Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Akıl Tutulması / Max Horkheimer »

Akil-Tutulmasi-Max-HorkheimerAlelade bir insana “akıl” kelimesinden ne anladığını sorun: Hemen her zaman bir duraksamayla, sıkıntılı bir çaresizlikle karşılaşırsınız. Bunu, sözlerle anlatılamayacak kadar derin bir sezişin ya da çetrefil bir düşüncenin belirtisi saymak yanlış olur. Bu tepkiyi gösteren insan, aslında uzun uzadıya düşünülecek birşey olmadığına, akıl kavramının zaten kendi kendini açıkladığına ve sorunun da gereksiz olduğuna inanmaktadır. Gene de açık bir cevap vermesi için sıkıştırıldığında, akla uygun şeylerin yararlı şeyler olduğunu ve her akla uygun insanın da kendisine neyin yararlı olduğunu bilmesi gerektiğini söyleyecektir. Evet, yasalar, adetler ve gelenekler kadar, her durumun kendine özgü koşulları da dikkate alınmalıdır elbet. Ama akla uygun davranışları sonuçta mümkün kılan kuvvet, özgül içerik ne olursa olsun, sınıflandırma, çıkarsama ve tümdengelme yeteneğidir: düşünme aygıtının soyut işleyişi. Bu tür akla, öznel akıl adı verilebilir; esas olarak, araçlar ve amaçlarla ilgilidir; az çok baştan kabul edilmiş amaçlara ulaşmak için seçilen araçların yeterli olup olmadığı üzerinde durur. Amaçların kendilerinin de akla uygun olup olmadığı sorusunu bir yana bırakmıştır. Read the rest

Bilginin Arkeolojisi / Michel Foucault »

Bilginin-Arkeolojisi-Michel-FoucaultBu şekildeki tarihsel çözümlemelerde kendini gösterecek olan -gösteren- büyük problem, o halde, artık hangi yollarla sürekliliklerin ortaya çıkabildiğini, bunca farklı ve ardışık akıl için bir ve aynı olan tasarının hangi biçimde devam edebildiğini ve tek bir ufuk oluşturabildiğini, hangi eylem biçiminin ve hangi dayanağın intikaller, yeniden ele geçirmeler, unutmalar ve tekrarlamalar oyununu içerdiğini, kaynağın kendi kuralım kendisinin çok ötesine ve hiçbir zaman gerçekleşmemiş olan bu tamamlanmaya kadar nasıl yayabildiğim bilmek değildir, -problem artık gelenek ve iz problemi değil, fakat kopma ve sınır problemidir; problem artık sürüp giden temel problemi değil, temel ve temellerin yenilenmesi olarak değer kazanan dönüşümler problemidir. O halde, bazıları birbirine yakınlık içinde bulunan ve onlarla bu yeni tarih biçiminin kendi teorisini hazırlamaya çalıştığı bütün bir problemler akınının açıldığını görüyoruz: süreksizliği (eşik, kopma, kırılma, değişme, dönüşme) düşünmek olanağını veren farklı kavramlar nasıl özel olarak belirtilebilir? Kendilerine (bilim nedir? Eser nedir? Teori nedir? Kavram nedir? Metin nedir?) soruları atfedilebilen birlikler hangi kriterlerle birbirlerinden Read the rest

Kötülüğün Sıradanlığı / Hannah Arendt »

Kotulugun-Siradanligi-Hannah-Arendt

Aynı durumda olsa, insanın kendisinin de hata yapabileceğini düşünmesi, bir tür merhamet hissi uyandırabilirdi; ama bugün Hıristiyanların merhametinden bahsedenlerin tuhaf bir biçimde bu konuda da kafası karışıktı. Nitekim Evangelische Kirche in Deutschland,  yani Protestan kilisesi savaştan sonra şöyle bir açıklama-yapmıştır: “Kendi halkımızın olup bitenleri görmezden gelerek ve duruma sessiz kalarak Yahudi halkına ettiği zulüm nedeniyle, Tanrı’nïn merhameti karşısında biz de suçluyuz.”

