Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

N.Ç Vakası ve Adli Tıp Kurumu Faciası »

Basında N.Ç. davası olarak yer alan dava  zaman aşımı sebebiyle düşmesine bir ay kala nihayet sonuçlandırıldı. Derin Düşünce sayfalarında bir kaç ay önce “İmtiyazlı yurttaşlık olarak yasa bağışlayıcılığı” ve “Kaçın kadınlar devlet geliyor” gibi yazılarla bir parça bu davayı anlatmaya çalışmıştık.

N.Ç. 12 yaşında zorunlu göç mağduru bir ailenin kızı. Tam 7 ay boyunca Mardin’de aralarında Yüzbaşı, Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürü, bir okulun müdür yardımcısı ve eşraftan bazı kişiler tarafından toplamda tam 31 erkeğin tecavüzüne uğramış, fiili livataya maruz kalmış bir kız çocuğu. Basının gündemine bundan 7,5 yıl kadar önce önceleri “Falanca Bakanımız” sonraları “Filanca Bakanımız”  olan Cemil Çiçek’e yazdığı mektupla geldi. O mektubunda şöyle diyordu N.Ç.:

“Sayın bakan adım N.Ç. 13 yaşındayım. Ben daha çocuğum. Küçük yaşta çekmediğim acı kalmadı. 12 yaşındayken; babam ve dedem yaşındaki onlarca adam bana 7 ay boyunca zorla tecavüz ettiler. Davam hala devam etmektedir. Ben bunların hiçbirini hak etmiyorum. Gazeteleri her gün takip etmekteyim. Her gün bir genç kızın hayatı kararıyor. Yeter artık biz çocuklar okumak istiyoruz. Oyun oynayacak çocuklarız. Ben artık hiçbir genç kızın hayatının kararmasını istemiyorum. O kötü acıyı ben çektim, başka kimsenin çekmesini istemiyorum”

Geçen bu 7,5 yıllık süreç içerisinde 31 sanıktan bir kısmı delil yetersizliğinden serbest Read the rest

Annelik miti »

 Annemin hayali bir mite dönerken…

Beni aradığında Mecidiyeköy’deymiş, ben de Bahçelievler’den dolanıp geldim Mecidiyeköy’e.  Mekanımız Cevahir’di. Gözümüzü kestirdiğimiz bir yere oturduk, tercihimiz lahmacundan yanaydı. Bir taraftan yerken bir taraftan da konuşmaya başladık. Gazeteciliğe başlamıştı, çok heyecanlıydı. İçinde bulunduğu dünyayı sorgulamayı da unutmuyordu. Hızlı hızlı konuşurken kararsızlıklarının onu yavaşlattığını görüyordum, bir şey demiyordum. Meslek sahibi olmak kaçınılmaz, mesleki kariyer Read the rest

Bu gün cuma, her gün cuma »


Code Rouge feat Amel Mathlouthi"Horizon"Génération Palestine
Yükleyen edyes. – Güncel haberleri izleyin

Bab Aziz / Nacer Khemir »

Bu filmi izlememe vesile olan Bilal’e ithaftır, eleştirileriyle hatalarımı gösteren Sevgili Dost’a…

 

Bir rüyanın içine girdim, başka bir rüyada nefes alıyorken. Çöl seslenirken gizini aramaya, ney sesi üflüyor ayrılık acısını ruhuma. Kays’ı çöllerde arayan Leyla’yım, Leyla’yı göremeyen/tanıyamayan Mecnun’um şimdi. Bir hikayenin içinde dinleyen, bir mesnevinin içinde gözleyen, bir masalın içinde çocuğum şimdi.  Kapılar açılsın ve Bab’ Aziz anlatılmaya başlansın şimdi.

Allah’a ulaşmak için yaratılmışlar adedince yollar vardır.

Fırtına diner, İştar dedesinin yüzündeki kumları temizler, sonra tutar dedesinin ellerinden, -onun gören gözüdür- onu buluşacağı yere götürürken yol arkadaşı olur. Aslında tersidir, dedesi tutar İştar’ın ellerinden- onun gören kalp gözüdür- onu buluşacağı yere götüren yol arkadaşı olur. Bu yolda İştar’ın öğreneceği çok şey vardır ve bu yol, uzundur.

Masumiyet ve hikmet el eledir, başlangıç ve son, hayat ve ölüm. Read the rest

Korkma Sönmez Ulan! »

… Bu konu ilginizi çektiyse…

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Roman ve Yazar »

 “Yazarın malzemesi gerçeklik ve hayâldir. Gerçeklik, sosyal, bireysel olduğu gibi tarihsel de olabilir. Hayâl gücü, yaratıcı yazarın kullandığı yapı taşlarının ikinci öbeğini oluşturur…”[1] Yazarın romandaki tutumu onun ele aldığı gerçekliğe karşı tutumunu yansıtır ki “bu da bir ve tek değil, çeşitlidir. Gerçekliği kendi ruhsal merceğinden geçirmektir yaratıcı yazarın yaptığı iş. Ve bu mercekten geçtikten sonra da gerçeklik, nitelik değiştirir ve kurmacaya dönüşür.”[2] İşte romanın bu yönü, toplumların yazara bakış açısında değişik tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. “Yazarı, ileriyi gören, bir kâhin, bir yol gösterici sayanlar olduğu gibi onu, işi kurmaca olduğu için boş şeylerle uğraşan, hayâlci, hatta toplumun asalak kişisi olarak niteleyen dönemler olmuştur.”[3]

Kimdir yazar, bir kahin mi, bir yol gösterici mi yoksa yalnızca bir hikâye anlatan kişi mi?

Yazarlar farklı toplumların, farklı çağların, farklı dillerin… üstünden okuyucuya ulaşan sanatçılardır. Hepsinin en önemli noktası, yaratma eyleminin içinde olmalarıdır. Olayı, insanı, nesnesi, zamanı… insanın dış ve iç yapısı, davranış, düşünce ve duyguları… ile kendi eliyle kurmaca bir dünya yaratır romancı. Forster, yazarı bir yaratıcı olarak alır ve “Eğer Tanrı evrenin öyküsünü anlatabilseydi, o zaman evren bir romana dönüşürdü.”[4] der ve devam eder “Çünkü romanda temel ilke, yaratıcı ile yazarın aynı kişi olmasıdır.” Read the rest

Su Uyur, Yobaz Laik Uyumaz »

Sivil Toplum Kuruluşları ve Medyaya Çağrı »

* Aşağıda okuyacağınız çağrı metni imzaya açıktır. Çağrımıza destek olmak için metnin sonundaki linke tıklayarak, açılan sayfadaki formu doldurabilirsiniz. 
Geçtiğimiz haftalarda Tunus ve Mısır’da yaşananlar, bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın diğer ezilen halklarını harekete geçirdi. Başta Libya, Bahreyn, Cezayir ve Yemen olmak üzere pek çok ülkede halk, temel hak ve özgürlükleri için, diktatörlerine karşı sokaklara döküldü. Fakat, demokrasi ve insanlık adına olumlu saydığımız bu gelişmelerin bir de acı tarafı var: Bu ülkelerin diktatörleri kendi halklarına karşı topyekûn savaş açmış durumdalar. Sadece Libya ve Bahreyn’de, 16-17 Şubat tarihlerinde, diktatörlerin silahlı çeteleri tarafından öldürülen insan sayısı 100’ü geçmiştir. Ve bu sayı giderek artmaktadır…
Ezilen halklara karşı açılan savaşın, bütün insanlığa açılmış bir savaş olduğuna inanan bizler, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarına ve medya organlarına sesleniyoruz:
İdeolojiniz, inancınız, öncelikleriniz her ne olursa olsun bu bir acil insani yardım ve dayanışma çağrısıdır.
Son iki gündür, özellikle Libya ve Bahreyn’de yaşanan olaylara tek bir isim verilebilir: KATLİAM!
İçinde bulunduğumuz süreçte kamuoyunun ve ana akım medyanın dikkatini bu bölgede yaşanan katliamlara çekmenin hayati önemde olduğunu düşünüyoruz.
Çünkü gerek Libya’dan gerek Bahreyn’den iletişime geçtiğimiz aktivistlerin bizlere söyledikleri tek bir şey var: “Sesimizi duyurun!”.
Mısır’da yaşanan süreçte Türkiye’deki dayanışma hareketlerini organize eden başta DSİP ve IHH olmak üzere bütün sivil toplum kuruluşlarını ve sivil örgütleri bir an önce harekete geçmeye davet ediyoruz.
Yapılan katliamlara karşı büyük şehirlerimizdeki temsilcilik önlerinin ve meydanlarımızın boş kalması bizim ayıbımızdır.
Böylesi organizasyonların, aynı zamanda, diktatörleri tarafından katliama maruz bırakılan halklarla güzel bir dayanışma örneği olacağına inanıyoruz.
Lütfen katliamlara kayıtsız kalmayın ve örgütlerinizi bir an önce harekete geçirin.
Ve Türkiye medyası:
Yaşanılan süreçte medyanın tavrının bir tür duyarsızlık değil, imkânsızlık olduğuna inanmak istiyoruz.
Çoğu medya kuruluşunun özellikle Libya gibi dışa kapalı ülkelerden, doğrudan haber aktaracak çalışanları olmadığının farkındayız.
Ancak, Mısır örneğinde El-Cezire’nin gösterdiği gibi, sosyal medya ve diğer haber kaynaklarına erişim imkânlarınızı kullanarak bu süreçteki vazifenizi yerine getirebileceğinizi düşünüyoruz.
Sizden talebimiz Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan ve her bir ayrıntısı bizleri de ilgilendiren bu olaylardan kamuoyunu haberdar etmenizdir.
Bu süreçte Türkiye medyasının önemli bir sınavdan geçeceğine inanıyor ve sizleri mesleki ve insani sorumluluğunuzu yerine getirmeye çağırıyoruz.
Metni imzalamak için tıklayınız.
Çağrıcılar: Gülsüm Ekinci, Hakan Yılmaz, Halid S. Şimşek, Kübra Özgüven, Nigar Hacızade, Tayyibe Bardakçı, Yasemin Balkancı.

Dikkat Kitap: İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında »

“[…] Hakikatin muhatabı insanlardır, devletler değil. Hakikat bir iktidar söylemi olamaz ve bir iktidara uyruklaştırılamaz. Nitekim şu anda İran rejimi devrimci niteliğini yitirdiği gibi, uyguladığı abartılı ve akıl dışı baskılarla da, insanları giderek İslam dışı arayışlara itmekte. Aynı şeyleri Osmanlı’da ve tersinden  Türkiye’de de yaşamadık mı?”

Böyle diyordu Ümit Aktaş kendisiyle yaptığımız röportajda.

Müslümanlar “modern” bir dünyada Müslümanca yaşamanın yollarını arıyorlar Türkiye’de, iran’da, Mısır’da ve Avrupa’da, Amerika’da… Kâh demokratik yöntemler kâh devrimler, isyanlarla. Bu arayış bir çok faktörü hesaba katmayı gerektiriyor çünkü çok şey değişti 1400 yıldır: Teknoloji, ekonomi, toplumsal hayat.

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Adı “İslâmî devlet” konsa bile dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle uygulanması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. Dahası iyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor.

21ci asırda Müslümanca yaşamak için İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri koruyup son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak kolay olmayacak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi – İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

DESTEK: Şirince Yok Olmasın! »

http://sirinceyokolmasin.blogspot.com/