RSS Feed for This Post

Efendim (S.A.V)

Küçüktüm ama kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Sanırım bir camiide vaazda dinlemiştim. Hoca,  “Peygamberimiz’i annemizden, babamızdan, eşimizden, çocuğumuzdan hatta kendimizden daha çok sevmeliyiz, gerçek müslüman böyle olmalı” mealinde sözler söylemişti.

“Nasıl olur?” dediğimi hatırlıyorum. “İnsan nasıl olur da annesinden, babasından, eşinden, çocuklarından, hatta kendi nefsinden fazla sevebilir?”

Aradan yıllar geçti. İyi kötü dinimi öğrendim. Okul, iş, derken hayatın heyulasına daldım. Zaten yolundaydı da, herşeyi daha bir yoluna koyduktan sonra günün birinde kapı çaldı.

Gelen “fikrin sancısı”ydı.

“İnsan nedir?”, “Varlık nedir?” sorusu kabus gibi üstüme çöktü. İnandığım herşeyi tek tek sıkı bir sorgudan geçirmeye başladım. Bu şüphe ve sorgu dayanılmaz hal alıyor, aklımın ellerine çaresizce savruluyordum. İlk zamanlar en çok “Ne olurdu Allah’ım ben de Pascal’ın kömürcü imanına sahip olsaydım” diye dua ettiğimi hatırlıyorum.

Gerçekten isterdim fidezimin o huzur dolu okyunusuna dalmak, hiç uyanmamak ve o huşû ile ömrümü tamamlamak. Ama geçen geçmişti, ben aklımın ellerinde düşmüştüm artık.

Hep okuyan, sorgulayan bir insandım ama bu başkaydı.

İslam dairesinin sınırlarında gezinmeye başladım. Yaratıcının varlığından, nübüvvete kadar altüst etmediğim hiçbir akîdem kalmadı. Septik bir deli gibiydim, nihilizm uçurumunun kıyılarında geziniyordum. Elime geçirdiğim herşeyi okuyordum, İslam felsefesi metinleri, Budizm ve Hristiyanlığa dair metinler, Talmud, diğer felsefî ekollerin kitapları, isbat-ı vacip delilleri, teizmin ve ateizmin derin argümanları. Darwinizm.. İdealizm ve materyalizm cephelerinin başlıca fikrî savaşçıları ve indeterminist laforizmalar. Eskatoloji, kötülük sorunu/teodise ve tabii ki İslam’ın başlıca kaynakları ile siyerler.

Çıkış sanıp tosladığım duvarlardan sonra varoluşa dair bu karmaşık labirentten çıkmanın tek yolunun “İslam” olduğunu kavramam iki yılımı aldı. İslam dairesinden hiç çıkmamakla birlikte akîdemin tüm unsurlarını aklımın ve kalbimin sıkı testinden geçirdim ve dairenin merkezine sıkıca yapıştım; elbetteki lütûfla..

Tüm bu süreçte beni en derinden etkileyen şey ise Efendimiz’in(s) yaşamı oldu; inceledikçe ahlâkına, şefkat ve merhametine, hoşgörüsüne, nezaket ve cömertliğine hayran olduğum bir yaşam.

Öyle bir hayat ki anlatmaya kelimeler yetmez.

Hz. Muhammed; kendi söküğünü diken, ayakkabısını tamir eden, hanımlarıyla et doğrayan, hamur yoğuran, onlarla oyun oynayan, evini süpüren, keçisini sağan, hizmetçilerine yardım eden, evinin duvarını tamir eden, küçük bir kız çocuğunun bile elinden tutup Medine’nin uzak köşesine götürebildiği, her söz söyleyene kulak kesildiği ve samimiyetle dinlediği için müşriklerin “kulak” adını taktığı, kendisine çocuk yaşlarında uzun yıllar hizmet eden Hz.Enes’in “Küçük yaşta yanına girdim ve tam on sene hizmetinde bulundum. Bana bir defa olsun sövmedi, beni bir defa olsun dövmedi. Yaptığım bir hatadan dolayı “niçin bunu yaptın?” veya ihmal ettiğim, yapmadığım bir işten dolayı “niçin bunu yapmadın” diye kızmadı, azarlamadı. Yüzüme karşı yüzünü somurtmadı” dediği bir peygamberdi.