Anlaşılan bir Hıristiyan kötülüğe kötülükle karşılık verirse, Tanrı’nın Merhametine karşı suçludur; dolayısıyla milyonlarca Yahudi yaptığı bazı kötülüklerin cezası olarak öldürüldüyse, kiliseler de merhamete karşı günah işlemiş oluyorlardı. Ama kiliseler, beyan ettikleri gibi düpedüz zulüm suçunu paylaşıyorlarsa, bu meselenin yine de Tanrı’nın Adaletine kaldığı düşünülmelidir.

Bu dil sürçmesi sıradan bir kaza değildir sanki. Merhamet değil de adalet yargıyla ilgili bir meseledir ve kamuoyunu kimsenin başka birini yargılamaya hakkı olmadığı konusundaki görüş birliği kadar mutlu eden başka bir mesele yok gibidir. Kamuoyu sadece eğilimleri veya büyük gruplan (ne kadar büyükse, o kadar iyidir), kısacası artık içinde ayrım yapamayacağımız ve tek tek isimleri zikredemeyeceğimiz kadar genel şeyleri yargılamamıza, hatta mahkûm etmemize izin verir. Ünlü veya yüksek mevkilerdeki insanların fiilleri veya sözleri gündeme geldiğinde bu tabunun iki misli geçerli olduğu açıktır. Ayrıntılar üzerinde durmanın ve tek tek insanlara dikkat çekmenin “yüzeysel” kaldığını, bütün kediler gridir veya bütün insanlar aynı şekilde suçludur gibi genellemeler yaparak konuşulanınsa dünya ve hayat hakkında çok şey bilmenin bir göstergesi olduğunu öne süren iddialar Read the rest

Milletlerin Zenginliği / Adam Smith »

adam-slith-milletlerin-zenginligi-1

Emeğin Üretici Güçlerini Geliştiren Nedenler İle Emek Ürününün Türlü Halk Tabakaları Arasındaki Doğal Dağılışının Bağlı Olduğu Düzen Üzerine

 Bölüm I – İşbölümü Üzerine

Emeğin üretici güçlerindeki en büyük gelişmenin ve bir yerde, emeğin yönetiminde ya da kullanılmasında gösterilen ustalığın, el yatkınlığının ve kavrayışın çoğu, anlaşılan, işbölümünden ileri gelmiştir.  İşbölümünün, topluluğun genel çalışması üzerindeki etkileri, belirli birkaç sanayi mamulü üzerinde kendini nasıl gösterdiği gözden geçirilirse, daha kolaylıkla anlaşılabilir. Çokluk işbölümünün önemli sayılamayacak kimi mamullerde en ileri düzeyde olduğu sanılmaktadır. Gerçekte bunlarda, belki daha önemli sanayidekinden ileri götürülmüş değildir. Şu var ki, yalnız az kimsenin ufak tefek gereksinmelerini karşılayan küçük yatırımlarda çalıştırılan işçilerin toplamı, ister istemez küçüktür. İşin her ayrı kolunda çalıştırılanlar, çoğu kez aynı atölyede bir araya getirilip hep birden gözaltında bulundurulabilir.

Bunun tersine, koca halk topluluğunun büyük ihtiyaçlarını Read the rest

Kayıp Zamanın İzinde / Marcel Proust »

kayip-zamanin-izinde-marcel-proustPiyanonun hatırasının bile, müziğe ilişkin konulara bakışını yanıltmaya katkıda bulunduğunu ve müzisyene sunulan alanın, yedi notalı daracık bir gam değil, neredeyse tamamı henüz bilinmeyen, sınırsız bir yelpaze olduğunu biliyordu; her biri bir başka âlem olan milyonlarca sevgi, tutku, cesaret ve sükûnet notasından oluşan bu sonsuz alanda, keşfedilmemiş yoğun karanlıkların arasında, ancak tek tük birkaç nota, kimi büyük sanatçılar tarafından keşfedilmişti; bu ustalar, buldukları motifin içimizdeki karşılığı olan duyguyu uyandırmak suretiyle, bir boşluk bir hiçlik zannettiğimiz ruhumuzun, o meçhul, bezdirici, devasa karanlığın, içinde bizden habersiz ne büyük bir zenginlik ve çeşitlilik gizlediğini görmemizi sağlıyorlardı. İşte Vinteuil de bu müzisyenlerden biriydi. Vinteuil’ün cümleciğinde, zihne karanlık bir yüzey sunduğu halde, öylesine yoğun ve belirgin bir içerik hissediliyordu ve bu içerik o kadar yeni ve özgün bir güce sahipti ki, cümleciği dinlemiş olanlar, onu içlerinde, zihnin oluşturduğu fikirlerle aynı seviyede taşıyorlardı. Swann onu zihninde bir aşk ve mutluluk kavramı gibi taşıyordu ve nasıl ki Kleve Prensesi ya da René adları hatırına geldiğinde, özelliklerini derhal biliyorsa, onun da kendine has özelliklerini biliyordu. Hatta Swann onu düşünmediği anlarda bile, cümlecik, maddi karşılığı olmayan başka bazı kavramlarla, ışık, ses, derinlik, tensel haz gibi kavramlarla Read the rest

Sefiller / Victor Hugo »

sefiller-victor-hugoKötü Adam İyilik Yapmaz

Mösyö Faşloven, bu kazadan diz kapağı kırılmış olarak kurtuldu. Madlen Baba, onu fabrikasının işçileri için açtığı ve rahibelerin idaresine bıraktığı hastahaneye götürdü. İhtiyar, ertesi gün gözlerini açtığında yatağının yanındaki küçük masanın üzerinde bin franklık bir çek gördü. Çekin yanında bir pusula vardı.

Açıp okudu: “Mösyö, arabanızı ve beygirinizi satın alıyorum.” Halbuki beygir ölmüş; araba da kırılmıştı…

Mösyö Faşloven iyileşti, ama bir dizi sakat kaldığından topallıyordu. Madlen Baba, hastahanesinde çalışan rahibelerin isteği ile ihtiyar adamı Paris’teki Rahibeler Manastırı’na bahçıvan tayin ettirdi.

Javer, Madlen Baba’da aradığı ipucunu yakalamış olmaktan son derece mutluydu. Fakat, halkın onu çok sevmesi ve devamlı yaptığı iyiliklerden bahsetmeleri canını sıkıyordu… Ona göre, “iyi daima iyi, kötü de daima kötü” idi. Bunun ortası olamazdı. Vicdanını rahatlatmak için şöyle bir yorum yaptı: “Hırsızlık ve izinsiz silah bulundurmak suçlarından tersanede kürek cezasına mahkûm edilmiş, defalarca firara kalkıştığından cezası on dokuz seneye çıkarılmış, hapisten kurtulunca da bir kilise evini soymuş, küçük bir çocuğun parasını elinden zorla almış bir adam iyi olamazdı! Eğer, Madlen Baba, o adam ise; yaptığı bütün iyilikler sahtedir; kendisini gizlemek içindir… Herkesi aldatabilir; fakat kanunlara ve devletine bağlı bir müfettişi asla!…” Read the rest

Güzelin Metafiziği / Arthur Schopenhauer »

Güzelin Metafiziği- Arthur Schopenauer2Bana sözsüz konuşan Rossini’nin müziğini verin! Bugünün müziği ezgisinden çok hengiyle/armonisiyle konuşulmakta. Ama ben karşı görüşü savunuyorum ve ezginin müziğin canı olduğuna inanıyorum. Sos rosto için ne ise ahenk de ezgi için odur. Konulu opera gerçekte saf sanatsal anlayışın bir ürününden çok bir bakıma muhtelif araçları üst üste yığarak, birbirinden bütünüyle farklı etkileri aynı zamanda kullanarak, onu meydana getiren kütleleri ve güçleri artırmak suretiyle tesiri güçlendirerek estetik hazzı abartan barbar bir eğlence fikrinin bir ürünüdür. Buna karşılık müzik tüm sanatların en güçlüsü olarak ona duyarlı olan ruhu kendi başına bütünüyle ele geçirme gücüne sahiptir. Gerçekten hakkıyla yorumlanıp tadına varılabilmesi için müziğin en yüksek eserleri ruhun hiçbir surette bölünmemiş ve dağılmamış dikkatini talep ederler ki onun inanılmaz derinlik ve mahremiyetteki dilini tam olarak anlamak için dikkatin ona böyle bir bütünlük içinde teslim edilmesi ve onun içinde kendini kaybetmesi gerekir. Bunun yerine bir yandan yüksek derecede karmaşık opera müziğini dinlerken, göz aracılığıyla rengârenk gösteri ve şatafat, en fantastik resim ve suretler ve en canlı ışık ve renk izlenimleri ruhu istila eder; bir yandan da dikkati librettodaki olaylar dizisi ve entrikalar işgal eder. Bütün bunlarla dikkat dağılır, kaybolur gider ve böylece müziğin kutsal, esrarlı ve derinlikli diline olabildiğince az duyarlı hale gelir. İşte bu sebepten ötürü bu tür şeyler müziğin peşinde olduğu gayeye erişmesine doğrudan karşıttır. Bütün bunlara ilave olarak bale diye bir şeye, genellikle estetik hazdan çok şehvete yönelen bir gösteriye sahibiz. Ayrıca pek zengin olduğu söylenemeyecek araçlar ve bunun beraberinde getirdiği tekdüzelikle gösteri çok geçmeden Read the rest

Oryantalizm / Edward Saïd »

edward-said-oryantalizmCambridge İslâm Tarihi İslâm’ı “bir din olarak” yanlış anlayıp, yanlış tanıtmakla kalmıyor; “bir tarih olarak” anlatmaktan da aciz Nadirdir ki, böyle muhteşem bir girişimden hem fikir hem de metodolojik izah eksik olsun. Ama bunların her ikisi Cambridge İs-lâm Tarihi’nde eksiktir. Kitap İrfan Şehid’in İslâm öncesi Arabistan’ı hikâye edişiyle başlıyor. Şehid, 7. yüzyılda İslâm’ın ortaya, çıktığı topografyayı ve insan kültürünü, bunların her ikisi ile teşkil ettiği uyumdan da bahsederek, akıllı bir biçimde resmediyor. Ama insan, P. M. Holt’un önsözünde “kültürel bir sentez” (125) dediği İslâm öncesi Arabistan babından Muhammedi babına geçen, sonra Hulâfa-i Râşidûn ve Emevi sultanlarından bahsedip, bir inanç, bir doktrin olarak İslâm’ı hiç bahis konusu etmeyen bir İslâm Tarihi için ne diyebilir ki… Birinci ciltte yüzlerce sayfa boyunca ve insanı bunaltan bir üslûp ile, İslâm’ın savaşların, saltanat ve ölümlerin tarihi olduğunu okuyorsunuz. Yükselişler, parlak devirler, gelişler ve geçişler…

Örnek olarak, 8. ilâ 11. yüzyıl arasındaki Abbasi saltanatını ele alalım. Arap yahut İslâm tarihi ile en ufak bir aşinalığı olan. herkes bilir ki, bu devir İslâm medeniyetinin Rönesans İtalya’sı kadar parlak ve âli bir devridir. Ama kırk sayfa boyunca hiçbir parlaklıktan bahsedilmiyor; onun yerine şöyle cümleler var: “Hilafeti elde eder etmez, EI-Memûn Bağdad’daki sosyal temaslarını kesti ve Merv’e çekildi. Hükümeti (Irak’ın yönetimini) güvendiği kişilerden Hasan bin Sehl’e emanet etti. El-Fadl’ın kardeşi olan Hasan başa geçer geçmez karşısında Şii Ebul Saraya’yı buldu. Saraya Cemazi-i Sâni 199’da (Ocak 815) Kûfe’ye haber yollayarak asker toplanmasını, Hasani İbn Tebete’nin desteklenmesini istemişti.” (126) İhtisası İslâm olmayan birisi bu noktada Şii kimdir, Hasani nedir, bilemez. Cemazi-i Sâni’nin de ne olduğunu pek anlayamaz, ama bir tarih belirttiğini tahmin edebilir. Harun Reşid dâhil Abbasiler hakkında da herhalde bunların Merv’de oturan ve surat asan can sıkıcı ve cani ruhlu kimseler olduğunu düşünecektir… Read the rest

Sultan, cariye ve ben »

sevgiYavuz Sultan Selim Han’ın ne zaman duysam tüylerimi diken diken eden o muhteşem dörtlüğü çarptı yine gözüme, gecenin hallice bir vaktinde hem de. Onca şiir vardır dimağımda, onca berceste; hikâyesi mi beni alıp götürür, Taçlı Sultan’ın kara yazısı mı, ya da şiirin asıl muhatabı olan o zavallı cariyecik midir bunca derdime eklediğim, bilemem.                                              

            ‘Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek

            Giryemi kıldı füzûn eşkimi hûn etti felek

            Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan

            Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek’

İskender Pala’nın yalancısıyım; Yavuz Mısır’a sefer edende, hizmetine bir cariye verirler ki yatağını toplasın, yemeğini önüne koysun. Bu hizmetleri Yavuz’un yokluğunda yapar cariye ve Sultan çadıra gelmeden terkeder otağı her daim. Kaderin üstünde kadere iman ederiz ya, öyle de olur günü gelende. Bir gün cariye mi geç kalır, Yavuz mu erken gelir, ne olursa olur ve gözgöze gelirler. Yavuz ne kadar başını önüne eğse de cariyecik bu gönül oyununda haddini aşmış ve Sultan’a vurulmuştur. En nihayetinde aşk da bir kazadır ve her kaza tek sebebe bakar.

Yük ne kadar ağırsa, taşıyan o nispette zayıf, çelimsizdir. Sultan’ın aşkını taşımak hangi kula nasip olmuş da o kulun beli bükülmemiş. Taşıyamaz elbet cariyecik de ve bir sabah işi bitince Sultan’ın yatağının üzerine bir not bırakır: ‘Derdi olan neylesin?’. Otağın sahibi, Doğunun Read the rest

Suriye Aforizmaları »

  • suriyeSuudi Arabistan’la beraber savaşa girme tartışmaları garip zeminlere kaymış. S.Arabistan bir ABD eyaletidir. Washington’a sormadan helâya gidemezler.
  • Bu yüzden Suudi Arabistan ipiyle kuyuya inilir mi sorusu saçmadır. ABD’nin ipiyle kuyuya inilmez. Bilinmesi gereken budur.
  • İran ve Rusya’ya karşı Türkiye+S.Arabistan ittifakı da bir maskeli balo. Tahran’ın satacağı petrolün miktarını ve fiyatını ABD belirliyor.
  • ABD’nin emriyle üretimi arttıran ve fiyatı düşüren S.Arabistan yüzünden 30$’ın altına inen petrol Moskova’yı ihracat yapamaz hale getirdi.
  • Özetlersek ABD petrol fiyatı ve doların değeriyle oynamak suretiyle Rus ve İran devletlerinin bütçesi üzerinde Moskova ve Tahran’dan daha büyük etkiye sahip.
  • İran ve Rusya’nın bilinmeyen bir ortak özelliği var: Ekonomi içinde devletin etkisi büyük ve devletin verdiği parayla yaşayan milyonlar var.
  • Bu sebeple ABD İran ve Rusya’nın döviz musluklarını istediği an keserek bir ayaklanma başlatabilir. Zira döviz %80 petrol ve gazdan geliyor.
  • Hatırlayın, ambargo sırasında kendi topraklarındaki rafinerileri tamir bile edemediği için Tahran benzin ithal etmek zorunda kalmıştı.

Read the rest