RSS Feed for This Post

Hukuk Devleti mi üstündür yoksa Devlet Hukuku mu ?

Parti Yasaklama Rejimi ve Militan Demokrasinin Sınırları

Siyasi partiler günümüz demokrasilerinin vazgeçilmez kurumları, başka bir ifadeyle “olmazsa olmazları”dır. Yaşanan acı tecrübeler sonucunda, 2.dünya savaşından sonra ülkeler; demokrasilerini korumak amaçlı bir yandan Anayasa Mahkemelerini kurarken, öbür yandan da siyasi partilere Anayasal statü vermişlerdir.

Fransa gibi açık demokrasi ülkelerde bu koruma; demokrasiyi özümsemiş köklü siyasal parti yapılanmaları, güçlü sivil toplum teşkilatları ve bilinçli kamuoyu desteği ile sağlanırken, Almanya gibi geçmişi sabıkalı ülkelerde, bütün bunların yanında, Anayasa ile öngörülen parti kapatma rejiminden de yararlanılmaktadır.

Demokratik rejimin kendi varlığını, onu tehdit eden ideolojik yapılanmalara karşı koruması, militan demokrasi anlayışını biçimlendirirken; bu anlayış beraberinde bir dizi yeni sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorun özellikle demokrasiyi özümseyememiş bir zihniyetin tecellisi olarak bizde daha çok göze batar. Avrupa’yla kıyas edilemeyecek boyutta, önde gittiğimiz konulardan biri de siyasi partileri kapatma mevzusudur. Öyle ki, şu ana kadar 26 adet siyasi partimiz kapatılmıştır. Avrupa Birliği’ne tam üyeliği hedefleyen Türkiye için gerçekten açıklaması zor bir sayı.

Her şeyden önce, temel bir hak olarak kabul edilen parti özgürlüğünün ve ifade özgürlüğünün ya da genel anlamda siyasal faaliyet özgürlüğünün sınırlanmasında hangi ölçüt esas alınacaktır? Söz konusu hak ve özgürlüklerin kullanımının sınırlanması ile demokratik rejimin korunması arasındaki bıçak sırtı hassas denge nasıl kurulacaktır?

Bu hayati soruların cevabını ararken, Almanya’da açılan bir kapatma davası (NDP) skandallarıyla birlikte ibretlik ve yol göstericidir.

Aşırı sağcı parti olarak nitelenen NDP (Nationaldemokratische Partei Deutschlands) Partisi1964 yılında kurulmuş, parti’nin taraftarlarının önemli bir bölümü “dazlaklar” ve “neo-nazi” gruplardan oluşmaktadır.

Bu partiye açılan kapatma davası özellikle Avrupa ve Almanya’da ırkçı saldırıların arttığı ve yabancı düşmanlığının zirve yaptığı bir döneme rast gelmektedir. Öyle ki kapatma davasından önce dahi, bu partiyle alakalı sıkıntılar tavan vurmuş ve kamuoyu nezdinde ırkçı bir parti olduğu tartışılır olmuştu.

Sonuçta Almanya’da, aşırı sağcı parti NPD hakkında, 30 Ocak 2001 tarihinde Federal Hükümet tarafından  kapatma davası açılmasıyla birlikte, tekrar güncellik kazanan ve daha önceki yazımızda da açıklandığı üzere militan demokrasi veya mücadeleci demokrasi kavramı bu davayla birlikte yeni bir boyut kazanmıştır.

NDP hakkında açılan kapatma davası, skandal niteliğinde bazı sürpriz gelişmeleri   beraberinde getirmiştir. Şöyle ki; bu dava, davalı partinin (NDP’nin) değil,  davayı açan devlet organlarının yargılandığı sürece dönüşmüştür. Çünkü bu davada; devletin demokratik rejimi koruma adına alacağı önlemlerde kullanacağı yöntem ve araçların niteliği ve ölçüsü gündeme gelmiş, militan devlet anlayışı yargılanmıştır. 

Dava esnasında, davalı Partinin yönetim kademelerinde çok sayıda Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin gizli ajanı olduğunun anlaşılması ve Partiyi yönetme ve yönlendirme gücüne sahip bu kişilerin konuşmalarının Federal Hükümet tarafından, partinin kapatılması yönünde “delil” olarak sunulması beklenmedik bir biçimde davalı ile davacının adeta yer değiştirmesine neden olmuştur. Yani hem ajan hem provokatör parti yöneticilerinin varlığı, devletin kendi organlarını ve militan devlet anlayışının yargılanmasına ve davanın skandala dönüşmesine sebebiyet vermiştir. Bu ilginç gelişme karşısında, Yüksek Mahkeme, militan devlet yöntemlerine geçit vermeyerek; ajan – parti yöneticileri dolayısıyla devletin bu parti üzerindeki etkisini göz önünde bulundurarak; bunu bir yargılama engeli olarak değerlendirmiş ve 18 Mart 2003 tarihinde davanın düşmesine karar vermiştir.

Yüksek Mahkemenin aldığı kararı; Hukuk Devletine “Evet”; Devletin Hukukuna  “Hayır” şeklinde özetlemek mümkün.

NDP partisinin gizlice devletin ajanları tarafından takip edilmesi ve provoke edilmesi, partinin özgürlüğüne ve kendi kaderini, kendi belirleme hakkına ağır bir saldırı olarak değerlendirilmiştir ve bu tutum hukuk devletiyle bağdaştırılamamıştır.

Yani, devletin kendine potansiyel tehlike veya tehdit olarak gördüğü bir siyasi akımı, fikri veya düşünceyi yada bir eylemi; etkisiz kılmak amacıyla kendi gizli ajanlarıyla bu tehlikeyi yada tehditi mevcut bir tehlike gibi göstermesi, elbette hukuk devletinin değil, devlet hukukunun bir refleksidir.  Bu tutum ve refleks mücadeleci demokrasi ile de izah edilemez. Almanya’daki Yüksek Mahkemenin aldığı karar; devlet hukukundan, hukuk devletine geçişin  belgesidir ve büyük ders mahiyetindedir.

Burada bir konuya parantez açmak gerekiyor.

Ajanlar aracılığıyla gizli gözetleme yöntemi, ancak çok istisnai durumlarda; devlete darbe hazırlığı girişimi gibi büyük tehlike durumunda ya da kamu düzenini doğrudan tehlikeye sokan ve özellikle ceza gerektiren eylemler söz konusu olduğunda kabul edilebilir. Bu durumda bile, yapılan işlem gizli yöntemlerle bilgi sağlama ve bunu devletin yetkili ve sorumlu organlarına ulaştırma işlevinden öteye gitmemelidir. Bu bağlamda, Ergenekon dava süreci; tamamen hukuksaldır ve hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Avrupa Birliği zaten bu süreci desteklemektedir.

İşte, geçmişten günümüze büyük acıların yanında, büyük tecrübeler geçiren Avrupa, “Ortak Siyasal Partiler Hukukunun Temellendirilmesi” ve demokrasi açıklarının giderilmesi amacıyla, “Venedik Komisyonu” olarak anılan “Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu”nu  kurmuştur. Zira, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında bile, devletlerin, partilerin hukuksal rejimine ilişkin çok farklı yaklaşımlar benimsediklerini söyleyebiliriz.

Türkiye’nin de üyesi olduğu bu komisyon; hukukun ve siyaset biliminin gelişmesine olan katkılarından dolayı uluslararası alanda ün yapmış bağımsız ve deneyimli uzmanlardan oluşmaktadır. Komisyon üyeleri, özellikle anayasa ve uluslararası hukuk alanlarında çalışmış kıdemli akademisyenlerden, yüksek mahkeme/anayasa mahkemesi yargıçlarından, ulusal parlamento üyeleri ve kıdemli kamu görevlilerinden oluşmaktadır.

Komisyonun faaliyet alanı; demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti olarak sınıflandırılabilir. Bunun yanında Komisyonun önemli çalışma alanlarından biri de siyasal partiler ile ilgilidir.

İşte, Avrupa’da parti kapatma kriterleri, İHAM (İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi) kararları ve  bu Venedik Komisyonu kararları çerçevesinde saptanmış ve benimsenmiş durumdadır.  

Sitemizde daha önceden bu kriterleri anlatan ve bu eksende çok yazılar yazıldı. Ancak, konunun önemine binaen bu kriterleri amansız bir şekilde tekrar edeceğiz. En azından milletimizin hak ettiği olgun demokrasi anlayışı gelene kadar.

Muasır Medeniyetler seviyesine ulaşmayı ilke edinmiş, 300 yıllık bitmeyen sevdamız batılılaşmayı hedef göstermiş ama bunu da şekilcilik olarak algılayan, şu anda batıya amansız olmak derecesinde düşman olmuş zihniyete sesleniyorum. (Madem sonunda düşman olacaktık neden asırlardır boşa kürek salladık? diye bir soru sormayacağım.)

İşte Avrupa’da benimsenen parti kapatma kriterleri ve parti yasaklama rejimine ilişkin ilkeler; Özetle,

  1. Demokratik bir toplumda parti kapatma en son çare olarak başvurulması gereken radikal ve istisnai bir önlem olmalıdır. Anayasal düzenin barışçıl ve hukuka uygun yöntemlerle değiştirilmesinin savunulması ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.
  2. Parti kapatma yaptırımının uygulanması; bir partinin ancak, şiddeti savunması, teşvik etmesi; yıkıcı ve terörist faaliyetleri desteklemesi durumunda haklı görülebilir. Bu çerçevede ırkçılık, yabancı düşmanlığı, şiddet savunusunun görünümleri olarak değerlendirilmektedir. Ancak, şiddet kullanımının savunulması, kapatma yaptırımının uygulanması için yeterli değildir. Aynı zamanda, kapatılması istenen partinin anayasal düzen ve bireysel özgürlükler için gerçek bir tehdit veya tehlike oluşturması gerekir.
  3. Tehdit veya tehlikenin, kapatma yaptırımına başvurmadan daha hafif ve orantılı yaptırımlarla ortadan kaldırılıp kaldırılamayacağı değerlendirilmelidir. Bu açıdan, tehdidin derecesi ile orantılı yaptırım modellerinin geliştirilmesi gerekir. Her ne kadar, Anayasamızda, “devlet yardımından yoksun bırakma”gibi kapatma dışında bir yaptırım türünün öngörülmüş olması bu alanda atılmış olumlu bir adım olarak değerlendirilse bile, söz konusu yaptırım ile kapatma yaptırımı arasında önemli bir uçurum bulunmaktadır. Bu uçurumun giderilmesi için orantılı yaptırım modellerinin çeşitlendirilmesi ve kapatma ile kapatma dışı yaptırım nedenlerinin birbirinden ayrılması gerekir.
  4. Partinin eylemleriyle test edilmedikçe, tüzük ve programa dayalı kapatma yaptırımı uygulanmamalı; bu tür aykırılıkların kapatma nedeni olabilmesi Anayasa Mahkemesi tarafından verilecek ihtar kararına uyulmaması koşuluna bağlanmalıdır.
  5. Partinin,  kendi üyelerinin söz ve eylemlerinden sorumlu tutulabilmesi için; bu üyelerin davranışlarının parti programının, partinin siyasal amaçlarının bir sonucu olması ya da bu yasa dışı davranışların parti tarafından desteklendiğine ilişkin kanıtların bulunması gerekir. Eğer parti ile üyenin davranışları arasında böyle bir bağlantı kurulamıyorsa; bu durumda sorumluluk bireysel olarak parti üyesinin yargılanması ile sınırlı tutulmalıdır.
  6. Parti yasaklama rejimi özü itibarıyla özgürlükçü demokratik düzenin korunması amacına hizmet etmelidir. Aksi takdirde, doğrudan devletin mevcut anayasal yapısının korunması ve bu yapının değişmez değerler sistemi olarak kabul edilmesi demokratik siyasal çoğulculukla bağdaşmaz. Ayrıca kabul etmek gerekir ki, özgürlükçü demokratik rejimin korunmasında hukuk sınırlı bir işleve sahiptir. Demokratik rejimin en temel güvencesi, hak ve özgürlüklerinin bilincinde olan demokratik toplum modelidir.

 Bu Kriterler Çerçevesinde AK Partinin Durumu

AKP’nin kapatılmasını isteyenler, “anayasal düzeni tehdit ettikleri” gerekçesiyle İtalya ve Almanya’da komünist ve faşist partilerin kapatıldığına işaret ediyorlar. Son olarak da İspanya’da Batasuna partisinin kapatıldığını anımsatıyorlar.

 Ancak, bu parti kapatmaların 1940’larla 1950’lerde gerçekleştiğini, bugün ise Avrupa’da, “Faşist” denebilecek  partilerin de seçimlere katıldığını belirtmiyorlar.

 Almanya’da 1956 yılından bu yana hiçbir partinin kapatılmadığını, aşırı sağdaki Ulusal Demokratik Parti’nin (NDP) kapatılması sürecinde yaşanan skandalı yukarıda ayrıntılarıyla bahsettik.

Batasuna partisinin ayrılıkçı Bask terör örgütü ETA ile bağlantıları nedeniyle kapatıldığı gerçeğini ise geçiştiriyorlar.

Burada, kapatılması AİHM tarafından da haklı bulunan Refah Partisi’nin oluşturduğu “emsali” de göz ardı etmiyoruz. Ancak, RP’nin taleplerini “şiddet çağrıları” ile birlikte yaptığı unutulmamalı.

 Nitekim Erbakan’ın, “Kansız mı olacak, kanlı mı olacak?” sözleri hâlâ hafızalarda. Özetle, AKP’nin kapatılması ve AİHM’ye gitmesi halinde “RP emsali”nin işleyeceğini gösteren bir şey yok ortada.

Ancak Sayın Rasim Ozan Kütahyalı’nın yazısında belirttiği gibi 2009 Eylül ayında AK Partiye tekrar, yanılmaz ve şaşmaz kaynağımız Google önderliğinde, kapatma davası açılabilir ve hatta kapatılabilir. Neyse ki; eskiden başbakan asardık şimdi sadece parti kapatıyoruz. Çünkü burası Hukukun Üstünlüğü ilkesine dayalı medeni ve demokrat bir Türkiye… 

  Hükümete Çağrı

Türkiye’nin bu Anayasa’yla daha fazla yönetilmeye gücü yoktur.

Ülkenin içinden bir türlü çıkamadığı temel sorunlarının başında, devletin bütün kurumlarıyla birlikte ideolojiye sahip olması ve bunu halkına dayatması olarak özetlenebilir. Bu zihniyet yansıması Anayasada da mevcuttur ve çözüm de Anayasa’yı bu çağdışı zihniyetten kurtarmaktır.

İHAM ve Venedik kararlarını tam olarak benimseyip uygulasak bile, söz konusu ideolojik zihniyet bu kararlardan da bir açık bulup, bildiğini okuyacaktır. Bunun için devletin her türlü ideolojiden ve -izm‘lerden kurtulması gerekiyor. Bunu da ilacı Avrupa Birliği’ne üyelik sürecidir. 

Çünkü, AB üyelik süreci ideolojik bir devleti değil, performansa, halka sunduğu hizmete dayanan bir devleti gerektiriyor; yönetimin, kendini ideolojik referanslarla her türlü siyasal ve toplumsal denetimin dışında gördüğü bir devlet yerine, meşruiyetini toplumdan alan ve topluma demokratik mekanizmalarla hesap vermek zorunda olan bir devlet istiyor. Dolayısıyla AB sürecinin ilerlemesi, ‘ideolojik devlet’ anlayışının ve pratiğinin ve buna yaslanan bürokratik oligarşinin sonu demek.

AB sürecinin iyi işlemesi de yeni bir anayasa yapmaktan geçmektedir; zira Türkiye’nin bu darbe Anayasa’sıyla AB’ye tam üyeliği düşünülemeyecek bir konudur.

Zaten beni bu halimle kabul edecek Avrupa Birliği’nin de zaten işi bitmiştir benim nazarımda.

Mevcut anayasanın ruhu Türkiye’nin sorunlarını çözmekten acizdir. Anayasanın maddeleriyle oynayarak bu ruh değişmeyeceği için yapılması gereken, kutsal devlet ya da ideoloji eksenli değil, sadece insan eksenli yeni bir sivil anayasa hazırlayıp, referanduma sunmaktır. 

Bu süreçte muhalefet partileri, ergenekon zihniyetliler, yargı ya da başka güçler büyük engeller çıkarabilirler, hatta süreci tümüyle tıkayabilirler; ama bu durumda her şey herkesin gözünün önünde yaşanmış olur.

Yeni bir anayasa en azından çözüm yolunda atılmış güçlü bir adım olacaktır.

Bunun yanında hakime takdir hakkı veren, kanunu yorumlama imkânı tanıyan bu sebeple her düzenlemenin özgürlük karşıtı bir biçimde yorumlanabilme ihtimali olan TCK 301. maddenin kaldırılması ve Yargı reformu kaçınılmazdır. En azından atanmışların halk tarafından seçilmesi ve halka hesap vermesi sağlanabilir.   

Yargının adeta bir ‘kast sistemi’ içinde bir iktidar odağına dönüşmesi, kendinde toplumu ve siyaseti tanzim etme hakkı görmesi ve kapalı sisteminde, bütün arızalarıyla hep ‘kendini’ yeniden üretiyor olması kabul edilemez.

Lütfen bu millete daha önceden seyrettiği filmleri, başa sardırıp tekrar seyrettirmeyin. Buna kimsenin hakkı da yok. Zaten darbelerle yeterince zaman kaybetmiş ülkemin, daha fazla vakit kaybetmesine müsaade etmeyin. Sistemin tıkandığı gün yüzü gibi aşikardır. Ülkenin ihtiyacı olan yeni ve sivil anyasayı hazırlayıp, referanduma sunmak birinci göreviniz olmalı. Devleti ideolojilerden ve statükolardan tasfiye edip, reformları gerçekleştireMEzseniz, yavaş yavaş da olsa hükümetin tasfiye olacağından emin olabilirsiniz. Zira bu sefer filmin sonu, mutlu sonla bitmeyebilir. Dramatik bir son, kuvvetle ihtimaldir. Bu da en çok milleti ve değerlerini karşısına alan, iç ve dış şer odaklarının işine gelir.

En azından bu ülkeyi ve bu ülkenin insanlarını seviyorsanız.

Herşey Türkiye İçin diyorsanız…   

Sonsöz : Bir boşluğu, Adalet ve Kalkınma ile dolduramazsanız, o boşluğu Zulüm ve Geri kalmışlık ve hatta anarşi doldurur.   

Devam Yazıları

  1. Hukukun Üstünlüğü (Safsatası)
  2. Demokrasi Yokuşunun En büyük Yokuşu : E R G E N E K O N

 Kaynak :

Avrupa Hukukuna Uyum Süreci Açısından Türk Hukukunda Siyasal Parti Yasakları (Ekrem Ali Akartürk)

…Bu makale ilginizi çektiyse…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Trackback URL

  1. 17 Yorum

  2. Yazan:ender güçlü Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    http://w9.gazetevatan.com/AKPye_2_Rasmussen_soku/234238/9/Manset

    Sayın Site Yöneticisi Belki yukarıdaki yazıyla doğrudan ilişkili değil ama, şu bağlantıyı yayınlayabilirseniz demokrasi adına benimde sitenize, küçükte olsa bir katkım olur.

  3. Yazan:Ali Duman Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    Güzel bir yazı elinize sağlık.

    26 olan kapatılan parti sayısı herhalde tüm dünyadakilere eşdeğerdir. Parti kapatmanın bir hukuku olur, o hukukta ta ya şiddettir, ya da faşistlik, ırkçılık vs.dir. Bu ülkedeki parti kapatmanın hukuku yoktur, ölçü “kemalist olup olmamakla” ilgilidir. Irkçılık ve faşistlik yapmak serbesttir. Hatta bu anlayıştakilere şiddette serbestir.

    Hukukun üstünlüğüne gelince cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kutsal devlet anlayışının hakim olduğu ülkenin elbette hukuk anlayışı da “devlet hukuku” olacaktır. Hukukun üstünlüğü için önce kutsal devlet anlayışının sonlandırılması gerekmektedir, kutsal devlet, yerine halkına hizmet eden devlete geçilmeli, hukuki düzenlemelerin de bu doğrultuda reforma tabi tutulması gerekmektedir. zira bu değişikleri şart koşan AB’ye düşmanlığın sebebi de her kademede padişahlığını ilan etmiş vesayetçi/bürokrat elitlerin işine gelmemektedir. halka hesap vermek yerine halka hesap sormak pek çok sevdikleri şeydir. zira yolun sonu gelmiştir, bundan böyle bu vesayetçi 1930 kafası ya değişecek, ya değişecektir, başka bir yolu yok.

  4. Yazan:Murat Aygen Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    “The Persian Royal Road” belgeselinin sponsoru sâkıt İran şahı “Şehinşah Ayramihr” Reza Pahlavi de az “Şehnâme”ci değildi hani. Kore’ye ise sâdece cephe-gerisi-hizmet personeli göndermekle yetinmişti. Bana gözaltına alınan veya başka türlü mağdur edilenler arasında Muhammed Musaddık robot resmine az-çok benzemeyen tek bir insan gösterin hadi..

    NOT:
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Muhammed_Musadd%C4%B1k

  5. Yazan:ayşe demir Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    teoride güzel fakat bunun en sağlıklı çözüm yolu olduğuna inanmıyorum.yazıda da belirtilmiş başbakan asmaktan parti kapatmaya gelebildik henüz.demokrasiden bi haber halkım iktidarın istediği gibi at koşturmasına izin verebilir.bi takım insanlar demokrasi maskesini çıkar çatışmalarında kullanacaklardır.demokrasinin gereğidir ancak doğru yönlenme gerekmktedir.

  6. Yazan:bulduk Tarih: Nis 24, 2009 | Reply

    Malesef türkiyede bugün en büyük sorunlardan bir tanesi gerçek manada demokrasinin oturmamasıdır.Bu yüzden türkiye her 10 senede bir darbelerle(?) veya darbelere zemin hazırlamak için yapılan eylemlerle sarsılmaktadır.İşin en tehlikeli kısmıda bence bunun demokrasinin yerleşmesi adına yapılmasıdır.Şu anda Türkiyede tam bir anayasa mahkemesi üstünlüğü vardır. Bu mahkeme ne yaparsa yapsın sonuçta her zaman haklı! konumda oluyor.Sizinde belirttiğiniz gibi bencede kısa bir zaman sonra AKP’ye bir kapatma davası daha açılabilir ve bunun sonucuda davanın gerekçeleri ne olursa olsun AKP’nin kapanması olur.Önemli olan anayasayı değiştirirken parti kapatma olayını keyfilikten çıkarıp çok sağlam temellere oturtmak gerekir. mesela parti kapatmayı “oy birliğine” bağlamak gibi.Bunun dışında yapılacak yüzeysel ve basit manadaki değişiklikler sadece bu sürecin biraz daha uzamasını sağlayacaktır.Bu yüzden bu işleri yapanların çok ince hesaplarla yapmaları gerekir aksi halde kaybedenin her zaman olduğu gibi yine türk milleti olacağını belirtmek isterim .Saygılarımla…

  7. Yazan:tahsin uyumaz Tarih: Nis 29, 2009 | Reply

    madem bu kadar özgürlük,demokrasi meraklısısınız.amerika’nın demokrasi götürdüğü Irak’a gidin,orada yaşayın.biraz yazdıklarınızla yaptıklarınız tutarlı olur.

  8. Yazan:Murat Aygen Tarih: Nis 29, 2009 | Reply

    HALKIN HUKUKU (ŞUKUM ADAT) ÜSTÜNDÜR! Bkz:

    http://www.haber24.com/Guncel/1-42143/1-numara-siz-misiniz-sorusu.html

    haberine yazılan “13:56 29-04-2009” saat / tarihli yorum.

  9. Yazan:atıfcan Tarih: May 12, 2009 | Reply

    sadece fotoğraf çok güzel olmuş yani adam zaten asker şu fotoğraftaki şekilde silah kullanabilir fakat 50 yaşını aşmış hantallamış bir generalin matrix teki o göz alıcı hareketleri yapabiliyor gibi gösterilmesi süper olmuş yani hantal bi general bunu yapıyorsa özel kuvvet timleri saldırıya giderlerken yangın söndürücü tüple falan gitmesi gerekir heralde.(amaç eğlence olsun adamlar kurşun sıkmaktan sıkılmış biraz da tüple adam temizleyelim demişler:D) tamam neo genelkumay başkanı da simith ve ajanlar kim esas sorun o 🙂 bidaki karikatüre de matrix teki ajanlar konsa tam demokrasi yani. demokrasi birini gereksiz karalamakmıdır yoksa gereksiz yüceltmekmidir esas sorun o. yani ne yapıcaz ordunun iç siyasete girmemesi gerektiği gibi iç siyasetinde orduya girmemesi gerekir yapılacak en iyi şey askeri haberalma toplanıcak alıcaklar generali veya takımını vatana ihanet varmı bakcaklar varsa generel temizlenicek orduda mantık budur ama siz zaten yargı ile askeri yargı farklı iken bunu birmiş gibi görülmesi yanlıştır bu olay ordu tarafından önceden olduğu gibi içinde çözülmesi gerekir yapmanız gereken tek şey bunların gizli kalmasını sağlamak eğer gizlilik açığa çıkarsa vatana ihanet eden genralle ihanet etmeyen general karıştırılırsa ihanet edenin katli sağlanmassa ben ne anladım askeri yargıda yapılması gereken bu sorunun gizli olarak ordu içinde çözülmesini sağlamak yargıya karışmak aşa hakkımız değil ama medyada işin cılkını çıkarırsa kim haklı orda bir muvazzaf subay yemin 1 kere ettimi o harp okulunda bir kere mezun oldumu yeminini hayatı karşılığında bozabilir fakat bakıyoruz 5 yıl boyunca vekillik eden kişiler hatta şimdi bile bu yeminleri sanki unutmuşlar.

  10. Yazan:uzay Tarih: Haz 19, 2009 | Reply

    1 bu paşanın resmini burya koyan ve eline silah veren bir kişi gerçekten demokrasiye inanıyormu?kışkırtmadan başka.
    2 tabi ki,hukuk devleti geçerlidir.
    3 bu yazıyı yazanlar;siz Tayip ve hükümetinin demokrasye sahip çıktıklarınımı sanıyorsunuz?hayır.bir başbakan sivil toplum kuruluşlarının başkan ve yönetim kurulu kişilerini belirliyorsa demokrasi bunun neresinde.
    4 şu anda ülkemizi yöneten monarşimi dersiniz,oligarşimi dersiniz böyle bir güçler tarafından yönetildiğini ne zaman anlayacaksınız?çünkü ülkemizde liberalizim denen bir birleşik güçler tarafından yönetiliyor.bu güçler işçi hakkı denen bir demokrasiyi istemiyorlar.bir işçiden tiriliyonlar kazanırlar fakat ücret olarak asgari ücreti reva görürler.çünkü onlar işçi sendikalarını güçsüzleştirmek için hükümetleri kullanırlar.demokrasi bunun neresinde?
    5 tayip neden üç çocuk yapın diyor bir düşünün,bir ülkede demokrasi yoksa zenginlere köle gerekiyor.
    6 demokrasi 5 yılda yapılan seçim değildir,demokrasi mecliste çoğunluğu sağlamak değildir,demokrasi haklanmayan zatları savunmak değildir,demokrasi orduyu yıpratmak değildir,demokrasi parasi olan için değildir,demokrasi partileri sindirmek değildir.bu listeyi uzatırsak daha çok su götürür bu dereler.
    7 demokrasi özgürlük demektir,demokrasi ekmek demektir.amaç, türkiyedeki bu gibi tartışmaları yapmak demokrasiyi sahiplemek için değil,birileri insanları buralarda oyalarken kendisi için rant elde etmektir.çünkü ben bu ülkenin hiç bir yöneticisine güvenmiyorum.

  11. Yazan:nisan saran Tarih: Haz 20, 2009 | Reply

    evet dünyanın hiçbir yerinde bu kadar parti kapatılmamış olabilir aynen dünyanın hiçbir yerinde %10 gibi bir demokrasi katili olmaması gibi
    %10 bir demokrasi karşıtı harekettir, bunu kaldıramayan ne anayasa mahkemesi ne ordudur bizzat iktidarın kendisidir
    eğer bu baraj olmasa zaten gerçek demokrasi gerçek temsil gelecek zaten hukukun üstünlüğü gelecek çünkü demokrasi gelecek

  12. Yazan:Cemal Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply

    Sözün kısası;
    Bu yazıyı yazan vatansever(!), gözünü kırpmadan vatanı uğruna canını seve seve feda etmeye yemin etmiş bu kardeş de eminim ki O paşa kendisine ölme vazifesi verdiğinde seve seve ölecektir. Yoksa askere gittiğinde her Türk evladı gibi al bayrağa el basıp “icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğruna seve seve hayatımı feda edeceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim.” demişti ya, her halde paşanın ölüm vazifesini kulak ardı edip ölmeyip kaçacak,yani yemininde dediği gibi namussuz ve şerefsiz biri değildir. Herhalde….

  13. Yazan:cb Tarih: Ağu 23, 2009 | Reply

    yeni kavramlara hep açığız,yeni formül ;

    namuslu ve şerefli olmanın yolu sorgulamadan Paşa’dan aldığı emirle kendi vatandaşını öldürmek ve mümkünse aynı emre teslim olup kendini öldürtmektir,litaretür zenginleştikçe insan olma sanatı fakirleşiyor

  14. Yazan:MB Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply

    Cemal Bey

    İlahi rızanın dışına çıkacaksam, namus da istemem. Şeref de istemem. Hepsi sizin olsun Cemal Bey…

    – Emir kulu değil, Allah’ın kuluyum
    – Put devlete değil, sadece Allah’a tapıyorum.

    Saygılar…

  15. Yazan:MB Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply

    Cemal Bey
    Bizler önce insanız. İnsana batıl ile hakkı birbirinden ayırt etmeğe yarayan akıl nimeti verilmiş. ve insan yaptıklarından sorumludur. Durum böyle olunca, insan aklını ve vicdanını askıya alıp, ölme ve öldürme makinası ve bir robot gibi davranamaz. Davranmamalı.

    Sevgili Mehmet Yılmaz Bey’in

    Şebekler ve Kemalistler adlı yazısından bir örnek vereyim.

    “Meselâ Dersim’de Kürtleri imha etme emri alan bir asker zekâsını kullanarak sivilleri kurşuna dizmek yerine bir yerde toplayıp yakmayı düşünebilir. Bu zekicedir. Atatürk’ün manevî kızı Sabiha Gökçen gibi uçak kullanarak çoluk çocuğun kafasına bomba atabilmek de zekâ ister. Ama insan aklını kullanarak bu emre karşı gelmekle yükümlüdür. “Emir kulu” değil O’nun kulu olduğunu bilmelidir. Bu emre karşı geldiği için kurşuna dizilebilir. Ama doğru olanı yapmış olur. Bu imana dayanan seçimdir ki onu inancının şahidi yapar. Ulvî ödevi uğruna dünyevî çıkarlarını feda edebilendir şehit. Yoksa intikam için savaşan değil.”

    Şimdi ben size soruyorum Vicdan mı üstündür yoksa İtaat mi ?

    Herhalde namus, şeref kavramlarını ve öncelik sıralamasını tekrar gözden geçirirsiniz. Herhalde…

  16. Yazan:MB Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply

    Cemile Hanım duygularıma tercüman olduğunuz için ayrıca teşekkür ederim.

    Son sözüm : Söz konusu O’nun rızasıysa, gerisi teferruattır 🙂

  17. Yazan:cb Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply

    Cemile Hanım duygularıma tercüman olduğunuz için ayrıca teşekkür ederim.

    ne yapayım Mehmet bey,aklın yolu da vicdanın yolu da ‘ bir ‘

    hayırlı Ramazanlar

  18. Yazan:rüştü hacıoğlu Tarih: Ağu 24, 2009 | Reply

    ben de bir vatansevmez bayraksevmez ulussevmez olarak hatta dileyenin, vatanhaini olarak nitelemekten hoşlanıyorsa niteleyebileceği aranıp bulunamayan bu gevşek ve belirsiz kavramların haini olarak derimki: yazar’a ayar vermeye çalışan militar cemal yani emir kulu cemal! emirleri kimden aldığını hiç düşündün mü?
    hernekadar bu tip kişisel yada daha açıkça kirli polemiklere girmeyeyim desem de şu tehtit eden parmağı görünce dayanamıyorum. telgrafçı gizli cemal, emir kulu kapı kulu gulam cemal! efendin komutu verdiğinde koşarak o işleri sen yapacaksın, şemdinli de bomba atacaksın sivil yakacaksın bilimum insanhainliğini emirkulluğu gibi çirkin bir iş uğruna kirli bir iktidar uğruna yapıp kahraman olacaksın ve mahşerde buluşacağız ve ben diyeceğimki: Allah’ım! bu gulam cemal varya emir kulu kapı kulu kulun kulu insanhaini, insanlığı katlederek ve katledeMediklerini tehtid ederek iktidar devşirmeye çalışıyordu efendisi hesabına ve kapıkulu cemal o yemininin sana nasıl yalatılacağını pistte görmeyi umuyorum bakalım hayırlısı ama yinede düşün derim, adın cemal insanı çağrıştırıyor tevbe uzağında değil sanki şu mübarek gün yapamayacağın şeyleri efendin hesabına tekrarlayacağına var git abdest al caminin birine gir tevbe et azıcık utan sıkıl arın ki insanlığına dönebilesin. mankurtluk gulamlık devşirmelik emirkulluğu vb. saçmalıkları vatansevgisi bayrak sevgisi ve ulus sevgisi gibi yoklar üzerinden insan katletmek için dayanak yapmaya çalışmak büyük günahlar kategorisine girer sonu hayır getirmez. sen onun bunun ağzına soktuğu yemini bırak da rabbine ettiğin yeminden haber ver, süre daraldı yakında musalla taşına yatacaksın o vakit ne olacak? demezler mi cemali nasıl bilirdiniz? emir kuluydu! iyi mi? yakışık alırmı cemalim. hadi var kıl namazını boş konuşma mübarek gün….

  1. 1 Trackback(s)

  2. May 8, 2009: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin