RSS Feed for This Post

Kemalist Demokrasi : Hizmet Etme Değil, Adam Etme!

Tarihi gelişimi itibariyle demokrasi farklı farklı ülkelerde, farklı faklı anlaşılmış ve farklı farklı uygulanmıştır. Bu bağlamda, aslında mana itibarıyla, hak ve hürriyetlerin baskı altında tutulduğu, bütün yetkilerin tek bir elde, küçük bir azınlık grubun hakimiyetinde toplandığı devlet düzeni olan totaliter sisteme, demokrasiye taban tabana zıt olmasına karşın, halk için halka rağmen gibi garip bir mantıkla totaliter demokrasi diyenler bile oldu.

Diğer taraftan liberal, çoğulcu, katılımcı, marksist, proletarya, protestan demokrasisi gibi çeşit çeşit demokrasi anlayışları da, milletlerin tarihsel gelişimi, kültürleri ve tecrübeleri neticesinde gelişti, benimsendi. 

Siyasi partiler günümüz demokrasilerin, vazgeçilmez kurumları ve olmazsa olmazıdır. Ne var ki bu kurumlar, demokrasiyi özümseyememiş ise demokrasiyi kullanarak, demokrasiyi yok  etme eğilimi içerisine girebilirler. 20 yüzyılın başlarında Avrupa da böyle bir acı süreç yaşanmıştı. Başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkelerinde demokratik rejimler, faşist rejimlere kayarken, totaliter hedefe giden yolda siyasi partiler başrolü oynuyordu.

2. Dünya savaşından sonra Avrupa, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasilerini totaliter ve faşist rejimlerden korumak amacıyla anayasa mahkemesini kurmuş ve siyasi partileri de anayasa statüsüne almıştı. Böylece siyasi partilerin hem anayasal süreçte rejimi düzenlemeleri sağlanmış hem de siyasi partilerin anayasal güvence altına alınması sağlanmış oluyordu. Bu manada ki demokrasi “koruyucu yada mücadeleci demokrasi” olarak adlandırıldı.

Günümüz çoğulcu ve özgürlükçü demokrasileri kendilerini bu şekilde korumaya alırken Fransa gibi açık demokrasi ülkelerde ise bu koruma demokrasinin değerlerini özümsemiş köklü parti yapılanmaları, sivil toplum örgütleri ve bilinçli bir kamuoyu ile sağlarken geçmişte acı tecrübeler yaşayan Almanya anayasal düzende siyasi partileri kapatma rejiminden de faydalandı.

Ancak, bahsi geçen çeşit çeşit demokrasi anlayışlarını iki ana ekolde toplamak mümkün.

  1. Her bireyi – totaliter rejim yanlılarını dahi- mutlak bir özgürlük alanından yararlandıran ve devletin ideolojik yansızlığı tezinden hareketle eden geleneksel “liberal demokrasi”.
  1. Özgürlük düşmanlarına özgürlük tanınamaz görüşünden hareket eden “militan demokrasi”,

Liberal Demokrasi anlayışına göre, kendine düşman görüşlere dahi (totaliter) özgürlük hakkı tanıyarak bu düşüncelerin kamuoyuna taşınması ve tartışılması gerekir. Böylece güçlü argümanlarla karşılaşan bu fikirlerin, zaman içerisinde zararlı potansiyelleri zayıflar ve yine demokrasinin özünden kopmayarak, demokratik yollarla söz konusu zaralı fikirler bertaraf edilmiş olur. Bu bağlamda devletin ideolojisinin olması ve ideolojik taraf tutması söz konusu olamaz.

Militan demokrasi anlayışı ise, totaliter düşünce eğilimleri olan komünistlere ve faşistlere  karşı demokrasinin bütün özgürlükleri tanınamaz olarak özetlenebilir.

Kanaatime göre, her iki demokrasi anlayışı da su-istimal edilebilir ve her iki anlayışta da demokrasinin içi boşaltılabilir.

Zira, II. Dünya savaşından önce Almanya ve İtalya’ da ortaya çıkan totaliter partiler, geleneksel liberal anlayışın özgürlükleri ile iktidar olmuşlar daha sonra baskı ve zorba ile çoğulcu demokrasiye son vermişler ve dünyayı kan gölüne çevirmekten geri durmamışlardı.

Diğer taraftan militan demokrasi anlayışına sahip zihniyetinde, militan demokrasi anlayışından, militan devlet anlayışına kayması muhtemeldir.

Militan demokrasi, mevcut düzenin olduğu gibi devamını isteyenlerin görüşlerini de yansıtabilir ve bu bağlamda, “devletin ve demokrasinin korunması” adı altında kendi karşıtlarını saf dışı bırakabilir, keyfi yasaklar ve özgürlükleri kısıtlama yoluna gidebilir.

Nitekim bu gerçekler de, tarihte yaşandığı (ülkemiz dahil) herkesçe malumdur.

Görüldüğü üzere demokrasi, olmuş bitmiş ve kemale ermiş, insanlığa mutlak saadedi sunan bir kavram değildir. Bunu; demokrasi kötüdür, öcüdür manasında söylemiyorum. Demokrasi yokuşunu hâlâ tırmanmakta olan insanlık, yasayış, inanış, düşünüş ve kültürleriyle, tecrübe ve birikimiyle bu değere neler katabilir ? bu arayış içinde olunması gerektiğini söylüyorum. (Bu da, yazı dizimizin diğer konusu olsun.)

Günümüzde az çok her ülkenin farklı yöntemlerle de olsa militan demokrasi anlayışı, kabul edildiğine göre, aşağıdaki kritik soruların ortaya konması son derece önemlidir.

  1. Militan anlayış açısından korunmaya değer olan devletin kendisi midir yoksa çoğulcu demokratik yapının kendisi midir ?
  1. Militan demokrasi, özgürlükçü demokrasiyi korurken militan devlet haline dönüşmesi durumunda, militan devlet – militan demokrasi ikilemi nasıl aşılabilir ?

Militan demokrasi çoğulcu demokrasiyi korurken, şüphesiz bağımsız, iç ve dış tehditlerden kendini koruyabilen güçlü bir devlet yapısına ihtiyaç duyar. Ancak bu devlet yapısı, çoğulcu demokratik yapının gelişmesi için uygun ortam oluşturduğu sürece demokratik değerlere hizmet etmiş sayılır ve devlet yapısının korunması demokratik değerlerle uzlaştırılabilir.

Bu anlamda esas amaç çoğulcu demokratik yapının korunması hedef alınmalıdır. Bizzat devletin korunması ise; başlı başına esas amaç olarak değil de, çoğulcu demokrasinin korunması için varlığına ve gücüne gerek duyulan hukuksal araç olarak korunmalıdır.

Güzel ülkemiz Türkiye’mize gelince;

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere ekseninden ABD eksenine geçmek zorunda kaldı. ABD kendi ‘Yeni Dünya Düzeni’ni kuruyor, her bakımdan iflas eden İngiltere’nin dünya düzenini devralıyor, kendi saflarına (Hür Dünya) katılacak ülkelere demokratik açılımı şart koşuyordu. Çok partili hayata geçilmesi, serbest seçimlerin yapılması ve sivil toplumun güçlendirilmesi gibi uzun bir süreçti bu yolculuk…

Türkiye tehdidi görüyor ve tercihini yapıyordu ama bir türlü kendini beğendiremiyordu,

zira rejimin adı Cumhuriyet olsa bile totaliter bir devlet görüntüsü arz ediyordu.

Zira cumhuriyet elitlerinin amacı kıymeti kendinden menkul bir değer olarak yücelttikleri asıl ideal Batılılaşmaydı. Demokrasi de dahil olmak üzere bütün kavramlar, bu ideale hizmet ettikleri ölçüde gerekli ve değerliydiler. Bir başka deyişle demokrasi, halkın taleplerini yerine getirerek bütün dayatmaların önüne geçmek için değil, kendine elitlik ve belirleyicilik vehmeden azınlık bir zümrenin zihnindeki batılılaşma idealine hizmet ettiği ölçüde gerekli ve değerliydi.

Bu anlayışa göre halk sözgelimi hilafetin devamını isterse, ya da günümüze uygun bir örnek verecek olursak tesettür konusunda bir talebi olursa bu durumda demokrasi askıya alınabilir. Demokrasi prematüre doğum olarak algılanabilirdi.

Ancak aynı halk iradesini (savaş sonrası başka derdi yokmuş gibi) Batılılar gibi giyinmek ve de yaşamak yönünde tecelli ettirecek olursa, işte o zaman demokrasi “zamanı gelmiş bir uygulama” olarak görülebilirdi.

Her kavramın içini boşaltıp, kendi istediği şekilde dolduran, sonrada kendi acınası fikirlerini “tartışma kabul etmeyecek tek ve mutlak doğrular olarak” halka belletmeye çalışan elit azınlık, halka da “Göbeğini kaşıyan adam yada adam edilmesi gerekli yığınlar” olarak bakmakta da bir mahzur görmedi.

Allah aşkına söyler misiniz bana, ” Hizmet etme değil, adam etme projesi” ne zamandan beri Demokrasi olarak tescil edildi?

Bu yapıya göre, devlet politikası, devleti ele geçiren atanmışlarca belirlenirken, halkın seçip meclise gönderdiği vekiller ise, atanmışların belirlediği bu politikaları sadece uygulamakla mükellef oldular. Böylece halkın seçtiği temsilciler sürekli değişirken, devlet politikaları değişmedi. Zira değişen politikalar değil, personeldir. Böylece, göbeğini kaşıyan adam ya da adam edilmesi gerekli olan halk seçtiği meclisin ülkeyi yönettiğini zannedecek ve halkın siyasal idarede söz sahibi olduğunu düşünecekti.

Bu bağlamda Cumhuriyet tarihi boyunca (hangi parti başta olursa olsun) çoğunluğun değil, azınlığın iktidarda olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Bu nedenle değişimin sadece meclisin elinde olduğuna inanan ve farklı kurumların yetki ve gücünden bihaber insanımızın günümüzde canlı olarak yaşadığı bu tarihsel süreçten çok iyi dersler çıkarmaları aynı zaman da bir vatandaşlık görevidir.

Zira, yarım asrı geçen demokrasi tecrübemize rağmen ve duvarında “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyen meclisimize rağmen;

Aşağıdaki iki soruyu tartışmaya açmayı yaklaşan  yerel secimler öncesi çok manidar olduğunu düşünüyorum.

1. Meclisin ülke yönetimindeki payı nedir?

2. Halk tarafından seçilen meclis, ülkenin iç ve dış politikasının ne kadarını      belirleyebiliyor?

Bu mesele yerli yerinde hakkıyla tartışılmalı. Bunda bile ülkem adına büyük menfaatler var.

Meclisin ülke yönetimindeki payı kötümser rakamlara göre %5, en iyimser rakamlara göre %15 olduğunu ayrıca bu %15 iç ve dış politika belirlemenin %15’i olmayıp, ülke hizmetleri genelinde “belediye hizmetleri olarak belirlenen alan” olduğu gerçeğini aydınlarımız bilmiyorlar mı?

Demokratik anlayışın “ülke koşullarına özel” olarak belirlendiği, Türkiye Büyük Millet Meclisine sadece ” belediye hizmetleri sunma görevinin uygun görüldüğünü, halka ise; bireysel hak ve özgürlüklerinin yerine sadece oy kullanma hakkının verilmesi sizce demokrasi midir? Genel bir ifadeyle, gelen iktidara ekonomik olarak pastayı büyüt.

Gerisine karışma zihniyeti….

Sanki bu millet buram buram demokrasi yaşıyormuş gibi “Demokrasilerde çare tükenmez” diyen siyasetçilerin, buna benzer söylemleri, bu şartlar altında biraz ironi kalmıyor mu?

Düğmeye basıldı! Yok henüz basılmadı anma basılacak! Kim bastı, ne zaman bastı, nerede basıldı ? gibi soruların sanki hava durumu sunuluyormuş gibi sorulduğu ve aynı tavır içinde hiçbir utanma ve sıkılma hissi yaşanmadan tartışıldığı bir yönetim biçiminin adı ne zamandan beri demokrasi olabildi?

Hatırlayacaksınız, bu ülkede herkesin iffetli ve namuslu bildiği kimselerin özel kasalarına kadın çamaşırları koyarak onları toplum nazarında bitirmek isteyenler bile oldu. Demokrasi kültüründen mahrum kimseler, onları önce halkın ortak vicdanı nezdinde bir kısım günahlarla ademe (yokluğa) mahkum etmek ve sonra da idam sehpasına çıkarırken insanların içlerinin sızlamasının önünü almak istediler. Dün bunu yaptılar ve hem demokrasi imtihanını kaybettiler hem de milleti çok büyük kayıplara maruz bıraktılar.

12 Mart 1971’de demokrasiye bir kere daha ince ayar (!) çekildi. Aradan on sene bile geçmeden, bu defa 12 Eylül 1980’de demokrasinin başına sert bir darbe daha indirildi. Dahası, 82 Anayasası’na konan kanun maddeleriyle 61 Anayasası’nın getirdiği hak ve özgürlüklerin üzerine de çizgi çekildi.

Evet, 61’de yeni bir anayasa hazırlanmış ve farklı bir demokrasiden bahsedilmişti. Her türlü hak ve hürriyetin tanınacağı söylenmiş ve her çeşit düşüncenin âdetâ önü açılmıştı. Devletin temel yapısına dokunmamak ve rejimi değiştirmeye matuf faaliyetlerde bulunmamak şartıyla herkesin istediğini yapabileceği ifade edilmişti. Ülkenin demokratik bir cumhuriyetle yönetildiği ve bu idare sisteminde hakimiyetin kayıtsız, şartsız millete ait olduğu vurgulanmıştı. Fakat, bu hürriyet havasının üzerinden çok geçmeden farklı bir müdahale daha oldu. Ondan yaklaşık on sene sonra bir başka müdahale ile yeniden anayasa değişikliğine gidildi. Ne kadar acıdır ki, yeni demokrasinin baş mimarlarından ve o günkü anayasanın hazırlanmasına öncülük edenlerden birisi, eski anayasa için “Bu anayasa bize bol elbise gibi geldi; içinde rahat hareket etmeye başladık. Bu entariyi belinden, paçasından, boyundan biraz daraltmak lazım” diyebildi. Nitekim, o demokrasi elbisesi, orasından burasından çekildi, büzüştürüldü ve kısaltıldı. Fakat, müdahaleler onunla da sınırlı kalmadı; başının üzerinde Demokles’in kılıcı varmışçasına sürekli titreyerek hayatını devam ettiren demokrasi, 28 Şubat 1997’de bir kere daha  kesintiye uğratıldı.

Evet herşeyden kaçabilirsiniz ama tarihten kaçamazsınız. Tarih deniz gibidir. Deniz, eninde sonunda nasıl içindekini kıyıya vurursa, tarihi hakikatler de, bütün ihtişamıyla,  er ya da geç günahıyla, sevabıyla bütün ağırlığı ve sancısıyla kendini kabul ettirir.

Ancak bugün göbeğini kaşıyan adamlar, sarı çizmeli Mehmet Ağalar, Hasso’lar bilinçlendi. Daha müreffeh daha demokratik ve daha güzel bir Türkiye’nin önünü açmaya çalışıyorlar.

Türkiye’nin, Avrupa Birliği doğrultusunda atılan adımlar ve yaşanan hukuki reformlarla bu kabuğu kırma yoluna girdiği de bir gerçek. Güzel gelişmeler olduğunun hakkını da vermek gerekiyor. Bu gelişmeler yaşanmaya başlanır başlanmaz da, bugüne dek kayıtsız şartsız Avrupalılaşma yanlısı olan kesimlerin, AB karşıtlığına soyunmuş olmaları da -olayları okumasını ve ders almasını bilenler için – aynı ölçüde ibret verici mahiyette. Aynı şekilde son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan kaos ve fırtına da anlattıklarımızı doğrular vaziyettedir.

Doğrusu benim bulunduğum yerden bakıldığı zaman ortada, halkın taleplerine, görüşlerine, temayüllerine, değerlerine, inanış, düşünüş ve yaşayış tarzlarına saygılı , onları mutlu etmek için kendisini, sadece bu çerceveyi korumakla değil, aynı zamanda güçlendirmekle de görevli bilen, ve bu ağır görevin sorumluluğu altında ezilen bir demokrasinin mevcudiyetine hala rastlanmamaktadır.

sizlere soruyorum…

Son elli yılda dört defa demokrasiye karşı darbe yapan…

Darbe sonrasında hukuku hiçe sayan mahkemeler kurup milletin temsilcilerini yargılayan…

Millete gözdağı vermek için milletin sevgilisi olmuş bir başbakanı bir yılı aşkın bir süre eziyet ettikten sonra iki arkadaşıyla beraber asan…

Darbe sonrası yaptığı anayasalarda milletin haklarını güvence altına almak yerine kendi

iktidarlarını ve imtiyazlarını korumaya çalışan…

Böylece darbecileri ömür boyu ‘tabii senatör’ atayan…

‘Darbeciler konseyi’nden ‘cumhurbaşkanlığı konseyi’ oluşturan…

Meclis’i basıp kendinden bir cumhurbaşkanı seçtirmeye kalkışan…

El çabukluğuyla hem anayasa referandumu hem de cumhurbaşkanlığı seçimini tek sandıktan çıkaran…

18 yaşından küçük çocuğun yaşını büyütüp asan…

Vatandaşına dışkı yediren…

Bir askerî darbe için ‘gerekirse bin yıl sürer’ diyen…

Siyasilere ‘onu kazıkta oturtacağım’ diye haber gönderen…

Her eleştiriyi ‘vatan hainleri’ söylemiyle susturmaya çalışan…

Bir başka başbakan için, ‘imam, böyle şey olur mu?’ diyerek ‘sindirme’ sorunu yaşayan…

Bir siyasi liderin elinden iktidarı alıp ötekine ‘altın tepside’ sunan…

Sonra da madde madde taleplerini dikte ettiren…

Öz be öz vatandaşına ‘sözde vatandaş’ yaftasını layık gören…

Gazetecileri, akademisyenleri ve sivil toplumu ‘manipüle’ etmek için çalışmalar hazırlayan,

raporlar, andıçlar oluşturan…

Yeni anayasa girişimini ‘milli devlete karşı’ olmakla eş tutan…

Suçüstü yakalanmış birisi için ‘tanırım, iyi çocuktur’ diyen…

Askerî işler yerine siyasetle uğraştıklarını anılarına not eden…

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na dernekleri, öğrencileri, eczacıları, fırıncıları, kırtasiyecileri,

kuruyemişçileri, hastaneleri, lokantaları ve hatta anaokullarını fişleten…

Liselerde milli güvenlik derslerini ve asker eşi öğretmenleri okullar, öğretmenler ve

öğrenciler hakkında ‘istihbarat’ toplamak için kullanan…

Ayışığı, Sarıkız, olmadı Yakamoz veya Eldiven kod adlı darbe planları yapan…

Ve de darbecilikten ‘sabıkalı’ olduğunu itiraf eden…

Bir ülkede demokrasinin içi boş mudur, dolu mudur?

Bu soruları cesurca sormayan bir toplum demokrasi ile yönetilmez. Demokrasi ile yönetilmeyi de hakketmez.

Zira toplumlar hak ettikleri şekilde yönetilirler.

Takviye Okumalar

  1. Demokrasiler intihar edebilirler mi ?
  2. Demokrasiye mola verelim mi ?

Devam yazıları.

1.

    İslam ve Demokrasi

2.

    Hukukun Üstünlüğü (Safsatası)

Kaynakça :

  1. Derin sular sitesi “Demokrasi” yazı dizisi
  2. Türk Hukunda Siyasal Parti Yasakları

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 16 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Mar 10, 2009 | Reply

    bence bu iki tip demokrasi anlayışı : hem liberal demokrasi hem de militan demokrasi demokrasi olmaktan çok uzak şeyler. bu konuda oldukça kapsamlı bir liberal düşünce eeştirisi hazırlıyorum. o zaman neyi kast ettiğimi belki daha net anlatabilirim.

  3. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Mar 10, 2009 | Reply

    Yazınızı heycanla ve merakla bekliyorum Enver Bey.

    Sevgi ve muhabbetlerimle…

  4. Yazan:Sever IŞIK Tarih: Mar 10, 2009 | Reply

    Türk modernleşmesinin muzaffer tarzı olan Kemalizm/ler, cebri ve külli toplumsal transformasyon projelerinin tıkanma ile karşılaştığı bir konjonktürde “olgunlaşmışlık” emaresi olarak değil, siyasi bir manevra olarak “Moskof keferesi” korkusu ve batının arzusu ile “demokrasi oyununu” onayladılar. Oyun “halkın sahile inmesi ve vatandaşın zorda kalması” ile neticelenince oyuna müdahale kaçınılmazdı! Halk vatandaş olamamıştı! Demokrasiye erken geçilmişti ve yanlış kullanılmıştı. Silahlı talime ihtiyaç vardı.

    Her şeye rağmen demokrasi daima halka yaramıştır. “Kontrolü demokrasi mühendisleri”nin varoluş zemini yok olmaya yüz tutmuştur. İşte böyle.. Oyunun üçünde oyun var..

  5. Yazan:bulduk Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    sayın m.bahadır kardeşim yazını okudum, fikirlerine katılıyorum ve destekliyorum.çünkü Türkiyedeki demokrasi tarihini anlamak için sadece 10-20 seneye değil belkide 100 seneyi incelemek gerekir.1900 yılların başından buyana bu millet üzerinde şeytana bile pabucunu ters giydirecek okadar çok oyunlar oynanmış ve bu necip millet o kadar güzel uyutulmuşki gerçekler bir bir açığa çıkınca bunu daha iyi anlıyoruz.bizler yani yakın tarihe şahitlik edenler bazı olayların aslından ne kadar uzak olduğunu gördükçe ” Bu millete bu kadar oyun oynanmış ve milletimiz halen ayakta diyebiliyorsak bunun tek bir açıklaması olabilir ,oda Allah bu milleti koruyor.”diyebiliyoruz.Hani bir büyüğümüz diyor ya “İslamın ve İnsanlığın son karakolu”diye.Demekki bir bildiği varmış.İşaallah bundan sonra yaptıkları her hamle ellerinde patlayacak ve sadece kendilerine zarar vereceklerdir.Geleceğin geçmişten çok daha aydın olduğu bir Türkiye ümidiyle yeni yazılarınızı merakla bekliyorum.Sevgiler….

  6. Yazan:GÖRÜR KEMAL Tarih: Mar 22, 2009 | Reply

    sevgili MEHMET BAHADIR kardeşim seninde söylediğin gibi demokrasi ülkemizde çoğu zaman bazı askeri otoritelerin siyasi emllerine ulaşmak için oyuncağı olmuştur.adam asmak,işkence etmek,ülkeyi kaosa sürüklemek demokrasiyse gerçekten demokrasiyi 5 kez(darbeler)çok iyi yaşadık.bunlardan halkımız(karnını kaşıyan adam)artık ders almalı ve demokrasi nedir gerçekten öğrenmelidir…bu objektif yazınızdan dolatı teşekürler

  7. Yazan:kemal Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    körler sağırlar birbirini ağırlar sitesi. 3 cümle üzerinden kurgulanmış bilimsel makale havası verilmiş, içi boş masallar diyalektiği.

  8. Yazan:Bora Bingöl Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Hani derler ya, birine 40 defa deli dersen deli olurmuş… Propagandanın, dezenformasyonun, reklamın, halkla ilişkilerin gücü bu olsa gerek.

    Maalesef yanlışlardan yola çıkarak bilinen klişeleri tekrar ederek demokrat olma iddiası bu ülkede çok yaygınlaştı.

    Nedir bu yanlışlar?

    1. Kemalizm ve Atatürkçülük aynı şeydir
    Kesinlikle hayır! Kemalizm, ilk defa 1927 yılında temelleri belirlenmiş (9 umde), sonrasında tecrübe edilen uygulamalar neticesinde CHP 5. Büyük Kurultayı’nda (1935) “altıok” ve 1936’da düzeltilen parti programında bizzat Mustafa Kemal’in el yazısı ile “Partinin güttüğü bu esaslar Kamalizm prensipleridir” bitiş cümlesi ile son halini almış bir “gelişmemiş ülke devrim ideolojisidir”.

    Takdir edersiniz ki, devrim ideolojisi güllük gülüstanlık şartlar altında oluşmaz. Kaldı ki, bu devrim bir de gelişmemiş bir ülkede oluyorsa, güllük gülüstanlık şartlardan hiç mi hiç bahsedemeyiz. Kemalizm’in ne olduğunu anlamak için öncelikle tarihi şartların iyi anlaşılması gerekmektedir.

    Gelelim, Atatürkçülük meselesine. Neden 1950lerin başlarına kadar Atatürkçülük kelimesine herhangi bir belgede rastlanmamaktadır? Bu rastlanmama durumu bize Atatürkçülük hakkında ne anlatır?

    i. Atatürkçülük Mustafa Kemal’in ölümünden sonra ortaya çıkmıştır.

    ii. Kemalizm, seveni-sevmeyeni, her kesim tarafından bir ideoloji olarak tanımlanırken, Atatürkçülük çoğunlukla bir düşünce sistemi olarak tanımlanmaktadır. Halen tüm Harp Okullarında okutulan 1981 (tarihe dikkat) basımlı Siyasi Tarih kitabında dahi, Kemalizm’in K’si geçmemekte, oysa tam 3 sayfa boyunca Atatürkçülük’ten bir düşünce sistemi olarak bahsedilmektedir.

    iii. Mustafa Kemal’in ölümünden önce Kemalist ekonomi ile ülkeyi kalkındırma iddiasındaki Celal Bayar, daha Mustafa Kemal’in ölümünün üzerinden iki ay geçmemişken yaptığı konuşmada, bir defa olsun içinde “Ke-mal” heceleri geçen bir kelime kullanmamıştır.

    iv. Sadece, Celal Bayar mı? Efsane(!) genel sekreter Recep Peker de unutkanlar kervanına katılmıştır. Büyük Şef(!) İsmet İnönü’yü bahis konusu bile yapmıyorum.

    Bunlar gibi bir çok örnek daha sıralanabilir. İlk anlaşılması gereken 10 Kasım 1938’den sonra Kemalizm kelimesinin düzenin başındakiler tarafından ağza alınmadığıdır. Ağza alınmayan uygulamada olabilir mi?

    İkinci olarak sorulması gereken bir ismin değişmesinin ya da değiştirilmesinin bize ne ifade edeceğidir. Lakin, değişim, bir önceki, bir de sonraki durumu içerdiğinden, bu iki durumu da bilmeyenler için isim değişikliğinin bir önemi yoktur. Bu halde, iki durumu da aynı şey zannetmek, Kemalizm-Atatürkçülük meselesinde olduğu gibi, oldukça sıradandır.

    Klişeciliği bir kenara bırakıp, kaynağına inildiğinde görülür ki, Kemalizm ile Atatürkçülük kesinlikle farklı isimlerdir; aynı şeyi kesinlikle anlatmamaktadırlar.

    Vurucu bir örnekle açıklayalım. Altıok’tan biri olan Halkçılık ne demektir? Hepimiz hatırlıyoruzdur sanırım. Neydi? “Devletin halk için çalışması” değil mi?

    Evet, Atatürkçülük’e göre böyledir.

    Ya, Kemalizm ne der?

    Kaynağına inelim! Mao’sundan Lenin’ine, Türkeş’inden Hitler’ine, Hoca Efendi’sinden Huntington’ına kadar bilimum zevatın kitabını bulabildiğiniz güzel ülkemizde, bulabilirseniz “Medeni Bilgiler” kitabını elinize alıp bakınız Halkçılık ne demektir:

    “Demokrasi”

    Mustafa Kemal, devlet idare şekillerini üç tür olarak sayarken, Monarşi, Teokrasi ve Halkçılık demiş, Halkçılık maddesinin karşına da parantez içinde demokrasi yazmıştır.

    Toparlarsak… 1939’dan itibaren iç etkilerle, 1948’den itibaren de hem iç hem dış etkilerle, ülkenin yönetim şekli istisnasız tüm egemenler tarafından değiştirilmek istendiği ve dahi değiştirildiği için Kemalizm defnedilmiş, yerine “light devrimciler/cumhuriyetçiler” için Atatürkçülük icad edilmiştir. Çünkü, Atatürkçülük içi boşaltılmış, dejenere edilmiş, ideolojilikten düşünce sistemliğine indirgenmiş, aldatmaca Kemalizm’dir.

    2. Devrim ne ola ki?

    Tarihte ne olduysa öyle olmak zorunda olduğu için öyle olduğunu unutan bazı aydınlarımız, ya unutkanlıklarından ya da bilmeden fikir sahibi olduklarından, tarihi şartları unutmak yahut terazinin belli taraflarına basmak yanlışına düşüyorlar.

    1918 yılında Osmanlı’nın sanayi üretimi nedir? Ülkede kaç doktor, kaç mühendis vardır? Ülkede kaç fabrika, kaç işçi vardır? Modern anlamda akademik kaç üniversite vardır, buralarda ne okutulmaktadır? Osmanlı tebası “vatandaşlık” bilincine sahip midir? Hatta, işbu tebanın hali nicedir? Kaçı okur yazardır?

    Kaçı demokrasi nedir, insan hakları nedir bilmektedir?

    Kemalizm bir devrim ideolojisidir. Efendim, jakobenmiş, efendim tepeden inmeymiş, efendim adam öldürmüş, baş kesmiş… Hangi devrim liberal liberal gelmiş ki?

    Osmanlı’nın ve bu coğrafyada yaşayan toplum ne haldeydi de liberal demokrasi uygulanacaktı?

    (Sezarın hakkı Sezar’a… Tabi, turuncu devrim var. Var da, o devrimin sahibi kimdir, finansörü kimdir, idegogu kimdir? Turuncu devrimlerin, devrim yapılan ülkelerdeki sonuçları nedir?)

    Kemalizm’i (dikkat ediniz Atatürkçülük değil) eleştirirken “devrim şartları” dikkate alınmadan yapılan her eleştiri geçersizdir.

    3. Bir fenomen olarak “Elitler vs. Göbeğini Kaşıyan Adam”
    Ben ne zamandır elitim de, farkında değilim? Kemalistim, ama elit değilim. Olamadım da bir türlü.

    Bir elit olmakla suçlama furyası mevcut. Kim bu elitler sorusunun cevabı ise namevcut!

    i. 1939’dan itibaren Kemalizm lağvedildiğine göre, bu elitler varsa, Kemalist olamayacakları da aşikardır.

    ii. Hala “Kemalist elitler var” iddiasında olacaklar için, bu ülkede her tür ideoloji adı ile parti kurulabilirken “Kemalist” adı ile parti kurulamadığını, bu isimde parti kurmanın yasak olduğunu, hatta bu konuda yüksek yargı kararı olduğunu da, hatırlatalım.

    iii. Elit dediğin, Türkçesi ile “seçkindir”. Bir toplumda seçkin dediğin kim olabilir?

    a. Zengin
    b. Egemen
    c. Her ya da çoğunluk erki elinde bulunduran
    d. Ayrıcalıklı haklara sahip
    e. “Diğerlerini” hor görebilme yetisi ve erki olan
    f. “Diğerlerinin” üzerinden menfaat sağlayan
    g. Kaynakları sömüren

    Daha da ekleyebiliriz, ama bunlar yeterlidir. Şimdi, Şu yukarıdakilerden bir ya da birkaçını uhdesinde bulunduran ülkemiz insanlarını -aklınıza geldiği kadarıyla- bir gözünüzün önünden geçirin. Hangisi Kemalist, hangisi değil?

    Elit Kemalist yok! Türkiye’de zengin, egemen, her ya da çoğunluk erki elinde bulunduran, ayrıcalıklı haklara sahip, “diğerlerini” hor görebilme yetisi ve erki olan, “diğerlerinin” üzerinden menfaat sağlayan, kaynakları sömüren kim bugüne kadar çıkıp Kemalist’im demiş?

    Hadi dememişler ama, yine de Kemalistler diyeceksiniz. Ne yani, 1950’den beri bu ülke Kemalizm ile mi yönetiliyor o zaman?

    Yani, bu ülke Kemalizm ile yönetildiği için mi,

    a. eğitim birliği ilkesi çiğnenerek bunca imam hatip açılmış,
    b. gelişmemişliğimizin en büyük nedenlerinden biri olan sanayinin temeli “demiryolları” unutulmuş,
    c. bağlantısızlık ve bağımsızlık rafa kaldırılarak BM, NATO, ABD uyduluğu, AB adaylığı siyaseti benimsenmiş,
    d. 1982 Anayasası yapılmış,
    e. ve dahi yıl 2009 olmasına rağmen, ne 1982 Anayasası, ne de bu anayasanın ürünü olan siyasi partiler ve seçim kanunları değiştirilmemiş,
    f. “Bu kanun yabancı petrol şirketlerinin izni olmadan değiştirilemez” diyen Petrol Yasası çıkarılmış,
    g. KİTlerin en stratejik olanları önce kapatılmış, sonra yağmalanmış, sonra arpalığa çevrilmiş, sonra satılmış,
    h. köyden şehre göç birçok yanlış politika neticesinde el altından teşvik edilmiş, göç imar talanına, arkasından gecekonduya, sonra varoşlara, buradan varoş kültürüne, cemaatleşmeye dönüştürülmüş,
    i. 20 yıl gibi kısa bir sürede, Halis Toprak gibi Adana’dan ceketi ayrılıp İstanbul’a gelip süper zengin olan girişimciler, ya da, otobüs şoförlüğünden dünyanın en zengin başbakanlığına giden Recep Tayyip Erdoğan gibi siyasiler türemiş,
    j. 1923’te 1.23 dolar olan Türk Lirası’ndan altı sıfır atılmış,
    k. 1948’e kadar sıfır dış borçlu Türkiye 2002’de yaklaşık 250 milyar dolar, 2002’den 2009’a kadar da 800 milyar dolar dışarı borçlanmış,
    l. 1945’te Adnan Menderes, Celal Bayar ve arkadaşlarınca “Beşli Takrir” ile “Toprak Reformu Kanunu” engelenmiş,
    m. Toprak reformu yapılamadığı için feodal yapılar yıkılamamış,
    n. Yine, toprak reformu yapılamadığı için üstüne tüy dikilen “Köy Enstitüleri” kapatılmış,
    o. Feodal yapılar yıkılamadığı için başta terör olmak üzere, faili meçhul cinayetler, bölgesel geri kalmışlık, tarım ve hayvancılığın bitişi, işsizlik oluşmuş,
    p. Meslek liseleri imam hatiplere feda edilmiş ve günümüzün en büyük problemlerinden biri “niteliksiz işsizlik” yaratılmıştır?

    Bayan Adalet’in gözü kör, zira önyargısız ve keskin olmak zorunda. Elbette, Kemalizm’i ve Kemalistleri “en büyük şeytan” olarak görenlerden, en azından insan oldukları için, Bayan Adalet kadar adaletli olmalarını beklemiyoruz, ama… El insaf! Birazcık insaf edin diyoruz.

    iv. Varın gelin, şimdi tekrar sorun kendinize… Bu ülkede elit kimdir?

    v. İsteseniz de, istemeseniz de, kabut etseniz de, etmeseniz de, “göbeğini kaşıyan adam” var! Öyle bir var ki hem de, son iki senedir, en çok güldüğünüz adam da o, ama kendinize bunu itiraf edemiyorsunuz. Hoş, tüm Türkiye bunu kendine itiraf etmiyor. Kim mi?

    Çok basit aslında…

    İnsan kendi hayatı ile özdeşleştirdiği şeylere güler. Hayatınızın içinden olmayana nasıl gülebilirsiniz ki zaten?

    Bu ülkenin çoğunluğu köylü olduğu için, Keloğlan’ın devamı olan İnek Şaban’a katıla katıla gülüyor, yüzlerce defa da sıkılmadan filmlerini izliyordu.

    Son iki yıldır kime gülüyorsunuz?

    İnek Şaban’a mı, Recep İvedik’e mi?

    Recep İvedik kim? Köylü mü? Şehirli mi? Yalan mı Recep karakteri? Yok mu öyle birşey? Nereden geldi bu Recep? Nereden beslenmekte Recep?

    Recep İvedik’i Kemalizm mi yarattı?

    Köylü kaldı mı ki İnek Şaban’a güleceğiz?

    4. Demokrasi şehidi Menderes

    Bir ülkenin başbakanını asması ciddi bir trajedidir. Bunun tartışılacak hiç bir noktası yok.

    Ama, Adnan Menderes’e demokrat demek için, ciddi bir cahillik ya da tarafgirlik yeteneği gerek.

    Zira,

    i. Öncelikle demokrasinin ne olduğunu ortaya koyalım ki, demokratın ne olduğunu anlayalım. Demokrasi salt dini ve etnik bireysel haklar mıdır? Yoksa, en temel hak olan yaşam hakkının kullanılması sırasında ekonomik, kültürel, bireysel, hukuki tüm hakların korunduğu yönetim şekli midir?

    Sorun burada yatıyor. Bir ağa da, marabasının dinine saygı gösterir, onları sömürdüğü sürece değerlerine sahip çıkar. Bakınız, islamofaşist avındaki ABD, demokrasi getirici ordusuyla Irak’ı dümdüz ederken, Vahabi ideolojisini uzun süre boyunca ithal etmek için herşeyi yapan ve hala şeriat ile yönetilen Suudi Arabistan Krallığı’yla al gülüm ver gülüm vaziyetinde.

    Dönelim Menderes’e… Menderes değil midir ki, Toprak Reformu Kanunu’nu engeleyen?

    Toprak reformu yapmadan feodal yapı nasıl kırılır? Feodalite ile demokrasi nasıl yürür? Mülkiyet problemi çözülmeden demokrasi ne vaadeder halka?

    ii. Vatan cephesi yalan mıdır?

    iii. Tahkikat Komisyonu nedir?

    iv. Petrol Yasası nedir?

    Bunlar ortadayken Menderes’e demokrattır diyenin demokrasiden ne anladığını da açıkça ortaya koyması, ve de özellikle, mülkiyet konusuna açıklık getirmesi gerekmektedir.

    5. Kemalizm Batıcıdır

    En büyük yanlışlardan biri de bu.

    “Muasır medeniyetler seviyesi” ile “Batılı medeniyetler” ibareleri arasında ciddi farklılıklar var.

    Kaldı ki, Cumhuriyet’in 10. kuruluş yılında tören alanında Mustafa Kemal halka şöyle sesleniyor:

    “…Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir…

    Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır…”

    Modern Türkçe’nin kurucusunun Mustafa Kemal olmadığı iddiasında bulunacak biri yoktur sanırım. Bu halde, Türkçe’yi böylesi konuşan, yazan, Batı demediği gibi, “muasır medeniyet” ibaresini ısrarla kullanan ve dahi Batı’yı, Avrupa ülkelerini alabildiğine eleştiren bir siyaset adamının kurduğu ideolojinin ve bu ideolojiyi izleyenlerin Batıcı olduğunu iddia etmek ciddi bir kafa karışıklığı ve kıt Türkçe bilgisi göstergesidir.

    A… Dersiniz ki, Atatürkçüler Batıcıdır. Olabilir. Lakin, Atatürkçü ile Kemalist ayrımını daha önce ele almıştık. Yanısıra, Atatürkçülerin ulusalcı ve çoğunlukla AB karşıtı olduğunu gözönüne aldığımızda Atatürkçülerin Batıcı olması iddiası da biraz havada kalmaktadır.

    Yazının içinde daha çok fazla klişe yanlış var, ama benim zamanım kalmadı.

    Son söyleyeceklerim şunlardır:

    1. Tarihi şartlar gereği Türk Devrimi olmak zorundaydı, iyi ki de oldu. Olmasaydı? Bilemeyiz… Ama, şunu biliyoruz ki, 1 milyar nüfusu aşkın İslam dünyası içindeki tek laik devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Laikliksiz demokrasi de olamayacağından -zira, demokrasi egemenliğin kaynağının gökyüzünden yeryüzüne inmesini gerektirir- tek müslüman demokrasisi de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ayrıca, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan tüm ülkelerin sınırları değişmiş ya da parçalanmış, Türkiye Cumhuriyeti ise kurulduğu gibi kalmıştır. (Gerçi, bi değişiklik kokusu gelmiyor değil burnuma. bkz. Tüm Ergenekon dalgaları ve 12. dalga ile DTP tutuklamalarının “senkronizasyonu”.)

    2. Devrim masa başından yapılmaz. Ülke de oturduğun yerden kurulmaz. Hele, yine tarihi şartları ele aldığınızda, örneğin bir rivayete göre 1923 yılındaki mühendis sayımız 23’tür, 10 yılda 15 milyon genç yaratıp, memleketi demir ağlarla örmek çok da basit olmasa gerek; hele ki, şu an itibarıyla bu ülkenin yaklaşık 800 milyar dolar dış borç ile mevcut durumunu düşünürseniz.

    3. Yok hala mı beğenmemektesiniz. Beğenmeyiniz, eleştiriniz; bunlar en doğal hakkınız olduğu gibi, Kemalizm’in de kemalistlerin de eleştiriye ihtiyacı vardır. Zira, Kemalizm için hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir, fendir! Buradan da anlaşılacağı üzere, Kemalizm’i bilimsel verilerle eleştiriniz, inanın, Kemalistler çok memnun olacaktır.

    Yok bilimsel verilerle değil de, keyfiyetle mi eleştireceksiniz. Eleştirin efendim, alışkınız, zira, bir Kemalist Parti kurmak dahi yasak bize. Bir de siz eleştirseniz ne olacak? Aldırma gönül der geçeriz.

    A… Lakin, kötü niyetle, cahillikle eleştirecekler için durum farklı. Uzun yıllar boyunca söylenecek bir başka “10. Yıl Marşı” yazabileceksen ne ala! Ama, yazamayacağın da ortada, zira, onca lafının üstüne sorarlar adama:

    “Kaç ülke kurtardın, kaç ülke kurdun da, bunca ahkam kesiyorsun, be adam?”

  9. Yazan:hidayet Tarih: May 2, 2009 | Reply

    bay Bora Bingöl,size Kemalist mi demeli Kemalci mi – yoksa Atatürkist mi demeli atatürkçü mü ? ha aliveli ha veliali..
    “Kemalist” diye parti kurulamazmışş.. “Kemalci” diye kuralım o zaman..sizce yüzde BİR oy alır mı? Atatürk Partisi veya Hakiki koç pardon hakiki atatürkçü parti kuralım-sizce yüzde kaç oy alır,yüzde iki??
    kemalizm bilimselmiş..ne zaman nobel aldılar veya ne zaman nobele aday oldular..kemalizmin bilimsel olması nereden gerekmişş..kemalizm,askerde iken “herşeyi ben bilirim-bütün dünya benden sorulur-bir türk dünyaya bedeldirr..” diyen basit bir bölük yüzbaşısısının horozlanmasından başka HİÇBİR ŞEY olamazz..kemalizme bilimsel hava verme imtiyazını KİM vermiş? kemalistler yoksa SCIENTIOLOGY tarikatına mı intisap etmişş..

    kemalistler de ,mussolini’nin hezeyanları gibi tarihin arka çöplüğüne gömülmeye mahkum..
    boşuboşuna akıl karıştırmayın.kemalistler utanmasa hertürlü mikroelektronik- biyoteknoloji-nanoteknoloji ve uzay teknolojisini de biz icat ettik diyecekler..son 60 senedir kemalciler iktidarda mı imiş sanki..kemalciler olsaydı 1 TL eşit 5000 dolar olurdu ,her üniversitemizden yirmi nobel avcısı çıkardı, ikinci dünya savaşı biter biz de tam bağımsız,bağlantısız kalırdık..hiç borç almazdık, kendi yağımızla kavrulurduk , kuzey kore olmazdık ama turqemaliye -tekparti cumhuriyeti olurduk..geçiniz efendim..

  10. Yazan:fatih y. abbas Tarih: May 3, 2009 | Reply

    Devlet,Siyaset ve Is Dunyasi: Piyasalarin Bozulmasi
    KOBI’lerin diger tum sirketler gibi, vergi ve sigorta primleri disinda, devletci ekonomi disinda asil derdi, kendi alanlarinda, ar-ge yapmamalaridir. Kendi “ozel okullarini” kurmamalari, musteri duyarliklarina hitap etmemeleridir.

    Bu anlamda gec uyanmis olmalari yada hic umursamalari asil dert.

    Bunu ulkemiz siyasetindekiler, 80 yildir, asla gormuyorlardi. Ve Turkiye gibi ulkeler bunu 80 yildir malesef goremediler. belki de gormek istemiyorlar. Cunku:

    http://kiltabletler-ii.blogspot.com/2009/05/devlet-siyaset-ve-is-dunyasi.html

  11. Yazan:fatih y. abbas Tarih: May 3, 2009 | Reply

    Muhtemelen, haksiz ticari menfaat arayislari nedeniyle de cebri davraniyorlardi!

  12. Yazan:fatih y. abbas Tarih: May 3, 2009 | Reply

    Mahalle Baskisi, Cuma Hutbeleri ve Laikciler
    Maras’ta bazi ilcelerde, veya sehir merkezinde, Cuma namazi saatinde acik dukkanlara girip, “hadi ne duruyorsunuz, Cuma saati geldi, kapatip namaza gelin” diye paldir kuldur,cok asiri israrlar, hatta psikolojik baskiya varan tavsiyeler yaparak, bazi insanlari cok zorlayanlar oluyormus. Eger dogruysa, Muslumanlarin bunlari yapmasi ne tuhaf? Belki bu tipler, gunde bir vakit bile namaz kilmiyorlar.
    Yine, Cuma’ya giden herkes, gunluk namaz kiliyor mu, ibadet yapiyor mu acaba? Bu ayri konu!
    http://kiltabletler-ii.blogspot.com/2009/05/mahalle-baskisi-ve-cuma-hutbeleri.html

  13. Yazan:Murat Aygen Tarih: May 10, 2009 | Reply

    Evet, Kemalist demokrasi adam eder! Ama kimleri? Bilimsel-şaşkınları, diplomalı câhilleri elbet.. Bunlara en değerli bilgileri (meselâ ulus-devletleri yıkmak için muhtaç olunan kuvvet ve kudretin KiMLERDE olduğu bilgisi) Silivri, Mamak, Kartal-Maltepe gibi toplama kamplarında Kemalistler öğretir. Hadi sizi oralara kadar yormayayım da söyleyeyim bâri: ulus-devletlerin kahrını, kaprislerini (Habur, Kapıkule benzeri) sınır kapılarında en çok çeken TIR sürücülerinde! “Allende-Büllende della Salvatore” denen “entel-liboş”u bu devrimciler “götürmüşlerdir” NETEKİM! Arabacı da huu; Nereye? Ahh Silivri’ye!; Haydi de tıngır-mıngır da yallah yallah; Silivri’ye sanık yolla; Arabacı da huu; Nereye? Ahh Ziverbey’e!; Haydi de tıngır-mıngır da yallah yallah; Ziverbey’e sanık yolla..

  14. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Haz 22, 2009 | Reply

    HER TOPRAGIN, HER IKLIMIN, HER YORENIN INSANI, MALLAR VE URUNLERI BIRBIRIYLE AYNI MIDIR?
    Toprak iklim cicek ve ari ozellikleri nedeniyle dunyada hic esi olmayan, Anzer balinin neredeyse tamami ihrac ediliyor. Neden? Cunku, en basta, “ilac” ozelligi” var. Bunlari alanlar, ulkesine girmesine izin verenler, kendi vatandasinin, kendi hastasinin ihtiyacina oncelik veriyor. Yabanci bir ulkeden, “yabanci urun” getirtmekle, ulkesine, halkina ve devletine ihanet mi etmis oluyorlar?

    Turkiye’de bile, farkli yorelerde vilayetlerde uretilen ballar, yaglar, sutler, peynirler, tatlilar birbirine benziyor mu? Tadlari olsun, vitamin, mineral ve enzimler bakimindan olsun, hepsi ayni ozellikte midir?
    http://kiltabletler-ii.blogspot.com/2009/06/toprak-iklim-cicek-ve-ari-ozellikleri.html

  15. Yazan:Ali Duman Tarih: Haz 23, 2009 | Reply

    “Medeni Bilgiler Kitabı”

    Tanım-1: Nutuk yetmeyince yeni kitab-ı mukaddesimiz, çaldık göle bir maya, ya tutarsa hesabı.

    Tanım-2: Adam etmenin kitabı, isminde de belli değil mi? adam etme, terbiye etme türünden olmak üzere bunun dışında birde “adab-ı muaşeret” kitabı mevcuttur.

    siz hangisi tercih ederseniz, öyle de böyle de adam olunacak, şapka, kravat takılacak, dişler fırçalanacak, kurtuluş yok.

  16. Yazan:ezber bozan Tarih: Ara 11, 2009 | Reply

    Sayin Bora Bingol,

    En azindan dezenformasyondan sikayet ederken bilginizin yetersiz oldugu konulara keske bulasmasaydiniz. Cunku yuzunuze gozunuze bulastirmissiniz.

    Sizden alintiliyorum:

    `Vurucu bir örnekle açıklayalım. Altıok’tan biri olan Halkçılık ne demektir? Hepimiz hatırlıyoruzdur sanırım. Neydi? “Devletin halk için çalışması” değil mi?`

    Degil!

    Halkcilik bizzat Mustafa Kemal`in ifadesiyle;

    `Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil, fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibarıyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)`

    Seklinde tanimlanir. Yani oz itibariyle siniflar arasi celiskiyi reddeden ve bunun yerine vatanseverligi ikame etmeye calisan bir yaklasimdir.

    Bu tez de asil olarak ozgun bir bulus degildir, Mussoluni Italya`sinda rastlanir ve korportizm denir.

  17. Yazan:Ahmet Selçuk Tarih: Ara 20, 2009 | Reply

    Mehmet bey,

    Yaziniz icin tesekkurler. Sonsuz evrendeki su ufak mavi gezegende yasayan insanlariz. Din, dil, irk ve millet olarak farklilasmisiz; bu farkliliklarimizdan da savaslar, baskilar ve zalimlikler turetmisiz. Bunlarin ustundeki “evrensel degerlere” ulassak sorun kalmaz, ama daha bir kac yuzyilimiz daha var, eger biri nukleer dugmeye basmazsa tabii 🙂

    Bunlari niye yazdim? Cok guzel baslayan bir yazi. Ama ilk eksik surda gozume carpti:

    “Militan demokrasi anlayışı ise, totaliter düşünce eğilimleri olan komünistlere ve faşistlere karşı demokrasinin bütün özgürlükleri tanınamaz olarak özetlenebilir.”

    Sirf komunizm ve fasizm mi? Dinsel rejimler ne olacak? Komunizm’de de fasizm’de de tek dogru vardir; ayrica dogruyu aramaya gerek yoktur. Komunist parti zaten halkin cikarini dusunen en mukemmel partidir, ayrica sizin parti kurmaniza gerek yoktur. Fasizm’de ayni sey soz konusudur. Dinsel rejimlerde de.

    Suudi Arabistan’da bir parti kurmaya gerek yoktur mesela. En mukemmel din Islamdir; en mukemmel yonetim de seriattir. E, baska bir seye gerek var mi? Keza, Iran’da her sey seriat’a gore duzenlenir.Muhaliflere her turlu zulum yapilir- tabi ki Allah adina 🙂

    Turkiye’deki militarist korku once komunizmeydi, hatta onlar icin Imam hatipler acildi. Mesela, once Kuran’i Turkce okuyup tartisacak ve gelistirecek imamlar yetistirilecekken; simdi bunlar memleket meselelerini de tartisip gomonis olurlar diye; IHL’de merkeze Arapca ezber konulmus.Ingilizlerin dusunmesinler diye Hindistan egitimine trigonometri ve logoritma cetvellerinin ezberlerini koymalari gibi. Boylece Arapca Kuran ezberleyen, Arapca okuyan ve buyuk oranda da sorgulamayan-uslamlamayan bir kusak yetistirilmis. Ama gomonist olmamislar, vatan kurtulmus 🙂

    E, komunizm bitince de bunlar ellerinde patlamis. Usame Bin-Ladin Amerikalilarin desteginde Sovyetlere karsi savasan adamlarin basidir. HAMAS’in, Filistin’de solcu Arafat’a karsi Israil tarafindan kurulmasina yardimci olunmus ve parasal destek saglanmistir.Israil icin o zaman sorun yoktu: o zamanlar bunlar dinsel ayetleri ezberleyip, ayinler yapiyor, Israil’e de bir sorun cikarmiyorlardi.

    Yani sizin bu militarist demokrasi dediginiz “derin devlet” solculara karsi “yesil kusak”i kendi yaratti. Ve bir sekilde solcu olmus gencecik cocuklari da boyle astilar- hem de Ataturk adina :))..Ama Komunizm bitince de bu yesil kusak ellerinde patladi 🙂 Neyse, simdi ayni militarist devlet bu kendi yarattigi yesil kusakla cebellesiyor.

    Artik solcu da kalmadi zaten.Kokunu kuruttular. Koca meclisde sol olarak sadece Ufuk Uras var. Bu hikaye boyledir yani..

    Yazdiklariniz gayet guzel, dogru. Ama tabii ki, dini kimliginizi bir sure sonra hissettiriyorsunuz. Sorun da degil. Avrupa ve Amerika’da demokrasi Hristiyan demokratlardan, Liberal Demokratlara dogru evrilmistir. Tek sorun baska inanc ve dogrularin da yasamasina izin vermenizden geciyor.

    Size sorum ayni::

    TURKIYE ICIN ALTERNATIF DUSUNDUGUNUZ DEMOKRASI MODELI NEDIR?? BU SISTEM NASIL DUZELIR? SIZ HUKUMETTE OLSANIZ (aslinda ordasiniz galiba:) DEMOKRASIYI GETIRMEK ICIN NE YAPARSINIZ?
    NASIL BERABER KARDESCE YASARIZ?

    Saygilar,

  1. 3 Trackback(s)

  2. Mar 10, 2009: Kemalist Demokrasi : Hizmet Etme Deðil, Adam Etme! - Hackturk hack Forum
  3. Mar 17, 2009: Mana Boyutlu, Olgun Demokrasi : Derin Düşünce
  4. Nis 20, 2009: Hukuk Devleti mi üstündür yoksa Devlet Hukuku mu ? : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin