Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Güzelin Metafiziği / Arthur Schopenhauer »

Güzelin Metafiziği- Arthur Schopenauer2Bana sözsüz konuşan Rossini’nin müziğini verin! Bugünün müziği ezgisinden çok hengiyle/armonisiyle konuşulmakta. Ama ben karşı görüşü savunuyorum ve ezginin müziğin canı olduğuna inanıyorum. Sos rosto için ne ise ahenk de ezgi için odur. Konulu opera gerçekte saf sanatsal anlayışın bir ürününden çok bir bakıma muhtelif araçları üst üste yığarak, birbirinden bütünüyle farklı etkileri aynı zamanda kullanarak, onu meydana getiren kütleleri ve güçleri artırmak suretiyle tesiri güçlendirerek estetik hazzı abartan barbar bir eğlence fikrinin bir ürünüdür. Buna karşılık müzik tüm sanatların en güçlüsü olarak ona duyarlı olan ruhu kendi başına bütünüyle ele geçirme gücüne sahiptir. Gerçekten hakkıyla yorumlanıp tadına varılabilmesi için müziğin en yüksek eserleri ruhun hiçbir surette bölünmemiş ve dağılmamış dikkatini talep ederler ki onun inanılmaz derinlik ve mahremiyetteki dilini tam olarak anlamak için dikkatin ona böyle bir bütünlük içinde teslim edilmesi ve onun içinde kendini kaybetmesi gerekir. Bunun yerine bir yandan yüksek derecede karmaşık opera müziğini dinlerken, göz aracılığıyla rengârenk gösteri ve şatafat, en fantastik resim ve suretler ve en canlı ışık ve renk izlenimleri ruhu istila eder; bir yandan da dikkati librettodaki olaylar dizisi ve entrikalar işgal eder. Bütün bunlarla dikkat dağılır, kaybolur gider ve böylece müziğin kutsal, esrarlı ve derinlikli diline olabildiğince az duyarlı hale gelir. İşte bu sebepten ötürü bu tür şeyler müziğin peşinde olduğu gayeye erişmesine doğrudan karşıttır. Bütün bunlara ilave olarak bale diye bir şeye, genellikle estetik hazdan çok şehvete yönelen bir gösteriye sahibiz. Ayrıca pek zengin olduğu söylenemeyecek araçlar ve bunun beraberinde getirdiği tekdüzelikle gösteri çok geçmeden Read the rest

Oryantalizm / Edward Saïd »

edward-said-oryantalizmCambridge İslâm Tarihi İslâm’ı “bir din olarak” yanlış anlayıp, yanlış tanıtmakla kalmıyor; “bir tarih olarak” anlatmaktan da aciz Nadirdir ki, böyle muhteşem bir girişimden hem fikir hem de metodolojik izah eksik olsun. Ama bunların her ikisi Cambridge İs-lâm Tarihi’nde eksiktir. Kitap İrfan Şehid’in İslâm öncesi Arabistan’ı hikâye edişiyle başlıyor. Şehid, 7. yüzyılda İslâm’ın ortaya, çıktığı topografyayı ve insan kültürünü, bunların her ikisi ile teşkil ettiği uyumdan da bahsederek, akıllı bir biçimde resmediyor. Ama insan, P. M. Holt’un önsözünde “kültürel bir sentez” (125) dediği İslâm öncesi Arabistan babından Muhammedi babına geçen, sonra Hulâfa-i Râşidûn ve Emevi sultanlarından bahsedip, bir inanç, bir doktrin olarak İslâm’ı hiç bahis konusu etmeyen bir İslâm Tarihi için ne diyebilir ki… Birinci ciltte yüzlerce sayfa boyunca ve insanı bunaltan bir üslûp ile, İslâm’ın savaşların, saltanat ve ölümlerin tarihi olduğunu okuyorsunuz. Yükselişler, parlak devirler, gelişler ve geçişler…

Örnek olarak, 8. ilâ 11. yüzyıl arasındaki Abbasi saltanatını ele alalım. Arap yahut İslâm tarihi ile en ufak bir aşinalığı olan. herkes bilir ki, bu devir İslâm medeniyetinin Rönesans İtalya’sı kadar parlak ve âli bir devridir. Ama kırk sayfa boyunca hiçbir parlaklıktan bahsedilmiyor; onun yerine şöyle cümleler var: “Hilafeti elde eder etmez, EI-Memûn Bağdad’daki sosyal temaslarını kesti ve Merv’e çekildi. Hükümeti (Irak’ın yönetimini) güvendiği kişilerden Hasan bin Sehl’e emanet etti. El-Fadl’ın kardeşi olan Hasan başa geçer geçmez karşısında Şii Ebul Saraya’yı buldu. Saraya Cemazi-i Sâni 199’da (Ocak 815) Kûfe’ye haber yollayarak asker toplanmasını, Hasani İbn Tebete’nin desteklenmesini istemişti.” (126) İhtisası İslâm olmayan birisi bu noktada Şii kimdir, Hasani nedir, bilemez. Cemazi-i Sâni’nin de ne olduğunu pek anlayamaz, ama bir tarih belirttiğini tahmin edebilir. Harun Reşid dâhil Abbasiler hakkında da herhalde bunların Merv’de oturan ve surat asan can sıkıcı ve cani ruhlu kimseler olduğunu düşünecektir… Read the rest

Sultan, cariye ve ben »

sevgiYavuz Sultan Selim Han’ın ne zaman duysam tüylerimi diken diken eden o muhteşem dörtlüğü çarptı yine gözüme, gecenin hallice bir vaktinde hem de. Onca şiir vardır dimağımda, onca berceste; hikâyesi mi beni alıp götürür, Taçlı Sultan’ın kara yazısı mı, ya da şiirin asıl muhatabı olan o zavallı cariyecik midir bunca derdime eklediğim, bilemem.                                              

            ‘Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek

            Giryemi kıldı füzûn eşkimi hûn etti felek

            Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan

            Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek’

İskender Pala’nın yalancısıyım; Yavuz Mısır’a sefer edende, hizmetine bir cariye verirler ki yatağını toplasın, yemeğini önüne koysun. Bu hizmetleri Yavuz’un yokluğunda yapar cariye ve Sultan çadıra gelmeden terkeder otağı her daim. Kaderin üstünde kadere iman ederiz ya, öyle de olur günü gelende. Bir gün cariye mi geç kalır, Yavuz mu erken gelir, ne olursa olur ve gözgöze gelirler. Yavuz ne kadar başını önüne eğse de cariyecik bu gönül oyununda haddini aşmış ve Sultan’a vurulmuştur. En nihayetinde aşk da bir kazadır ve her kaza tek sebebe bakar.

Yük ne kadar ağırsa, taşıyan o nispette zayıf, çelimsizdir. Sultan’ın aşkını taşımak hangi kula nasip olmuş da o kulun beli bükülmemiş. Taşıyamaz elbet cariyecik de ve bir sabah işi bitince Sultan’ın yatağının üzerine bir not bırakır: ‘Derdi olan neylesin?’. Otağın sahibi, Doğunun Read the rest

Suriye Aforizmaları »

  • suriyeSuudi Arabistan’la beraber savaşa girme tartışmaları garip zeminlere kaymış. S.Arabistan bir ABD eyaletidir. Washington’a sormadan helâya gidemezler.
  • Bu yüzden Suudi Arabistan ipiyle kuyuya inilir mi sorusu saçmadır. ABD’nin ipiyle kuyuya inilmez. Bilinmesi gereken budur.
  • İran ve Rusya’ya karşı Türkiye+S.Arabistan ittifakı da bir maskeli balo. Tahran’ın satacağı petrolün miktarını ve fiyatını ABD belirliyor.
  • ABD’nin emriyle üretimi arttıran ve fiyatı düşüren S.Arabistan yüzünden 30$’ın altına inen petrol Moskova’yı ihracat yapamaz hale getirdi.
  • Özetlersek ABD petrol fiyatı ve doların değeriyle oynamak suretiyle Rus ve İran devletlerinin bütçesi üzerinde Moskova ve Tahran’dan daha büyük etkiye sahip.
  • İran ve Rusya’nın bilinmeyen bir ortak özelliği var: Ekonomi içinde devletin etkisi büyük ve devletin verdiği parayla yaşayan milyonlar var.
  • Bu sebeple ABD İran ve Rusya’nın döviz musluklarını istediği an keserek bir ayaklanma başlatabilir. Zira döviz %80 petrol ve gazdan geliyor.
  • Hatırlayın, ambargo sırasında kendi topraklarındaki rafinerileri tamir bile edemediği için Tahran benzin ithal etmek zorunda kalmıştı.

Read the rest

Kayıp Zamanın İzinde / Marcel Proust »

Proust, Marcel. Kayıp Zamanın İzinde, Swann- ların Tarafı

“Uzun yıllardır, akşamları yatışımın tiyatrosu, dramı dışında Combray’ye ait her şey benim için yok olmuşken, bir kış günü eve döndüğümde, üşümüş olduğumu gören annem, alışık olmadığım halde, biraz çay içmemi önerdi. Önce istemedim, sonra, bilmem neden fikir değiştirdim. Annem, birini gönderip, küçük madlen denilen, bir tarak midyesinin oluklu çenetleri arasında biçimlendirilmiş gibi görünen o kısa, tombul keklerden aldırdı. Az sonra, o kasvetli günün ve iç karartıcı yarının beklentisiyle bunalmış bir halde, yaptığım şeye dikkat etmeden, yumuşasın diye içine bir parça madlen attığım çaydan bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. Ama içinde kek kırıntıları bulunan çay damağıma değdiği anda irkilerek, içimde olup biten olağanüstü şeye dikkat kesildim. Sebebi hakkında en ufak bir fikre sahip olmadığım, soyutlanmış, harikulade bir haz, benliğimi sarmıştı. Bir anda, hayatın dertlerini önemsiz, felaketleri zararsız, kısalığını boş kılmış, aşkla aynı yöntemi izleyerek, benliğimi değerli bir özle doldurmuştu; daha doğrusu, bu öz, benliğimde değildi, benliğimin ta kendisiydi. Kendimi vasat, sıradan ve ölümlü hissetmiyordum artık. Bu yoğun mutluluk nereden gelmiş olabilirdi bana?… Sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. Bu tat, Combray’de pazar sabahları (pazarları Missa saatinden önce evden çıkılmadığından), Léonie Halamın, ‘günaydın’ demeye odasına gittiğimde, çayına ya da ıhlamuruna batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadıydı… Read the rest

Evrim ve Etik / Thomas Henry Huxley »

evrim-ve-etik-thomas-huxleyBilirsiniz, sür’atle akan bir nehirden geçen bir insan ayağını iki kez aynı suya sokamaz. Tıpkı bunun gibi kimse beş duyu ile hissedilen şu âlemde bir şeyin olduğunu şüpheye yer bırakmaksızın beyan edemez. O henüz kelimeleri söylerken, yok yok, daha aklından geçirirken bile fiil kullanılabilir olmaktan çıkar; şimdiki zaman geçmiş zaman oluverir; “oluyor” derken “oldu” demek gerekir. Şeylerin doğası hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, geri kalan şeylerin sadece algılanmayan faaliyetler olduğu o kadar aşikâr hale gelir; görünen huzur aslında sessiz ama hararetli bir savaştır. Her parça, her anda kozmosun durumu rekabet halindeki geçici düzenlerinin ifadesidir; tüm savaşçıların sırası gelince düştüğü bir çekişme sahnesidir. Her bir parça için geçerli olan, bütün için de geçerlidir. Doğal bilgi gitgide “gökteki koronun ve yeryüzündeki mobilyaların” evrim boyunca yol alan kozmik özlere ait parçaların geçici biçimleri olduğu sonucuna yaklaşmaktadır; sisler içindeki bir potansiyelden, Güneş ve gezegenler ve uyduların sonsuz büyümesi yoluyla, maddenin tüm çeşitlenmeleri yoluyla, yaşamın ve düşüncenin sonsuz farklılıkları yoluyla, muhtemelen ne konseptini bildiğimiz ne de biçimlendirmeye Read the rest

Tasavvuf aforizmaları »

tasavvuf-devran

  • Tasavvuf sahtekârlarına bakıp büyüklere dil uzatanlardan olma. Sevilen şeyler kopyalanır. Sahte teneke, sahte çakıl taşı olmaz. Sahte altın olur.
  • Tasavvufu okumakla öğrenemezsin. İlim değildir malumat. Ateşin yanında oturan ısınır; haberini alan değil*. Tasavvuf hâl ilmidir, kâl değil.
  • 50 dervişin “ALLAH ALLAH” demesine taaccüp ediyorsun. Ama 100.000 Müslüman evlâdının “Cim Bom” diye bağırmasını normal buluyorsun. Ne kadar az düşünüyorsun.
  • İnsan âşık olmak için yaratılmıştır. Yaratan’a âşık olamazsa mutlaka yaratılmışlardan birine âşık olur. Para, mevki, kadın/erkek, futbol takımı…
  • Savaş var diye adamların ilâhîsine, zikrine yan bakma. Askerlerin kışlada yaptığı talim savaşa benziyor mu? Sağa dön, sola dön, selâm ver, şnav çek…
  • Günde bin kere dünya derdini zikrediyorsun: Para, para, kira, kira, patron, patron, çocuk hasta, çocuk hasta… Kalbin ayarı bozuluyor.
  • Dünya derdiyle ayarı bozulan kalbinin fabrika ayarlarına dönmesi gerek. Yüzlerce kere “ALLAH” diyeceksin ki kalp pusulası düzelsin.
  • Çiviyi çakarken defalarca vurursun, bir kez çakmak neden yetmez? ALLAH sana namazda 40 defa Fatiha okutuyor. Bir rekât neden yetmez? Düşün biraz.

Read the rest

Michelangelo’nun gözüyle güvenlik kamerası arasındaki fark »

resim-sanati-perspektifMünih’teyiz, Alte Pinakothek müzesinde Albrecht Dürer’in ölmeden 2 sene önce yaptığı 4 azizlere bakan iki gerçek insana bakıyoruz. Bir tuhaflık sizin de gözünüze çarpmıyor mu? Gerçek insanlardan bize yakın duran hem daha uzun hem de kafası daha büyük görünüyor. “Normal” diyeceksiniz haklı olarak. Fakat tablolarda durum tam tersi: Önde duran azizlerin başları arkadakilerden daha büyük. Yani Dürer’in canla başla savunduğu hatta uğruna kitap yazdığı merkezî perspektif kuralları ihlâl edilmiş. Kim tarafından? Yine Dürer tarafından!

Perspektif işte böyle tuhaf bir şey. Perspektif kuramcıları ve fanatik savunucuları bile onun temel ilkelerine riayet etmiyor. İstisna mı dersiniz? Peki Paolo Veronese’in ünlü tablosu Cana’da Düğün (Nozze di Cana, 1563) yahut Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği (Ultima Cena, 1498) sizce perspektif kurallarına uygun mu? 6-7 farklı kaçış noktası ihtiva eden bu eserler elbette çok güzeller ve gerçek gibi görünüyorlar çünkü … perspektif kurallarına uymazlar!

Vatikan’da bulunan Sistina Şapeli’ndeki Mahşer sahnesinde uzaktaki ve tavandaki figürlerin merkezî perspektife aykırı olarak yakındakilere kıyasla çok daha büyük çizilmiş olması da dikkatinizi çekmiştir muhakkak. Tavan ve duvarın fizikî mesafesine göre gözün beklentilerinden daha yakın görünen bu figürler adeta zeminden koparak havada uçarcasına canlanıyor. Ayrıca bu ters
perspektif Alfred Hitchcock’un icad ettiği ters zoom tekniğinde olduğu gibi metafizik bir görme, hatta korkuyla karışık bir hûşû hissi tetikliyor. (Bkz. Korku matkabı zekâ duvarını deler mi?) Eğer Michelangelo bu Mahşer sahnesini perspektif yobazlarının emrettiği gibi çizseydi 20 X 30 metrelik devasa boyutuna rağmen Mahşer sahnesi basit bir kır düğünü gibi gözükecek; ressamın bütün çabaları boşa gidecekti.

resim-sanati-perspektif-6Rönesans’tan beri fikirlerini gözden geçirmemiş resim öğretmenleri tersini söyleyedursun, perspektif “doğal görmenin kuralı” filan değil. Bunu savunan sanat uzmancıklarına şu soruyu soralım: Perspektif nasıl bir doğallıktır ki herkes değil sadece ders olarak öğrenenler tatbik edebiliyor? Üstelik dikkatlerini sürekli yoğunlaştırmak, ölçüp biçmek zorundalar. Acı gerçek şu ki perspektif insan gözünü ehlileştiren, belli kalıplara sokan bir ilkeler bütünü. Dahası bu ilkeler uygulanarak çizilen tasvirlerin hiç biri gerçek hayattaki görme tecrübesine tekabül etmiyor, etmeyecek. Zaten gerçek ressamların, hatta Dürer gibi fanatik perspektif kuramcılarının bile güzel bir şey çizmek istediklerinde perspektifi terk etmesi gerçeklik, güzellik ve perspektif arasında ciddî bir çatışma olduğunu göstermiyor mu?

Göz olmadan resim yapılabilir mi?

Albrecht Dürer sadece resimleriyle değil perspektif üzerine geliştirdiği kuram ve yöntemlerle de ün kazanmış bir ressam. (Bkz. Cetvel ve pergelle ölçme yöntemi el kitabı, Underweysung der Messung, mit dem Zirckel und Richtscheyt,‎ 1525) üstad sadece kuram geliştirmekle kalmamış; “çizim makinesi” denebilecek bir takım aletler de geliştirmiş. Read the rest

Kanserliler Koğuşu / Alexandr Soljenitsin »

alexandr-soljenitsin-kanserliler-kogusuEğer dakikanı kullanmayı bilmiyorsan saatlerini, günlerini ve sonunda hayatını kaybedersin. (Alexandr Soljenitsin, Kanserliler Koğuşu)

Hastanenin kanserlilere ayrılan kısmı 13’üncü koğuştu. Pavel Nikolayeviç Rusanof batıl inançları olan bir insan değildi ama kayıt fişine «13’ncü koğuş» yazdıkları zaman içinde bir şeylerin çöktüğünü hissetti. Koğuşa 13 değil de «protez» ya da «barsak hastalıkları koğuşu» gibi bir şey demek inceliğinde bulunmalıydılar.

Bütün bölgede ona yararlı olabilecek başka bir hastane yoktu. «Bende kanser bulunmadı, değil mi Doktor? Bende kanser yok değil mi?» diye Pavel Nikolayeviç zararsız beyaz deriyi iterek, günden güne büyüyen boynunun sağ yanındaki şişliği hafif hafif ovuşturarak umutla soruyordu.

«Hayır, hayır, elbette değilsiniz» diye doktor Dontsova iri, biçimsiz yazısıyla sağlık raporunu yazmaya devam ederken onu belki de onuncu kez inandırmaya çalıştı. Doktor Dontsova yazı yazarken oval, kabarık camlı gözlükler takar, yazısını bitirince de gözlükleri çıkarırdı. Artık genç sayılmazdı; Pavel Nikolayeviç Rusanof’u muayene etliği birkaç gün önceki gibi çok yorgun ve solgun bir hali vardı. Dispanserden randevu yalnızca kontrol için alınmış olmasına rağmen, kanser koğuşuna yollanan bir hasta geceleri uyuyamazdı. Üstelik Dontsova, Pavel Nikolayeviç’in derhal hastahaneye yatmasını emretmişti. Read the rest

ʞɹnʇɐʇɐ lɐɯǝʞ ɐɟɐʇsnɯ : Çocuklara “Kahraman” diye öğretilen İngiliz sömürge valisi »

kemalizm

 

… Darbeler, Kemalcilik ve Atatürkizm üzerine e-kitap…

Kemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmekKemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmekKendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarındanYABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleriİÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Kemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmekKemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmekEvet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz.  

Kemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmekKemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmekAlaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasaktı. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyordu. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyordu. Rumların ruhban okulları özgür değildi. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyordu. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyordu. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, daha yeni geri verildi. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.  

Kadın hakları ve Kemalizm

Kemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmekKemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmek

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış