Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

İran-Irak savaşı ve İsrail-İran dostluğu »

  • 8 yıl, 1.5 milyon ölü. O dönemde gizli kalan ama bugünlerde ortaya çıkan belgeler gösteriyor ki ABD, İsrail ve Suudi Arabistan, İran-Irak savaşının uzaması için bayağı bir uğraşmışlar. Neden?
  • Saddam 30 Aralık 2006’da asılırken “intikam alındı!” diye bağıran Şiiler vardı; kim hatırlıyor? Sonra “Yaşasın Muhammed Bakr el-Sadr” diye ekliyorlardı. Neden yaptılar bunu? Kimdi Bakr el-Sadr?
  • 1978’e geri dönelim. Humeyni’nin ultra-laik Fransa desteği ile yaptığı İslâm(?) devrimi Saddam’ı korkuttu. Irak’lı Şiilerin Tahran etkisine girmesi siyasî bir riskti ama aynı zamanda Irak petrollerinin de önemli bir kısmı Şii bölgesindeydi. Yani İngilizler 1920’lerde Irak’ı böyle dizayn etmişti. Nedir?
  • İngiliz dizaynı Irak’ın özelliği yönetim Sünni, ama Sünni çoğunluk denizden ve petrol kuyularından uzak. Petrol nerede? Kuzeyde Kürtlerin ve güneyde Şiilerin ayaklarının altında. Yani iç savaş, darbe ve bölünmeye müsait bir etnik-mezhep ve ekonomik kaynak “paylaşımı”.
  • Evet, 1978-1979’da Şiilerin bölgede güç kazanması Saddam’ı korkuttu. Muhtemelen abartılı istihbarat raporları ile manipüle edilen iç güvenlik mekanizmaları devletin bağışıklık sistemini devreye soktu. Şiilere yönelik tutuklamalar, işkenceler… Şii lider Bakr el-Sadr başbakana suikast ile suçlandı. Sonra?
  • Sonra ailesiyle birlikte korkunç şekilde öldürüldü ve yakılan cesedi, kız kardeşinin cesediyle birlikte Şiilerin kutsal kabul ettiği Necef şehri sokaklarında bir traktörün arkasında sürüklenerek teşhir edildi.
  • Bu iç savaş ortamında 20 kadar Baas lideri öldürüldü; 40.000 Şii sınır dışı edilerek İran’a gönderildi. İran, Irak’ı sınır köylerine saldırmakla suçlarken karşılıklı havan ateşi sıradan bir olay halini aldı. 17 Eylül 1980’de Saddam Şattülarap’ı İran’a açan anlaşmayı iptal etti.

Read the rest

İsrail’in İran’a yaptığı silah yardımı, Kürtler ve Şiiler »

Kaynaklar:

  1. Twin pillars to Desert Storm : Howard Teicher, 1993
  2. Henry Kissenger, Defining US role in the Arab Spring, 2012
  3. CIA, The Pike Report, 1977
  4. Jim Hoagland, Kurds ready to resume fight as pact with Iraq crumbles, 1973
  5. Said Abourish, Saddam Hussein, 2000
  6. Henry Kissenger, Years of Upheaval, 2011

 

  • İngiliz tabiriyle “Ortadoğu” denen İslâm topraklarına söyle bir bakın. “Ulusal sınır” diye çizilen çizgilerin uluslara göre çizilmediğini hemen fark edeceksiniz. Türkiye’de yaşayan Kürtler, Arap ve Pers topraklarında Türkmen ve Azerîler göreceksiniz.  Peki dinî farklar mı dikkate alınmış?
  • Hayır. İran’daki Sünni nüfuz az değil. Irak’ta Şiiler, Suriye, Lübnan ve Mısır’da Hristiyan azınlıklar… Uzatmayalım, bu sınırlar çatışmayı önleyecek şekilde değil petrolü kontrol edecek şekilde çizilmiş. Nasıl? Petrol varsa deniz yok; deniz varsa petrol yok. Meselâ?
  • İran ve Irak’ın denize erişimi Basra körfezi yani birkaç savaş gemisiyle kontrol edilebilir. Türkiye, Mısır ve Suriye? Deniz bol ama petrol yok veya az. Suudi Arabistan? Petrol bol ama denize erişim Kızıldeniz ve Basra yani daracık boğazlar ile kontrol altında.
  • İsrail ve Lübnan? Daracık sahil şeridine hapsedilmiş, petrolsüz, hiçbir tarihî meşruiyete dayanmayan bağımsız(!) devletler. Adeta Anglo-Sakson petro-dolar makinesinin sahil koruma botları. Bu şemada sıkıntı çıkarabilecek ülkelerden en önemlisi İran. Zira diğer ülkelerdeki Şiileri birleştirebilir.
  • Petrol-Deniz ikilemi gibi önemli bir mesele daha var; bunu da Irak özelinde anlatalım: Irak’ın iktidarı Sünni ama petrol olan yerlerde (kuzey) Kürtler ve (güney) Şiiler çoğunlukta. Bu azınlıklar da petro-dolar sistemini bozmaya yeltenenlere karşı etkili birer silah olarak her zaman kullanılıyor.
  • Daha önce Afganistan’ın Ruslar tarafından işgalini, bu savaşın başlatılmasında CIA’nin oynadığı rolü ve petro-dolar sistemiyle olan ilişkisini anlatmıştık.
  • Afgan-Rus savaşıyla aynı tarihte başlatılan çok önemli bir savaş daha var: İran – Irak savaşı. Bu savaşın gayri resmî tarihine bir bakalım önce: Petrol zengini iki ülke neden savaşsın? Kartel kurup zengin Avrupa’yı haraca kesmek varken meselâ?

Read the rest

Dikkat Kitap: Derin Marx güncellendi. Sürüm 2.0 yayında. »

Marx’ı okumak lâzım. meselâ 1844 Elyazmaları‘nı, Feuerbach Üzerine Tezler‘i, Alman İdeolojisi‘ni, Felsefenin Sefaleti‘ni, Komünist Manifesto‘yu ve Kapital’i okumak, üzerinde düşünmek lâzım. Sadece Sol’u ve solculuğu anlamak için değil, dünyanın şu anda içinde bulunduğu düşünce krizini anlamak için de Marx’ı okumak lâzım.

Kimdi Karl Marx? İşçilerin perişan hallerine acıyan onları Kapitalizmin altında ezilmekten kurtarmak isteyen bir idealist? Maddeden gayrı hiç bir şeyin var olmadığını iddia eden bir materyalist? Modern insan topluluklarının çarklarını, zembereklerini söküp takan bir makinist? Tarihin sebep-sonuç zincirlerine mahkûm olduğunu iddia eden bir determinist? Ters gitmekte olan dünyayı baş aşağı çevirip düzeltmek isteyen bir devrimci?

Biraz incelerseniz Batılı düşünürler arasında Marx’ın « kariyerinin» oldukça sıra dışı bir yol izlediğini görürsünüz. Dünya siyasetini, özellikle de 19cu ve 20ci asrı bu derecede etkilemiş bir başka düşünür var mı? Zannetmiyorum. Kitapları üzerine o kadar çok yorum yapılmış, o kadar şerh yazılmış ki bu “tefsir külliyatı” ancak kutsal kitapların miraslarıyla karşılaştırılabilir.

Şunu da unutmamalı tabi: Marx’ın ölümünden çok kısa bir süre sonra Marxist ideolojiden etkilenmiş rejimler kuruldu. 20ci asırda insanlığın yaklaşık üçte biri bu ideolojinin etkisindeydi. Sovyet Rusya, Çin, Küba, Doğu Avrupa, Arnavutluk, Kuzey Kore ve Afrika’da bir çok ülke. 1989′da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Marx komünist ülkelerin uyguladıkları zulümler için bir günah keçisi haline geldi. Rusya’daki çalışma kampları, sayıları on milyonlarla ölçülen idamlar, Kamboçyalı Pol Pot ve Kızıl Kmerlerin yaptıkları soykırımlar, Çin’de Mao’nun merkezî ve planlı “komünist ekonomi” ile sebep olduğu kıtlık neticesinde 40 milyon civarındaki Çinlinin açlıktan ölümü…

Marx’ı okumak lâzım. Çünkü 21ci asrın Avrupa’sı ve Amerika’sı artık düşünemeyen bir coğrafya haline geliyor. Gölgesinden bile korkan, şartlı refleksler veren bir sürü, bir gürûh halini alıyor batılılar. Eğer “Doğu” bir zamanlar Batı’ya kaptırdığı düşünce bayrağına yeniden talip olacaksa bunun yolu Karl Marx’tan geçiyor. Teknoloji ve Para ile imtihan edilen insanlığın halini çok kapsamlı bir biçimde tahlil etmiş olan Marx’tan. Buradan indirebilirsiniz.

Rus-Afgan Savaşı, Petrol ve Rimland »

  • Afganistan’ın Ruslar tarafından işgalini, Rusların yenilgisini, komünizmin çöküşünü ve bunların Rimland – Petro-dolar sistemiyle ilişkisini anlatalım. ABD işgali tetiklemiş olabilir mi? Afgan direnişi bir cihad mıydı yoksa ABD’nin kurduğu bir ayı tuzağı mı?
  • Zbigniew Brzezinski, 11 Eylül saldırısı, Usama Ben Laden, Texas’lı petrolcüler ve İngiliz jeopolitik uzmanlarını birleştiren bir savaş: 1979 Sovyet-Afgan Savaşı. “Rus” yerine “Sovyet” diyoruz çünkü Rusya komünist bir rejimdi; ülkenin ismi SSCB idi: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği.
  • Sovyet-Afgan Savaşı, Aralık 1979’dan Şubat 1989’a kadar dokuz yıl boyunca sürdü. Mücahidlerin yanı sıra daha küçük Maoist gruplar olarak bilinen direnişçiler, Sovyet Ordusu ve Demokratik Afganistan Cumhuriyeti hükümeti bir gerilla savaşı gerçekleştirdiler.
  • Sovyetler Birliği Afganistan’a resmen saldırmadı. SSCB’nin Afganistan’a müdahalesi, Afganistan’daki Marksist hükümetin daveti ile başladı. Bu bakımdan Kızıl Ordu’nun (eski) Çekoslovakya’ya müdahalesi gibi başladığı söylenebilir. Belki de Ruslar kolay bir zafer bekliyorlardı?
  • Mücahid grupları esas olarak Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından desteklenerek işgal, Soğuk Savaş’ın vekâlet savaşı haline getirildi. 2.000.000 sivil hayatını kaybetti ve milyonlarca Afgan ülkeyi mülteci olarak terk etti; çoğunlukla Pakistan ve İran’a gittiler.
  • Afganistan yenilgisi, Rusların Vietnam’ı oldu: Ruslar, askerî mânâda yenilmiş sayılmasalar da siyasî olarak yenildiler. Zira hem diğer ülkelerin gözünde saldırgan konumuna düştüler hem de Rus halkının desteğini kaybettiler. Savaşın ekonomik yükü de ağır bastı.
  • Bu yenilgide bir kez daha gördük ki “Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” diyen Clausewitz haklıydı. Savaş, muharebeden ibaret değildir ve sonsuz bir şiddet boşalması da olamaz. Ekonomik, siyasî, sosyolojik veçheler dikkate alınmazsa mağlubiyet kaçınılmazdır. (Bkz. “Derin Savaş” adlı e-kitap)
  • Afgan’a Rusların girmesi, Müslüman ülkelerde çok romantik şekilde değerlendirildi: Cici Müslümanlar kaka-pis komünistlerin saldırısına uğramıştı ve “kitap ehli” Hristiyan Amerika mücahitlere yardım etmekteydi. Bu romantik şemada İsrail, İran ve Suudi Arabistan’ı nereye koyabilirdik?
  • Kâfirin silahıyla mücahid olunmaz. Ama Hollywood filmlerine figüran olunur. Yönetmen abi “kamera stooop!” diye seslenince durulur. Ya da BlackWaters, Beni Tal, SAIC, Secopex, Meteoric Tactical Solutions gibi firmaların masasında meze olunur. Neden?

Read the rest

Nobel Ekonomi Ödülü / Nobel Prize in Economics / جائزة نوبل في العلوم الاقتصادية »

Ne değildir?

30 Aralık 1896 tarihinde Stockholm’de açıklanan vasiyetnamesiyle Alfred Nobel tarafından kurulan derneğin verdiği bir ödül değil.

Nedir?

Bir İsveç bankasının saygınlık kazandırmak istediği ekonomistlere Alfred Nobel anısına verdiği ekonomi ödülü. (Bkz. Sveriges riksbanks pris i ekonomisk vetenskap till Alfred Nobels minne)

Nobel (çakma) ekonomi ödülü 1969’da verilmeye başladı yani Alfred Nobel öldükten 73 yıl sonra! Zaten ödülü verenler de Nobel ödül komitesi değil söz konusu bankanın yönetim kurulu!

 Sahte Nobel ekonomi ödülü kimlere verilir?

  1. Robert Merton ve Myron Scholes (1997): ekonomi tarihinin en büyük yatırım fonlarından biri olan LTCM’nin yönetim kurulunda idiler ve Asya’daki finansal krizi öngöremedikleri için şirket 1998’de battı!
  2. 2007’de başlayan emlak krizinin finansal krize dönüşüp emeklilik fonlarına kadar sirayet etmesine sebep olan tehlikeli mekanizmaların savunucusu Eugene Fama 2013’te Nobel ekonomi ödülü aldı! Şaka gibi ama … değil!
  3. Fanatik liberal Gary Becker (Nobel 1992) suç işlemeyi ahlaki değil ekonomik bir problem gibi gösterdi. “Suç, kötü bir yatırımdır; bu vakit ve enerji başka türlü kullanılabilir” mealinde konuştu. Yani polis yakalamadıktan sonra her şey mübah!

Zenginler birbirlerini ödüllendiriyor

Alfred Nobel’in vasiyetine göre Nobel ödülü insanlığa büyük hizmet etmiş olanlara verilmeliydi. Nobel ekonomi ödülü alanların çoğu hayatta, %82’si Amerikalı ve hiçbir böyle bir hizmette bulunmadılar. Sahte Nobel ekonomi ödülü alanların geri kalanı da zengin ülke vatandaşı. Bir de Amartya Sen (1998) gibi Avrupa ve Amerika’da kariyer yapan Hintli vesaire var. Sahte Nobel ekonomi ödülünü kazanan palyaçoların bir başka ortak özelliği Amerikan doları ve kuzey Atlantik bölgesini merkeze alan (sözüm ona) küreselleşme yanlısı olmaları. Petro-dolar sistemine ve “finansal kriz” diye yutturulan küresel soygunlara hiçbir itirazları yok.

 Ekonomistlere bilim ödülü vermenin sakıncası nedir?

Siyaset ve toplum hayatı ile içiçe olan ekonomi, ahlâkî tercihlerden etkilenir ve bunları da etkiler. Meselâ bir şehirde zenginler yüzme havuzlarını doldururken, yüksek su faturasını ödeyemeyen çiftçilerin aç kalması yasalara uygun olabilir. Liberal ekonomistlerin teorileri de bu serbestliği savunabilir. Ama insanların aç ve susuz bırakılması, kanun üstünde, ahlâkî bir sorundur. (Bkz. Derin Lügat maddesi: İktisad / Economy / οικονομία / اقتصاد ) Read the rest

Deregülasyon, 1979 Petrol Şoku ve Yeni Küresel Sistem »

  • Geçen gün “İran Rehine Krizi, ABD seçimleri ve Petrol” başlığı altında 1979 petrol şokunu, İran’da 444 gün rehin kalan Amerikalıların yüzünden ABD’nin başkan değiştirdiğini ve bu işin şaşırtıcı perde arkasını anlatmıştık. Bu gece bu olayların küresel sonuçlarını konuşalım.
  • Birbiriyle ilgisiz gibi görünen birkaç olay neredeyse aynı anda oldu: Ultra-liberal Reagan ekibinin İngiliz Thatcher ile birlikte Atlantik’in iki yakasını tutması; petrol kıtlığı yüzünden zengin ülkelerde patlayan işsizlik; bu krizin etkisiyle “sosyal devlet (baba)” inancının çöküşü, ulus-devletlerin zayıflaması…
  • Bildiğiniz gibi 1980 senesi dünya tarihinde bir dönüm noktasıdır. Küresel finans devlerinin hukuk üstüne çıkışının başlangıcı olarak bu sene kabul edilebilir. 1980’de başlan bu dönüşüm, 2008 finansal kriziyle tamamlandı. Bugün G20 ülkelerinin toplamı bile küresel finansa kafa tutamayacak kadar zayıf.
  • Bu meseleyi daha önce ele aldığımız için bir kitap tavsiye ederek konumuza geri dönelim: Dikkat Kitap: Banka Ordudan Tehlikelidir
  • Naomi Klein’ın meşhur “Şok Doktrini” 1979 petrol krizini takip eden ultra-liberal dönüşüme çok uygun bir tasavvur. Yani insanların ortak sorunlara ortak çözümler aramaya alıştığı bir zihniyetten aşırı bencil bir dünyaya geçmek için yaşanan (veya zorla bize yaşatılan) bir şok. Read the rest

İran Rehine Krizi, ABD seçimleri ve Petrol »

  • İran şahı henüz devrilmemişti, sene 1978, aylardan kasım. Petrol sektöründe başlayan grev ülkeyi sarsıyordu. Harg terminalinde 30 kadar tanker petrol almak için bekliyordu.
  • Ne oluyordu tam olarak? İran Devrimi’nden önce başlayan grev ve sonrasında petrol üretimindeki azalma nedeniyle ikinci petrol şoku başladı, geldik 1979’a. Küresel petrol arzı sadece % 4 oranında azalmıştı ama abartılı yorumlar, kasıtlı haberler ile panik başladı ve fiyat 2 ile çarpılarak 40 $ oldu!
  • Sonra? Sonrası 1973 petrol krizindeki gibi, benzin istasyonlarında uzun kuyruklar, karneyle benzin satışı, petrol ithal eden ülkelerde büyümenin durması…
  • Evet, Tahran’daki sıkıntılar bu fiyat artışını açıklamaya yetmiyordu çünkü Suudi Arabistan, düşen İran petrol arzını tazmin edecek kadar arttırmıştı kendi üretimini.
  • 1980’de İran-Irak Savaşı’nın patlak vermesinin ardından İran’da petrol üretimi neredeyse durdu ve Irak’ın petrol üretimi de ciddi biçimde azaldı. ABD ve diğer ülkelerde ekonomik durgunluklar tetiklendi. Petrol fiyatları, 1980’lerin ortalarına kadar kriz öncesi seviyelere gerilemeyecekti.
  • İşte bu sırada önemli bir şey oldu: Dönemin ABD başkanı Jimmy Carter, petrol ve finans mafyasını rahatsız edecek bir çıkış yaptı ve şöyle dedi: “ABD’nin ithal petrole olan bağımlılığı, ekonomimizi ve ulusal güvenliğimizi tehdit edecek noktaya geldi”… Mafya buna çok kızdı. Neden?
  • Başkan Carter “ithal petrol” derken petro-dolar sisteminden, sürekli silahlanmadan ve doların değer kaybetmesinden beslenen bir sisteme çomak sokmuştu. Bunun bedelini ödemeliydi. Zaten Panama kanalı ve Ruslarla stratejik silahların sınırlandırılması gibi konularda da mafyayı kızdırmamış mıydı?
  • Olaylara ulus-devlet penceresinden bakarsanız, elbette ABD kendi petrolünü kullanmalı, Carter’in tavsiye ettiği gibi biraz tasarruf yapmalı ve ithal petrolden kurtulmalıydı. Zaten Texas ve Alaska petrolleri bu işe yeterdi. Ama bu doların, yerli endüstrinin güçlenmesi demekti yani?
  • Yani devletin güçlenmesi, ABD’nin karşılıksız para basmayı bırakması, Rockefeller ailesinin 100 küsür yıldır kurduğu imparatorluğun sonu! Kennedy’yi bunun için öldürmüşlerdi; bir kurşun daha neden sıkılmasındı?
  • Ama Carter’ı öldürmeye gerek kalmayacaktı çünkü başkanlık seçimleri yakındı. Carter gibi başkancılık oynamak isteyen asi bir çocuğun yerine uysal bir köpek koymak çok daha kolay görünüyordu. Bu fino köpeği, 1980’lerde başlatılacak olan ultra-liberal dalganın çobanı Ronald Reagan’dı.
  • Peki orta kalite bir aktör ve birinci sınıf bir pislik olan Regan, Carter gibi sevilen bir adama karşı nasıl seçim kazanacaktı? Carter’i başarısız gösterecek uzun süreli bir kriz gerekliydi.
  • İran Devrimi’ni destekleyen bir grup İranlı üniversite öğrencisi 4 Kasım 1979’da Tahran ABD elçiliğini bastı ve 52 Amerikalı diplomat ve/veya ABD vatandaşını rehin aldı. Bu Hollywood filmi 20 Ocak 1981’e kadar 444 gün sürecekti. Carter’ı rezil etmek için 44 gün medya işkencesi… Read the rest

Frankenstein ve Marx »

  • Frankenstein adlı romanın Karl Marx ile aynı yaşta olduğunu duymuş muydunuz? Her ikisi de 1818 yılında gelmişler dünyaya! Tesadüf? … Asla!
  • Mary Shelley tarafından yazılan Frankenstein romanını Marx 25 yaşında iken okumuş ve çok beğenmiş. Meşhur eseri Kapital’deki “kan emici Kapitalizm” metaforu ihtimal bu kitaba bir atıf. Çoğu insanın fark etmediği bir şeyi gördü Marx Frankenstein’ın sayfalarında… Neydi o?
  • Okuyanlar hatırlayacaktır, Frankenstein bir korku romanından çok felsefî bir romandır aslında. Evet, bilim-kurgu sosludur. Ama özü felsefîdir. Sanırım Marx’ın kitabı sevmesinin sebebi de buydu. İki satırda özetleyecek olursak…
  • Romanın kahramanı tabiat bilimleri ve felsefe ile uğraşan bir öğrencidir, Victor Frankenstein. (”Yaratıcının” adıdır bu, canavarın değil). Victor deneyler sonucunda hayat vermenin sırrını keşfeder ve insanı yeniden yaratmak ister. Bunun için…
  • Mezarlardan topladığı ceset parçalarını birleştirir. Fakat netice beklediği gibi olmaz. “Yaratık” canavarlaşır, başta “yaratıcısı” olmak üzere insanlara zarar verir.

Read the rest

Derin Lügat güncellendi. Sürüm 9.0 yayında. »

  • Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
  •  9cu sürüm ve bir istisna: Bu sürümde medeniyet maddesi güncellendi ve önemli eklemeler yapıldı.
  • Bu sürümdeki yeni kelimeler: Tarihin Sonu, Beyin Göçü, Kölelik, İnsanlık, Maske, Vermek.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. (Bkz. Rönesans’ın Kara Kitabı)

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Amerika’nın İşgali / Howard Zinn ve Bartolome de Las Casas »

Sunuş: Bir okul kitabında “1453 senesinde Türkler İstanbul’u keşfetti” yazdığını görseniz gülersiniz değil mi? Ama Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika’yı keşfetmesi(!) hâlâ okullarımızda ders olarak okutuluyor. Kolomb İspanya’ya dönerken, Asya’ya ulaştığını zannediyordu ve gerçeği ömrünün sonuna kadar anlamayacaktı. İlk ulaştığı adayı Hindistan’ın batısındaki bir ada ve sonradan geçtiği Küba adasını ise eski adıyla Cipango şimdiki adıyla Japonya olduğunu sandı. Kolomb büyük bir denizci, bir gezgin, maceracı veya bilgin değildi. Amerika’yı keşfeden(!) Kolomb yağmacı, cahil bir hırsız ve altın için soykırım dâhil her şeyi yapmaya hazır bir katildi.

Değerli yazarımız  Süleyman Kibar’ın kaleme aldığı bu kitap sohbeti, Amerika’nın işgalini anlatan iki kitap üzerine:

  • Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi, Howard Zinn
  • Yerlilerin gözyaşı, Bartolome de Las Casas

Not: Makalenin sonunda yazarlar hakkında ilginç bilgiler bulacaksınız. (MY)

Yeni Dünya

Tüm anlatacaklarımız 1492 yılında İtalyan “Denizci” Christopher Columb’un Asya’ya ulaşmak amacını güderek denize açılmasıyla başladı. Columb’un Asya’ya gitme nedeni altın, ipek ve baharattı. Marko Polo ve diğer isimlerin geçmişte yaptıkları yolculuklardan elleri boş dönmediği bilindiği üzere Asya’da altın olduğu düşünülüyordu. Bu altın arayışı için Columb Osmanlı Devleti’nin kapısına dahi geldi lakin eli boş ayrıldı. En sonunda İspanya kralı ve kraliçesinin desteğini alan Columb böylece altın avına hazırdı lakin bir pürüz vardı. Türkler Doğu Akdeniz’i ve Asya’ya giden karayollarını denetlediği için Columb Asya’ya alternatif bir deniz yolu ile gitmesi gerekmekteydi. O tarihlerde Portekizli denizciler Asya’ya ulaşmak için Afrika’nın güney ucundan dolanıyorlardı lakin İspanyollar bunu tercih etmeyerek, tehlikeli bir kumar oynadı. Dünya’nın şeklinin geoit olduğu bilindiği üzere Batı’ya giderek Doğu’ya ulaşmayı amaçladılar. Çok riskli ve bilinmezlik doluydu lakin Columb için çok büyük zenginlik ve şan fırsatıydı. Öyle ki, getireceği altın ve baharat karşılığında Columb ganimetten yüzde on pay alacak, ayrıca keşfettiği her yeni ada ya da toprak parçasına vali olarak atanacak ve okyanusların Amirali ünvanına sahip olacaktı.

Bu teşvik ile birlikte Columb, en büyüğü 30 metre uzunluğundaki 3 yelkenli gemi ve mürettebatı ile yola çıktı. (Howard Zinn 39 kişilik bir mürettebatın olduğunu söylerken Robert V. Remini bu sayının 90 olduğunu belirtmektedir.) 33 günlük bir süreç ardından 12 Ekim 1492’de Asya sanılan Bahama Adaları gözüktü. İlk olarak San Salvador adasına inen Columb ve mürettebatı adanın yerlileri olan Arawak halkı ile karşılaştı. Arawak halkı köylerde yaşıyordu. Mısır ve yer elması gibi ürünler yetiştiriyor, tarımla uğraşıyorlardı. Dokumacılığı biliyorlardı fakat atları ya da iş hayvanları yoktu. Demiri tanımıyorlardı. Sadece değerli eşya olarak kulaklarına altın küpeler takmışlardı.

Columb’un gözüne çarpan da bu altın küpelerdi. Altın küpeleri gören Columb, bazı yerlileri tutsak alarak onlara kendisini altının kaynağına götürmelerini istedi. Böylece Columb, Hispaniola’ya (Şu an Haiti ve Dominik Cumhuriyet’inin bulunduğu ada) geçti. Yerliler en başta İspanyolların gökyüzünden geldiklerine inanıyorlardı. Onlara çok iyi davranıyor, örnek bir misafirperverlik gösteriyorlardı. İspanyolların yaptıklarına ve yerli halkın durumuna tanık olan Kübalı papaz Bartolome de las Casas Yerlilerin Gözyaşları adlı eserinde yerlilerden şöyle bahsetmektedir:

İspanyollara karşı sabırlı, uysal ve barışsever davranıyorlardı. Kavga ve karışıklıklardan uzakta, nefret ve intikam duyguları taşımadan yaşayan yumuşak mizaçlı insanlardı. Gördüğüm en narin ve ufak tefek insanlardı. Vücutları sert bir fırtınaya, ağır çalışma koşullarına ya da basit bir hastalığa dayanamayacak kadar zayıftı. En yoksul görünümlü yerlilerin çocukları bizdeki kralların ya da önemli şahsiyetlerin çocukları kadar narinlerdi. Çok yoksuldular. Çok az şeyleri vardı. Dünyevi mallara hayranlık duymuyorlardı. Bundan dolayı kibirli, ihtiraslı ve açgözlü değillerdi. O kadar az yiyorlardı ki en dindar münzevi bile o kadar az yemekle yetinemezdi.”

 Columb, adaya geldiği gemilerden birinin tahtaları ile ilk Avrupa askeri üssü olacak bir kale inşa ettirdi. Kaleye Navidad (Noel) ismini verdi. Tayfasının büyük bir bölümünü adada bırakan Columb yerlilerden oluşturduğu tutsak sayısını artırarak kalan iki gemisini doldurdu ve altın bulduğunu bildirmek üzere Read the rest