Hz. Muhammed; risalet görevini aldığı ilk andan itibaren yıllarca birçok işkencelere, sıkıntılara, alay ve hakaretlere maruz kalmasına ve en nihayet ölümle tehdit edilmesine rağmen “Güneşi bir elime, ayı da diğer elime verseniz yine de davamdan vazgeçmem” diyen, amansız düşmanlarının, yanından geçerken yüzüne tükürmelerine, secdedeyken başına işkembe geçirmelerine, tokat atmalarına, evinin önüne ve geçeceği yollara geceleri diken ve taşlar koymalarına, çocuklara taşlatmalarına rağmen “Ya Rabbi, bilmiyorlar, onları affet ve hidayet ver” diyen bir peygamberdi.

Hz. Muhammed; kendisine yıllarca amansız düşmanlık yapmış, nice sıkıntılar çektirmiş, üç yıl boyunca korkunç bir tecrit uygulamış olan ve o anda da resmen savaş durumunda olduğu Mekkelilere; -müslüman olduktan sonra Mekke’ye tahıl vermediği için Mekke’de kıtlığa neden olan Kuzey Arabistan’dan bir sahabeye- bu boykotu kaldırtmış bir peygamberdi.

Hz. Muhammed; kalbinin katılığından şikayet eden birisine yetimlerin başını okşamayı tavsiye eden, çocuklarını öptüğü için çok şaşıran ve “Benim on çocuğum var, hiçbirisini öpmedim” diyen birisine “Allah kalbinden merhameti almışsa ben ne yapayım?” diyen, kızının katilini, amcasının katilini affeden, Uhud’daki bozgun sonrası, onca arkadaşının şehid olmasının yanısıra kendisinin de aldığı 70′e yakın kılıç darbesine, yanağının yarılmasına, dişinin kırılmasına rağmen “Ya Rabb onları bağışla, göremiyorlar” diyen, tüm bu sıkıntıları çektirmiş olan Mekke’lileri fetih sonrası affeden bir peygamberdi.

Hz. Muhammed; koyunların tüylerinden çekilmesini yasaklayan, develerin boyunlarına bağlanan bağları gevşettiren, ağlayan çocuk sesi duyduğu için namazı hızlı kıldıran, sokağa kaçan çocuğunu eve getirmek için “gel bak sana ne vereceğim” diye yalan söyleyerek kandırmaya çalışan anneyi böyle yapmaması için uyaran, karıncaya varıncaya kadar tüm canlılara şefkatle davranan, önünden geçen bir Yahudi cenazesini görünce ayağa kalkmasına şaşıran arkadaşlarına “O bir insan” diyen, kızını zorla evlendirmek isteyen babayı engelleyen bir peygamberdi.

Böyle bir hayat. İnsan fıtratının tüm güzel yönlerinin üzerinde cem olduğu bir Peygamber.

İşte beni düştüğüm çukurdan elimden tutup çıkaran O’ydu..

Getirdiği; tevhid, ahlâk, adalet..  Ve -çoğu kez- İslam’a inanmayanların bile hayran olduğu mükemmel bir teoloji.

Risaleti 23 yıl sürdü. Bunun yarısından fazlasını Mekke’de binbir sıkıntı içinde tebliğ ile geçirdi. Yaklaşık 10 yıllık Medine devrinde ise hemen tamamı savunma amaçlı ve stratejik olan çeşitli gazveler yaptı. 23 yılık risalet görevinde toplam 50-60 gün süren bu savaşlarda da her iki tarafın kaybı -toplam- 300′lü rakamlardaydı. (Kendi tuttukları hakemin kararı ile muamele gören Beni Kurayza’lılar hariç.)

Bugünlerde O’nun getirdiği İslam’a “kılıç dini” diyorlar.  Bu mu kılıç?

Ve bu küçük bilançoyla Peygamberimiz, ardında yaklaşık iki milyon kilometrekarelik devasa bir alana yayılmış, veda hutbesinde ikiyüzbin kişilik bir topluluğa hitap edecek kadar genişlemiş bir mü’minler topluluğu bıraktı. Bu genişliğe ve imkanlara rağmen vefat ettiğinde arkasında iki gümüşlük nakiti vardı. Bu sırada zırhı 90 kg arpa karşılığı bir Yahudi’nin elinde rehindi.

Arapları tarihlerinde ilk defa birleştirdi. Adeta infilak hızıyla, tevhid öğretisi arap yarımadasından dünyanın dört bir yanına dağılmaya başladı. 100 yıl içinde tarihte eşi-benzeri görülmemiş bir medeniyet hamlesinin temelleri atıldı. Amerikan PBS televizyonunun çektiği “Islam: Empire of Faith” (İslam: İnanç İmparatorluğu) adlı belgeselde “İslam, insanlık tarihinin en büyük başarılarından biri” “Onlar Rönesans’ın tohumlarını Leonardo Da Vinci’nin doğumundan 600 yıl önce ekenlerdi” “Hastaları iyileştirmeyi, hesap için kullanmak üzere numaraları biz onlardan öğrendik” “Dünyadaki tüm kültürler İslam tarafından şekillendirildi” vb. spotlarla sunulan, dünya tarihini kökünden değiştiren bir medeniyet O’nunla ve getirdiği İlahi Vahy ile doğdu.

Bunların ötesinde; bugün bu çamura bulanmış dünyadaki haksızlıklara, zulme, adaletsizliklere, işkenceye, sömürüye, katliamlara yani “kötülüğe” karşın hala çıldırmadan yaşayabiliyor ve elimizden geldiğince mücadele edebiliyorsak, onun aracılık ettiği Vahy-i İlahînin, “mutlak adalet” için verdiği “söz” nedeniyledir.

Bu “söz” vicdanlı insanların varoluş labirentinden tek çıkış noktasıdır. Aksi “ya inanacaksın ya intihar edeceksin” diyen merhum Meriç’in sözündeki anlama benzer çıkmaz bir sokaktır.

Bugün hala insana dair, ahlâka dair, iyiliğe, güzelliğe dair, yaşama dair içimizde bir ümidimiz varsa O’nun getirdiği mesajın gücüne, birleştiriciliğine, evrenselliğine ve ilham alınacak cazibesine olan inancımız sayesindedir.

Bugünler O’nun dünyaya teşrif ettiği günler.

Onca çektiğim sancıdan sonra çok küçükken dinlediğim o vaizin söylediklerini daha iyi anladığımı hissediyorum. İnsanlığın her zamankinden daha fazla O’na ihtiyacı var. Ancak O’nun getirdiği mesajın, -en başta müslümanlar tarafından- özümsenmesi bu dünyayı çılgınca gittiği uçurumdan kurtarabilir.

Veladet geceniz mübarek olsun.

Allahümme salli ala Muhammed..

Trackback URL

  1. 17 Yorum

  2. Yazan:İbrahim Yörük Tarih: Mar 8, 2009 | Reply

    Tüm İslam aleminin Kandili Mübarek olsun..

    Çok güzel yazmış ve anlatmışsınız..

    önünden geçen bir Yahudi cenazesini görünce ayağa kalkmasına şaşıran arkadaşlarına “O bir insan” diyen,

  3. Yazan:eg Tarih: Mar 8, 2009 | Reply

    suat hocam çok teşekkürler. çok güzel bir panorama olmuş. gönlüne, aklına sağlık.

  4. Yazan:emre er Tarih: Mar 8, 2009 | Reply

    Allah razı olsun

  5. Yazan:Tuncay Yılmazer Tarih: Mar 8, 2009 | Reply

    Suat kardeşimden şu mübarek günde gönülleri titreten çok güzel bir yazı… Allah razı olsun.
    Tüm dostların mübarek kandilini de tebrik ederim.
    …………

    Yâ Nebî, şu hâlime bak!
    Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;
    Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
    Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;
    Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.
    “Tahammül et!” dediler… Hangi bir zamana kadar?
    Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!
    Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak;
    Önümde durmadı artık, ne hânümân, ne ocak…
    Yıkıldı hepsi… Ben aştım diyâr-ı Sûdân’ı,
    Üç ay “Tihâme!” deyip çiğnedim beyabanı.
    Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada;
    Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdada:
    Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;
    Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!
    İrâdem olduğu gündür senin irâdene ram,
    Bir ân için bana yollarda durmak oldu haram.
    Bütün heyâkil-i hilkatle hasbıhâl ettim;
    Leyâle derdimi döktüm, cibâli söylettim!
    Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü…
    Nücûma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
    Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir…
    Sonunda alnıma çarpan bu zâlim örtü nedir?
    Beş altı sineyi hicran içinde inleterek,
    Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
    Demir nikaabını kaldır mezâr-ı pâkinden;
    Bu hasta ruhumu artık ayırma hâkinden!
    Nedir o meş’ale? Nûrun mu? Yâ Resûlallâh!…

    Mehmet Akif ( Necid Çöllerinden Medine’ye adlı şiirinden..)

  6. Yazan:rafet Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    Ey Sevgili

    Ey sevgili!

    Ey insanlığın gönlündeki sümbül!

    Mademki bağban sensin, bu bağ niye sensiz kalsın?

    Bizi yalnız bırakma. Ruhlarımızı sensizlik ateşi ile yakma!

    Ey sevgili, en sevgili,

    Sevgin öyle doldurdu ki kalbimi!

    Hasretin öyle acıtıyor ki benliğimi…

    Ne kadar isterdim

    Ne kadar isterdim ya Resulallah!

    Sen nefes alırken

    Yeryüzünde nefes alıp veren,

    Bir incecik ot olmak

    Bir incecik ot olmak

    Ve sen

    Sevr’e tırmanırken kademinin altında

    Yan yatıp

    Hakka secdeye varmak

    Ne kadar isterdim

    Ya Resulallah

    Aşkın olmasa, kalbim sevmeyi öğrenir miydi?

    Bu müthiş zamanın dehşeti özletiyor Asr-ı Saadet’i!

    Gel demeye bilmem dilimin kudreti kâfi mi?

    Özledik efendim seni,

    Gel Sevgililer Sevgilisi!

  7. Yazan:suzannur Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    es-sükut…
    dîlden dile yansıyan kelam, sonucu güzel,sebebi daha bir güzel…
    muhabbet baki olsun.
    el merü mea men ehabbe.

  8. Yazan:arif Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    Eline gönlüne sağlık kardeşim…
    Sen Ahmed u Mahmud u Muhammedsin efendim.
    Hakdan bize Sultan-ı müeyyedsin efendim.

  9. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    İhlasli bu güzel yazı için Allah razı olsun Suat Bey.

    Rabbim, bizleri O’na layık ümmet eylesin.
    Sevdiği ile beraber kılsın inşallah…

  10. Yazan:çelişki-analiz Tarih: Mar 9, 2009 | Reply

    Bu sitede okuduğum en aklı başında yazı.Her kelimesi anlam içeriyor.Uzun tecrübeleri aktarıyor.Doğruya ulaşırken analitik düşüncenin gereklerini yerine getiriyor.Ancak bu yazının hakkını verebilmek için okuyanların üzerinde bir sorumluluk oluşuyor.O sorumluluk da övgü yağdırmaktan öte yazıdaki örnek davranışları gerçek hayatta tatbik edebilmek.Günümüzde çıkar savaşlarının din sömürüsü üzerine kurgulandığını düşünürsek dini yaşamanın kimsenin tekelinde olmadığını,dünyevi kazançlara ulaşmak için uhrevi duyguların sömürülemeyeceğini, bu tür davranışlara yeltenenleri en önce samimi inanca sahip olanların aralarından ayıklamaları gerektiğini unutmamak dinimizin evrensellik boyutunu da geliştirecektir.Özellikle dünyada İslam’ı kötülemeye yönelik çabalarda din istismarcılarının kendi çıkarlarına hizmet eden radikal uygulamaları her zaman İslam’ın haksız yere eleştirilmesine neden olmuştur.Oysa biliyoruz ki Peygamber Efendimizin hayatından dahi, yazıda da bahsedildiği üzere dinimizin ne kadar sağlam insani-ahlaki-sosyal temellere dayandığını görebiliyoruz.Bir de günümüzde karşıt fikirlere tahammülsüzlüğün boyutunu düşünün.

  11. Yazan:TSD Tarih: Mar 10, 2009 | Reply

    Tesekkur ederim arkadaslar.

    Selam ve sevgiler.

  12. Yazan:Taylan BAYRAKDAR Tarih: Mar 10, 2009 | Reply

    Sn Suat Bey;
    Gerçekten okurken insanın içini titreden, İnsana(kendini bilenlere) iyiki Muhammed (S.A.V.) bizim Peygamberimiz olmuş dedirten güzellikte bir yazı olmuş.Geçmiş olan Mübarek Günün arefesinde yazılmış olmasıda ayrı bir güzellik vermiş elinize,düşüncelerinize sağlık. Rabbim, bizleri O’na layık ümmet eylesin.
    Sevdiği ile beraber kılsın inşallah…

  13. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 10, 2009 | Reply

    Ben de bu vesileyle Fuzuli’nin meşhur su kasidesini ekleyeyim. Meşhurdur ama ben yeniden keşfediyorum. Daha iyi anlaman için, İskender Pala’nın “Su Kasidesi Şerhi”ni okumak lazım, ki yine fayda etmeyebilir. Zira anlayacak fakülteler biraz içeride gizlenmiş durumda; onun önündeki engelleri yırtmak lazım.

    Su Kasidesi

    Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
    Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

    (Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan
    su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda
    vermez.)

    Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
    Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

    (Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa
    gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök
    kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)

    Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
    Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

    (Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.)

    Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
    İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

    (Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)

    Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
    Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

    (Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile
    mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

    Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
    Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

    (Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. )

    Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola
    Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

    (Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)

    Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
    Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

    (Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)

    İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
    Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

    (Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)

    Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
    Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su

    (Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da kevser istiyorlar.)

    Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
    Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

    (Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)

    Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
    Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

    (Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.)

    Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
    Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

    (Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.)

    Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
    Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

    (Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi (yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından) kurtarabilir.)

    İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
    Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

    (Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)

    Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
    İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su

    (Su Hz. Muhammed’in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)

    Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
    Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

    (İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. Muhammed’in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)

    Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
    Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

    (Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana çıkarmıştır.)

    Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
    Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

    (Hz. Peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o
    mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce
    mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

    Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
    Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su

    (Mihnet günü Ensâr’a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)

    Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
    Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

    (Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb- ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)

    Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
    El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

    (Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)

    Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
    Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

    (Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

    Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
    Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

    (Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.)

    Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
    Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

    (Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.)

    Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam
    Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

    (Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

    Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi’râc’da
    Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

    (Sen o kerâmet denizisin ki mi’râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)

    Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
    Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

    (Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)

    Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
    Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

    (Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, (ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden ümitliyim.)

    Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
    Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su

    (Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin (alelâde) sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su (damlası) gibi birer inci olmuştur.)

    Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
    Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

    (Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı) döktüğü zaman,)

    Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
    Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

    (O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını ummaktayım.)

  14. Yazan:agt Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    tek solukta okudum… gözyaşlarıma hakim olamadım… allah onun sünneti ile şekillenmeyi nasip etsin cümlemize…

  15. Yazan:cemal Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    Bu safsatalarla böldünüz Güzelim Türkiye’mizi!Size sadece 1 soru; Peygamber efendimiz zamanında mezhep,tarikat,şıh,şeyh varmıydı da şimdi bu safsatalarla bizi din,mezhep,tarikat,aşiret bölüp parçaladınız?Kime hizmet ediyorsunuz? Aslında cevabı ben biliyorum ama saf inanan müslüman kardeşlerim de aydınlanır belki diye bu cevabı istiyorum sizden!

  16. Yazan:TSD Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    Cemal Bey,

    Siz sorunuza cevap istemeden önce, bi yazıyı okuyun isterseniz. Burada mezhepten tarikatten bahseden yok. Mekan kayması oldu sanırım.

  17. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 12, 2009 | Reply

    cemal bey,

    Size sadece 1 soru; Peygamber efendimiz zamanında mezhep,tarikat,şıh,şeyh varmıydı da şimdi bu safsatalarla bizi din,mezhep,tarikat,aşiret bölüp parçaladınız?

    O güzel Türkiye’mizi o şeyhler kurdu. Biraz tarih okumak zahmetine girerseniz, Türkiye’yi kuranların horosan erenleri, Şeyh Edebaliler, Ahmet Yeseviler olduğunu; Balkanları, Avrupa’yı fetheden Bektaşileri, Anadolu’nun maneviyatını diri tutan Yunus’u, Celaleddin Rumi’yi, binlerce evliyayı görürsünüz. Kullandığınız dildeki deyimlerin, sözcüklerin içine kadar işlemiştir tasavvuf, tekke terimleri. Siz, isteseniz de bu mirası terkedemezsiniz.
    Tarikatlar, cemaatlere gelene kadar ülkemizdeki laik/dindar çatışmasına, alevi/sünni çatışmasına, Türk/Kürt çatışmasına, Fenerbahçeli/Galatasaray’lı çatışmasına, yabancı düşmanlığına baksanıza. Çünkü bu çatışmaların hepsi kan dolu, ama ben hiç iki tarikat, cemaat arasında böyle bir niza olduğunu görmedim. “Aynı yolun yolcusu” olan insanlar neden kavga etsin? Hepsi aynı amaca farklı yollardan gidiyorlar. İnsanların yapısı farklı farklı olduğundan, Allah’a giden meşrepler de çeşitlidir. Bu bir zenginliktir. Ne yazık ki günümüzde tarikatlar yasaklandığı için, bu iş saray tebasından düşe düşe taşralara kadar indi. Cehalet insanlardan kaynaklıdır, yoksa edep, irfan yuvası olan tarikatlerden değil.
    Bütün bunları da, bakışınızı belki bir nebze olsun değiştirir diye anlattım.
    Yoksa yukarıdaki yazının tarikatle, tasavvufla bir ilişkisi yok. Peygamber aşkına sahip olmak için tarikat ehli olmanıza gerek yok. O’nun hayatını azıcık okumanız, hayran kalmanız için yeterlidir.

  18. Yazan:AR Tarih: Mar 12, 2009 | Reply

    Çok güzel bir yazı tebrik ederim.

    Ne kadar güzel ki, koskoca peygemberin Zırhının Bir Yahudi’de rehin olmasına izin veren, Peygamberin torunlarının katledilmesine fırsat tanıyan bir Cemaatten, bugün peygamberinin değerini anlayabilen ve ona sahip çıkan bir Cemaate ulaşıldı.

    Daha da güzeli, yazının Hz. Muhammed’in nihayet doğru anlaşılmaya başladığının göstermesi.

    Bugün din adına yalan söyleyen, dolandıran, kandıran, çalan , öldüren insanlar, Hz. Muhammed’in yaşamını ve yaptıklarını iyi okumalı ve örnek almalıdır.

  1. 2 Trackback(s)

  2. Haz 8, 2009: Efendimiz (S.A.V) : Derin Düşünce
  3. Eyl 29, 2009: Güzellik Matkabı Zekâ Duvarını Deler mi? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin