RSS Feed for This Post

Kimlikçi siyaset Türkiye’de federasyonu zorunlu kılar II

AK Parti neden İslamcı bir parti değildir?

Şimdi bazıları AK Parti’nin de Saadet Partisi geleneğinden gelen İslamcılık siyaseti izlediğini savunabilir. Ama seçim sonuçları bu iddiayı çürütüyor. Geçmişte Saadet Partisi İzmir’de, Antalya’da varlık gösteremezken AK parti nasıl oluyor da bu illerde ikinci parti oluyor? “İslamcı” kimliği üzerinden siyaset yapan bir partinin sahil şeridinden %10’un altında oy alması gerekir.

 CHP iç kesimlerde %10’un altında düşerken AK Parti hiçbir yerde düşmüyor.

 Ne CHP ne de MHP Güneydoğu’da yokken AK Parti bu bölgede ya birinci ya da ikinci parti.

 AK Parti Kürtçülük, Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük siyaseti güdülerek oy kazanılan yerlerin tamamında ya birinci ya da ikinci partiyse bunun nedenini çok iyi analiz etmek gerekir.

 AK Parti’nin Türkiye’nin her ilinden %10’un üzerinde oy alabilmesinin nedeni Başbakanın da belirttiği gibi kimlik üzerinden siyaset yapmamasıdır. Peki ne üzerinden siyaset yapıyor? Kısaca “ekonomi” diyebiliriz. CHP Batıcı kimliğini AK Parti ile verdiği mücadele sayesinde pekiştiriyorsa nasıl oluyor da AK Parti’nin temel politikası ekonomi ekseninde kalmaya devam edebiliyor? Bunun basit bir cevabı var: İktidar partisi olan AK Parti 2008 yılına kadar ekonomide başarılı oldu. %7’ye yakın ortalama yıllık büyüme tutturulabildi. Türkiye’de açlık sınırının altındaki insan sayısı AK Parti döneminde 3 milyondan 1 milyonun altına düştü. Bu nedenle türban konusundaki yapay kutuplaşma AK Parti’yi marjinalize edemedi; 2007’de AK Parti %47’ye ulaşabildi.

 2008’e kadar AK Parti’nin temel siyasetinin iş ve aş olduğu lafta kalmadı, vatandaş tarafından somut olarak hissedildi. Bunun yanı sıra AK Parti en kutuplaşmış ortamda bile ekonomi konuşmaktan geri durmadı.

 AK Parti 2007’de kutuplaşma sonucu İslamcı bir parti olarak algılansaydı %47’ye ulaşamazdı. Türkiye’de %47 hiçbir kimlik siyaseti çerçevesinde bir araya gelemez. Hiçbir ötekileştirme ile Türkiye’de bu oranı tutturamazsınız. Geçmişte de tek başına iktidar olan partilerin siyasetlerine baktığınızda hep ekonomi motivasyonunu gözlemleriz. Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi bir kimliği vurgulayarak siyaset yapmadılar. AK Parti de aynı kulvarda siyaset yaparak başarılı oldu.

 2007 ile 2009  arasındaki temel fark ekonomidir. 2009 seçimlerinde AK Parti’nin oy oranının azalmasını Başbakanın dışlayıcı üslubuna bağlayanlar yanılıyorlar. 2007 seçimlerinde çok daha kutuplaşmış bir ortam vardı. Ancak o ortam yapaydı. Medya ve yüksek yargı tarafından yaratılmıştı. Oysa 2009’da kimlikçi partilerin oylarının artmasını sağlayacak doğal bir gelişme oldu.

 2009’da Batıcı, Türkçü ve Kürtçü oyların artması ekonominin kötüye gitmesinden kaynaklanır. Ekonomi iyiye gittikçe hiçbir yapay kutuplaştırma çabası vatandaşın oyunun AK Parti’ye gitmesine engel olamaz. 2007’deki %47 bu iddiamın en önemli kanıtıdır. O seçimlerde birçok Batıcı seçmen oyunu AK Parti’ye verdi. Yoksa 2009’da MHP de oyunu arttırmışken CHP’ye oylar AK Parti’den başka nereden kaymış olabilir?  

 Cumhurbaşkanlığı krizinin 2007 seçimlerine etkisi abartıldı. 27 Nisan muhtırasının seçimler üzerinde büyük bir etkisi yoktur. 2007’de halk AK Parti’ye haksızlık yapıldı diye oy vermedi. Öyle olsaydı 28 Şubat’tan sonra da Refah Partisi’nin patlama yapması beklenirdi. Türk halkı mazlumun yanında olsaydı Davos’ta Filistinlilere yapılan haksızlığı dünyaya haykıran Erdoğan’ın oyları 2009’da yükselirdi. Ama öyle olmadı. Çünkü duygular gelip geçicidir, cüzdan kalıcıdır.

 Kimlik motivasyonu tek başına bir anlam ifade etmez, daima arkasında küçülen bir pasta olması gerekir. Kimlikçi siyasetin dünyadaki en önemli uygulayıcısı Adolf Hitler 1. Dünya Savaşı’nın hemen ardından başlamıştı ırkçı fikirlerini yaymaya. Ancak yıldızı 1929 buhranından sonra parladı. 1929’a kadar Hitler’in partisi hiçbir varlık gösterememişken krizin ardından 5 yıl içinde Almanya’nın tek partisi konumuna gelmişti. Hitler bile kötü giden bir ekonomi olmadan başarıya ulaşamayacaktı. Aynı durum Türkiye için de geçerlidir. Siyaset ne kadar kutuplaşırsa kutuplaşsın Türkiye’de kimlikçi partiler ekonomi kötüleşmedikçe prim yapamaz.

 Hitler ile ilgili dikkati çeken ikinci bir anekdot ise Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin serbest seçimlerde aldığı en yüksek oyun %40’lara ulaşamamasıdır. Çünkü az önce de belirttiğim gibi hiçbir kimlikçi parti %50’lere yaklaşamaz. Demokratik bir ülkede korku siyaseti ile halkın yarısını etki altına almak Hitler gibi bir nefret dehasının bile başarabileceği bir iş değildir.

 Türkiye’de Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi ve son olarak AK Parti nasıl oldu da bu kadar yüksek oy oranlarına ulaşabildiler? Ekonomi günümüzde neden siyasi davranış üzerinde çok etkili? Bu soruların cevabını vermek için dünyada modernleşmenin beraberinde getirdiği siyaset anlayışını irdelemek gerekiyor.

 Ekonomik modernleşme partilere ulusal olma şansı verir. Ekonomik modernleşme daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi köylüyü işçi, ağayı burjuva yapar. İşçi de, burjuva da devlet ile yoğun bir ilişkidedir. Burjuva devletten maliyetlerini düşürecek politikalar uygulamasını ister. Daha az sigorta kesintisi yapılsın, daha az vergi alınsın, enerji fiyatları düşürülsün, ulaşım alt yapısı güçlendirilsin gibi. İşçi devletten daha iyi çalışma koşulları ister. Asgari ücret yükseltilsin, çalışma saatleri azaltılsın, çalışma güvencesi artsın gibi. 29 Mart seçimleri öncesinde bu durumu somut olarak gözlemledik. Sanayici krize önlem alınmasını, işçi işten çıkarmaların engellenmesini istedi.

 Türkiye’nin bir ulus-devlet olduğunu çok sık duyarız. Aslında ulus-devletin bir başka adı da modern devlettir. Modern üretim ilişkilerinin kurulmadığı bir ülkede ulus-devlet yukarıdan kurulsa bile özellikle demokratik düzende Türkiye’de olduğu gibi çok sorunlar yaşar. Çünkü demokrasi düzeni içinde ulus-devlet ulusal partilere bir başka deyişle modern partilere ihtiyaç duyar. Modern parti az önce bahsettiğim gibi ekonomi çerçevesinde politikalar üreten partidir.

 Bir parti modern olduğu ölçüde ulusal olabilir. Çünkü dil, din, ırk, bölge ayırt etmeksizin bütün bir ulusu ilgilendiren yegane siyaset alanı ekonomidir. Ekonominin siyaset içinde yer alabilmesi için devletin uyguladığı ekonomi politikalarının vatandaşı derinden etkilemesi gerekir. Bu feodal ekonomik yapıda mümkün olamaz. Çünkü toprak ağası köyünü dış dünyaya kapattığında hiçbir sıkıntısı çekmeksizin yaşayabilir. Ancak modern üretim sonucunda köylü işçiye, ağa burjuvaya dönüştüğünde her şey değişiverir. Türkiye bugün ekonomisini tam olmasa da en azından yarı yarıya modernleştirmiştir. Bu nedenle bir parti her bölgeden oy almak istiyorsa öncelikle ekonomi politikalarını ön plana çıkarmalıdır.

 Ekonominin modernleşmesi bir partinin her bölgeden oy almasını sağlarken sınıfsal düzlemde bir ayrışmaya da yol açtı. Biraz tarihe göz atarak bu ayrışmayı analiz edelim.

 Ekonominin modernleşmesi sınıfsal ayrıma yol açtı. Dünyada modernleşmenin ilk dönemlerinde ekonomi politikaları arasında çok ciddi bir uçurum vardı. İşçi sınıfı ilk etapta seçme ve seçilme hakkını elde etmek için mücadele veriyordu. İngiltere gibi ekonomisi ilk modernleşen ülkelerde, bu sınıf meclise girdikten sonra işçilerin çalışma koşullarını iyileştirici, fakiri kollayan politikalar izlenmesi için çaba gösterdi. Diğer yanda burjuva sınıfının çıkarlarını kollayan partiler devletin üretim maliyetlerini düşürücü önlemler alması gerektiğini, gelişmenin bu şekilde başarılabileceğini savunuyorlardı. İşte sol ve sağ temel olarak böyle ortaya çıkmış oldu.

 Sol ve sağ politikalar arasındaki farklılıklar 20. yüzyılda genel oy ilkesinin benimsenmeye başlamasıyla birlikte gitgide azaldı. Artık hiçbir sağ parti toplum içinde çoğunluğu oluşturan işçinin oyunu elde etmeden iktidar olamazdı. Nitekim İngiltere’deki liberal parti yanlış hatırlamıyorsam 1917 seçimlerinden sonra bir daha iktidar olamadı. Böylece sağ git gide sosyal politikalar üretmek zorunda kaldı. Diğer yandan son dönemde yükselen Asya ülkeleri karşısında gelişmiş Avrupa ülkeleri rekabet edememeye başlayınca tekrar liberal politikalar ağırlık kazanmaya başladı. Böyle bir durumda mesela Almanya’nın sosyal demokrat lideri Gerhard Schröder sosyal politikaları sınırlayan tedbirler almak zorunda kaldı. Hatta sosyal güvenlik kanununu değiştirmekte geç kalması ona epey pahalıya mal oldu.

 Modern partinin en ileri tipi: kitle partisi. Sağ, sol ayrımı azaldıkça partiler birbirlerinden oy çalmaya başladılar. Artık bir sağ parti, işçi oylarına göz dikebiliyor, sol bir parti de burjuvanın desteğini alabiliyordu. İşte “kitle partisi” dediğimiz parti tipi böyle bir sürecin sonucunda ortaya çıktı. Kitle partisi toplumun her kesiminden oy alabilen partidir, modern parti tipinin en ileri örneğidir. Kitle partileri üniter yapıdaki bir ulus-devlet için olmazsa olmazdır, çünkü dil, din, ırk, mezhep, bölge ayırt etmesizin halkın her kesimine hitap edebilirler.

 Ekonominin modernleşme süreçlerinin sonunda ortaya çıkan kitle partileri ulusal parti olmanın da en son mertebesidir. Bir parti kitle partisi konumuna geldiğinde artık ülkedeki herkesten oy alabilecek duruma gelmiş demektir.

 Yukarıda anlattıklarımız çerçevesinde kitle partisi olmanın iki şartı var: 1) Ekonomi partinin temel politikalarını oluşturmalı. 2) Ekonomi politikaları içinde hem sağ hem sol unsurlar bulunmalı.

 1980 yılına kadar Türkiye’de sağ, sol kavramları çerçevesinde siyaset yapıldı. Aslında bu tarz bir siyaset de yapaydı. Çünkü Türkiye’de hiçbir zaman işçi batıdaki gibi sömürülmedi. Ama Türk siyaseti ABD, SSCB rekabetinden etkilenerek bir sağ, sol ayrışmasına gitti. Bu nedenle 1980’e kadar bir partinin bugünkü anlamıyla tam bir kitle partisi olması çok da mümkün değildi.

 Çoklarının söylediği gibi bugün Türkiye’de sol olmamasının nedeni 1980 askeri darbesi değil, dünyada sağ, sol diye bir şeyin kalmaması. Az önce anlattığım süreçte Sovyetlerin de sona ermesiyle birlikte sağ ve sol partilerin ekonomi politikaları birbirine iyice yaklaştı.

 Türkiye’de de sağ sol siyasetinin bitmesi ekonominin öneminin azalması anlamına gelmiyor. Aksine ülke modernleştikçe ekonomi siyasal davranış üzerinde daha etkin olur.

 “Sağ, sol kalmadıysa bir parti nasıl olacak da farklı bir ekonomi politikası ortaya koyabilecek?” Her mikro sorun için ayrı proje üreterek. Partiler artık sağ, sol beleşçiliğine sığınamaz. Her sorunu ayrı ayrı irdelemeleri ve çözümler sunmaları gerekiyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul için geliştirdiği bir projeden örnek verelim. Kılıçdaroğlu açlık sınırı altındaki ailelere maaş bağlanması gerektiğini açıkladı. Bu konuda kendisini epey eleştirmişliğim vardır. Ancak bu bile bir mikro proje örneğidir. Siz daha önce Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu tür projelere vurgu yaptığını duydunuz mu? Yapsaydı AK Parti gibi bir kitle partisi konumuna gelebilirdi.

 Bugün Türkiye’de kitle partileri için çok uygun bir iklim var. Köy nüfusu gitgide azaldı, şehir nüfusu arttı. Şehirde yaşayan insan devletin ekonomi politikalarından çok daha fazla etkilendiği için partilerin ekonomi konusunda anlatacaklarını da çok dikkatli dinler.

 Anlattığım üzere günümüzde sağ, sol ayrımı eskisi kadar yoğun değildir; ancak buna mukabil ekonominin kişi üzerindeki etkisi de eskisine oranla çok daha fazladır. Merkez Bankası’nın alacağı faiz kararı, Maliye Bakanlığı’nın ÖTV’yi indirmesi, petrol üzerindeki vergi, enerji fiyatları diye uzun bir liste yapabiliriz, vatandaşın günlük hayatını doğrudan etkileyen.

 29 Mart seçimlerini bir düşünsenize. İşsizlik %13’lere çıkmış, sanayi üretimi %25 daralmış, ekonomi %6 daralmış. Bütün bu rakamlar vatandaşın hayatında bir gerçekliğin karşılığı. Nitekim kaç seçimdir ilk defa meydanlarda muhalefet lideri kimlik üzerinden siyaset yapmayı bırakıp bolca ekonomi konuştu. İşte doğru olan bu ve kararlılıkla sürdürülmesi gerekiyor. Aksi takdirde kimlik üzerinden siyaset yapmaya alışagelmiş MHP, CHP, SP, DTP ülke modernleştikçe erimeye mahkumlar.

 CHP artık solun %30 civarındaki potansiyeline sıkışmak zorunda değil. Ekonomiye vurgu yaparak, kimlik siyasetini bir kenara bırakarak Cumhuriyet Halk Partisi de AK Parti gibi %50’ye yaklaşabilir, hatta bu oranı geçebilir.

Recep Tayyip Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun farkına vardığı bu yeni siyasi zemini bundan 8 sene önce çok iyi anladı. AK Parti’nin kitle partisi olabilmesinin ardında iki temel siyaseti vardır. 1) İslamcı kimlik vurgusunun yerini ekonomi vurgusunun alması. 2) Aynı anda hem sağ hem sol politikalar geliştirilmesi. AK Parti bir yandan küresel sermayeyi çeker, özelleştirmeler yapar, yabancıya toprak satar, diğer yandan geliri olmayan yaşlılara aylık bağlar, fakire kömür, yiyecek yardımı yapar.

 AK Parti en modern partidir. Bu noktada kurduğumuz teorik alt yapıdan hareketle partiler arasında “modernlik” sıralaması yapabiliriz. Modern üretim ilişkileri üzerine siyaset yapan parti modern partidir. Modern üretim ilişkileri üzerine siyaset yapan parti her bölgeden oy alabileceği için ulusallaşabilecektir. Bölgesel kimlikler üzerine siyaset yapan partileri ise feodal olarak tanımlasak hata etmiş olmayız.

 AK Parti bugün Türkiye’nin en modern hatta tek modern partisidir. Çağdaş ülkelerdeki parti tipine Türkiye’de en fazla yaklaşan parti de günümüz itibariyle AK Parti’dir. Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da ve gelişmiş ülkelerin bir çoğunda büyük partiler kitle partileri iken ne yazık ki Türkiye’de sadece AK Parti bu mertebede değerlendirilebilir. Kitle partilerinin gelişmiş ülkelerde karşımıza çıkmaları bir tesadüf değil. Modern üretim ilişkileri gelişmiş ülkelerde güçlü olduğu için oralarda ekonomi siyaseti kimlik siyasetine baskın olabiliyor.

 Türkiye’de en modern seçmen de AK Parti seçmenidir. Çünkü bu seçmen oyunu modern üretim ilişkilerinin sonucu olan modern ekonomi bazında vermektedir.

 Kimliklerin siyasal davranışları arasında modernlik sıralaması. Şu kuracağım cümle bir çoğumuzu şaşırtacak: “Türkiye’de siyasal davranışı en modern kimlik İslamcılıktır.” Çünkü AK Parti oyları içinde eskiden kimlik siyasetine göre oy veren en önemli unsur İslamcılar. Eski İslamcı seçmen bugün ekonomi hassasiyetini kimlik hassasiyeti üzerinde tutuyor. Önceliklerdeki bu değişiklik Türkiye’deki İslamcı ideolojinin modernleşme yönündeki istekliliğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle batı normlarında çağdaş bir ülke olabilme yolunda en fazla ilerlemeyi önümüzdeki dönemde de eski İslamcılardan görürsek hiç şaşmayın. Bu kesim batılılaşma taraftarı değildir; ancak modern üretimin sonucunda kendiliğinden ortaya çıkan çağdaş standartlar batıda var diye de karşı çıkmaz.

 Son kullandığım cümle Saadet Partisi ile AK Parti arasındaki farkı ortaya koymak açısından önemli. AK Parti’ye oy veren İslamcı seçmen modernizmi önemsediği için batıya açık. Dikkat ederseniz, kültürünü batılılaştırma taraftarı demiyorum, batıya açık diyorum.

 Batı gibi Türkiye de modernleştikçe aynı değişimleri yaşayacak. Saadet Partisi ise geçmişten bu yana Batıcı kimliği ötekileştirerek varlığını sürdürdüğü için ekonominin modernleşmesi konusunda AK Parti kadar ilerici bir yol takip edemez. SP politikalarındaki İslamcı kimlik bir şekilde kendisini anti emperyalist tanımlamak zorundadır, bir şekilde milli ekonomi taraftarı olmak zorundadır. Halbuki Türkiye’de ekonomiyi dışa kapalı olarak modernleştirmek ise çok zordur.  

 Saadet Partisi modernleşme ile kimliği arasında kaldığı zaman fakirlik pahasına İslamcılığı tercih eder. AK Parti ise dini, ırkı, mezhebi olmadığı için her şartta modernleşmeyi seçer. Bir başka deyişle AK Parti’nin dini imanı paradır. İşte bu nedenle AK Parti Saadet Partisi’ne göre çok daha büyük kitlelere ulaşmayı başarmıştır.

 Eski İslamcı seçmen bugün AK Parti’ye oy veriyorsa en azından şimdilik oy vermede kıstas aldığı öncelik değişmiştir. AK Parti İslamcı seçmen kimliğini yeniden hatırlamasın diye bu kesimi modern ekonomiye kazandırmak adına büyük bir çaba harcıyor. Aslında sadece İslamcı seçmen için değil, bütün diğer kimlikler için aynı çabayı harcıyor. Başbakan Antalya’ya neden bu kadar yatırım yaptı? Çünkü Antalya’da Batıcı seçmenden oy almadan Büyükşehir Belediyesi’ni kazanamayacağını biliyordu. Batıcılık hassasiyetini ekonomi ile azaltmak istedi; ancak görünen o ki başarılı olamadı. Çünkü küresel krizin Türkiye’deki etkisi bu ilde Batıcı kimliği hortlattı.

 AK Parti temel siyasetini ekonomi üzerinden yaptığı için AK Parti’nin temel amacı ülke ekonomisini modernleştirmektir, bir başka deyişle “çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmaktır.” Çünkü ekonomisi modernleşen Türkiye’de daha çok insan kimlik yerine ekonomiyi önemseyecek ve daha çok oy AK Parti’ye kayacaktır. Sayın Başbakanın her fırsatta Atatürk’ün gösterdiği hedefi vurgulaması bu çerçevede bakıldığında bir tesadüf değildir.  

 AK Parti’den sonra modernlik iddiasında ona en fazla yakınlaşabilen ise Milliyetçi Hareket Partisi’dir. MHP Genel Başkanı sayın Devlet Bahçeli doğrusu izlediği politikalarla partisini kimlikçi siyasetten uzak tutmak için büyük çaba sarf ediyor. Bugün MHP de pekala CHP’nin Batıcılığı sömürdüğü gibi hatta çok daha fazla Türkçülüğü sömürebilir. Devlet Bey istese her şehit cenazesini bir şova dönüştürebilir ve bu durumdan da çok oy elde eder. Ancak sorumlu bir siyasetçi olarak böyle bir siyaset izlemiyor. Ancak ben buna rağmen MHP’yi çok sert eleştirdim. Çünkü MHP’nin siyasi konumlandırması o kadar güçlü ki, Genel Başkan’ın izlediği politika MHP’liyi çok da etkilemiyor. Türk seçmenin nezdinde MHP’nin temel politikaları hala Türkçüdür. Sayın Bahçeli’nin çabaları MHP’yi Güneydoğu sınırlarına kadar ulusallaştırabiliyor; ancak MHP’nin kuruluş nedeni ne yazık ki partiyi Güneydoğu’da yok ediyor.

 Sayın Bahçeli’nin kitle partisi olma yönündeki çabaları boşa değil. Çünkü Türkiye’de İslamcılardan sonra en modern kimlik Türçülüktür. Dikkat ederseniz, AK Parti oyları içinde İslamcı oylardan sonra en büyük yer tutan ikinci kısım Türkçü oylardır. Sayın Erdoğan Türkçü oyları kolayca elde edebileceğinin farkında olduğu için seçim stratejilerini hep MHP oyları üzerine kuruyor. Ekonomide başarılı olduğu ölçüde de stratejisi başarılı oluyor.

 Kaynaklar (Bütün yazı dizisi için)

 Calhoun, C. (2001). The Virtues of Inconsistency: Identity and Plurality in the

Conceptualization of Europe. In L.E. Cederman, (Eds.), Constructing Europe’s Identity: the external dimension. Colorado (USA): Lynee Renner Publishers, Inc.

 Cederman, L.E. (2001). Political Boundries and Identity Trade-Offs. In L.E. Cederman,

(Eds.), Constructing Europe’s Identity: the external dimension. Colorado (USA): Lynee Renner Publishers, Inc.

 Fitzgerald K. T. (1992).  Media, ethnicity and identity. In P. Scannell, P. Schlesinger, C.

Sparks (Hrsg.), Culture and Power: A Media, Culture & Society Reader. London, Newbury Park und New Delhi: Sage Publications.

 Habermas, J. (1998). Die politische Konstellation: Politische Essays. Frankurt: Suhrkamp

Verlag.

 Hartmann, Jürgen (Hg.) (1997): Handbuch der deutschen Bundesländer. Frankurt / Main; Newyork: Campus Verlag.

 Hesse, Johaim Jens; Eltwein; Thomas (2004). Das Regierungssystem der Bundesrepublik Deutschland. Berlin: De Gruyter Recht und Politik.

 Hobbes, T. (2005). Leviathan’dan Seçme Parçalar (S. Lim, Çev.). Tunçay (Ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar, Yeni Çağ (ss. 209-251). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

 Hobbes, T. (2005). Leviathan’dan Seçme Parçalar (S. Lim, Çev.). Tunçay (Ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar, Yeni Çağ (ss. 209-251). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

 Hume, D. (2005). Özgün Sözleşme Üstüne’den Seçme Parçalar (M. Tunçay, Çev.). Tunçay (Ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar, Yeni Çağ (ss. 425-444). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

 Kopstein Jeffrey; Lichbach Mark (2000). Comparative Politics: Interests, identities and institutions in a changing global order. Cambridge: Cambridge University Press 2000

 Marx, K. (2005).  Kapital III. VA III/2, s.664/n.26. (M. Tunçay, Çev.). Tunçay (Ed.), Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Seçilmiş Yazılar, Yakın Çağ (ss. 134-136). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

 Morley, D., Robins, K. (1995): Spaces of Identity: Global Media, Electronic Landscapes and

Cultural Boundaries. London and New York: Routledge. 

 Mytelka, L. K. (2000). Knowledge and Structural Power in the International Political

Economy. In T. C. Lawton, V. Rosenau, & C. Amy (Hrsg.), Strange Power: Shaping the Parameters of International Relations and International Political Economy. Aldershot Hants, England: Ashgate publishing.

 Shore, C. (2000). Building Europe: The Cultural Politics of European Integration. London:

Routledge (Taylor and Francis Group).

 Sontheimer, Kurt (1989). Grundzüge des politischen Systems der Bundesrepublik Deutschland. München Zürich: R. Piper & Co  Verlag.

Sontheimer, Kurt; H. Röhring Hans (1977): Handbuch des politischen Systems der Bundesrepublik Deutschland. München Zürich: R. Piper & Co. Verlag.

 Pätzold, N. (2005). Die Audiovisuelle Politik der EU: Eine Untersuchung des MEDIA-Programms unter Berücksichtigung ausgewählter Mitgliedsstaaten. Master-Studienarbeit, Bereichsbibliothek Sozialwissenschaften der Osnabrück-Universtät.

 Panebianco, S. (2004). European Citizenship and European Identity: From Treaty Provisions

to Public Opinion Attitides. In E. Maxon-Brown. Hunts (UK) and Burlington (USA): Ashgate Publishing Ltd.

 Rudzio, Wolfgang (1996). Das politische System der Bundesrepublik Deutschland.  Augsburg: Leske + Budrich.

 Theiler, T. (2001). Why the European Union Failed to Europeanize its Audiovisual Policy. In

L.E. Cederman, (Hrsg.), Constructing Europe’s Identity: the external dimension. Colorado (USA): Lynee Renner Publishers, Inc.

 Tömmel, I. (2006). Das Politische System der EU. Münschen: Oldenburg Verlag.

Europäische Gemeinschaften (2004): Eine Darstellung für die Bürger: Eine Verfassung für  Europa.

 Von Beyme, Klaus (1996). Das Politische System der Bundesrepublik Deutschland. München: R. Piper Gmbh & Co. Kg.

 90/685/EWG: Beschluss des Rates vom 21. Dezember 1990 über die Durchführung eines

Aktionsprogramms zur Förderung der Entwicklung der europäischen audiovisuellen Industrie (MEDIA) (1991-1995).

 (95/563/EG): BESCHLUSS DES RATES vom 10. Juli 1995 über ein Programm zur Förderung der Projektentwicklung und des Vertriebs europäischer audiovisueller Werke (MEDIA II – Projektentwicklung und Vertrieb) (1996-2000). http://europa.eu.int/eur-lex/lex/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31995D0563:DE:HTML, 29.05.2006

 2000/821/EG: Beschluss des Rates vom 20. Dezember 2000 zur Durchführung eines Programms zur Förderung von Entwicklung, Vertrieb und Öffentlichkeitsarbeit hinsichtlich europäischer audiovisueller Werke (MEDIA Plus – Entwicklung, Vertrieb und Öffentlichkeitsarbeit) (2001-2005). http://europa.eu.int/eur-lex/lex/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32000D0821R(01):DE:HTML, 29.05.2006.

 KOM/2004/470 endg: Vorschlag für einen Beschluss des europäischen Parlamentes und des Rates vom 14. Juli 2004 zur Umsetzung eines Förderprogramms für den europäischen audiovisuellen Sektor (MEDIA 2007). http://europa.eu.int/eur-lex/lex/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:52004PC0470:DE:HTML, 29.05.2006

 Europäische Audivisuelle Informationsstelle (11.2003): European Films on European

Television (Meeting of the experts on the reform of the instruments to encourage the European audiovisual industry). Taormina. http://www.obs.coe.int/online_publication/expert/taormina_films_tv.pdf.de, 29.05.2006

 http://www.ena.lu/mce.cfm: European Nevigator, Report from the ad hoc Committee on a People’s Europe. (Aufruf am 01.05.2006)

 http://eur-lex.europa.eu/de/treaties/dat/11992M/htm/11992M.html#0001000001: Vertrag über   die Europäische Union, Amtsblatt Nr. C 191 vom 29. Juli 1992. (Aufruf am 01.05.2006)

 http://www.datenschutz-berlin.de/recht/de/gg/index.htm#inhalt (GRUNDGESETZ (GG)
für die Bundesrepublik Deutschland) (Aufruf am 07.12.2005)

http://www.landtag.nrw.de/portal/WWW/GB_III/III.2/Land_und_Landtag/index.jsp (Landtag von Nordrhein-Westfalen) (Aufruf am 07.12.2005)

 http://www.fes.de/fulltext/bueros/london/00538004.htm#E10E10 (Friedrich Ebert Stiftung: Digitale Bibliothek) (Aufruf am 07.12.2005)

 http://de.wikipedia.org/wiki/Bundesrepublik_Deutschland   (Aufruf am 07.12.2005)

http://de.wikipedia.org/wiki/Bild:Germany_Laender_Map.png (Bild:Germany Laender Map.png) (Aufruf am 07.12.2005)

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin