bilgi ekleyebilir misiniz?” (PK)

    zannediyorum suç baska ceza baska diyerek baslamak lazim söze. Islam tarihinde bu cezanin uygulanmis olmasi bundan sonra da uygulanmasi gerektigini göstermez. insan öldürmenin bir suç oldugu gerçegi degismez ama cinayete devletin bakisi degismelidir diye düsünüyorum.

    “Bilgi” istiyorsunuz, bence bilgi verme konusunda benden daha kuvvetli yorumcular var Islam hakkinda, onlar üstlerine düseni yaparlar. Bunun yaninda Suat, Ekrem ve Enver de bilgi verebilirler.

    Ben sadece sunu söylemek isterim, Suat’in EFENDiM isimli bir yazisi vardi;

    Burada çok güzel bir biçimde anlatilan Efendimizin idam cezasini bir son çare(!) olarak gördügünü düsünüyorum. Bugünkü bilim ve 1400 yillik fazladan tarih ve siyaset tecrübesi elinde olan bizler olaya böyle bakmaliyiz 🙂

    Dostlukla

  14. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Hurriyet, istek ve arzularimizi gercege donusturme iktidari ise, herkesin hurriyet hakki olmali.Hurriyet esastir. Hurriyetlere engeller konulmamalidir.

    Ama hurriyet icinde, yapip ettiklerinden dolayi, baskalarina karsi tekil yada birlikte, sorumluluk da, herkesin yukumlugudur.

    Insanlarin hurriyetleri sayesinde, sahip olduklari iktidar (imkanlar, firsatlar) arttikca, yukumlulukleri de artacaktir.

    Insanlarin, sahip olduklari iktidarin buyuklugune gore hurriyetlerinin de artisi soz konusu olacagindan, kacinilmaz ve vazgecilmez dogal hukuk geregince,sorumlulugun ve yukumluluklerin de artisi kacinilmaz olup, bu yukun de kabulunu ve tasinmasini gerektirir.

    Olum cezasi, oldurme yetkisi, oldurme hakki ve sorumlulugu ile birliktedir. Bu iktidari kullananlarin da, kendileri icin, olum cezasini mesru gormeleri gerekir.

  15. Yazan:P.K Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    M.Y bey,
    ben şahsen bir dine inanan kişinin dinden bağımsız fikir beyan etmesinin çok zor olduğunu düşünüyorum. heleki konu hukuk gibi önemli bir konu olunca ilgili toplumun dini değerlerinin gözardı edilmemesi gerektiğini düşünyorum. Hele ki islam dini gibi tuvalette hangi elini kullanma alışkanlığını telkin etmekten tutun, suyu kaç yudumda ve nasıl içimek gerektiğiyle ilgili her konuda fikir beyanında bulunan bir gelenekten gelen bizim gibi toplumlarda hukukla ilgili önermeler yaparken en azından dinde bunun yeri nedir diye bakmakta kendi adıma fayda görüyorum. inanın bunu sormamın nedeni bir müslüman olarak bu konudaki eksik bilgimdir. yoksa bakın sizi köşeye sıkıştırdım aymazlığı yapmaya çalışmak değildi. bu konuda bilgi sahibi olanların paylaşması dileğiyle…
    saygılar…

  16. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Iyiyi kotuden ayirma yetisinin ve ceza ehliyetinin olcutu: tum saglam hukuk ve inanc geleneklerinde, yapip etmelerimizden dolayi, haksiz yere, “hemcinsimize azap vermenin, aci cektirmenin” sezilmesi,algilanmasi,anlasilmasi mealinde tarifi yapiliyor.

    Ceza da, madurun, bu acinin, bir olcude, bir sekilde, failden tazminini talep hakki ve ifasi.

    Bizim anlayabildigimiz anlamda ve cok genis kapsamda,dunyada adalet yok diye, boyle bir aciyi ve talep haklarini yok sayma “hakkimiz” var mi?

    Ornek ve adi bir adli olay: Kendinin cocugu olmuyor diye,hasetinden kudurup, kardesinin kucuk cocuklarini gaddarca olduren bir insana verilecek cezai hukmu, bir hakim mi, biz mi, yoksa oncelikle cocuklari katledilen o aile mi vermeli?

    Aklima su geliyor: beyin dokulari sinirleri vs hasarli bir insan olsun, ama hic bir surette, hic bir “fiziki” aci bile algilamadan yasamis, duyamamis?

    kendi bedeninde ?

  17. Yazan:Levent Cetin Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Evet ben de idam cezasini cagdisi bulanlardanim. Yine de bazi sorulara cevap bulamiyorum.
    Mesela Fransa’da ASALA adina havaalaninda rastgele ates acan bir eylemci vardi. Bir suru masum insan oldurdu, bircok anababayi cocugundan ayirdi. Sizin cocugunuz o rasgele kursunlara hedef olsaydi nasil bir ceza beklerdiniz?

  18. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Ağu 5, 2009 | Reply

    Bu onemli konuda da, hep ayni sekilde sonuca varmaya, ugrasiyoruz: Su veya bu yuce alim, en ust bilgi ve muhakeme otoritesi kisiler, ne diyor, ne dusunuyor? Neden? Cunku kendimiz de diplomalar ve dereceler sahibiyiz, gurul gurul kitaplar okuyoruz ya? Deryalar gibiyiz! Karari en mukemmel biz verelim! Bizlerden olusan bir heyet!

    Boyle kararlar verilince, herkes tatmin oluyor mu sonuctan? Yuzyillar boyunca, boyle kararlardan, memnun ve tatmin olabildik mi?

    Ama hep, kulturel sartlanma geregi, en onemli ve saglikli karar verme aracini, unsurunu ihmal ediyoruz: JURI UYGULAMASI.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin