RSS Feed for This Post

Efendimiz (S.A.V)

Az önce bir kardeşimiz bize aşağıdaki mesajı yollamış. Çok içten yazılmış bu satırları olduğu gibi ve acilen yayına girmek istedim. Umarım darılmaz, hakkını helâl etsin. Mesajdan sonra kendisini memnun edeceğini umud ettiğim bir de cevap yayınlıyorum:

 Bir çoğumuz için önemli bir gün olamaya bilir. Bugün Efendimiz (S.A.V) in miladi olarak, 8 Haziran 632 yılında aramızdan ayrıldığını düşünürsek tastamam 1377 yılı.

 İsterdim ki bir çok konuda elinde kalemi ile fikirler saçan ya da fikirlere karşı fikirler inşa eden kardeşlerimden ehil olan biri bu gün için bir kaç satır yazmış olsun. Siyaseten denilmeyenin bırakılmadığı bu platform da O (S.A.V)’nu anmak adına belki onlarca şey yazıldı, nedense bu yazılmadı.

 Biz üzüntümüzü burada dile getirmek istemedik derseniz anlarım. Ama, başka bahanesi olmayanlar için ne demek lazım… Bilemiyorum.

 “Çok biliyorsan kendin yazsaydın” da diyebilirsiniz. Haklısınız. Ama ben konusunda ve kaleminde ehil biri olmadığımı biliyorum. Ve biliyorum ki, burada bu konuda onlarca güzel satırlar yazıp, yüzlerce methiyeler dizebilecekler var.

 Yine de geç olmadığını düşünüyorum.

 O (S.A.V) ‘nu anmayanı anarlar mı?

 Not: Bilirim, anmak için günlerin hiçbir önemi yok.

 Not 1: Saat 22:00. Bunu yazmak için bekledim.

Belki biri yazar diye. Daha 2 saat var.

 

Öncelikle düşüncelerinizi çok güzel ifade edebiliyorsunuz, “Çok biliyorsan kendin yazsaydın” deme hakkımı saklı tutuyorum : ) Kalemde ehil olmayı bir yana bırakırsak düşünmek ve yazmak ve bu yolla çatışmaları fikir yoluyla yaparak zulmün önüne geçmek her Müslümanın boynunun borcudur benim gözümde. Zulüme direnmek için tahsil değil vicdan gerekir diye düşünüyorum. Gelelim isteğinize…

 Sevgili Peygamberimizi anmaktan öte, çağımızın dertlerine derman olacak nedir diye soruyorum kendime. İnsanın insana zulüm edip adına kâr, zafer, real politik dediği bir dünyadan bizi kurtaracak yegâne fikrî temelin insanın ne olduğunu anlamaktan geçtiğine inanıyorum. Zenci, Kürt, Kadın, Alevî, Hıristiyan değil yaratılmışların en şereflisi perspektifinden bakınca çözüm umudunu görebiliyorum.

 Sözü daha fazla uzatmadan dostumuz T. Suat Demren‘e bırakalım:

 Efendim

 (Daha önce yine sitemizde 8 mart 2009’da yayınlandı)

Küçüktüm ama kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Sanırım bir camiide vaazda dinlemiştim. Hoca,  “Peygamberimiz’i annemizden, babamızdan, eşimizden, çocuğumuzdan hatta kendimizden daha çok sevmeliyiz, gerçek müslüman böyle olmalı” mealinde sözler söylemişti.

“Nasıl olur?” dediğimi hatırlıyorum. “İnsan nasıl olur da annesinden, babasından, eşinden, çocuklarından, hatta kendi nefsinden fazla sevebilir?”

Aradan yıllar geçti. İyi kötü dinimi öğrendim. Okul, iş, derken hayatın heyulasına daldım. Zaten yolundaydı da, herşeyi daha bir yoluna koyduktan sonra günün birinde kapı çaldı.

Gelen “fikrin sancısı”ydı.

“İnsan nedir?”, “Varlık nedir?” sorusu kabus gibi üstüme çöktü. İnandığım herşeyi tek tek sıkı bir sorgudan geçirmeye başladım. Bu şüphe ve sorgu dayanılmaz hal alıyor, aklımın ellerine çaresizce savruluyordum. İlk zamanlar en çok “Ne olurdu Allah’ım ben de Pascal’ın kömürcü imanına sahip olsaydım” diye dua ettiğimi hatırlıyorum.

Gerçekten isterdim fidezimin o huzur dolu okyunusuna dalmak, hiç uyanmamak ve o huşû ile ömrümü tamamlamak. Ama geçen geçmişti, ben aklımın ellerinde düşmüştüm artık.

Hep okuyan, sorgulayan bir insandım ama bu başkaydı.

İslam dairesinin sınırlarında gezinmeye başladım. Yaratıcının varlığından, nübüvvete kadar altüst etmediğim hiçbir akîdem kalmadı. Septik bir deli gibiydim, nihilizm uçurumunun kıyılarında geziniyordum. Elime geçirdiğim herşeyi okuyordum, İslam felsefesi metinleri, Budizm ve Hristiyanlığa dair metinler, Talmud, diğer felsefî ekollerin kitapları, isbat-ı vacip delilleri, teizmin ve ateizmin derin argümanları. Darwinizm.. İdealizm ve materyalizm cephelerinin başlıca fikrî savaşçıları ve indeterminist laforizmalar. Eskatoloji, kötülük sorunu/teodise ve tabii ki İslam’ın başlıca kaynakları ile siyerler.

Çıkış sanıp tosladığım duvarlardan sonra varoluşa dair bu karmaşık labirentten çıkmanın tek yolunun “İslam” olduğunu kavramam iki yılımı aldı. İslam dairesinden hiç çıkmamakla birlikte akîdemin tüm unsurlarını aklımın ve kalbimin sıkı testinden geçirdim ve dairenin merkezine sıkıca yapıştım; elbetteki lütûfla..

Tüm bu süreçte beni en derinden etkileyen şey ise Efendimiz’in(s) yaşamı oldu; inceledikçe ahlâkına, şefkat ve merhametine, hoşgörüsüne, nezaket ve cömertliğine hayran olduğum bir yaşam.

Öyle bir hayat ki anlatmaya kelimeler yetmez.

Hz. Muhammed; kendi söküğünü diken, ayakkabısını tamir eden, hanımlarıyla et doğrayan, hamur yoğuran, onlarla oyun oynayan, evini süpüren, keçisini sağan, hizmetçilerine yardım eden, evinin duvarını tamir eden, küçük bir kız çocuğunun bile elinden tutup Medine’nin uzak köşesine götürebildiği, her söz söyleyene kulak kesildiği ve samimiyetle dinlediği için müşriklerin “kulak” adını taktığı, kendisine çocuk yaşlarında uzun yıllar hizmet eden Hz.Enes’in “Küçük yaşta yanına girdim ve tam on sene hizmetinde bulundum. Bana bir defa olsun sövmedi, beni bir defa olsun dövmedi. Yaptığım bir hatadan dolayı “niçin bunu yaptın?” veya ihmal ettiğim, yapmadığım bir işten dolayı “niçin bunu yapmadın” diye kızmadı, azarlamadı. Yüzüme karşı yüzünü somurtmadı” dediği bir peygamberdi.

Hz. Muhammed; risalet görevini aldığı ilk andan itibaren yıllarca birçok işkencelere, sıkıntılara, alay ve hakaretlere maruz kalmasına ve en nihayet ölümle tehdit edilmesine rağmen “Güneşi bir elime, ayı da diğer elime verseniz yine de davamdan vazgeçmem” diyen, amansız düşmanlarının, yanından geçerken yüzüne tükürmelerine, secdedeyken başına işkembe geçirmelerine, tokat atmalarına, evinin önüne ve geçeceği yollara geceleri diken ve taşlar koymalarına, çocuklara taşlatmalarına rağmen “Ya Rabbi, bilmiyorlar, onları affet ve hidayet ver” diyen bir peygamberdi.

Hz. Muhammed; kendisine yıllarca amansız düşmanlık yapmış, nice sıkıntılar çektirmiş, üç yıl boyunca korkunç bir tecrit uygulamış olan ve o anda da resmen savaş durumunda olduğu Mekkelilere; -müslüman olduktan sonra Mekke’ye tahıl vermediği için Mekke’de kıtlığa neden olan Kuzey Arabistan’dan bir sahabeye- bu boykotu kaldırtmış bir peygamberdi.

Hz. Muhammed; kalbinin katılığından şikayet eden birisine yetimlerin başını okşamayı tavsiye eden, çocuklarını öptüğü için çok şaşıran ve “Benim on çocuğum var, hiçbirisini öpmedim” diyen birisine “Allah kalbinden merhameti almışsa ben ne yapayım?” diyen, kızının katilini, amcasının katilini affeden, Uhud’daki bozgun sonrası, onca arkadaşının şehid olmasının yanısıra kendisinin de aldığı 70′e yakın kılıç darbesine, yanağının yarılmasına, dişinin kırılmasına rağmen “Ya Rabb onları bağışla, göremiyorlar” diyen, tüm bu sıkıntıları çektirmiş olan Mekke’lileri fetih sonrası affeden bir peygamberdi.

Hz. Muhammed; koyunların tüylerinden çekilmesini yasaklayan, develerin boyunlarına bağlanan bağları gevşettiren, ağlayan çocuk sesi duyduğu için namazı hızlı kıldıran, sokağa kaçan çocuğunu eve getirmek için “gel bak sana ne vereceğim” diye yalan söyleyerek kandırmaya çalışan anneyi böyle yapmaması için uyaran, karıncaya varıncaya kadar tüm canlılara şefkatle davranan, önünden geçen bir Yahudi cenazesini görünce ayağa kalkmasına şaşıran arkadaşlarına “O bir insan” diyen, kızını zorla evlendirmek isteyen babayı engelleyen bir peygamberdi.

Böyle bir hayat. İnsan fıtratının tüm güzel yönlerinin üzerinde cem olduğu bir Peygamber.

İşte beni düştüğüm çukurdan elimden tutup çıkaran O’ydu..

Getirdiği; tevhid, ahlâk, adalet..  Ve -çoğu kez- İslam’a inanmayanların bile hayran olduğu mükemmel bir teoloji.

Risaleti 23 yıl sürdü. Bunun yarısından fazlasını Mekke’de binbir sıkıntı içinde tebliğ ile geçirdi. Yaklaşık 10 yıllık Medine devrinde ise hemen tamamı savunma amaçlı ve stratejik olan çeşitli gazveler yaptı. 23 yılık risalet görevinde toplam 50-60 gün süren bu savaşlarda da her iki tarafın kaybı -toplam- 300′lü rakamlardaydı. (Kendi tuttukları hakemin kararı ile muamele gören Beni Kurayza’lılar hariç.)

Bugünlerde O’nun getirdiği İslam’a “kılıç dini” diyorlar.  Bu mu kılıç?

Ve bu küçük bilançoyla Peygamberimiz, ardında yaklaşık iki milyon kilometrekarelik devasa bir alana yayılmış, veda hutbesinde ikiyüzbin kişilik bir topluluğa hitap edecek kadar genişlemiş bir mü’minler topluluğu bıraktı. Bu genişliğe ve imkanlara rağmen vefat ettiğinde arkasında iki gümüşlük nakiti vardı. Bu sırada zırhı 90 kg arpa karşılığı bir Yahudi’nin elinde rehindi.

Arapları tarihlerinde ilk defa birleştirdi. Adeta infilak hızıyla, tevhid öğretisi arap yarımadasından dünyanın dört bir yanına dağılmaya başladı. 100 yıl içinde tarihte eşi-benzeri görülmemiş bir medeniyet hamlesinin temelleri atıldı. Amerikan PBS televizyonunun çektiği “Islam: Empire of Faith” (İslam: İnanç İmparatorluğu) adlı belgeselde “İslam, insanlık tarihinin en büyük başarılarından biri” “Onlar Rönesans’ın tohumlarını Leonardo Da Vinci’nin doğumundan 600 yıl önce ekenlerdi” “Hastaları iyileştirmeyi, hesap için kullanmak üzere numaraları biz onlardan öğrendik” “Dünyadaki tüm kültürler İslam tarafından şekillendirildi” vb. spotlarla sunulan, dünya tarihini kökünden değiştiren bir medeniyet O’nunla ve getirdiği İlahi Vahy ile doğdu.

Bunların ötesinde; bugün bu çamura bulanmış dünyadaki haksızlıklara, zulme, adaletsizliklere, işkenceye, sömürüye, katliamlara yani “kötülüğe” karşın hala çıldırmadan yaşayabiliyor ve elimizden geldiğince mücadele edebiliyorsak, onun aracılık ettiği Vahy-i İlahînin, “mutlak adalet” için verdiği “söz” nedeniyledir.

Bu “söz” vicdanlı insanların varoluş labirentinden tek çıkış noktasıdır. Aksi “ya inanacaksın ya intihar edeceksin” diyen merhum Meriç’in sözündeki anlama benzer çıkmaz bir sokaktır.

Bugün hala insana dair, ahlâka dair, iyiliğe, güzelliğe dair, yaşama dair içimizde bir ümidimiz varsa O’nun getirdiği mesajın gücüne, birleştiriciliğine, evrenselliğine ve ilham alınacak cazibesine olan inancımız sayesindedir.

Bugünler O’nun dünyaya teşrif ettiği günler.

Onca çektiğim sancıdan sonra çok küçükken dinlediğim o vaizin söylediklerini daha iyi anladığımı hissediyorum. İnsanlığın her zamankinden daha fazla O’na ihtiyacı var. Ancak O’nun getirdiği mesajın, -en başta müslümanlar tarafından- özümsenmesi bu dünyayı çılgınca gittiği uçurumdan kurtarabilir.

Veladet geceniz mübarek olsun.

Allahümme salli ala Muhammed..

Trackback URL

  1. 9 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Haz 8, 2009 | Reply

    mesajı gönderen sevgili kardeşime en azından kendi açımdan şöyle birşey söylemek isterim: ben, kendi açımdan hakkıyla dokunabileceğimi düşündüğüm şeylerde yazabiliyorum ancak. Hz. Peygamber(a.s.)hakkında yazmak, O’nun hayatını “aracısız” anlatabilmek benim harcım olmadığı için bugün böyle birşey aklıma geldiği halde elim gitmedi. aracılar ise, islam hakkında anladıklarımızı çeşitli ara-konularda ve ara-konularla aktarmaya çalışmak. ancak bu şekilde gözlerimi kamaştırıp kör etmiyor baktığım Hakikat. muhabbetle

  3. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Haz 8, 2009 | Reply

    Sevgili kardeşimin samimi serzenişi ve uyarısı içime oturdu. Onu haklı görüyor ve Allah ondan razı olsun diyorum.

  4. Yazan:suzannur Tarih: Haz 8, 2009 | Reply

    Bu maili gönderen kardeşime, Suat Beye ve bu iki yazıyı yayımlayan Sayın editöre teşekkür ederim.
    Muhabbetle.

  5. Yazan:cemile bayraktar Tarih: Haz 8, 2009 | Reply

    İsterdim ki bir çok konuda elinde kalemi ile fikirler saçan ya da fikirlere karşı fikirler inşa eden kardeşlerimden ehil olan biri bu gün için bir kaç satır yazmış olsun. Siyaseten denilmeyenin bırakılmadığı bu platform da O (S.A.V)’nu anmak adına belki onlarca şey yazıldı, nedense bu yazılmadı.

    Biz üzüntümüzü burada dile getirmek istemedik derseniz anlarım. Ama, başka bahanesi olmayanlar için ne demek lazım… Bilemiyorum.

    “Çok biliyorsan kendin yazsaydın” da diyebilirsiniz. Haklısınız. Ama ben konusunda ve kaleminde ehil biri olmadığımı biliyorum. Ve biliyorum ki, burada bu konuda onlarca güzel satırlar yazıp, yüzlerce methiyeler dizebilecekler var

    Bu kardeşimizden de,paylaştığı için Mehmet beyden de Allah razı olsun.

    İnsan içinde acıyan bir tarafı başka birinin hissediyor olduğunu görünce iyileşmese de az biraz ferahlıyor.

    Gün içinde aynı konu nedeniyle kendimi yedim durdum,haftalardır içimi kemiren o düşünceler bugün ‘gündemi’ izleye izleye ayyuka çıkmıştı.Dövündüm durdum…

    Ne DD’ye,ne Ahmet’e,Ne de Mehmet’e önce kendi nefsime ardından tüm müslümanlara söylüyorum.Ben en çok müslümanlardan gocunduruldum.İçimdeki cam kırıklarının sebebi de yine o müslümanlar.Benden olmayanın derdi niye beni yersin ki.Beni benden olanın verdiği dert yerer…

    İnsan bazen de dertten söyler,acı acı söyler.İğneyi de çuvaldızı da kendine batırır öyle söyler.

    O kıymetli arkadaşımıza şöyle söylemek isterdim utana sıkıla,müslümanların şimdilerde popüler olan felsefik tartışmalardan Peygamberlerini anmaya pek fırsatı yok,ben daha çok biliyorum demek için okunan entelektüel yayınlar onlardan esinlenerek kurulmuş cümleler,’biliyorum’ öyle ise varım travmaları,değerim bildiğimle ölçülür,kendim gibi düşünmeyen insanları ancak onların beni vurduğu kaynaktan vururum hevesi ile kendilerini kaybetmişler.Dinin gericilik olduğuna öyle inanıyorlar ki dinden her hangi bir argüman kullanmak,bir araç edinmek etiketlerini öyle zedeliyor ki o konulara hiç girmiyorlar cuma sohbeti gibi konuşmak oldukça arabesk,köylü vari bir eylem olduğu için bizimkiler terki diyar da.Kendileri söylemedikleri gibi söyleyen arkadaşlarına,kardeşlerine de bir ‘destek’ vereyim,bir cümle ile etrafındaki piranalardan kurtarayım desteği vermekten de itina ile uzak duruyorlar.Öteki ile empatik ilişkiler içerisinde gelişen sempatik hallerden dini açısından nefes tüketen kardeşleri hiç nasiplenmiyor.Sonra böyle konuşunca ben hemen biz-siz yapmış oluyorum,ötekileştiriyorum.

    O arkadaş dost olmuş,tatlı söylemiş.Ben dost oldum,ama artık doydum acı söyledim.

    Acıya meyyalim vallahi de acımaktan.

  6. Yazan:TroubleShooter0 Tarih: Haz 9, 2009 | Reply

    Okurken duygulanmamak elde değil.

  7. Yazan:Özlem Tarih: Haz 9, 2009 | Reply

    Müjdecim kurtarıcım önderim peygamberim
    Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim… N.F.K

  8. Yazan:Ali Yürekli Tarih: Haz 9, 2009 | Reply

    Peygamber neden herkesten fazla sevilir. Çünkü Peygamber efendimiz bizi herkesten daha fazla sever, bizim için acı çeker, dua eder ve merhamet eder. Ayrıca hidayete, huzura, refaha giden yolda bir güneştir peygamber efendimiz. Müslüman olmayabilirsiniz ama peygamber efendimizin yaşantısına saygı duymamak ancan vicdansızlıkla izah edilebilir. Peygamber efendimizin insanlık için istediği hep güzelliktir zerre kadar art niyet kir bulamazsın. Onun hoşgörüsünün, sabrının, cömertliğinin, merhametinin tirilyonlarca mil yakınına bile varamayız. Ne müslümanı ne hiristiyanı nede dinsizi hiç birimiz. Ne zaman ki güneşe sırtımızı döndük karanlıktan kurtulamıyoruz-çıkamıyoruz. Artık güneşi yüzümüzü dönme zamanı. Artık lafta değil yaşantıda müslüman olma zamanı evet zor olacak ama kurtuluşumuz burda. Bu yazıyı yazanı başta olmak üzere gündeme getirmeye vesile olanlara teşekkür ederim. Tabi bizde dinimizi kurandan hadislerden saygın ulemaların kitaplarından araştırmalıyız. Hep birilerinden beklemeliyiz. Çok tembel bir toplumuz.

  9. Yazan:Ömer ATABEY Tarih: Haz 9, 2009 | Reply

    Acizane, Son Peygamber Hz.Muhammed s.a.v.’in vefatına dair İslam aleminde neden bir etkinliğin olmadığını düşündüm, kendimce bunu makul olabileceği bir gerekçeye dayandırdım. Bu gerekçem, her ne kadar Hz.Ömer(r.a.)in çıkışına(Kim muhammed öldü derse….) benzese de ben bunu Hz.Resuli Ekrem’in veda hutbesinde ifade ettiği:” Size iki emanet bırakıyorum. Siz Onlara sarıldıkça doğru yoldasınız” mealindeki hadisine dayandırıyorum. Ölümü Yaratan Allah, hep var olduğuna göre ve biz Ona kulluk ettiğimize göre ayrıca Kur’an ve sünnet olanca saflığıyla içimizde/aramızda olduğuna göre Hz.Resülün vefatını anmak pek yakışıklı kalmaz sanırım. Zira ölüm/vefat, ayrılığı,uzaklığı anımsatıyor. Halbuki Kur’an ve sünnet bizden hiç ırak olmadı. Dileyen herkes başucuna bakıp onları tozlu raflardan indirebilir. Sallallahu Aleyhi ve Sellem. Ve Alihi ve Ashabihi…

  10. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Haz 9, 2009 | Reply

    Kardeşim,

    O’nu anlatabilmek için kalem ehli değil, gönül ehli olmak gerekir. Ve onu harfler, satırlar anlatamaz. Belki ismini andıkça yüreği kavrulan aşıkların hali anlatır.
    Aşıklar O’na rüyalarında kasideler söylemişler; Şehin Şah-ı cihanban-ı risalet, Şah-ı zi-ünvan’dır demişler. Mahbub-u Hüdadır, Seyyid-i nev-i beşer, Derya-ı dürr-i ıstıfadır demişler. Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Resulullah! demişler.
    O’nun övülmeye ihtiyacı yok, kelimelerle övülemez de; ancak O’nun ismi sözleri, şiirleri güzelleştirir. O’nu Allah övmüş çünkü… Bu ne acayip bir şey anlıyor musun?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin