RSS Feed for This Post

Hor görme garibi onun da bir ‘oy’u vardır..

20080329_hor-gorme.jpgNTV’de yayınlanan ‘Haydi Gel Bizimle Ol’(*) programını izleyeniniz var mı acaba? Ben özellikle takipçisi değilim ama denk geldikçe de ne konuşuluyor, neyi istişare ediyorlar diye bakmamazlık da etmem. Dün akşam (27.03.2008-Perşembe) da elimde TV’nin kumanda cihazı, kanalları karıştırırken adı geçen programa denk geldim. Baktım ki Reha Muhtar konuk, “şimdi hiç çekemeyeceğim” diyerek o kanalı atlayıp başka bir kanala geçtim. Ama ben nereden bileceğim böyle olacağını, bilsem izlemez miyim? Gün içinde fırsat buldukça takip ettiğim internet haber sitesinde ilgili TV programının haberine denk gelmesem dikkatimi de çekmeyecekti. Allah biliyor aklıma Sayın Muhtar geliverdi hemen. İçimden “Ah gene ne inciler döktürdü acaba? Sen misin akşam izlemeyen” diye düşünürken haberin detayında ise adına dahi rastlamadım. Doğrusu Sayın Muhtar’ın günahını almışım. Zira bu kez o bulunmaz inciler programın sunucularından, Sayın Aysun Kayacı ile Sayın Pınar Kür hanımefendilerden saçılmış.

Söz konusu haberi okuyunca bir an ağzım açık kaldı desem yalan olmaz. Bu güzel bayanların ifade ettikleri ve üstelik çok da olağan bir hak olarak gördükleri fikirleri benim aklım almakta zorlanıyor. Yalnızca şaşkınlıkla haberi okudum. Sayın Aysun Kayacı’nın “Ben vergi veriyorum niye vergisini vermeyen, ‘dağdaki çoban’la benim oyum eşit mesela. Niye? Hiç vergisini vermeyen biriyle niye benim oyum eşit. O benim kadar duyarlı benim kadar sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşıyor mu acaba?” sözleri üzerine programda kavga çıkmış. Kavga işin magazin tarafı, orası beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren işin algı, akıl ve mantık boyutu. Buna ne demek icab eder acaba?

“Ben vergimi veriyorum ama çoban vergi vermiyor, o zaman neden benimle çobanın oyu eşit!” . Aysun Kayacı ve Pınar Kür hanımefendilerin aklıyla hareket edecek olursak bu ülkede benden daha az vergi veren doktor ve avukatlarla da benim oyumun eşit olmaması lazım. Böyle bir akıl yürütmeyi hadi genç hanımefendi için mazur görebilirim lakin Pınar Kür’e diyecek söz bulamıyorum.

Müjde Ar ve Çiğdem Anad’ın izah ve ifadeleri de işe yaramamış. Bir araba usturuplu laf da etseniz nafile, işe yarayacağı muamma. Bir dostun lafıdır, pek severim “akıl kilitlenmesi” işte tam da bu olsa gerek. Bu zihin şablonu ile bundan öte bir düşünce geliştirilebilir mi? Uyuşma-zlıklar uyuşturulabilir mi? Sanırım bu yüzden, bu şablonların ötesine çıkamamak yüzünden bir kısım düşünenlerimiz memleketimizde bireysel hak ve özgürlükleri, eşit ve insancıl hayat isteklerini savunmakta zorlanıyorlar.

Fakat bu işte bir terslik yok mu? Bu hanımefendiler ve o mantıkta düşünenler bir ölçüt olarak batı normlarını kendilerine şiar edinmemişler miydi? Fransa’nın köylüsüne hak gördüğünü kendi çobanından esirgemek çelişkinin ta kendisi olmuyor mu? İnsanı afallatan durum da tam olarak bu. O normları kendin için al ama ülkenin çobanına layık görme. Neden? Vergi vermiyor diye! İyi de çobanın ne suçu var. Hor görme garibi onun da senin gibi bir oy hakkı var…

Oy bakımından da olsa kendilerinin bir çobanla eşit sayılmalarına fena içerlemişler ya bu iki hanımefendi ne kadar vergi ödüyorlar da kendilerini böylesi yukarıda görüyorlar, doğrusu kafama takıldı. Ne tesadüftür bu yazıyı hazırlarken yine aynı internet sitesinde İstanbul Vergi Dairesinin 2007 yılının vergi rekortmenleri listesinin açıklandığı haberine rast geldim. Eh, Sayın Kayacı ve Sayın Kür’ün böyle laflarından sonra insan ister istemez ödedikleri vergilerle o listede kaçıncı sırada olduklarını merak ediyor. Fakat maalesef ilgili listede isimleri yok. Ama haklarını yemeyelim söz konusu liste İstanbul ilinin ilk 100’ünü kapsıyor. Bu arada merak edenlere taze bilgi; listenin en başında 10.454.056 YTL ile Aydın Doğan var. Ayfer Sengir ise 1.151.401 YTL ile ilk yüzün sonunda yer alıyor. Şimdi buyurun hesaplama safhasına, acep kimin oyu kimden büyük?
Laf lafı, konu konuyu açarmış ya bu yazı da öyle oldu. Oy eşitliği, hak eşitliği, vergiler falan deyince aklıma Sayın Mustafa Akyol’un 8 Ekim 2007 tarihli “Başörtülüler Daha Az Vergi Ödemeli” başlıklı yazısı ve bu yazıda dile getirdiği soru aklıma geldi. Sayın Akyol, “Peki ama madem herkesin hakkı ve özgürlüğü aynı derecede önemli değil, o zaman neden herkes aynı oranda vergi ödüyor?” diye sormakta haklı olarak. Sayın Akyol’un yazısının son paragrafı bu yazının da kapanışı olsun müsaade ederseniz. Üstüne bir şey demeye lüzum var mı?

“…Kuşkusuz daha iyi bir alternatif de var: Bütün bu saçmalıkları bir kenara bırakıp, tüm vatandaşların eşit ve özgür olacağı, herkesin “birinci sınıf insan” sayılacağı demokratik bir ülke haline gelmeye de çalışabiliriz…”

(*) Aynı programın 30.08.2008 Pazar günü sabah saat 10.10’da tekrarı yayınlanmaktadır. Programı benim gibi kaçıranlara duyurulur.

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 41 Yorum

  2. Yazan:beddavi Tarih: Mar 29, 2008 | Reply

    BUGÜN BİZE AYAK TAKIMI DİYENLER EVVELA BİR AYNAYA BAKSINLAR DA KENDİLERİNİN NE OLDUĞUNU GÖRSÜNLER… onlar bence zır cahiller….biz emeğimiz ile geçiniyoruz….biz HALKIZ ya onlar kim ki…

  3. Yazan:Abdullah pehlivan Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

    Ben bu zavallıya sayın ifadesini bile çok görüyor ve sn demeiyorum. Bu zihniyet milattan önce kalma bir zihniyettir. Türk Milleti olarak bizim hedefimiz ileri gitmektir.Amerkanın Kızılderliye bakışı, Eski Yunanların kadınlara bakışı neyse bu bayanında bakışı aynı fark etmez. Ama bunların suçu yok yine suç oy hakkı bile tanımadığı insanlarda çünkü değer verip proğramlarını izliyorlar.

  4. Yazan:blue Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

    Bence dağdaki çobanın siyasete bakışı Aysun Kayacı’nın bakışından çok daha komplekstir. Pınar Kür’ü ise yazarken severdim. Meğersem ne elitist, kin dolu bir tipmiş. Mine Kırıkkanat ekolünden.
    Ben en çok programlarını izleyen dağdaki çoban ve gecekondudaki adamın tepkilerini düşünüyorum. Herhalde şöyle diyordur: Ulen bizim babamız da bizi Paris’te okutsaydı da 300 milyon parayla kirayı mı ödeyeyim, çoluk çocuğun karnını mı doyurayım, vergimi mi ödeyeyim diye düşünmeseydim.
    Sonra kendilerine elitist diyenlere bir kızarlar, bir kızarlar…

  5. Yazan:alperen Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

    MEDYATİK MANZARAMIZ

    ALPEREN GÜRBÜZER

    Her şeyin basite indirgendiği, magazinleştiği ve eğlence showları ile insanları ekranlara ya da gazete-dergi sahifelerine hapsetmek medyacılık sanılıyor. Değerler alt üst olmuş, özel yaşantı alanları fütursuzca çiğnenmiş, yalanın birinin bin para olduğu ortamda Avrupa Birliği, dış politika, ekonomi kimin umurunda. Böyle giderse toplumun hafızası silinerek toplumsal cinnete giden bir akibetle karşı karşıya kalcağız.
    Yapılmak istenen galiba düşünemeyen toplum üretmek ve uyuşturulmuş insanları dedikodu ile oyalamak olsa gerek. Eline tutuşturulmuş ipe sapa gelmez show programları ile onarılmaz yaralar açıp azınlık dediğimiz bir eli yağda bir eli balda kesimin kaprislerine toplumu heba etmek marifet sanki.. Çoğunluğun az elitist tabakanın eline terk edildiği apaçık ortada. İşin içine ideolojik ayırımcılık da eklenince yaşadığımız manzara maalesef geleceğimizi karartıyor. Medya gücünü halktan alması gerekirken azınlık dediğimiz seçkinci zümrenin istek ve doğrultularından alıyor. Reklam pastasından pay almak uğruna toplumun değerlerini hiçe sayan yayınların pompalanması sağlıksız kuşakların doğmasına yol açıyor; hem manen hem madden.. Genç beyinlerin zihnine pranga vurulduğunun hala farkında değiliz. Medyanın dördüncü kuvvet olduğunun şişirilmiş balonuyla kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanması vahim sonuçlara yol açacağı aşikâr.
    Dördüncü kuvvet dedik ama aslında birinci kuvvet. Çünkü medyamız etik anlayışdan uzak olduğu için çıkarlarına ters düşen her ne olursa olsun biranda karalama kampanya metotları ile rakiplerini diskalifiye etme şansına sahip. Bu durum yıllardır hala temizleyemediğimiz derin ilişkilerde gizli. Devlet içine sızmış çeteler –sermaye-medya üçgeni ile kurulan düzenek toplumsal aydınlanmayı baltalamak üzere kurulmuş adeta. Halkı iyi anlayan ve halkla hemhal olan anlayışlara kapalı bu sistem var oldukça medyaya yönelik hayıflanmalar bitmeyecek gibi. İdealimizde ki medya anlayışından kastımız; Analitik yorum yapabilen, analitik haber olarak kaynağından araştıran ve objektif kriterleri esas alarak halkın denetimine açık olan bir medyadır. Bakalım bu hastalıklı yapımızla nereye kadar gidecek bu gemi. Gemi şuan hızla su alıyor, ama zaten bir batarsa hepimiz batarız hassasiyeti de yok ortada.
    Osmanlı’nın kendini anlatma diye derdi yoktu. Osmanlı’nın kendisini enforme etme diye bir derdi olmadı, niye olsun ki gerek yoktu çünkü. Osmanlı sistemini adalet ve özgürlükler üzerine inşa ettiği için bu tür şeylere kafa yormadı. Onlar yöneticisi ile yönetileni arasında muhabbet iklimi oluşturmuşlardı hep. İdare edenler ve idare edilenler el ele gönül gönül gönüle sadece Allah’a abd olmuşlardı. Allah’tan gayri sahte mabutlara itibar etmiyorlardı. Şu anda yaşadığımız süreçte medya toplumu sahte sanal cennete çağırmaktan başka bir görev yapmıyor diyebiliriz. Böyle olunca da toplum nezdinde git gide güven kaybına uğruyor. Osmanlı toplumuYaratana kul olmakla mutluluğun şerefini tadıyordu. Geçici dünyevi lezzetlerin cazibesine kapılmadan yaşıyorlardı. Osmanlıda çok elzem durumlarda duyuru mahiyetinde ‘duyduk duymadık demeyin..’ tarzda kulaktan kulağa yayılan dilden dile aktarılan bir kültür var. Kelimenin tam anlamıyla Osmanlı’nın enformasyonu sözlü kültür dediğimiz ağdır. Hiçbir zaman sömürgecilik anlayışı ile hareket etmemişlerdir.
    Türkiye medyası bu noktada problemli .. 1950’lerden geldiğimiz süreçte kimi zaman medya alaylıların, kimi zaman mülkiyelilerin, kimi zamanda güç odaklarının sesi olmuştur. Özal’ın serbes düşünce ve serbes piyasa ekonomik politikaları ile çok sesliliğe geçiş yapmanın neticesinde insanımızın ufkunda zihni değişimler yaşandığı ortaya çıktı. Zihni değişim ister istemez kimlik değiştirmeyi de beraberinde getirdi .. Öyle ki Anadolu insanı tarlasından toprağından çıkıp şehirlere yerleşti, kabuk değişikliği yaşandı, aynı zamanda kentler sol merkezli olmaktan çıkıp hızlı bir süreç yaşandı. Fakat bu durum çok uzun sürmedi 1990’ın eşiğini geldiğimizde bildiğimiz aktörler devreye girerek zihni dönüşümün önüne engel olmak için adına ister kadife darbe denilsin, isterse postmodern denilsin, bu tür müdahelelerle toplumun hızlı bir şekilde kabuk değişimini baltalamak için ellerinden geleni yaptılar. Basın bu tür ortamlarda halktan yana tavır alamayıp zinde güçlerden yana tavır alması düşündürücü. Sadece tavır alsa bir noktada görmezlikten gelinebilir. Bilakis yangına kürekle gitme işlevini üstlenmiştir. Medya yönlendirilmek yerine yönlendirmeyi, yani toplumsal mühendisliği tercih ediyor. Kendi dünyalarında belirlemiş oldukları kalıplarla hareket eden toplum görmek istiyorlar. Toplumsal mühendislik uygulamalarında yeterince mesafe alamamaları onları zaman zaman sinirlendirerek hıncını alamayıp toplumu baskıyla, cinsellik ve dedikodu kazanıyla evcilleştirme yoluna gidiyorlar. Zaten okuma oranı düşük olan toplumuz, birde bunun üzerine içi boş yayınlarla insanımızın ruh dünyasını yıkmak ne kadar etik. Medyamız toplumun belirlediği, sempati duyduğu kişileri değil, kendisinin belirlediği birkaç isimlerle zihinleri karıştıracak proğramlar yapmakta yüksünmüyor. Evlerimizin yatak odalarına kadar bile destursuz girecek kadar ölçüyü kaçıran bir medya var karşımızda. Nezaman adam oluruz, galiba kendi özümüzde var olan dürüst, yalandandan uzak, merhametini yitirmemiş kodlarımıza döndüğümüzde galiba.

  6. Yazan:dogus Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

    Akyol’un dedigi dogru, hizmet alamiyorsa, mesela ulkenin universitelerinde, niye vergi versin ki? Ama Kayaci/Kur baska bir sey soyluyor gibime geldi… Soylemeye ugrastiklari “vermesi gerektigi kadar vergiyi vermeyenlerin oyu ile, vergisini verenlerin (kendileri) oyu niye esit sayiliyor” gibi bir sey olmali.

    Eger “az vergi veren ile cok vergi verenin oyu esit olmasin” diyorlarsa, bu dupeduz anti-demokratik bir yaklasim. O yanlis.

  7. Yazan:Arzu Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

    Aysun Kayacı vergi verdiği işini bize detayları ile bi anlatsa seviniriz evvela. Malum çoban ne iş yapar biliriz de bu Türkiye meselelerine magazin ağzı ile cevap vermelerine aşina değiliz. Babası da çoban olan biri (çoban değilse bile çobana yakın diye biliyorum) üzerindeki kıyafetler gibi cicili bicili laflar etse daha hoş olur gibime geliyor.

  8. Yazan:mevlüt özdemir, Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

    bunlardan ikiside içinden çıkmış oldukları toplumalrı tanımayan zihin dünyaları taşıdıkları etleri ile ters orantılı olarak kişilerdir. kendileri mağazin dünyasının sermayadarları omaktadırlar. dağdaki çoban ve onun gibi vatan evlatları vatanın her alanında şehit düşmüş mert vatan evlatlarıdır

  9. Yazan:Talha Can Tarih: Mar 30, 2008 | Reply

    Durum çok vahim, bundan senenler önce de bir jakoben profesörümüz demişti aynı feci sözleri…
    Yalnız bunları gereğinden fazla gale almamak gerek (buyrun bu da züğürt elitizmi:), nihayetinde kimin cahil olduğu da ortada… Ben iddia ediyorum ki, çoğu artistimiz daha Cumhuriyet’in ilanının tarihini bilmiyordur, ki bilmiyorlar, bundan uzun zaman önce artistlerimize mikrofon uzatmışlardı bir tv programında; soruyorlar Atatürk’ün doğum-ölüm tarihini; bakıp kalıyorlar öyle, bir de pişkin pişkin “ölmedi kalbimizde yaşıyor” diyorlar… Tabi bunları söylerlerken devamlı kahkaha atıyorlar; gülüyorlar ağlanacak hallerine…
    Ben bu millet için üzülüyorum; burjuvamız da gerçekten bir burjuva olsa bari diye:)

  10. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 31, 2008 | Reply

    Aysun Kayacı ve Pınar Kür orada “belediyelerin popülizm” anlayışından da bahsetti. Gecekondulaşmanın sağladığı rant düzeni ve oy avcılığından.

    Sosyal politikaları savunmak böyle olmaz. Madem emeğiniz ile geçiniyorsunuz, madem sürekli mazlumluktan yakınıyorsunuz ne diye gidip islami burjuvazinin, islami patronların partisine oy veriyorsunuz diye sorarlar adama. Emeğinle geçiniyorsan Tuzla’daki işçi ölümlerinin
    sorumlusu Aysun Kayacı mı yoksa devlet mi?

    Babamız bizi Paris’te okutsaydı diyorsunuz, Tayyip Erdoğan’ın çocukları ABD’de okumadı mı? “en az üç çocuk yapın” diyen adama
    “sen mi karşılayacaksın masraflarını” demedikten, diyemedikten sonra
    ne anlamı var?

    Ben de devlet okullarında okudum, annem ailem Kayserili ama bu mağdur, mazlum hatta “müslüman olduğumuz için bizi böyle eziyorlar” serzenişlerine karnım tok, ezilen adam hakkını arar.

  11. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Mar 31, 2008 | Reply

    Sayın İlber Ortaylı ve Sayın Hasan Köni’den konu ile ilgili iki yorum ;

    Prof. Dr. İlber Ortaylı: Aysun’un düşünce tarzı tarihte sistematik bir doktrin olarak vardır ve gayet ciddi bir tartışmadır. Fransız Devrimi’yle başlayan bu tartışmada vergi vermeyen için oy kullanamaz düşüncesi hakim kılınmıştı. Herkesin verdiği vergi miktarı kadar oy kullanma hakkı olduğu bu aristokratik anlayış ne Osmanlı’da ne de Türkiye’de yoktur. Ayrıca çoban vergi vermez diye bir şey olamaz çünkü her Türk vatandaşı vergiye tabidir. 18’inci yüzyılın sonuna kadar Avrupa’da bu şekle bir vergi-oy sistemi oluşturulmuştur. Bu sistemi değiştirenler ise Almanya’yı birleştiren Otto Von Bismarck gibi şahıslardır. Örneğin Bismarck genel oy hakkını tüm Alman halkı için tanıdıktan sonra halk yine Bismarck’ı seçmiştir.

    Prof. Dr. Hasan Köni: 1967-1968 yıllarında bu konu tartışıldı. Bu tartışmalar sonucunda “demokrasilerde eğitime ve kültüre bakılmaksızın herkesin bir oyu vardır” sonucuna varıldı. Eğer elitlerin istediği bir yöntem ortaya çıkarsa, diğer kesimi yok saymış oluyorsunuz. Onların istekleri, ihtiyaçları göz ardı edilmiş oluyor. Oysa elitler her zaman iktidarı etkileme gücüne sahiptir.

  12. Yazan:snowqueen Tarih: Mar 31, 2008 | Reply

    insanların arasında ekonomik, kültürel ve eğitimsel şartlar arasında uçurumlar olduğu bir ortamda demokrasinin sağlam zemine oturması çok zor.

  13. Yazan:MY Tarih: Nis 1, 2008 | Reply

    “Ulan öküz Anadolulu!”

    Aysun Kayacı’nın popüler kişiliğinden dolayı daha çok dikkat çekmiş olabilir ancak bu ülkede uzun yıllardır halk planlı bir şekilde aşağılanır. Hele “Haydi gel bizimle ol” programında her hafta birkaç posta bu yapılır.

    Atatürk’ün bir köylü ile konuşmasını gösteren birkaç fotoğraf, bu ülkede köylülerin resmi ideoloji tarafından planlı bir şekilde aşağılanmadığına beni ikna edemez. “Köylü efendidir” denilerek de köylülerin efendi olmadığı tecrübe edilmiştir.

    Hemen aklımıza gelen en kült halk aşağılama cümlelerini hep birlikte hatırlayalım:

    Halka rağmen halk için – CHP
    Halk plajları doldurdu, vatandaş denize giremedi – Cumhuriyet Gazetesi
    Hasolar – Memolar iktidara geliyor (DP’nin kazanacağı anlaşılınca) – CHP
    Karnını kaşıyan adam, bidon kafa – Bekir Coşkun
    Kısa boylu, kıllı, gövdeden bacaklı – Mine Kırıkkkanat

    Şimdi bu aşağılama cümlelerinin şahı 17 yıl Ankara Valiliği yapmış Nevzat Tandoğan’dır.
    Tek parti döneminin kudretli valisi Nevzat Tandoğan, siyasi faaliyetlerinden ötürü tutuklanarak yanına getirilen Osman Yüksel Serdengeçti’ye hiddetlenir ve şöyle der:

    “Ulan öküz Anadolulu; sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz.
    Sizin iki vazifeniz var:
    Birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek.
    İkincisi askere çağırdığımızda askere gelmek”

    Akabinde görevlilere emir verir:

    “Alın bu iti götürün”

    Bu olay bundan 67 yıl önce gerçekleşmiş. Halkı aşağılamayı refleks haline getirmiş olanlar hala aynı noktadalar. Ancak ‘halk’ 67 yıl önceki halk değil. Köprünün altından çok sular aktı.

    Kaynak: http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=60810

  14. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 1, 2008 | Reply

    @MY, halk aynı halk değilse, fark nedir AKP’yi iktidara taşımak mı?
    Köylü daha mı iyi koşullara ulaştı?
    Dün Tuzla’da yeni bir işçi daha öldü.

    Ne derler bilirsiniz, türk milleti bir gariptir, söversin köpürür(bkz. göbegini kasiyan adam), baska bir sey yaparsın(….) aldırmaz.

  15. Yazan:MY Tarih: Nis 1, 2008 | Reply

    @SnowQueen,

    ilk kizima yürüteç almistik, evin içinde geziniyordu. 18 aylik olana kadar yürüyemedi. ikinci kizima “torpil” yapmadik. emekledi, dizleri yara oldu, düstü bir kaç kez. Ablasindan çok daha çabuk yürüdü.

    Türk milletine güvenelim. Hatali seçimleri olacaktir. Güvenmeye devam edelim. Birakalim hükümetleri halk cezalandirsin seçim sandiklarinda.

    Basbakan asarak, parti kapatarak kendi demokrasimizi geri birakiyoruz.

    ALLAH’tan Abdullah Gül gibi itidal sahibi insanlar var devletin basinda. Aslinda zemin her türlü fanatizme kapi açar nitelikte. AKP’yi anti-demokratik zemine çekmek istiyorlar. Bin defa söyledim, bir defa daha söylüyorum : AKP sütten çikmis ak kasik degil.

    Ama AKP Türkiyesi bir siyasi projedir, askerî degil. Onlari yenmenin yolu da daha iyi bir proje kurmaktir. Gazete bombalamakla, danistay basmakla, 367 gibi ayak oyunlariyla veya parti kapatmakla ancak AKP’ye güç verirsiniz.

    Sizin gibi insanlarin belki bazi liberaller ile anlasarak gerçek anlamda SOSYAL DEMOKRAT bir proje olusturmasi gerek.
    Din sömürüsü filan hikaye. Eger dürüst ve gerçekçi bir sol hareket baslatilabilirse halk bunu takip edecektir.
    Ismail Cem ve Kemal Dervis’i hatirlayin. O dönemde daha iyi bir ekip kurabilselerdi AKP’nin yerinde bugün
    onlar olabilirdi. Ama bence gene derin devlet rahatsiz olurdu. O ayri mesele….

    Bunlari siz de biliyorsunuz ya ben biraz da içimi dökeyim dedim 🙂

  16. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 1, 2008 | Reply

    @MY

    Elbette parti kapamak, başbakan asmak çözüm değil.
    Yazdıklarınıza katılıyorum ama bir noktada ayrışıyoruz.
    AKP hiç bir zaman demokrat olmadı.
    Kendine demokrat olmak demokratlık sayılırsa tabi.
    ve askerle kol kola girmekten kaçınmadı.

    Bu ülkede sosyal demokrat bir proje oluşturmak gerçekten zor olacak,
    Fettullah Gülen gibi ABD kucağında güç, para, imtiyaz sahibi insanlar zamanında komünizmle mücedele derneği başkanlığı yaparken
    solcular işkencelerden geçirilip idama götürülüyordu.

    80 sonrası yaratılan Türk-İslam sentezi kimse kusura bakmasın ama
    bu ülkenin kanserli oluşumudur.

  17. Yazan:MY Tarih: Nis 1, 2008 | Reply

    @SnowQueen,

    ABD veya AB destegi ikinci derecede önemlidir. Destekle yola çikilmiyor siyasette. Önce halkin önemli bir kismini arkaniza almaniz gerek. Destek sonradan gelir. Bakin 28 subat’taki AB ve ABD tavri neydi? Simdi ne?

    Halkin destegini almak için tutatli bir söylem, etkin bir teskilat ve özverili insanlar lâzim. Uzun soluklu isler bunlar. 10 yilda ancak ana muhalefet olunur, 20 yilda da iktidar.

    Ama bazi aci ilaçlar içmeye hazir olmak gerek:
    1) Serbest piyasa,
    2) Kürtçe yasagi veya basörtüsü saplantisi gibi ulus devlet hastaliklarini terk etme,
    vs vs.

    Kabaca liberal-sol diyelim isterseniz. Fetullah Gülen’e, TSK’ya veya ABD’ye endeksli yapilmaz siyaset. Önce kendi projenizi olusturursunuz, halk destegini alirsiniz, sonra diger aktörler ile olan iliskinizi belirlersiniz. Esen rüzgâra göre ittifaklar yapilir ve bozulur. Siyaset zaten biraz omurgasizlik demektir bence.

    Eger “ilkelerimiz var, buna karsi çikanlar ile el sikismayiz” derseniz kimse ile birlikte çalisamazsiniz.

    Bunun da en EXTREME hali CHP’dir. kimsenin tarif bile edemedigi Atatürk ilkelerine Türk halkini uydurma çabasi. (Tersi daha mantikli olurdu)

    Simdi kimse çikip diyemiyor “Evet sapka kanunu bir hataydi” diye. Onun yerine basörtüsü yasagini savunuyorlar.

  18. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Nis 1, 2008 | Reply

    Sayın Snowqueen;

    insanların arasında ekonomik, kültürel ve eğitimsel şartlar arasında uçurumlar olduğu bir ortamda demokrasinin sağlam zemine oturması çok zor.

    Bu yorumunuza şöyle bir açılım getirebilirim; Türkiye’de orta sınıf bilinci ve oluşumu tamamlanırsa bahsettiğiniz uçurum ortadan kalkmış olacak. Dolayısıyla demokrasinin oturacağı zeminin oluşum süreci de sarsıntılı olmaktadır. Nitekim 1950’lerden günümüze kadar uzanan süreç orta sınıf oluşum sürecidir ve hiç kolay geçmemiştir, geçmiyor da. Hep birlikte son dönemlerine şahitlik ediyoruz.

    Bu konu ile ilgili Sayın Taha Akyol Mitingler ve Orta Sınıf başlıklı yazısında orta sınıf özelliklerini bakın şöyle sıralamış;

    “…”Orta sınıf”ın siyasal özelliği, köylü gibi itaatkâr olmayıp gerektiğinde tavır koyabilmesidir; “itiraz” etmesi, “talep”te bulunması, siyasette “katılım” istemesidir.
    Onun için köylü toplumlarında demokrasi zordur. Orta sınıf toplumlarında ise darbe zordur, tek fikirlilik zordur, ‘tek tipleştirme’ imkânsızdır. Çünkü köylü gibi boyun eğmezler, “itiraz” ederler, “talep” ederler, siyasi süreçlere “katılmak” isterler….”

    Yazının sonlarındaki şu ifadeye bilhassa dikkat çekmek istiyorum;

    “…orta sınıflaşma zorunlu olarak çoğulculuğu da getirir. Orta sınıflaşmayı yaratan sivil ekonomi, eğitim, şehirleşme, dışa açılma gibi dinamikler “taşralılar”ı da orta sınıflaştırır; “kenar”da kalmışlıktan çıkarıp “merkez”e, yani elitlerin yanı başına getirir…”

    İşte aslında konu edindiğimiz haber de, son dönemde şahit olduğumuz sorunlar da bir bakıma bundan kaynaklamıyor mu? Hatırlatayım, Sayın Kayacı kendi oyu ile çobanın oyunun eşitliği meselesinde neyi şikayet etmişti?

    Bu konuda herkes rahatlıkla ajitasyon yapabilir, polemiğe açık çünkü. Benim niyetim bu değil. Niyetim, bu konu ile ifşa edilen zihniyete dikkat çekmek. Yoksa mesele polemik üretmekse onun da âlâsını yapanlar mevcut.

    Saygılar.

  19. Yazan:blue Tarih: Nis 1, 2008 | Reply

    snowqueen,

    Tuzla’da insanlar neden ölüyor?
    AKP iktidara gelmeden önce iş güvenliği konusunda mevzuat nasıldı?
    Geldikten sonra mevzuat nasıl oldu?
    Gelmeden önce Çalışma Sosyal güvenlik Bakanlığında denetim yapan kaç müfettiş vardı?
    Geldikten sonra kaç müfettiş oldu?
    Gelmeden önce İSGÜM çalışanı kaç kişi vardı?
    Geldikten sonra kaç kişi oldu?
    Gelmeden önce oluşan kazaların ne kadarı raporlanıyordu?
    Şimdi ne kadarı raporlanıyor?
    Gelmeden önce işçisi kazaya uğrayan bir işverenin aldığı ceza ne kadardı?
    Şimdi ne kadar?
    Daha önce Tuzla’da kaza olmuyor muydu? Ne kadar oluyordu?
    Şimdi daha fazla oluyorsa bunun üretim miktarının 2 katına çıkması ile ilişkisi nedir?

    O kadar bilmediğin şey var ki?
    Devlet suçlu mu?
    Elbette !
    Ama her şeyin suçunu devlete atıp temize çıkmak neyin nesi?
    Her gun emniyet seridini ihlal eden soforun sucuda mi devletin? Sol seritten 200 km ile giderken cep telefonuyla konusan hiyari devlet ne yapsin? Ceza mi? Var. Denetim mi? Var.
    Yarin cik bir santiyeye, herhangi bir tanesine git ve bak. Kac tane yuksekte calisan kemer takiyor, hangi kaynakci gozluk takiyor, hangisi baret takiyor?
    Avrupa bu isi 50 senede halletti. Devlete cok buyuk isler dusuyor, eyvallah. Ama bunun tek sorumlusu devlet degil.
    Soylesene bana trafikte butun kurallara uyuyor musun? Neden?
    Su film belki bir fikir verebilir:

    Italyanlar bize cok benziyor. Acayip surat yapiyorlar ve radara yakalaninca acayip guzel yalan soyluyorlar.

  20. Yazan:MY Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    Aysun Kayaci

    GÖBEK KASIYANLARIN TEPESi ATIYOR!!!

    ‘Mağarada yaşıyorlar’ sözüne Adıyamanlılardan suç duyurusu

    Adıyamanlılar, bir televizyon programında, “Dağdaki çobanla benim oyum aynı olmamalı.” diyen Aysun Kayacı hakkında suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusunda aynı programda, “Adıyamanlılar mağarada yaşıyor” diyen Müjde Ar’ın da cezalandırılması istendi.

    Adıyaman ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Derneği Başkanı Şükrü Orak, avukatıyla geldiği Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Hazırlanan dilekçede NTV’de yayınlanan ve Müjde Ar, Pınar Kür, Aysun Kayacı ve Çiğdem Anad tarafından sunulan “Haydi gel benimle ol” isimli programın son bölümünde sarf edilen sözlere yer verildi. Başvuruda Orak, Müjde Ar ve Aysun Kayacı’nın köylüleri ve Adıyamanlıları aşağıladığını savundu.

    Adliye çıkışında bir açıklama yapan avukat Hacı Orhan, televizyon ekranlarından reklamları olsun diye hadlerini aşan yorumlarda bulunduğunu belirttiği kişilerin cezalandırılması gerektiğini söyledi. Avukat Orhan, “Kendi bedenlerini teşhir ile geçimlerini sağlayan kişiler, ya pamuk tarlasından ya kayısı bahçesinde çalışarak geçim sağlayan aziz milletimizi kullanarak gündem olma çabalarını bıraksınlar. Yine alışkın oldukları magazinsel sevgili haberleriyle gündeme gelmeye devam etsinler. Bu şekilde hadlerini aşmamış olacaklardır.” dedi.

  21. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    @Kamer Yalçın

    “bir profesörle bir çobanın oyunun esit olması” Aysun Kayacı’nın mucitliğini yaptığı bir konu değil. Bu konu hakkında yıllırca yazılcı ve çizildi. Popülizm yaparak “aptal sarışın” bulduk saldıralım durumu görüyorum.

    Adıyaman’lıların açıklamasına bakıyorum:
    “kendi bedenlerini teşhir ile geçimlerini sağlayan kişiler” Bu haddini aşan, riyakarca bir yaklaşım.
    Açıkca fahişe, basit, ucuz kadın göndermesi yapıyor.

    Bunun dışında, sanırım ikimiz de toplumda uçurumlar olduğu sürece demokrasi kavramının oturmayacağı konusunda hemfikiriz.

    @blue

    AKP öncesinde iş güvenlik yasaları vb. konular hakkında “hayır iktidar ne yapıyorsa doğrudur, haklıdır” diyen bir direnç var mıydı?
    Benim kabul etmeyip, sinirlendiğim, AKP’nin sanki emekçinin, halkın iktidarıymış gibi gösterilmesi.
    Yapmayın allahaşkına bir çobanın bile oy hakkını savunup, gecekondulayma da “fakir halk önce onurunu mu düşünecek” anlaşıyışına teslim olurken, Tuzla işçisinin binbir çesit geçim derdiyle yoğrulurken yetirli güvenlik sağlama konusunda yanlışları olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hatalı işçi mi yani, tam bir Zaman Gazetesi yorumu, işverenimiz mazlum bir bakışla biz de katil değiliz canım, bu kadar üstümüze gelmeyin” der ağlamaklıca…

    @MY

    Siyasetin Fethillah Gülen’e, TSK’ya veya ABD’ye endeksli olabilmesini, rüzgar nereye eserse tavrına tercih ederim.

  22. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    Tuzla tersaneleri hakkında hiç birşey bilinmiyorsa…
    ——————————————
    Maliye Bakanı Unakıtan, önceki günlerde işverenlere fırça atıyordu:
    “Sendikalar yürüyor, bilmem ne yapıyor, sizden fazla bir şey çıkmadı. Ses çıkması lazım, ses.”
    Bakan, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasa tasarısı konusunda işverenlerin hükümeti işçilere karşı yalnız bıraktığını söylüyordu. “İşçiler sokağa çıktı, bizi yalnız bıraktınız, geri adım atmak zorunda kaldık” diyordu, mealen. Sonra da, âdet olduğu üzere, ekliyordu:
    “Başka Türkiye yok. Hepimiz aynı gemideyiz!”
    Hakikaten mi? Hepimiz aynı gemide miyiz?

    Bazılarımız peynir ve mısır gemilerini yürütürken, kimilerimiz o gemilerin yapımı sırasında düşüp ölüyorsa, hepimiz aynı gemide miyiz? Çalışma Bakanı ile önceki gün Sedef Tersanesi’nde yüksekten düşerek ölen Ali İhsan Çam aynı gemide mi? “Daha 27 Mart’ta aynı nedenle ölen Yüksel Özdemir’in kanı kurumadan” diyor DİSK üyesi arkadaşları, “Yeter artık” diyorlar. Bu insanlarla AKP’nin Çalışma Bakanı aynı gemide mi? Dünyada gemicilik sektöründe beşinciyiz diye övünen tersane patronlarıyla o tersanelerde gün aşırı ölen işçiler aynı gemide mi? Gemileri batsın, değiller.
    Anayasa Mahkemesi Türkiye’de sistemi kilitleyecek bir davayı kabul etti. AKP’den savunma yapması bekleniyor. İşçiler ise bu yazı yazılırken sokaklara çıkıyorlar. AKP’den hesap soracaklar. Onlar da bir savunma bekliyor AKP’den.

    AKP’yi eleştirenlerin hepsi “Darbeciler” gemisine bindirilmeye çalışıyor, malumunuz. Sokaktaki işçi de mi “demokrasi düşmanı”, sorası geliyor insanın.
    Diğer tarafta da AKP’ye muhalefet ederken laikliğin insanların karnını doyurmaya da yaradığını sananlar var. Antiemperyalizmi kafasını kuma gömmek ya da avazı çıktığı kadar bağırmak zannedenler var.

    AKP’nin neoliberal politikalarını ve “yoksullara yardım” ikiyüzlülüğünü teşhir eden işçilerle o devekuşları aynı gemideler mi? AKP’yi durdurmak için bağırıp çağırırken sokakların sesini duymayanların gemisi batsın. AKP’yi eleştirenlerin hepsi aynı gemide değil. O geminin adı “Darbe-i Derya” değil.
    Türkiye’de bir gemi yok, birçok gemi var. Sular yükselince ayrı yönlere gidecek bir sürü tekne ve yat var memlekette. Ve gemiyi terk edemeyeceği için ağlayarak ölecek olanlar…

    Ufka bakmak lazım
    Ama bizi bir gemiye, tek gemiye bindiriyorlar, öyle görünüyor. Garip işler oluyor. Dick Cheney geliyor gidiyor, Kürt meselesi başka bir biçim kazanıyor, Afganistan’a asker gönderilmesi, İran… Bir acayiplikler oluyor bölgede.
    Ama bizi bir gemiye bindirmişler, bindirip duruyorlar. Apar topar bir gemiye biniyoruz hep birlikte. Boğazlaşa boğazlaşa. Artık ölülerin hesabını bile tutmadan, öyle pespaye.
    Ne olduğunu kimse anlamıyor. Kimse ne olacağını tahmin edemiyor. Türkiye’yi şu anda kimse yönetmediği gibi, Türkiye kendi kendini yönetemez hale geliyor. Artık kendi kendini bilmeyen bir ülke bu. Kimsenin yaptığı tespit yerine oturmuyor, söylenen bütün cümleler bir bacağı kısa bir masa gibi sallanıp duruyor; ne koysanız üzerine durmuyor.
    Kafayı kaldırıp etrafa bakmak gerekiyor.

    Ece Temelkuran

  23. Yazan:fizikci Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    Snowqueen,

    “bir profesörle bir çobanın oyunun esit olması” Aysun Kayacı’nın mucitliğini yaptığı bir konu değil. Bu konu hakkında yıllırca yazılcı ve çizildi. Popülizm yaparak “aptal sarışın” bulduk saldıralım durumu görüyorum.

    Yani öyle düşünen başka insanlar da var haklı olabilirler diyorsunuz. Bence öyle düşünenlerin hepsini çöpe atalım gitsin. Hangi sebeple olursa olsun kendini bir başkasından üstün gören bu faşist Nietzsche’ciklere haddini bildirmek lazım.

    Profösör olmak, sanatçı olmak ya da başka bir halt olmak nasıl olur da bir insana özgürlük, eşitlik ve adalet açısından bir çobandan daha üstün olmayı sağlayabilir? Nasıl olur da bu mankafa adamlar kendilerini bir başkasından üstün görüp, daha fazla oy hakkına sahip olmayı talep edebilirler?

    Mustafa Akyol bugünkü yazısında bir çobanın bazen profösörlerden daha akıllı olabileceğini çok güzel anlatmış, buyrun:
    http://www.mustafaakyol.org/arsiv/2008/04/kentteki_manken_ve_dagdaki_coban.php

    Bir de şöyle bişey var:
    http://ntv-aysunu-kov.blogspot.com/2008/04/herkes-haddini-bilsin.html
    🙂

  24. Yazan:Ç-Z Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    “…”Orta sınıf”ın siyasal özelliği, köylü gibi itaatkâr olmayıp gerektiğinde tavır koyabilmesidir; “itiraz” etmesi, “talep”te bulunması, siyasette “katılım” istemesidir.

    Onun için köylü toplumlarında demokrasi zordur. Orta sınıf toplumlarında ise darbe zordur, tek fikirlilik zordur, ‘tek tipleştirme’ imkânsızdır.
    Çünkü köylü gibi boyun eğmezler, “itiraz” ederler, “talep” ederler, siyasi süreçlere “katılmak” isterler….”

    Alıntıladığım kısımlarda bir noktaya itirazım var zira köylü,devletten nemalandığı,hayatını idame ettirmeyi kolaylaştıracak ölçüde hizmet aldığı sıkı bir ilişki yaşamadığından “devlete boyun eğen” değildir.

    Suyunu kuyudan çıkaran,tarlasına keçi yolundan giden,kanalizasyon derdi olmayan,tarlasına kendi ihtiyacını karşılamak için ektiği ıspanağın,sağdığı sütün fazlasını pazarda sattığında eline geçen 3-5 kuruşun vergisi için yakasına yapışan olmadığından,devletten uzak özerk bir hayat sürer.Bence bu mükemmel minimize edilmiş bir devlet anlayışıdır.

    “insanların arasında ekonomik, kültürel ve eğitimsel şartlar arasında uçurumlar olduğu bir ortamda demokrasinin sağlam zemine oturması çok zor.”(snowqueen)

    Demokrasinin zemininin sağlaştırılabilmesi için devletin müdahaleleri ile bireyin hareket alanını daraltmaması gerekir.(başörtüsü, hizmet alan- veren seçiciliği)

    Tektipleşmemiş vatandaş varlığını dışlayan tutum ve anlayıştan da vazgeçmek zorundadır.(Bu çok bilenlerin müdahaleleri neticesinde demokrasiye kim daha La(y)ik mantığı ile Kayacı gibi çok bilen birileri de çıkar çoban ile kendi oyunu mukayese etmeye başlar,)

    Ancak ve ancak bireyin “beklentilerinin” aynılaştırılmış olması ile demokrasi zemini sağlamlaştırılabilir denemez.

    Devletin hizmet veren olduğu ve herkesin de bu hizmetten istediği ,ihtiyaç duyduğu ölçüde yararlanabileceği ekonomik,kültürel ve eğitimsel doygunluğa erişmiş “yönetme” iddiasında olanlar tarafından kabul edildiğinde ancak demokrasi “işeyebilir”.

    “Köylü ne anlar demokrasiden” mantığına sahip olanlar şunu düşünseler belki fikirlerini değiştirirler;çoban gütmek için herkesin koyununu alır ama kimse karşılığında teminat çeki istemez,kayıt da,tapu kadastrosuz,incir ağacından ceviz ağacına çizilen tarla hayali sınır çizgisini kimse ihlal etmez,kimse geçim kaynağı olan hayvanlarını koyduğu ağılın etrafından polis devriyesi geçsin istemez ve güvenlik için alarm da takmaz….

    Halkı aptal yerine koyup “laiklik elden gidiyor siz farkında değilsiniz” diyerek hem hukuğa hem de demokrasiye darbe yapan zihniyetle,vatandaşın seçme hakkına ambargo koyulmasına methiyeler dizen bir anlayışa sahip olanlar,yaşlarına bir “köylü anlayışı” ile hürmet edilmesini beklemesinler.”Yaşa hürmet” köylü kültüründe mevcuttur.

  25. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    Sayın Snowqueen,

    Aysun Kayacı’nın kendi gibi düşünmeyenleri ve kendi gibi yaşamayanları ayak takımı olarak nitelendirip onları açıkça aşağılamasına sesinizi çıkarmayıp, Sayın Kayacı’ya yapılan eleştirileri “Popülizm yaparak “aptal sarışın” bulduk saldıralım durumu” olarak görmenizi ben yadırgamadım doğrusu.

    Ama lütfen şunu anlayalım artık; bu memlekette çobanlar da, gecekonduda yaşayanlar da, taşradakiler de, göbeğini kaşıyanlar da, bidon – teneke kafalılar da sıkmabaşlar da bu türden saldırılara artık sessiz kalmıyorlar. İtiraz ediyor, haklarının korunmasını talep ediyorlar. Bu talepler Taha Akyol’un yukarıda verdiğim yazısında da dile getirdiği ortasınıflaşma sürecinin evrelerini işaret ediyor. Kendince tepki ve reaksiyon mekanizmasını devreye sokuyor. Bunlar popülist yaklaşımlar olarak görülse de bu sürecin basamaklarıdır.

    Not: Vaktiyle köyünde çobanlık yapmış bir arkadaşım bu gün beni aradı. İtiraz etmemize içerlemiş. “Aysun Hanım haklı, oylarımız eşit olamaz, benim oyun 2 Aysun Hanım’ın oyu 1 sayılsın” diyor. Bir taraftan bakarsanız o da kendince haklı bu durumda. :))

    Uçurumların kapanması için hepimiz mutlaka bir şeyler yapabiliriz. En azından peşin yargılarımızı bir kenara koyarak bu sürece bir katkı sağlayabiliriz. Bu konuda samimi olmak kesnilikle şart.

    Saygılar.

  26. Yazan:fizikci Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    Efendimiz (s) dahil, dünyanın en “üstün” insanları olan peygamberlerin de çoğu çobandı. Kendini çobanlardan üstün vehmedenlere bunu söylesen de anlamazlar ki…

  27. Yazan:fizikci Tarih: Nis 2, 2008 | Reply

    Aysun Kayacı şöyle dese gene çok tepki almayacaktı belki:
    “Bir profösörün oyuyla dağdaki çobanın oyu neden eşit?”

    Ama o böyle de demiyor, ne diyor?
    “Benim oyumla neden dağdaki çobanın oyu eşit?”

    Mütevazi değilse de insan azıcık tevazu taklidi falan yapar ya.. 🙂

  28. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    bu memlekette çobanlar da, gecekonduda yaşayanlar da, taşradakiler de, göbeğini kaşıyanlar da, bidon – teneke kafalılar da sıkmabaşlar da bu türden saldırılara artık sessiz kalmıyorlar. İtiraz ediyor, haklarının korunmasını talep ediyorlar.

    Hangi haklarının korunmasını talep ediyorlar?
    Sırtlarının sıvazlanıp “benim memurum, benim işçim, benim köylüm işini bilir” anlayışının mı?

    Evet bu devlet çalıp çırpmayı meşru kılıyor çalıp çırpanlar ödüllendiriliyor çünkü sosyal politikalar nereden tutsanız elinizde kalıyor. Oy avcılığı için herşey mübah. Bu oldukça gerçek.
    Hiç popülizm yapmaya gerek yok. Tabi söyleyen “bedenin teşhirle para kazanan bir ucuz kadın” olunca kolay av oluyor.

    Hak aramak böyle olmaz, gecekonduda yaşayanan evi şimdi de “kentsel dönüşüm projesi” adı altında yeniden ranta açılıyor
    Eminim AKP ve büyükşehir belediyesi ikazları çok ciddiye almıştır.
    Bkz. Sulukule

  29. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    Sayın Snowquuen,

    İnsaf! Neyin meşruiyetinden bahsediyorsunuz? Çalıp çırpmanın nasıl meşrulaştırıldığını Güniz Sokak’ta ikamet eden zat-ı şahanelerine sormanızı rica ederim. Ya da 2003 seçimlerinde halkın üzerini bir kalemde çizdiği siyasilerine sormak da olabilir. Vakti zamanında 1 liralık işi devlete 150 liraya yaparken bunu bilip sesini çıkarmayan siyasilere de sorabilirsiniz. Şimdi 1 liralık işi 2,5 liraya yapıyorlar diye kimsenin sesini çıkarmadığını da zannetmeyin. (Bu işlerin az çok içinde olan biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim). Bu memlekette 90 sonrasında olan biteni daha unutmuş değiliz. Lütfen, sanki dün her şey harikulade idiydi de… Hayali ihracatlar, bir gecede içi boşaltılan bankalar, vurgunlar, devlet kurumlarındaki had safhaya varmış yolsuzluklar, milletin cebindeki 100 liranın bir gecede 39 lirasının iç edilmesi, %150’ye varan enflasyon oranları vs, vs…. Şimdi bütün bu acı dönemleri yaşamamış gibi yorumlamanızı gerçekçi bulmuyorum.

    Oy avcılığı konusunda ise seçim döneminde hükümetin vaad ettiği ve yerine getirmediği vaadlerden hangisini yem olarak buldunuz? Ki memleketin 100 kişiden 47 si bu yemi yuttu? Doğrusu bilmek isterim, bahsettiğiniz oy avcıları zokalarına neyi yem olarak takmışlar?

    Ama hak aramanın da şekilleri var, illa yollara dökülmek gerekmiyor. Siz beğenseniz de beğenmeseniz de orta sınıf tercihini yapmış, bu hükümeti iktidara taşımıştır. Önünüze getirilen sandık da en meşru hak arama yeridir (*). Nitekim geçen seçimler gecekonduda oturan için de, köyde yaşayan için de, kentlerde, özel güvenlikli tel örgülerle dış dünyadan yalıtılmış sitelerde ya da villada yaşayanlar için de iki şıklı bir seçimdi.

    Ha, hükümetin yaptıklarını yeterli bulmuyorsanız o ayrı. Ben de şimdiye kadarki icraatlarında çok eksik buluyorum, bana kalsa daha radikal olmalılardı… Enflasyonun yeniden %10 seviyelerine gelmiş olması beni rahatsız ediyor, akaryakıta gelen zamlardan şikayetçiyim. Yatırım bazında son dönemlerde bariz, göze dokunur çalışmalar yapılmamaktadır. ithalata yönelik büyüme modeli de pek sağlam değil, ihracatımız bunu dengede tutacak seviyede değil. İthal girdiler hammadde bazında veya ara mamül niteliğinde, ihracatı de etkiliyor bu durum. Devletin kalkınmaya yönelik vitesi küçülttüğü görüşündeyim. Çiftçinin işi her geçen yıl daha da zorlaşıyor, ürün bazında kalite düşüklüğü rekabet gücümüzü kırıyor. Hâlâ tarım sektörümüzü bilimselleştiremedik, bir başı bozukluktur gidiyor. Hayvancılık tamamen bitmiştir, yem ithal ederek bu söktörü ayakta tutamazsınız. Bir dönem Konya ovası Ortadoğu’nun ambarı niteliğindeyken şimdi sulama hataları ve kuraklığın da etkisi ile buğday ithal eder olduk. Şeker ve pirinç deki durum da cabası. Bunların tümü bilinçli bir politaka ile yürütülecek işler, fakat yeterli çalışma göremiyorum. Sanayi sektörüne hiç girmeyeyim onda da girdi maliyetleri ve enerjideki pahalılık ayrı sorunlar olarak karşımızda. Ve bir seçmen olarak bunlar beni en az hak ve özgürlükler kadar ilgilendiriyor.

    (*) Diyarbakır’ın Bismil ilçesine bağlı Sinan köyü sakinlerinin seçim boykotu bir örnek olabilir. Detayını href=”http://www.flasgazetesi.com.tr/haberDetayMiddle.asp?ID=441″> buradan okuyabilirsiniz. Ya da son seçimlerde sandığa gitmeyerek eylem yapan Şanlıurfa’da Gökçetaş, Işıldar köyü ve Usluca mezrası’nı, Hakkari’nin Dilektaşı köyü’nü, Van’ın Akçebük köyü ve mezraları ile Manisa’nın Kabazlı köy’ünü de sayabiliriz. Haber detayını şu linkten okunabilir.

  30. Yazan:kapistonai Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    kayacının bu çıkışı Sabahattin Ali nin ‘kürk mantolu madonna’ romanında tasvirlediği ‘elit’ insan tipini hatırıma getirdi.açıp tekrar baktım.bakın 1943 yılında nasıl tasvirlemiş kayacı modelini ;
    ..aslında hiç fena insanlar değillerdi.yanlız boş, bomboş mahluklardı.yaptıkları münasebetsizlikler hep buradan geliyordu.içlerinin esneyen boşluğu karşısında ancak başka başka insanları istihfaf ve tahkir etmek,onlara gülmek suretiyle kendilerini tatmin edebiliyorlar, şahsiyetlerinin farkına varıyorlardı…
    kayacının bu çıkışıda apolitik birinin politik konum almaya çalışması, ve bunun acemiliğiyle son derece düzmantık sorular sorması olarak yorumlana bilir.hani futboldan bi haber birinin futbol oynarken acemice hareketlerle onun bunun ayağına tekme savurması gibi.
    Diğer taraftan kayacının parası olanın düdüğü çalması gerektiği yönündeki tespitinin bu liboşları niye bu kadar öfkelendirdi anlamadım. Herkes birden işçi köylü dostu oldu. Kayacı da sonuçta her ‘elit’ gibi imtiyaz istedi. Kazanç ve vergi kıstasına göre oy tespiti yapacağına, temsiliyet oranına göre yapsa idi, bunun hiç de öyle üzüleceği bir sonucu olmadığını görürdü. bu aslında bir taraftan akp nin ‘ezilenlerin partisiyiz balonunun’ bu cenahta tutuğunun kanıtıdır. Kayacı sanıyor ki onlar temsil ediliyor, vergisini ödeyen ‘elitin’ hakkı yeniyor. Oluşan yeni neo-islam elitlerinden olmadığı için kendini yalnız hissedir olsa gerek. şimdiki hükümeti bir ayak takımı iktidarı zannetmesi, paralı, kendin den gayri bir elit düşünememesindendir. Nede olsa para ile imanın kimde olduğu belli olmuyor. Yani bunun ötesinde sisteme ve sistemin getirdiği adeletsizliğe karşı bir söylemi yok.

    Malum birde halk dalkavukları var. Şiar edindikleri ‘en iyisini halk bilir, ne eylerse güzel eyler’ deyip milleti hapsettikleri cehalet sarmalına ilişmeyip, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı çok iyi biliyorlar. 30 yıldır insanları kul, taba, köle haline getirip aptallaştırdıkları yetmezmiş gibi bir de bunu savunma silah olarak kullanıyorlar. Kime sorsanız okuma-yazma oranımız düşük, eğitim sistemi çok kötü, kültürümüz yozlaştı, kitap okumuyoruz, gazete okumuyoruz, televole kültürü pirim yapıyor, kalitesiz tv programları çok seyrediliyor, tepkisiz, duyarsız… say babam say. Sonrada en iyisini halk bilir. Bu haliyle en iyisini hala daha halk biliyorsa iyi valla. Bunları söylemekten sakınarak halkın değerlerini koruduklarını zannedenler bilerek yada bilmeyerek cahilliğe, yobazlığa, geri kalmışlığa pirim veriyorlar. her tür eleştiriyi ‘heyt sus halktan kopmuş jakoben seni’ diye tepeleyip ilginç bir neo-halkçılık yaratıldı. Halk ile namaza gitmek halkçılık diye yutturulurken, hak arayan kitleleri yalancılıkla itham etme, gösteri yapanların dövülmesine, öldürülmesine sessiz kalma demokratlık, halkçılık oldu.

  31. Yazan:kapistonai Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    @Ç-Z

    Alıntıladığım kısımlarda bir noktaya itirazım var zira köylü,devletten nemalandığı,hayatını idame ettirmeyi kolaylaştıracak ölçüde hizmet aldığı sıkı bir ilişki yaşamadığından “devlete boyun eğen” değildir.

    Suyunu kuyudan çıkaran,tarlasına keçi yolundan giden,kanalizasyon derdi olmayan,tarlasına kendi ihtiyacını karşılamak için ektiği ıspanağın,sağdığı sütün fazlasını pazarda sattığında eline geçen 3-5 kuruşun vergisi için yakasına yapışan olmadığından,devletten uzak özerk bir hayat sürer.Bence bu mükemmel minimize edilmiş bir devlet anlayışıdır

    öncelikle sizin tasvir ettiğiniz gibi kendi yağında kavrulan bir köylü profili ne kadar kaldı tartışılır.devletten nemalanmadığını söylemek türkiye gibi tarım-köysoylu bir ülke için doğru olamadığı kanısındayım.bu sadece köylünün devletten nemalandığının farkında olmamasıdır.geçmişte bu ilişki toprak ağalarının üstünden sağlanıyordu.köylü ağaya boyun eğen, devlet tarafından bu konumundan yararlanılıp kullanılan ağada devlete boyun eğen. Bu durum devam etsede, günümüz şartlarıyla biraz daha açacak olursam, örneğin fındık, çay,tütün,pamuk..vs tarımı yapan köylü devletin politikaları sonucunda ürettiğini satamıyor yada zararına satıyor.köylüde sonuçta bunu sorgulamıyor,demiyor ki işte bu ımf nin neo-liberal politikaları sonucu, özelleştirmeden başımıza geldi.adam sadece bakıyor eline ne geçmiş.karmı etmiş zararmı.bununda hesabını sormuyor, sormaya kalktığında zılgıtı yiyip anasınıda alıp gidiyor.aynı durum sosyal, kültürel talepleri içinde geçerli. yani sizin dediğiniz gibi rahat,özerk bir hayat, devletten talep ettiği veya edemediği şeyler etrafında ve ölçeğinde şekilleniyor.küreselleşmenin dayatmalarıyla da mutla bir şekilde de karşılaşma çıkar çatışmasıda kaçınılmaz oluyor.yani orta sınıf kadar devletle sık alış-verişi(çıkar ilişkisi) olmayışı onu özerk yapmaz.ilişkisinin az olması da ezilmediği, boyun eğmediği anlamına gelmez.

  32. Yazan:murat Tarih: Nis 4, 2008 | Reply

    Manken Aysun Kayacı, NTV’de yayınlanan “Haydi Gel Benimle Ol” adlı programda “siyaset felsefesi”ni ifşa etmiş. “Ben artık demokrasiyi de sorgulamaya” başladım demiş ve itirazını açıklamış: “Dağdaki çobanla benim oyum neden eşit?”

    Eğer bu soru sadece söz konusu hanımefendiye ait olsaydı, çok önemsemeyebilirdik. Ama onun “yaşam biçimi”ni ve “dünya görüşü”nü paylaşan daha pek çok kişi böyle düşünüyor. Onun için, evet, gerçekten de sormak gerek: Ülkemizdeki seçkinler, yahut “Beyaz Türkler” ile “dağdaki çobanın” oyu neden eşit?

    Cevap vermek için, söz konusu sorunun altında yatan “daha nitelikli vatandaşlar daha fazla söz sahibi olmalı” yargısını ele almak gerek. Tabii “nitelik”ten ne anladığımız da önemli. Örneğin konu ülke yönetimi olduğunda “okumuş-yazmış” olmak, “göze hoş gelir” olmaktan daha önemli durabilir. Bu durumda ise, benden uyarması, Aysun hanım bu işten biraz dezavantajlı çıkabilir.

    Peki ama “okuyup-yazmış” olmak dahi ülke yönetiminde daha fazla söz sahibi olmak için yeterli midir? Daha iyi eğitim görmüş, hatta akademik unvan sahibi olmuş vatandaşlar, acaba gerçekten de “dağdaki çoban”dan daha fazla güce, örneğin fazla oy hakkına sahip olmalı mıdır?

    Hayır!.. Çünkü “okuyup-yazmış” olmak, hatta koca koca üniversitelerde hocalık yapmak, ülke için neyin iyi olduğunu bilmeyi garantilemez. Aksine, alabildiğine bilgili insanlar da fena halde yanılabilir. 1970’li yıllarda akademisyenlerimizin önemli bir bölümü Marksist’ti. Ülkenin sosyalist bir devrimle iflah olacağına inanıyorlardı. Bugün ise Marksizm’in her nerede uygulandıysa felaketler yaratmış bir ideoloji olduğunu biliyoruz. Eski komünistlerin epey bir bölümü şimdi o yüzden “liberal”.

    Zaten eğer “okuyup-yazmış” olmak “doğruyu bulmayı” sağlasaydı, dünyadaki tüm entelektüeller aynı görüşte buluşurdu. Oysa, tam aksine, dünya tümüyle zıt görüşlere sahip aydınlarla doludur. Çünkü farklı siyasi ve felsefi görüşlerden birini seçmek, aslında büyük ölçüde bir “tercih” meselesidir. Bu tercihi belirleyen en önemli unsur ise, sahip olduğunuz değerlerdir. Örneğin “hak” veya “adalet” gibi değerlere inanıyorsanız, gidip de faşizmi savunamazsınız. Ama bunların saçma kavramlar olduğuna inanmışsanız, “üstün insanın egemenliğini” savunan Nietzsche-vari faşist görüşler size çok cazip gelebilir.

    Ve işte tam da bu nedenle “dağdaki çoban”ın yargıları, kendisini küçümseyen, “ayak takımı” diye aşağılayan seçkinlerin görüşlerinden çok daha isabetli olabilir. Bakın bir örnek vereyim: Bu ülkede Kürt vatandaşlara onyıllar boyu büyük bir haksızlık yapıldı: Dillleri yasaklandı, kültürleri aşağılandı. Bu durum “Beyaz Türkler”in umurunda olmadığı gibi, çoğu, “devlet ideolojisi”ne alkış tutup, “görelim Cumhuriyet neyler, neylerse güzel eyler” dedi. Hala da diyorlar. Ama eğer “dağdaki çobana” sorulsaydı, “Kürtleri dipçik zoruyla Türkleştirecekler, ne dersin” diye, “yapmayın beyim, yazıktır, günahtır, onları da Allah öyle yaratmıştır” diyebilirdi. Kendisini aşağılayanlardan daha az “okumuş” olmasına rağmen, onlardan daha farklı (ve bence daha iyi) değerlere sahip olduğu için.

    Bütün bunları “ülkeyi sadece falanca değerlere sahip insanlar yönetebilsin” demek için söylemiyorum. O da aksi yönde bir despotluk olur. Zaten elimizde bir “değer-metre” de yoktur. Tek çözüm, farklı değer ve görüşlerin ifade bulup yarışacakları demokrasidir. Ama zaten sorunumuz tam da orada: Demokrasiye bir türlü ulaşamıyoruz. Bunun sorumlusu ise “dağdaki çobanlar” değil, kendilerini dev aynasında gören kentliler. Sarışın mankeninden tutun da ak saçlı başsavcısına kadar…

    (Mustafa Akyol)

  33. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Nis 5, 2008 | Reply

    Murat Bey,

    Mustafa Akyol’un 02 Nisan 2008 tarihli Star Gazetesinde yayınlanan “Kentteki Manken ve Dağdaki Çoban” başlıklı yazısını bizlerle de paylaştığınız için teşekkür ederim.
    Sayın Akyol’un sitesinde bu başlık altında ilginç yorumlar da yapıldı. O yorumların içinden, mesela “suzannur” rumuzlu yorumcunun “%10’luk seçim barajı yüzünden oylarımız eşit değil ki?!…” yorumu da gözden kaçırılmamalıdır.

    Paylaşımınız için teşekkür ederim.

  34. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 6, 2008 | Reply

    —“Kürtleri dipçik zoruyla Türkleştirecekler, ne dersin” diye, “yapmayın beyim, yazıktır, günahtır, onları da Allah öyle yaratmıştır” diyebilirdi. Kendisini aşağılayanlardan daha az “okumuş” olmasına rağmen, onlardan daha farklı (ve bence daha iyi) değerlere sahip olduğu için.—

    Kentlilere mi kızıyor dindar olmayanları mı belli değil.
    Demokrasiye ulaşamama sorumuz kentliler mi dinsiz imansızlar mı?
    Tabi ya, bu niye düşünülmedi ki, Kürtleri öldürmeye gidenler durup bir daha şehadet getirseydi pürpak olurdu dünya, Kürtler anca birbirlerini töre cinayetlerinde falan öldürürdü. “Allah bizi böyle feodal ataerkil yaratmış” der şükürlerini iletirlerdi.

    70’li yıllarda da zaten üniversitelerde hocalar Allahsız, kitapsız Marksisti, hepsi faşistin tekiydi.

    Bu Mustafa Ayol’un fikirlerini ciddiye alıp kelamına saygı duyanın
    aklından şüphe ederim.

  35. Yazan:TT Tarih: Nis 6, 2008 | Reply

    BİR DÜŞÜNCE:
    Mustafa akyol: Bu ülkede Kürt vatandaşlara onyıllar boyu büyük bir haksızlık yapıldı: Dillleri yasaklandı, kültürleri aşağılandı. Bu durum “Beyaz Türkler”in umurunda olmadığı gibi, çoğu, “devlet ideolojisi”ne alkış tutup, “görelim Cumhuriyet neyler, neylerse güzel eyler” dedi. Hala da diyorlar. Ama eğer “dağdaki çobana” sorulsaydı, “Kürtleri dipçik zoruyla Türkleştirecekler, ne dersin” diye, “yapmayın beyim, yazıktır, günahtır, onları da Allah öyle yaratmıştır” diyebilirdi. Kendisini aşağılayanlardan daha az “okumuş” olmasına rağmen, onlardan daha farklı (ve bence daha iyi) değerlere sahip olduğu için.
    ***
    BİR ANLAMA ÖRNEĞİ:
    Snowqueen:
    Tabi ya, bu niye düşünülmedi ki, Kürtleri öldürmeye gidenler durup bir daha şehadet getirseydi pürpak olurdu dünya, Kürtler anca birbirlerini töre cinayetlerinde falan öldürürdü. “Allah bizi böyle feodal ataerkil yaratmış” der şükürlerini iletirlerdi.
    Bu Mustafa Ayol’un fikirlerini ciddiye alıp kelamına saygı duyanın aklından şüphe ederim.


    Demek ki neymiş?
    sırf kürt oldukları için suçlanan insanlara karşı, örnekteki çoban, “Türklüğün yada kürtlüğün bir seçim olmadığını” yukardaki metinde anlatmak istememiş; yani o çoban bunu derken aslında “ne güzel Allah bizi feodal yarattı,Ona şükürler olsun..vs ” demek istermiş…

    bunu da biz yanlış anladığımız için aklımızdan şüphe edermiş…: ))

  36. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 6, 2008 | Reply

    peki değiştiriyorum o halde, insanın kürt olduğu için suçsuz oldunu söylebilmek için önüne mutlaka “din” vurgusu getirenin ve bunu Akyol gibi köylü kurnazlığıyla yapanın sadece aklından değil iyi niyetinden de şüphe ederim.

  37. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 6, 2008 | Reply

    Ermenileri ya da Alevileri öldürmeye gidenlerin durup “ama Allah onları öyle yaratmış” dememesi de enterasan gerçekten.

  38. Yazan:Ç-Z Tarih: Nis 6, 2008 | Reply

    @TT,
    MY,buralarda bir yerde “siz de önemli blduğunuz makaleleri Türkçe’ye tercüme edin biz de yayınlayalım” diye bir çağrıda bulunmuştu.Anlaşılan o ki bizim önce “Türkçe’den,Türkçe’ye” tercümelere ihtiyacımız var. 🙂

  39. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 24, 2008 | Reply

    Hor görme “ayaktakımını” onun da 1 Mayıs’ı var.

    Halkına “ayaktakımı” diyen bir başbakan ama durun o zenci değil miydi?

  40. Yazan:behcet Tarih: Mar 6, 2010 | Reply

    acılım bu acılım mutlaka ve mutlaka ınsanlara cok ıyı anlatılmalı neyın acılımı dort bır tarafımız dusman ulkeler ıle cevrılı ve menfaat gozeten ulkeler kurt acılımı mı PKK acılımımı neyın acılımı ulkemız menfaatlerı zarar gorurmu dıyelım kurt acılımı zaten yuz yıllardır hep beraber deyılmıgız hep beraber yasamıyormuyuz dıyelım PKK acılımı yer yurt iş aş zemın hazırlandımı? koskoca bır HAYIR pekı sım dı ne olacak ? bekle gor once buyuk kentlere zararı dusunebılıyormusuz ıs yok aş yok yer yok para yok bızım ışsız sayısı resmı kayıtlara gore 13 mıllıyon bır de kayıtlı olmayanlar var pekı nasıl olacak polıtıka lar ne dusunceler ne ? mechul OY potansıyelını artırmak pekı sonuc HUSRAN sadece ve sadece bu ulkede SOSYAL patlama olur hem de en feci bir sekıl de olur ha şoyle olur yer yurt ıs aş konut maas sosyal guvenlık kulturel destek ozaman olabılır ama gene de eksık sılah tan baska bır sey bılmeyen gormeyen o kısıye ne verır sen ver yıne de husran olur yazık olur baska alternatıfler uretılmelı senın madalyalı ust rutbelı yıllarını bu vatan ıcın hayatını vermıs yesıl passaportu ıle yunanıstana bulgarıstana amerıkaya gıremezken senın bakanın kırmızı passaportla amerıkaya vızesız gıremezken bu acılımın mutlaka ve mutlaka vatandaşa COK IYI COK IYI ANTATILMALI Bılmem ben anlatabıldımmı ama MUSTAFA KEMAL ATATURK Olsaydı sımdı normal bır vatandas elını kolunu sallaya sallaya vizesiz gıder di NASILMI ? O denıze doktugumuz yunanlılar ve de O bulgarlar Ve amerıkalıların elını kolunu sallayarak ulkemıze gırdıkleri GİBİ benim sahsi dusuncem ONURUN LA SEREFIN LE YASA VE ŞEREFİN LEDE ÖL arkan dan tarıh yazar MUSTAFA KEMAL ATATURK GIBI DE Kalblerde yasatılıp bu DUNYADA unutulmadan HEP AMA HEP yasarsın UNUTULMADAN ŞEFİNLEN. yazan behcet kamil

  41. Yazan:durhat Tarih: Mar 7, 2010 | Reply

    behçet müstearıyla yazan yorumcunun yazadıklarını anlayan oldu mu acaba.tek bir kelimesi dahi anlaşılmayan bir metni yazabilmek de bir marifet olsa gerek.öyle bir marifet ki,okuyanın(daha doğrusu okumaya çalışanın)migreni tutuveriyor.fazla söze gerek yok,bu “özel”yeteneğinden dolayı katılımcıyı kutlamamalı bence.

  42. Yazan:durhat Tarih: Mar 7, 2010 | Reply

    ironiyle “kutlamalı” diye yazmak isterken kutlamamalı diye yazmışım.garip,klavye doğrudan şaşmıyor galiba:)

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin